270 sivil ve siyasi aktivist İran'daki seçimleri boykot edeceğini duyurdu

İran'ın Kum kentinde bir kadın, üzerinde Dini Lider Ali Hamaney'in resminin bulunduğu reklam panosunun önünden geçiyor (AFP)
İran'ın Kum kentinde bir kadın, üzerinde Dini Lider Ali Hamaney'in resminin bulunduğu reklam panosunun önünden geçiyor (AFP)
TT

270 sivil ve siyasi aktivist İran'daki seçimleri boykot edeceğini duyurdu

İran'ın Kum kentinde bir kadın, üzerinde Dini Lider Ali Hamaney'in resminin bulunduğu reklam panosunun önünden geçiyor (AFP)
İran'ın Kum kentinde bir kadın, üzerinde Dini Lider Ali Hamaney'in resminin bulunduğu reklam panosunun önünden geçiyor (AFP)

270'den fazla İranlı sivil ve siyasi aktivist, cuma günü yapılması planlanan parlamento seçimlerini boykot ettiklerini ifade eden bir bildiri yayınlayarak yetkilileri "seçimlere müdahale etmekle" ve "aldatıcı bir manzara" sunmakla suçladı.

Bu seçim, 2022'nin sonlarında ülkeyi sarsan protesto hareketlerinin patlak vermesinden bu yana gerçekleşen ilk seçim olacak. Genç kadın Mahsa Amini'nin başörtüsü takmadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından tutuklanmasının ardından hayatını kaybetmesiyle ülkede protestolar başlamıştı.

Bu bağlamda uzmanlar, oy kullanmama oranının yüksek olmasını, hatta İslam Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1979 yılından bu yana en yüksek seviyesine ulaşmasını bekliyor.

Reformculara yakın "Zeytun" adlı bir sitede yer alan habere göre, aralarında İslam Cumhuriyeti'nin eski yetkilileri ve milletvekillerinin de bulunduğu aktivistler, yaptıkları açıklamada, seçim sürecinin önceki aşamalara göre daha kötü bir durumda gerçekleştiğini belirtti.

Aktivistler, ülkede reform çağrısının çıkmaza girdiğine dikkat çekerek, "eleştirenleri tamamen ortadan kaldıracak bir ameliyattan" söz etti. Özellikle 3 yıl önce İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin kazandığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra iktidarların devlet kurumlarını aşırı muhafazakar hareketle sınırlandırma yaklaşımını eleştirdiler.

frvbrf
Belediye çalışanı, Tahran'ın güneyindeki Ebuzer'deki bir caddede seçim kampanyası afişlerinin asılı olduğu panonun önündeki yırtılmış fotoğraflar parçalarını topluyor (AFP)

Muhafız Konseyi'nin reformcu partilerin önde gelen adaylarının taleplerini reddetmesinin ardından seçimleri boykot çağrıları arttı.

Sansür ve seçim denetimi mekanizmalarının kullanılması yoluyla adayların uygunluğuna yönelik geniş bir ret politikası uygulandığını ifade eden aktivistler, bu durumun, farklı güçlerin ve hareketlerin seçimlere katılımını önceki dönemlere kıyasla daha fazla engellediğini belirtti. Aktivistler, şunları ekledi:

Bu nedenle, seçim kampanyasına genel katılımın büyük ölçüde azaldığı, hatta çoğu reformcu çevrenin büyük bir hayal kırıklığına uğradığı ve çekildiği bir durum olmuştur.

Aktivistler, açıklamalarını şöyle sürdürdü:

"Oy vermek temel bir hak ve hukuka dayalı her demokratik sistem için meşruiyet kaynağı. Farklı yönelimlerin ve çeşitliliğin, özellikle de toplumdaki grupların çoğunluğunun taleplerini temsil eden köklü partilerin ve hareketlerin yokluğu, seçimlerin anlamını ve nesnelliğini ortadan kaldırdı ve şu anda da bunu görüyoruz. Halkın genel siyasi haklarına aykırı olduğu açık bir şekilde kurgulanan seçimlere katılmamayı görevimiz olarak görüyoruz ve bu aldatıcı manzaraya boyun eğmeyeceğiz.”

“Mutedil” aday
İran Devrim Muhafızları'na bağlı Tasnim haber ajansı, Tahran'da, Ali Mütahhari'nin liderliğindeki 'Sada-i Millet (Halkın Sesi)' listesinin tanıtıldığı bir basın toplantısına ev sahipliği yaptı. Liste, reformcu ve ılımlı adayların yanı sıra bağımsız adayları da içerdi.

Mütahhari'nın girişimi, muhalefet partilerinin boykot çağrılarına tepki gösteren 'Devrim Muhafızları' ve hükümet medyasının ilgisini çekti. Aynı şekilde adaylarının seçimlerden dışlanmasından memnun olmayan reformcu hareketin de dikkatini çekti. Ajans, yabancı ve yerel medya organlarının basın toplantısına katıldığını belirtti.

Mutahhari önceki parlamento dönemlerinde milletvekiliydi ancak 4 yıl önce Muhafız Konseyi adaylık talebini reddetti. Muhafız Konseyi, onun 2021 başkanlık yarışına katılımını da reddetmişti.

Başörtüsü kanunu başta olmak üzere İranlıları ilgilendiren birçok konuya değinen Mutahhari, “Başörtüsü meselesinin bir yasaya ihtiyacı yok. Başörtüsü ülkenin ana sorunu değil.” dedi.

Web sitelerinin engellenmesi ve sansür uygulanmasına ilişkin sorulara yanıt olarak Mutahhari şunları söyledi:

Mevcut engellemeyi kabul etmeyeceğiz, çünkü bunun insanların haklarını ihlal ettiğini düşünüyoruz.

edrvreb
İran Devrim Muhafızları’na bağlı Tasnim haber ajansı, boykot çağrıları ortasında ılımlı aday Ali Mutahhari için basın toplantısı düzenledi.

Mutahhari, katılım oranının dört yıl önce gerçekleşen seçimlere göre daha yüksek olmasını bekliyor. Önceki seçimlere katılım, ülke genelinde yüzde 42'nin biraz üzerine, başkent Tahran'da ise yaklaşık yüzde 25'e ulaşmıştı. Tahran, İran Parlamentosu'ndaki 290 sandalyenin 30'unu elinde bulunduran en büyük seçim bölgesidir.

Parti figürleri ve liderleriyle hiçbir teması olmadığını belirten Mutahhari, aynı zamanda İtidal ve Kalkınma Partisi (Eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Partisi), Karkzaran Partisi (Eski Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani'nin Partisi), İran'ın dini lideri Ali Hamaney'in danışmanı Kemal Harazi’ye yakın Nida İraniyyan Partisi ve 2011'den bu yana tutuklu olan reformcu din adamı Mehdi Kerrubi tarafından kurulan İtimad Milli Partisi’nin desteğine sahip olduğuna dikkat çekti.

Kerrubi, oğlunun seçim sürecinde kendisini desteklediğine veya desteklemediğine dair açıklama yapmayarak sessiz kaldığını söyledi.

Sandığa gitmekten geri durmanın ve boykotun "ülkenin reformu için bir çözüm olmadığını" söyleyen Mutahhari, şöyle konuştu: “Oy vermemeyi savunanlar bir noktaya kadar haklılar. Çünkü daha önceki Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri tamamen özgür değildi. Rekabetin olmadığı konusunda herkes hemfikir, bazıları da şikayetçi. Ayrıca geçmişte yaşananlar da acıydı ama oy vermemek çözüm değil. Ilımlı bir azınlığın Parlamentoya girmesi, ılımlı ve yetkin bir hükümetin yükselişinin önünü açabilir. Seçimleri boykot etmek, aşırılıkçıların alanını genişletmek anlamına gelir ve bu, ülkenin çıkarına hizmet etmez. İnsanlar bu rejimin kökenini kabul ediyor ama sadece reform talep ediyorlar. Bazılarının rejimi devirmek amacıyla seçimlere katılmama yönündeki açıklamaları bizim istediğimiz bir şey değil. Devrimi desteklemekten vazgeçmemeliyiz. Eksiklikleri telafi edebiliriz. Öte yandan protestolarda göstericilerin öldürülmesi sonucunda halkın yöneticilere olan güveni azaldı. Örneğin Ukrayna uçağı meselesi halkın rejime olan güvenini azalttı” dedi.

Askeri saldırı

AFP, mevcut bölgesel koşullarda özellikle de Gazze Savaşı’nın gölgesinde, seçimleri gölgeleyen boykot çağrılarının aksine İran'daki muhafazakarların ve aşırılık yanlılarının kalesi olan Kum şehrinden seçimlere katılım yönündeki görüşleri takip etti.

AFP’nin raporuna göre, kentte seçim sonuçları "kesinleşmiş görünüyor". İlahiyat öğrencisi Muhammed Hasan Caferi, birçok İranlının "uluslararası öneme sahip" bu seçimlere kayıtsız kalmasından üzüntü duyduğunu söyledi. 27 yaşındaki genç, "İnşallah oy kullanacağım. Çünkü seçimler ülkenin iç ve dış gücünü artırıyor.” dedi.

Ajansın aktardığına göre, Kum şehrinin sokaklarına Dini Lider Ali Hamaney'in "Daha güçlü olalım" sloganıyla insanları oy kullanmaya çağıran pankartlar asıldı.

dsvfd
Fotoğraf:  (AFP)

Bölgedeki gergin jeopolitik durum bağlamında ev hanımı Rehberi (40), cuma günü yapılacak seçimlerin "ülkenin bağımsızlığını" vurgulamak için bir fırsat oluşturduğunu söylüyor. Kum'da yaşayan İranlı çarşaflı kadın, sözlerine şunları ekliyor:

Bölgedeki bu huzursuzluk, düşmanın medya üzerinden saldırıları ve ülkemize yönelik tehditler ışığında, insanlar oy vererek düşmanın tüm komplolarını etkisiz hale getirebilirler.

Muhammed Hasan Caferi de "katılımın zayıf olması halinde İran'a askeri saldırı başlatılması ihtimalinin" "daha güçlü" olacağı konusunda uyarıyor.

79 yaşındaki emekli Mecid Hüseyni, şunları söylüyor:

Bu seçimler İslam Cumhuriyeti'nin bir parçasıdır. Katılmazsak 40 yıllık emek boşa gidecek.



Ukrayna’nın parası bitiyor: Sağlam bir B Planı yok

Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
TT

Ukrayna’nın parası bitiyor: Sağlam bir B Planı yok

Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)

Rusya'nın başlattığı savaş nedeniyle Ukrayna ekonomik zorluk yaşarken Avrupa Birliği (AB), Kiev yönetimini Kremlin'in dondurulmuş varlıklarından oluşturulacak bir krediyle finanse etmeyi hedefliyor. 

AB, Rusya yönetiminin Belçika Merkez Bankası'ndaki varlıklarını kullanarak Ukrayna'ya 140 milyar euro kredi aktarmayı planlıyor. Ancak finansman çalışmaları blok üyeleri arasındaki anlaşmazlık nedeniyle ilerleyemiyor. 

New York Times'ın (NYT) haberinde, Belçikalı yetkililerin Rusya'nın dava açıp parasını geri talep etmesi durumunda zor durumda kalmaktan endişelendiği yazılıyor. 

Brüksel yönetimi, bu riski azaltmak için diğer AB ülkelerinin de mali yükün bir kısmını üstleneceği garantiler vermesini istiyor ancak Slovakya bu talebe karşı çıkıyor. Bratislava hükümeti ayrıca Avrupa Komisyonu'ndan Ukrayna'ya para aktarmak için diğer seçenekleri değerlendirmesini istiyor. 

Komisyon, bu alternatifleri pazartesi günü AB hükümetlerine gönderdiği bir mektupta açıkladı. NYT'nin incelediği mektuba göre seçeneklerden biri AB'nin Kiev'in ihtiyaç duyduğu parayı toplamak için ortak borç ihraç etmesi olabilir. Diğer bir seçenekse üye ülkelerin Ukrayna'ya doğrudan hibe vermesi. 

Öte yandan her iki alternatifte de sorun yaşanabilir. Ortak borçlanma planı, faiz maliyetleri gerektireceği için pahalıya mal olabilir. Doğrudan hibe seçeneğiyse halihazırda borçlu ülkelerin bütçelerine yük bindirebilir.

Uzmanlar ve diplomatlar, ortada gerçek bir B Planı'nın olmadığına dikkat çekerek, Kiev yönetiminin fonlanması gerektiğini ve bunun için en iyi yöntemin Rus varlıklarıyla sağlanacak kredi olduğunu savunuyor. 

Washington'daki Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü'nden Nicolas Véron, şunları söylüyor: 

B Planı'nın A Planı'ndan daha az iyi olduğu açık. Ukrayna'ya para vermemek bir seçenek olabilir mi? Cevap hayır.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de geçen haftaki konuşmasında Rus varlıklarına dayalı kredi sisteminin en iyi seçenek olduğunu savunmuştu. 

NYT'nin aktardığına göre bu plan dahilinde, Rusya'nın tazminat vermesi durumunda Ukrayna'nın geri ödemesi gereken sıfır faizli bir kredi sağlanacak. Bu hem Kremlin'e Kiev'in savaşı daha uzun süre sürdürebilecek gerekli fona sahip olduğunu gösterecek hem de “manşetlere taşınacak büyük bir nakit aktarımına” olanak sağlayacak. 

IMF'nin tahminlerine göre 2026-2027 için Ukrayna'nın bütçe açığı 65 milyar doları bulacak. AB de Kiev'e nakit transferinin mart ya da nisana kadar gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Paketle ilgili bir sonraki toplantının 18 Aralık'ta yapılması bekleniyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Bloomberg 


Karayipler'deki Sam Amca... ‘Gambot diplomasisine’ dönüş

ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
TT

Karayipler'deki Sam Amca... ‘Gambot diplomasisine’ dönüş

ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)

Fransız akademisyen ve tarihçi Alexis de Tocqueville, Amerika'da Demokrasi (Democracy in America) adlı kitabında, hem Rusya hem de ABD’nin kaderinin süper güç olarak zirveye çıkmak olduğunu öngörmüştü. Gerçekten de öyle oldu. Ancak zirveye çıkmanın göstergeleri ve gereklilikleri, öncelikle iç işlerin siyasi olarak sağlamlaştırılmasını, devletin güç unsurlarının (özellikle askeri kapasitenin) bir araya getirilmesini, coğrafi ve demografik derinliğin sağlanmasını ve ayrıca imparatorluk projesinin yükünü taşıyabilecek bir iç üretim altyapısının varlığını içerir. Bunun ardından doğrudan çevreye, yani etki alanına yönelik ilgilenme gelir. İşte büyük güçlerin yükseliş yolu budur.

ABD’nin süper güç olarak yükselişinin izleri, doğrudan çevresinde bir etki alanı düşünmeye başladığı dönemlerde ortaya çıktı. Bu bağlamda, 1823 yılında Başkan James Monroe’nun Karayipler ile ilgili doktrini bu yaklaşımın bir örneğidir. Günümüzde Çin de benzer şekilde kendi doğrudan çevresine odaklanmaktadır; önce iç düzenini sağlamış, gelişmiş bir askeri sanayi altyapısına sahip olmuş, siyasi istikrarı yakalamış ve ekonomik olarak da ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna gelmiştir.

edw
Porto Riko'daki bir üssün pistinde bulunan ABD askeri uçakları (Arşiv – Reuters)

Monroe Doktrini’nden iki yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra ABD yeniden Karayipler’e, yani süper güç olarak ilk yükselişinin başladığı noktaya dönüyor. Ancak bu kez hedefi Avrupa değil; doğrudan rakibi olan Çin’den kendi yakın çevresindeki etki alanını geri almak ve Latin Amerika’nın jeopolitik şeklini, Amerika’nın eski-yeni hedefleriyle uyumlu biçimde yeniden çizmek. Bunun yanı sıra Latin Amerika’nın sahip olduğu doğal zenginlikler, ABD’nin bölgeyi en üst düzeyde bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmesine neden olmakta.

ABD, 1962 Küba Krizi’nden bu yana Karayipler’de bu ölçekte bir askeri güç toplamamıştı; bugün orada ABD’nin sahip olduğu deniz unsurlarının yüzde 10’undan fazlası bulunuyor. Bu durum, Küba Krizi’nin aslında ABD’nin başarısız olan Domuzlar Körfezi Çıkarması sonrasında ortaya çıktığı gerçeğine rağmen böyledir; söz konusu operasyonun amacı Küba’daki rejimi değiştirmek ve Fidel Castro’yu devirmekti.

Büyük çaplı seferberlik

Venezuela çevresindeki Amerikan güçleri ile belirtilen hedefler arasında orantılılık (Proportionality) yok. Venezuela'dan ABD'ye uyuşturucu kaçakçılığını durdurmak için 10 binden fazla deniz piyadesi ve özel kuvvetlerin konuşlandırılması gerekli mi?

Nükleer savaş başlığı taşıyabilen B-52 ve B-1 stratejik bombardıman uçaklarının uçurulması mı gerekiyor?

sa
Trump ve ‘gambot diplomasisine’ dönüş (AFP)

Dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'u Avrupa'dan Karayipler'e göndermek gerekli mi? Buna ek olarak, uçak gemisine eşlik eden ve yaklaşık 180 Tomahawk füzesi fırlatma kapasitesine sahip üç muhrip de bulunuyor. Bu muazzam ateş gücü nasıl, ne zaman ve neye karşı kullanılacak?

Nükleer denizaltı konuşlandırmak ve CIA'yı Venezuela'da gizli operasyonlar yürütmekle görevlendirmek gerekli mi? CIA'nın çalışmaları kesinlikle gizli olmalı ve sosyal medyada duyurulmasına gerek yok.

Uyuşturucu kaçakçılığı yapan tekneleri havaya uçurmak, daha büyük bir stratejiye hizmet eden bir taktik mi? Bu güçler, hedeflerine ulaşamadan bir süre sonra geri çekilebilir mi? Başarı ve görevin yerine getirilmesi nasıl ölçülecek?

ABD'nin stratejisi, askeri kurumu Venezuela Devlet Başkanı’na karşı kışkırtmak için askeri baskı uygulamak mı? Venezuela içinde askerî harekât olacak mı?

Venezuela'nın dünyadaki en büyük bilinen petrol rezervine (303 milyar varil) sahip olduğu göz önüne alındığında, ABD’nin stratejisi, Venezuela Devlet Başkanı’nı Trump ile müzakere masasına oturup enerji anlaşması imzalamaya zorlamayı mı amaçlıyor?

xcdf
ABD’nin stratejisi, Venezuela Devlet Başkanı’nı müzakere masasına oturtmayı mı amaçlıyor? (EPA)

ABD Başkanı Donald Trump, özellikle ABD Güney Saha Komutanlığı (SOUTHCOM) bölgesinde yer aldığı için Latin Amerika'yı Rusya ve Çin'den geri almaya mı çalışıyor? Trump, ABD'nin iç güvenliği ve yakın komşularına odaklanacağı söylenen ulusal savunma stratejisini önceden mi engelliyor?

Bu bağlamda, bazı açık kaynaklar, Venezuela'nın doğusundan batısına ve kuzeyine kadar ABD'nin askeri konuşlandırmasının şu şekilde olduğunu belirtiyor: Doğuda, Kolombiya ve Panama'da ABD güçleri bulunuyor. Kuzeyde, Küba'da Guantanamo lojistik üssü var. Kuzeybatıda, Porto Riko'da biri lojistik, diğeri F-35 uçaklarını barındıran iki üs bulunmakta. Batıda, Grenada'da özel kuvvetler ve Trinidad ve Tobago'da önemli bir radar istasyonu bulunuyor.

scdf
Porto Riko'daki bir üsten kalkışa hazırlanan Amerikan insansız hava aracı (Arşiv – Reuters)

Sonuç olarak, ABD'nin davranışlarına bakıldığında, ABD'nin orijinal jeopolitik konumuna, yani yakın çevresindeki etki alanına geri döndüğü söylenebilir. Aynı zamanda, özellikle Latin Amerika ülkeleri karşısında, ‘gambot diplomasisi’ (Gunboat diplomacy) olarak bilinen politikaya da geri dönmüştür. Ancak, gambot diplomasisi genellikle deniz gücünü kullanmadan göstermek ve ilgili ülkeden taviz koparmak amacıyla uygulanır.

Şu ana kadar, bu diplomasinin ilk aşamasındayız (güç gösterisi). Hedef kesinlikle işgal değil, özellikle de mevcut Amerikan kara kuvvetleri yetersiz olduğu için. Ayrıca, ABD’nin Karayipler’e fazlaca gömülmesi, özellikle Çin’in çevresindeki diğer küresel sahnelerden mutlaka kaynak kaydırılması anlamına gelecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat için bir askeri analist tarafından kaleme alındı.


Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
TT

Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)

2015 yılının eylül ayında Beyaz Saray'da İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz ile eski ABD Başkanı Barack Obama arasında düzenlenen Suudi Arabistan-ABD zirvesinde, Veliaht Prens Muhammed bin Selman, 21. yüzyılda iki ülke arasındaki stratejik ilişkiye dair Suudi Arabistan'ın vizyonunu içeren bir brifing sundu.

O dönemde genç prens, 80 yılı aşkın bir süredir birçok aşama ve gelişmeden geçen Suudi Arabistan-ABD ilişkileri için yeni bir vizyona sahip gibi görünüyordu ve bu ilişkilerin gelecekteki seyrini yeniden şekillendirme konusunda kararlıydı.

Görsel kaldırıldı.
İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz, Eylül 2015’te Beyaz Saray’da Başkan Barack Obama ile görüşürken (SPA)

Amerikan başkanlığı sonraki on yıl boyunca Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında değişti. En önemli dönüm noktası, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Mart 2017’de Beyaz Saray’da Başkan Donald Trump ile yaptığı ilk görüşme oldu. Bu görüşme, Trump’ın görevdeki ilk dönemi sırasında Riyad’ı ilk yurt dışı durağı olarak seçmesine yol açtı.

Trump, Mayıs 2017’deki tarihi Riyad ziyaretinde Arap ve İslam dünyasının liderlerine hitap eden bir konuşma yaptı; konuşmasında Ortadoğu’daki terör ve çatışmalar gibi meseleleri vurguladı. Bu ziyaret sırasında Kral Selman bin Abdulaziz, Trump ile iki ülkenin ortak stratejik vizyon bildirisini imzaladı.

Ocak 2020’de Joe Biden başkan olarak göreve başladı ve en yakın ortağıyla ilişkiyi sınırlayacağına dair söz verdi.

Ancak bu söz tutulmadı. Zira Rusya-Ukrayna krizi ve küresel sahnedeki diğer gelişmeler ışığında Suudi Arabistan-ABD ortaklığının önemi fark edildi. Biden, Temmuz 2022’de Cidde’ye gelerek Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüştü.

Görsel kaldırıldı.
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Temmuz 2022'de Riyad'da dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile görüştü. (Reuters)

Suudi yetkililer, ABD ile ilişkilerin istikrarlı olduğunu ve Beyaz Saray'daki yönetim değişikliklerinden etkilenmediğini her zaman vurguladı.

Aynı on yıl boyunca Suudiler, kapasitelerini geliştirmeye, potansiyellerini artırmaya, vizyon hedeflerine ulaşmaya ve küresel konumlarını güçlendirmeye devam ettiler.

Suudi Arabistan-ABD ilişkilerindeki değişimler, Çin'in Washington'un stratejik rakibi olarak yükselişi ve ekonomik ağırlık merkezinin Asya'ya kayması gibi dünyanın tanık olduğu köklü değişikliklerden bağımsız değil. Ukrayna'daki savaş, enerji güvenliğinin ve pazarlarını istikrara kavuşturabilen ülkelerin önemini daha da artırdı.

ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesi de diğer öncelikler lehine azaldı; bu da Riyad'ın siyasi yumuşamadan ekonomik ortaklıklara ve bölgesel güvenliğe yönelik yeni yaklaşımların formülasyonuna kadar etkili bölgesel girişimlere öncülük etmesinin önünü açtı.

Aynı zamanda, teknoloji ve yapay zekâ küresel ekonominin temel itici güçleri olarak ortaya çıktı ve yatırım ve teknoloji ortaklıklarını Washington'un hesaplamalarında daha merkezi bir konuma getirdi.

Bu değişiklikler, Riyad ile Washington arasındaki ilişkiyi, durumsal ihtiyaçlara dayalı bir ilişkiden, eşitlik, ortak çıkarlar ve geleceği şekillendirme üzerine kurulu bir ilişkiye dönüştürdü.

Amerikan başkanlığını ikinci kez devraldıktan sonra, Başkan Donald Trump Mayıs 2025’te tekrar Riyad’ı ziyaret etti ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmada terör ve savaşlardan söz etmedi; aksine bölgenin parlak geleceği ve Kral Selman ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın liderliğinde gerçekleşen büyük ve olağanüstü dönüşüm üzerinde durdu. Riyad’da Suriye yetkilileri de hazır bulundu, Suudi Arabistan’ın talebiyle yaptırımlar konusu kapatıldı ve Başkan Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yla görüştü.

Konuşması sırasında Başkan Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a “Geceleri uyuyabiliyor musun?” diye sordu ve ardından Muhammed bin Selman’ın ‘işleri nasıl daha iyi hale getirebileceğini düşünerek bütün gece uykusuz kaldığını’ söyledi. “Suudi Arabistan’ın başarıları dışarıdan gelmedi, aksine liderleri ve halkının devletlerini geliştirme, vizyonlarını ilerletme ve kendi yollarıyla geleceklerini inşa etme kararlılığı sayesinde elde edildi” diyen Trump, bunu ‘Arap tarzında modern bir mucize’ olarak tanımladı.

Görsel kaldırıldı.
2025 yılının mayıs ayında Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan – ABD – Suriye üçlü toplantısından (SPA)

Bu konuşma bizi, Amerikan Life dergisinin 1943 yılının mart ayında Kral Abdulaziz ile yaptığı röportaja geri götürüyor. Röportajda Kral, ‘asla uyumayan gözlerle krallığının dizginlerini elinde tutan’ bir adam olarak tanımlanıyor. Dünün birleştirici büyükbaba hakkındaki konuşmaları, bugünün başarılı torun hakkındaki konuşmalarına benziyor.

Tüm bu bağlamlar ve bölgenin tanık olduğu dönüşümler ışığında, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington ziyareti, Başkan Trump ile görüşmesi ve bu görüşmeden çıkması beklenen anlaşmalar devreye giriyor. Ziyaretle ilgili manşetleri siyasi ve güvenlik konuları domine etse de, ekonomi ve yatırım konuları da gündemde olacak. Belki de en anlamlı tanım, Başkan Trump'ın bunun sadece bir toplantı değil, Suudi Arabistan ve genç prense bir övgü olduğunu belirten yorumudur.

Medya raporları ile bazı Amerikan siyasetçilere atfedilen sızıntılar ve açıklamalar hâlâ ABD himayesinde bir Suudi normalleşmesine bahis açıyor; ancak tüm baskılara ve girişimlere rağmen Suudi duruşu Filistin konusunda kararlı kalacaktır. Suudi Arabistan’ın en önemli ortağı olan ABD ile çıkarları -ki ABD’nin İsrail’i desteklemesi siyasi bir ilke olarak kabul edilir- hiçbir zaman Suudi Arabistan’ın Filistin’i destekleme konusundaki köklü siyasi ilkesi önüne geçmemiştir. Suudi dış politikası, 1967 sınırları üzerinde bağımsız bir devlet kurulmasını içeren kapsamlı bir çözüm sağlanmadan normalleşmeye gitmemek yönünde devam etmektedir.

İsrail’in katliam makineleri Gazze’de ne yaptıysa yaptı ve Filistin meselesini tasfiye etmeye çalıştı; ancak Kral Selman ve Veliaht Prens liderliğindeki Suudi çabaları, yalnızca ateşkes sağlamakla sınırlı kalmadı. İki devletli çözüm çabasında tarihi bir atılım gerçekleştirildi; ‘zorunlu çözüm’ ilan edildi ve Filistin, Balfour Vaadi’ni (Balfour Deklarasyonu) veren devlet başta olmak üzere birçok etkili ülkeden ve Birleşmiş Milletler’in (BM) bölünme kararının alındığı kürsüden tanınma hakkı kazandı. Aynı zamanda Suudi diplomatik mücadelesi, uzun yıllar boyunca Filistin hakkını savunmak yönünde devam etti.

ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Filistin devletinin kurulmasını dayatma çabaları ve nükleer cephaneliğe sahip Pakistan ile ortak savunma anlaşması imzalaması gibi girişimlerine rağmen, Başkan Trump, Suudi Arabistan’a, liderliğine ve özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a birçok kez takdirini ifade etti. Çünkü güçlü ve net ilkelere sahip bir dost, bazı konularda görüşler farklı olsa bile saygıyı zorunlu kılar. Amerikan deneyimi yalnızca güçlüleri kutlar; miras veya sloganlarla değil, elde edilen başarılarla güçlü olanları…

İki ülke arasındaki olağanüstü görüşme sırasında hangi tür anlaşmalar yapılır veya hangi sonuçlar elde edilirse edilsin, kesin olan şudur ki bu sonuçlar stratejik ortaklığı pekiştirecektir. Gözlemciler, Washington’daki toplantıların bölge için güvenlik ve refah ile stratejik ilişkilerin geleceğine dair bir vizyon oluşturacağını ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın zekâsıyla, ‘brifingden başarıya’ dönüşen süreçle bu stratejik ilişkileri şekillendireceğini öngörüyor.