Uluslararası Adalet Divanı’ndaki “İsrail’in Filistin topraklarını işgali” davası yeterli ilgiyi görmedi

Dava yarım asırlık bir gecikmeden sonra açıldı

Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)
Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)
TT

Uluslararası Adalet Divanı’ndaki “İsrail’in Filistin topraklarını işgali” davası yeterli ilgiyi görmedi

Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)
Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)

Bryn Haworth

Ortadoğu’daki olaylar bu hafta da uluslararası haberlere yön vermeye devam ediyor. Öyle ki İngiltere'de manşetlerden düşmüyor. Söz konusu haberler arasında, Beytüllahimli Lutherci bir papaz olan Rahip Dr. Munzir İshak’ın Londra'yı ziyareti ve İngiltere Kilisesi Ruhani Lideri ve Canterbury Başpiskoposu Justin Welby'nin Rahip İshak’ı kabul etmeyi reddetmesiyle ilgili tartışmalar yer aldı. Rahip İshak, Canterbury Başpiskoposu Welby'nin bu tutumunu, ‘İngiliz din adamları arasında yaygınlaşan temkinli tutumların bir başka örneği’ olarak niteledi.

Öte yandan İngiltere Veliaht Prensi William, İngiliz Kraliyet ailesinin siyasi meselelere nadiren müdahale etme ilkesini açıkça ihlal ederek Gazze'deki şiddetin sona ermesini umduğunu söyledi. Bu açıklama, eleştirilerini genellikle küçük kardeşi Harry'ye yönelten Kraliyet ailesinin sadık destekçilerinin tepkisine neden oldu.

Birleşik Krallık Parlamentosu'nun üst kanadı Acam Kamarası’nın dünkü oturumda Gazze’de ateşkesi görüşmesi planlanmıştı, ancak bazı milletvekillerinin oturumun düzenlenme şeklini protesto etmek için salonu terk etmesiyle prosedürler tam bir maskaralığa dönüştü. Her zaman kavgaları yatıştırması gereken, fakat bu kez eski partisi İşçi Partisi'nin çıkarları doğrultusunda hareket etmiş görünen Avam Kamarası Başkanı Sir Lindsay Hoyle, bu fırtınanın muhtemelen en büyük kurbanı olacak gibi görünüyor. Hoyle ayrıca, böylesine ciddi bir meseleyle ilgili oturumun raydan çıkmasının ardından İngiliz siyasi sınıfının imajını düzeltecek hiçbir adım atmadı.

Diğer taraftan Lahey, Güney Afrika’nın ‘İsrail’in soykırım suçu işlediği’ iddiasıyla açtığı davayla ilgili son duruşmanın ardından Uluslararası Adalet Divanı'nı (AUD) yeniden gündeme taşıdı. İsrail'in Filistin topraklarının bir kısmı üzerindeki işgalinin yasa dışı sayılıp sayılmayacağına karar verilecek duruşmaya yaklaşık 52 ülkenin katılması bekleniyor. İlk bakışta, İsrail'in Batı Şeria'daki varlığının halihazırda yasa dışı olduğu söylendiğinden söz konusu kararla ilgili duruşmanın yapılması gereksiz görünebilir. Ancak burada sorun, İsrail güçlerinin geri çekilmesini öngören 1967 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) kararında işgalin özellikle yasadışı olduğunun belirtilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden AUD yargıçları, BM Genel Kurulu’nda 2022 yılında yapılan oylama sonrası meseleyi yeniden ele aldılar.

Ancak bu dava, soykırım suçu en büyük suç olduğundan muhtemelen Güney Afrika'nın İsrail’e karşı soykırım suçlamasıyla geçtiğimiz hafta açtığı dava kadar ilgi görmeyecek.

Nazi soykırımının ardından kurulan bir devlet olan İsrail'in aynı suçu başka bir halka karşı işlemekle suçlanması, karmaşık bir tarihsi ironi olarak karşımıza çıkıyor. Edward Said, geçmişte yaptığı bir değerlendirmede Filistinlilerin eski kurbanların kurbanları olduğu yönündeki trajik anlatıya dikkati çekmişti. İsrail’de iktidarda olan Likud Partisi'nin başından beri ‘Arapların’ ulaşmak istedikleri hedefleri küçümseyen bir tutuma sahip olduğu herkesçe biliniyor.

William Blake'in ‘korkutucu simetri’ (fearful symmetry) düşüncesi, Avrupa'daki Yahudilerin tarihte çektikleri acılarıyla Filistinlilerin şu an içinde bulundukları durum arasındaki benzerlikleri giderek daha açık hale getiriyor. Ancak her ne kadar tartışmalı da olsa artık bir gerçeklik olarak kabul edilen bu karşılaştırma, Güney Afrika'nın açtığı davada da gördüğümüz üzere ciddi tepkilere yol açabilir.

İsrail’in Filistin topraklarının bir kısmı üzerindeki işgalinin yasadışı kabul edilmesiyle ilgili davanın kapsamı daha sınırlı. Çünkü dava özellikle İsrail’in 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrası işgal edilen Arap topraklarına odaklanıyor. Sonuç olarak dava ne dünyada ne de İsrail'de fazla ilgi görmedi, hatta neredeyse tamamen görmezden gelindi.

Haaretz gazetesi yazarı Gideon Levy, bir televizyon programında yaptığı değerlendirmede, İsrail medyasının davayı görmezden gelmeye çalıştığını söyledi. Levy, “İsrail hakkında olumsuz ya da hoş olmayan ne varsa bunları izleyicilerinden ve okuyucularından gizlenmesi konusunda İsrail medyasına her zaman güvenebilirsiniz. Hiçbir televizyon kanalı bu davayı yeterince önemli yahut ilginç bulmadı” yorumunda bulundu.

İsrailli siyasetçiler: Topraklar egemenliğe sahip bir Filistin devletinden değil, Mısır ve Ürdün'den alındığı için bu bilinen anlamda bir işgal değil.

Bu dava bir önceki kadar etkili olmasa da İsraillilerin bu konuda emsalsiz olduklarını umanlar olabilir. UAD’ın 15 yargıçtan oluşan heyetinin, İsrail'in Kutsal Kudüs Şehri'nin demografik yapısını, karakterini ve statüsünü değiştirme çabalarının yanı sıra ayrımcılar yasa ve prosedürlerle ‘işgal, yerleşim birimleri ve ilhak’ gibi uygulamalarının incelemesini istemek için yarım yüzyılı aşkın bir süre geciktiğine şüphe yok.

İsrailli siyasetçiler, söz konusu işgal altındaki toprakların savaş sırasında egemenliğe sahip bir Filistin devletinden değil, Mısır ve Ürdün'den alınması nedeniyle genel anlamda bunun bir işgal olmadığını savunuyorlar. En iyi yanıt bu iddiayla alay etmek olacaktır. Çünkü en nihayetinde asıl mesele Filistinlilerin egemenliklerinin ellerinden alınmış olması değil mi?

Lahey’deki duruşmalarda Güney Afrika adına konuşan Güney Afrika'nın Lahey Büyükelçisi Vusimuzi Madonsela, İsrail'in insan hakları ve uluslararası normların yaygın ihlalleri nedeniyle uzun süredir devam eden cezasızlık durumunun ele alınması gerektiği konusunda baskı yaparken İsrail’in bu tür eylemlerinin yoğunluğunun ve şiddetinin tırmanmasını eleştirdi.

Aynı duruşmalarda Guyana adına söz alan Avukat Edward Craven, işgalin doğası gereği geçici bir durum olduğunu, işgalcinin işgal ettiği bölge üzerinde hiçbir meşru iddiasının olmayacağını ve kalıcı değişiklikler yapmasının yasak olduğunu vurguladı. Craven, kalıcı işgali, uluslararası hukuk tarafından açıkça yasa dışı olarak tanımlanan bir tür askeri istila ya da ilhak olarak tanımladı.

sdvefrbt
Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki, Lahey'deki İsrail işgalinin hukuki sonuçlarıyla ilgili bir duruşmada, 19 Şubat 2024 (AFP)

Duruşmalarda Küba adına söz alan Dışişleri Bakan Yardımcısı Anayansi Rodriguez Camejo, duruşmalardan birinde yaptığı güçlü açıklamayla UAD’ın dikkatini Gazze'deki mevcut duruma çekti. Camejo, İsrail'in eylemlerini, ‘Filistin halkını kısmen ya da kendi kaderini tayin hakkından yoksun bir etnik ve dini grup olarak yok etmeye yönelik üstü kapalı niyetini maskeleyen apartheid rejimi eylemleri’ olarak tanımladı.

UAD’a geç kalmaması çağrısında bulunan Camejo, “Çünkü biz, UAD’ın, bütün bir halkın yok edilmesi ihtimali gerçeğe dönüşene kadar kararını ertelememesi gerektiğine inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

Duruşmalarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) adına konuşan BAE’nin BM Daimi Temsilcisi Lana Nuseybe, çatışmanın dini boyutuna dikkat çekerek İsrail’in, Ürdün ve Vatikan ile yapılan anlaşmalar sayesinde tarihi statükoyu koruma ve Kudüs'teki kutsal mekanlara erişimi sağlama sözü verdiğini, ancak İsrail’in artık Kudüs’ün eşsiz kimliğini tehdit eden ve kültürel mirasını silen hamlelerinin derin bir rahatsızlığa yol açtığını vurguladı.

İngiliz ve Fransız vatandaşı olan avukat Philippe Sands: Kendi kaderini tayin hakkı, BM üyelerinin İsrail’in işgaline derhal son vermelerini gerektirir.

İsrail'i kutsal mekanlara erişimi engelleyerek söz konusu anlaşmalardaki yükümlülüklerini ihlal ettiği için eleştiren Nuseybe, Gazze'deki kötü koşullardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. ‘Gazze'de yaşanan acıların modern tarihte benzeri görülmemiş bir boyuta ulaştığını’ vurgulayan Nuseybe, İsrail’in stratejisinin, ‘Filistinlilere karşı toplu cezalandırma’ anlamına geldiği uyarısında bulundu.

Batılı ülkelerden isimler ve Fransa'nın Gazze’de yaşananlarla ilgili tutumunu eleştiriler de benzer bir açık sözlülüğe sahipti. İngiliz ve Fransız vatandaşı olan avukat Philippe Sands, “Kendi kaderini tayin hakkı, BM üyelerinin İsrail’in işgaline derhal son vermelerini gerektirir” dedi. Bununla birlikte İsrail'in hiç vakit kaybedilmeden cezalandırılması gerektiğini vurgulayan Sands, “Destek yok, yardım yok, katılım yok, zorlayıcı prosedürlere katkı yok, mali ya da askeri yardım yok, ticaret yok, hiç ama hiçbir şey yok” şeklinde konuştu.

Öte yandan duruşmada dile getirilen tüm görüşlerde İsrail eleştirilmiyordu. Macaristan temsilcisi Attila Hidegh, İsrail’i eleştiren eğilime aykırı bir çıkışla UAD’ın müdahalesinin kasıtsız olarak gerilimi artırabileceği konusunda uyardı. UAD yargıçlarının eylemlerinin ‘çatışmayı şiddetlendirebileceğini’ öne süren Hidegh, “Devam eden bilgi savaşında UAD’dan istifade etmek, mevcut anlaşmazlıkları derinleştirebilir ve modern tarihin en tehlikeli çatışmalarını şiddetlendirebilir” değerlendirmesinde bulundu.

ABD ve Fiji de UAD’ın İsrail’in Filistin topraklarının bir kısmı üzerindeki işgalini yasa dışı ilan etmesi önerisine karşı çıktı. ABD Dışişleri Bakanlığı Hukuk Danışmanı Richard Visek, mahkemeye sunulan gerekçenin taraflı olduğunu ve sadece İsrail'in işgaldeki rolüne odaklandığını söyledi. Visek, bunun yerine, son on yılda iki devletli çözüme desteğindeki kararlılığını teyit eden BMGK’nın kararlarına odaklanılması gerektiğini belirten Visek, “İsrail'in, yerleşimcileri işgal altındaki Filistin topraklarına göndererek Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ni ihlal ettiği yönündeki iddialar, UAD tarafından değil, BMGK tarafından ele alınmalı” diye konuştu.

Ülkelerin tutumları arasında farklılıklar olacağını duruşmaların başlamasından çok önce tahmin etmek hiç zor değildi. Bu da bu prosedürün formaliteden ibaret olacağını teyit ediyor.

Bir yandan siyasi manevralar diğer yandan karmaşık hukuki tartışmalar devam ederken, Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur'dan son derece dokunaklı bir çağrı geldi. Mansur, duruşma sırasında yaptığı konuşmada, Filistin topraklarının 1920 yılında Milletler Cemiyeti’nin manda sistemi yönetimi formülüyle İngiliz manda yönetimi dönemindeki sınırlarına göre önemli ölçüde küçüldüğünü çarpıcı bir şekilde göstermek için beş harita kullandı.

Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Mansur: Netanyahu'nun haritasında Filistin yok, yalnızca İsrail var.

Mansur’un kullandığı haritalar, BM’nin 1947 yılında önerdiği, ancak başarısız olan Filistin Paylaşım Planı’ndan ve İsrail'in kurulduğu 1948’deki çatışmadan sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin bölgesel sınırlarında gerçekleşen değişiklikleri önüne seriyordu. Bu değişikliklerin, Filistin topraklarının bahsi geçen tarihlerden 2020 yılı itibarıyla Filistin Yönetimi’nin kontrolü altındaki çeşitli bölgelere ve İsrail'in onlarca yıl inşa etmeye devam ettiği yerleşim birimlerinin genişlemesinden ciddi şekilde etkilenen bölgelere dağılması şeklinde gerçekleştiği görüldü.

dev
UAD yargıçları, 26 Ocak 2024 (AFP)

Mansur’un konuşmasında son olarak geçtiğimiz eylül ayında BM Genel Kurulu'nda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tüm Filistin topraklarının silindiği ve ‘yeni’ Ortadoğu olarak adlandırdığı bölgenin haritasını tuttuğu fotoğrafına yer verdi.

Filistin’in BM Daimi Temsilcisi, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bu haritada Filistin diye bir yer yok. Sadece Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadar tüm toprakları kapsayan bir İsrail var. Bu harita, İsrail'in Filistin'deki uzun ve devam eden işgalinin izlediği gerçek hedefi gösteriyor. Hedef; Filistin'in haritadan tamamen silinmesi ve Filistin halkının yok edilmesidir. Filistinliler, hem sömürgeciliğin hem de apartheid rejiminin acılarını çektiler. Acısını çektiğimiz sömürgeciliğe ve apartheid rejimine kızmak yerine Filistin'in haritadan tamamen silinmesinin ve Filistin halkının yok edilmesinin hedeflendiğini söylememize kızanlar var.

İsrail'in nereye varmak istediğini anlamak için büyük Netanyahu'nun Savaş Kabinesi’nin üyelerinin yaptığı açıklamalara bakmak yeterli olacaktır. Zira, sadece bir tampon bölge oluşturmanın çok ötesine geçen tutkuları ve Filistinlilerin tamamen yerlerinden edilmesi yönünde üstü kapalı hedefleri olduğu anlaşılıyor.

The Guardian gazetesi, Refah'ta Mısır sınırına yakın bir kapalı bölgenin inşa edildiğine dair detayların olduğu uydu görüntüleriyle desteklediği haberinde, Refah'ta kamp kuran ve büyük sıkıntılar çeken bir milyondan fazla insanın, Gazze Şeridi’nde gidecek başka yeri olmadığından, uydu görüntülerinin sahte olduğunu öne sürmenin ‘kasıtlı bir saflık’ olacağını vurguladı.

Gazze'nin çektiği acılar her geçen dakika daha da derinleşiyor. Canterbury Başpiskoposu tarafından kabul edilmeyen Beytüllahimli rahip bile umutsuzluğunun üstesinden gelmek için çabaladığını ve dua ettiğini itiraf ederken derme çatma çadırlarda yaşayan, soğuğa, açlığa, yerinden edilmeye ve sürekli bombardımana maruz kalan insanların gösterişli destek sözleri karşısındaki sabırsızlıkları mazur görülebilir. Zira bir noktadan sonra çektikleri acıların tarif edilemez büyüklüğünü anlatmakta kelimeler kifayetsiz kaldı.

Filistin’in BM Daimi Temsilcisi’nin de konuşmasında bu konuda zorlandığı çok açıktı. Özellikle Gazzeli çocuklara baktığında bir gelecek hayali kurmaya çalışırken sesi titreyen Mansur, birkaç saniyelik sancılı bir duraksamanın ardından, “İnsanlar rakamlar ibaret değildir” ifadelerini kullandı. Ardından kullandığı kelimeleri anlamak ise oldukça zorlaşmıştı.

Mansur’un bu derin bir üzüntüsüne tanık olmanın yarattığı duygusal etki, içinde küçük de olsa insanlık kırıntısı olan biri için dahi sempati uyandıracak kadar büyüktü. Mansur'un kesik kesik ifadeleri, Gazze halkının içinde bulunduğu kötü durumu, haklı öfkeyi haykırmak için çok iyi hazırlanmış ifadelerinden daha etkiliydi. Rahip İshak'ın modern çağda İsa'nın yıkıntılar arasında doğacağı vaazından bu yana duyulan ne varsa hepsinden daha fazla şok ediciydi.

Filistin’in yaşlı BM Daimi Temsilcisi, hıçkırıklarıyla kesilen konuşmasında dünyaya basit, ancak derin olan şu soruyu sordu:

“Artık bu acıların sona ermesinin zamanı gelmedi mi?”

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
TT

Boeing motor arızası Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı pistinde yangına neden oldu

United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)
United Airlines uçağı kazasında dumanlar yükseliyor (Reuters)

United Airlines’a ait bir Boeing 777-200ER uçağı, kalkış sırasında meydana gelen motor arızası nedeniyle pistte çıkan yangın sonucu dün Tokyo’ya gitmek üzere havalandığı Washington’daki Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri dönmek zorunda kaldı.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin aktardığına göre United Airlines şirketi, “UAL803, kalkıştan kısa bir süre sonra Washington’daki Dulles Uluslararası Havalimanı’na geri döndü ve motorlarından birinde meydana gelen güç kaybını gidermek için güvenli bir şekilde indi” açıklamasını yaptı ve 275 yolcu ve 15 mürettebat arasında yaralanan olmadığını belirtti.

Açıklamaya göre yolcuların başka bir uçakla United Airlines uçuşunun asıl varış noktası olan Tokyo Haneda Havalimanı'na götürmesi planlanıyor.

ABD'nin başkenti Washington’daki en büyük havaalanı olan Dulles Uluslararası Havaalanı’nın sözcüsü, uçağın saat 12:20 civarında (17:20 GMT) kalktığını ve olayın ‘pist yakınlarındaki bazı ağaçlarda yangına neden olduğunu’ söyledi.

Sözcü, açıklamasına şöyle devam etti:

“Yangın söndürüldü, uçak Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndü, saat 13.30 civarında güvenli bir şekilde indi ve havalimanı itfaiye ekipleri tarafından incelendi.”

Hasar gören pistin sınırlı bir süre için kapatıldığını açıklayan sözcü, Dallas Uluslararası Havaalanı'nda birkaç pist olduğu için diğer uçuşların etkilenmediğini de sözlerine ekledi.

rfgtyh
Uçak Dulles Uluslararası Havalimanı'na indikten sonra, bir acil müdahale aracı pistin yakınlarındaki yangını söndürmeye çalışıyor (Reuters)

ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA), uçağın ‘kalkış sırasında motor arızası’ yaşadığı için Dulles Uluslararası Havaalanı’na geri döndüğünü açıkladı, ancak daha fazla ayrıntı vermedi. FAA, olayı soruşturacağını belirtti.

ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulu (NTSB) da resmi bir soruşturma açıp açmayacağına karar vermek için şu anda olayla ilgili verileri topladığını duyurdu.

Havacılık haber ağı AIRLIVE, uçağın motorunun kalkış sırasında alev aldığını ve pistin sonunda yangına neden olduğunu bildirdi.

AIRLIVE, olayın ardından acil iniş denemesi öncesinde uçağın ağırlığını azaltmak için kritik bir güvenlik prosedürü olan yakıt boşaltma manevrası yaptığının görüldüğü bildirdi.

AIRLIVE tarafından yayınlanan uçak kayıt bilgilerine göre uçak 1998 kasımında Continental Airlines'a teslim edilmiş, daha sonra United Airlines tarafından satın alınmış ve (2024 yılından beri GE Aerospace olarak bilinen) iki General Electric motorla donatılmıştı.


WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
TT

WSJ: ABD, ülkelere Gazze'ye asker göndermeleri için baskı yapıyor, ama henüz yanıt yok

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda savaşın yol açtığı yıkımın ortasında yürüyen Filistinli bir kadın (AFP)

ABD gazetesi The Wall Street Journal (WSJ), ABD’li yetkililerin, Başkan Donald Trump yönetiminin Gazze Şeridi'ni istikrara kavuşturmak için ABD’li bir generalin komutasındaki 10 bin kişilik çok uluslu bir güç oluşturmaya çalıştığını söylediğini aktardı.

WSJ tarafından isimleri açıklanmayan yetkililere göre savaştan sonra Gazze'ye bu gücün konuşlandırılması önümüzdeki yılın büyük bir bölümünü alacak. Aynı yetkililer, söz konusu gücün görevinin Hamas'ı silahsızlandırmayı da içerecek şekilde genişletilme olasılığı konusundaki çekinceler nedeniyle hiçbir ülkenin asker göndermediğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın WSJ'den aktardığı habere göre ABD'li yetkililer, gelecek yılın başlarında 5 bin asker gönderme taahhüdü almayı umuyor ve bu sayının 2026 sonuna kadar 10 bine çıkmasını hedefliyor. Ancak diğer yetkililer, gücün asker sayısının 8 bini geçmeyeceğini düşünüyor.

WSJ, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yaklaşık 70 ülkeye Gazze’ye konuşlandırılacak güce askeri veya mali katkı sağlamaları için resmi talepte bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker gönderme veya ekipman ve lojistik dahil olmak üzere başka şekillerde yardım sağlama konusunda istekli olduğunu bildirdi.

Katar'da salı günü 25'ten fazla ülkenin ABD'nin liderliğinde yapılacak toplantıda bir araya gelerek söz konusu gücün kurulması ve görev kapsamı için planlar hazırlaması bekleniyor.

WSJ, ABD'li yetkililerin Hamas'ın silahsızlandırılmasındaki herhangi bir gecikmenin İsrail ordusunun Gazze'den tamamen çekilmek yerine bölgede kalmasına neden olabileceğini söylediklerini aktardı.

Eski ABD Başkanı George W. Bush yönetimi döneminde Ortadoğu meselelerinden sorumlu eski ABD Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi Michael Singh, konuya ilişkin değerlendirmesinde “Hamas ile çatışmaktan kaçınan bir barış gücü, bölgede yeni sorunlar yaratabilir” dedi.

Singh, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Güç kullanmaya isteksiz olan barış gücü, İsrail için ‘Hamas'ı silahsızlandırmada başarısız olmakla kalmayıp, yeniden silahlanmasına da zemin hazırlayan ve İsrail'in hareket özgürlüğünü kısıtlayan bir güç olma’ şeklindeki en kötü senaryoyu yaratma riskini taşıyor.”

ABD'li yetkililere göre Hamas, ağır silahlarını Mısır'ın gözetimi altında depolara kaldırmaya açık olduğunu özel olarak ifade etti.


Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

TT

Beyaz Saray yalanladı, tartışma büyüyor:  Trump yönetimi Avrupa Birliği’ni bölmeyi hedefleyen gizli strateji hazırladı

ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, Avrupa'nın göç politikalarını transatlantik ilişkilere yönelik bir tehdit olarak görüyor (Reuters)

İnci Mecdi

Savunma meselelerinde uzman bir Amerikan web sitesi, ABD Başkanı Donald Trump yönetimine atfedilen tartışmalı bir stratejik teklifi içerdiği iddia edilen bir belgenin ayrıntılarını yayınladı. “Avrupa'yı Yeniden Muhteşem Yapalım” başlıklı yeni strateji kapsamında dört Avrupa ülkesini Avrupa Birliği'nin politikalarından uzaklaştırmayı ve ABD'nin nüfuz alanına yaklaştırmayı amaçlıyor.

Arku’l Avsat’ın Defense One internet sitesinden aktardığı habere göre gizli belge, Washington'un Avrupa kıtasında siyasi bir depreme neden olacak bir adımla Avusturya, İtalya, Macaristan ve Polonya'yı Avrupa bloğunun politikalarından koparmaya çalışma niyetinden bahsediyor.

Avrupa'ya göç

Bu sözde sızıntı, resmi ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin yayınlanmasından bir hafta sonra geldi. 33 sayfadan oluşan strateji, “medeniyetinin silinmesi” olasılığına karşılık uyarısı, kıtanın demografisini değiştiren büyük göç dalgaları göz önüne alındığında, bazı Avrupa ülkelerinin “güvenilir müttefik” olarak kalıp kalamayacağına dair şüpheleri nedeniyle Avrupa'da geniş çaplı tartışmalara yol açtı. Strateji  ayrıca mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde kıtanın “20 yıldan daha kısa bir süre içinde tanınmaz hale gelebileceğine” de dikkat çekti.

Sızdırılan belge, “ABD'ye sadık kalarak egemenlik arayışında olan ve geleneksel Avrupalı yaşam tarzlarını koruyan veya yeniden canlandıran” partileri, hareketleri, düşünsel ve kültürel figürleri destekleme ihtiyacına işaret ediyor. Bu eğilim, resmi stratejide “Avrupa ülkelerinde kıtanın mevcut gidişatına karşı direnişin geliştirilmesi” şeklindeki ifadenin bir uzantısı olarak görülüyor. Buna ek olarak, milliyetçi partilerin artan etkisine de güveniliyor.

Bu partilerin isimleri açıkça belirtilmese de, tahminler bunların arasında Fransa'da Marine Le Pen liderliğindeki “Ulusal Miting”, İspanya'da “Vox”, İngiltere'de “Reform” ve “Almanya İçin Alternatif” partilerinin de yer aldığını gösteriyor. Bunlara ek olarak, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni liderliğindeki “İtalya'nın Kardeşleri” Partisi de bulunuyor.

Sahte haberler

Beyaz Saray, belge ile ilgili haberi “sahte haber” olarak nitelendirerek hemen bu iddiaları kesin bir dille reddetti. Beyaz Saray Basın Sözcüsü Yardımcısı Anna Kelly, Başkan Trump'ın “şeffaf” olduğunu söyledi. İmzalı resmi strateji belgesinin, onaylanmış tek belge olup, alternatif veya gizli bir versiyon olduğu fikrini reddetti

Gözlemciler, açıklanan stratejinin gerçekten de Avrupa Birliği'ne yönelik keskin bir bakışı yansıttığını, zira liderlerini kitlesel göç karşısında çaresiz kalmakla suçladığını söylüyor. Keza  Brüksel'in politikalarını ulusal egemenliği baltalamaktan, siyasi özgürlükleri kısıtlamaktan ve üye devletlerin rolünü zayıflatmaktan sorumlu tutuyor. Avrupa'nın göç politikalarını “kıtanın çehresini değiştirmek ve huzursuzluk yaratmak” olarak tanımlıyor.

Tekrarlanan aleni açıklamaları sırasında Trump, “kötüleşen Avrupa ülkelerini” ve onların “siyasi doğruculuğa takıntılı” liderlerini hedef alarak, göç politikalarının ülkelerini “yok ettiğini” ve bunun sonucunda Avrupa'nın “parçalandığını” varsaydı.

Ukrayna savaşı

Ukrayna savaşı da Atlantikli müttefikler arasında bir gerilim ve geniş çaplı anlaşmazlık noktasını temsil ediyor. Son günlerde ABD Başkanı Avrupalı liderlere yönelik açıklamalarını sertleştirerek onları zayıf olarak nitelendirdi ve Ukrayna'daki savaşı sonlandıramamakla suçladı. Trump ile Almanya, İngiltere ve Fransa liderleri arasında aynı konuyla ilgili gergin bir telefon görüşmesinin ardından gerginlik daha da arttı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Washington ile ek görüşmelerin beklendiğini ve önümüzdeki hafta başında Ukrayna konusunda uluslararası bir toplantı yapılması olasılığının bulunduğunu vurguladı.

Bu yönelimler, ABD-Avrupa ittifakını parçalamaya yönelik girişimlere karşı uyarıda bulunan Papa 14. Leo’nun kayda değer tutumu da dahil olmak üzere kapsamlı eleştirilere yol açtı. Papa, Trump'ın bazı açıklamalarının ABD ile Avrupa arasındaki tarihi ittifakın doğasında “köklü bir değişikliği” temsil edebileceğini söyleyerek, bu ittifakın mevcut aşamada zarar görme tehlikesine karşı uyarıda bulundu.

Beş güç

İngiliz The Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, iddia edilen belge tartışmaya başka bir boyut kazandırıyor. Zira küresel nüfuz dengesini yeniden şekillendirecek bir hamleyle, ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Japonya'yı kapsayan “beş temel güç” adı verilen yeni bir uluslararası blok oluşturulması önerisinden bahsediyor.

Daha önce Trump, Rusya'nın G8’den çıkarılmasından ve böylece grubun G7’ye dönüşmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirerek tartışmalara yol açmış ve bunu “çok büyük bir hata” olarak tanımlamıştı. Hatta daha da ileri giderek Çin'i de ekleyerek G9 adını verdiği bir grup oluşturmayı teklif etmişti.

Ulusal Güvenlik Stratejisi, bir adım daha ileri giderek, büyük güçlerin yer aldığı, üye devletlerin zengin olmasını ve demokratik sistemlerle yönetilmesini gerektiren G7’nin koşulları ile sınırlanmamış yeni bir blok inşa etmeyi öneriyor.

Beyaz Saray'dan gelen resmi yalanlamalara rağmen, bu sızıntılar Avrupa'nın transatlantik ilişkilerin geleceği ve Washington'un kıtanın siyasi haritasını yeniden şekillendirmedeki rolü konusunda giderek artan endişelerini büyütmeye devam ediyor. Daily Mail gazetesi, Avrupalıların tepkilerinin öfkeli ve hızlı olduğunu bildirdi. Chatham House Enstitüsü'nden araştırmacı Leslie Vinjamuri, yaşananların “Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan uluslararası liberal düzenin sonunu” temsil ettiğini söyledi.

Bazı Avrupalı ​​liderler, Washington'un milliyetçi ve Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan partileri güçlendirebilecek şekilde, kıtanın iç siyasi işlerine tekrar müdahale etmesinden duydukları endişeyi dile getirdiler.

Artan gerilimin gölgesinde ABD Kongresi, ABD yönetiminin Avrupa'daki Amerikan askeri varlığını yasama organının onayı olmadan azaltma yetkisini kısıtlamayı amaçlayan Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası'nı oylamaya hazırlanıyor.