Uluslararası Adalet Divanı’ndaki “İsrail’in Filistin topraklarını işgali” davası yeterli ilgiyi görmedi

Dava yarım asırlık bir gecikmeden sonra açıldı

Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)
Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)
TT

Uluslararası Adalet Divanı’ndaki “İsrail’in Filistin topraklarını işgali” davası yeterli ilgiyi görmedi

Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)
Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın genel merkezi önünde Filistin bayrağı dalgalandıran göstericiler, 26 Ocak 2024 (Reuters)

Bryn Haworth

Ortadoğu’daki olaylar bu hafta da uluslararası haberlere yön vermeye devam ediyor. Öyle ki İngiltere'de manşetlerden düşmüyor. Söz konusu haberler arasında, Beytüllahimli Lutherci bir papaz olan Rahip Dr. Munzir İshak’ın Londra'yı ziyareti ve İngiltere Kilisesi Ruhani Lideri ve Canterbury Başpiskoposu Justin Welby'nin Rahip İshak’ı kabul etmeyi reddetmesiyle ilgili tartışmalar yer aldı. Rahip İshak, Canterbury Başpiskoposu Welby'nin bu tutumunu, ‘İngiliz din adamları arasında yaygınlaşan temkinli tutumların bir başka örneği’ olarak niteledi.

Öte yandan İngiltere Veliaht Prensi William, İngiliz Kraliyet ailesinin siyasi meselelere nadiren müdahale etme ilkesini açıkça ihlal ederek Gazze'deki şiddetin sona ermesini umduğunu söyledi. Bu açıklama, eleştirilerini genellikle küçük kardeşi Harry'ye yönelten Kraliyet ailesinin sadık destekçilerinin tepkisine neden oldu.

Birleşik Krallık Parlamentosu'nun üst kanadı Acam Kamarası’nın dünkü oturumda Gazze’de ateşkesi görüşmesi planlanmıştı, ancak bazı milletvekillerinin oturumun düzenlenme şeklini protesto etmek için salonu terk etmesiyle prosedürler tam bir maskaralığa dönüştü. Her zaman kavgaları yatıştırması gereken, fakat bu kez eski partisi İşçi Partisi'nin çıkarları doğrultusunda hareket etmiş görünen Avam Kamarası Başkanı Sir Lindsay Hoyle, bu fırtınanın muhtemelen en büyük kurbanı olacak gibi görünüyor. Hoyle ayrıca, böylesine ciddi bir meseleyle ilgili oturumun raydan çıkmasının ardından İngiliz siyasi sınıfının imajını düzeltecek hiçbir adım atmadı.

Diğer taraftan Lahey, Güney Afrika’nın ‘İsrail’in soykırım suçu işlediği’ iddiasıyla açtığı davayla ilgili son duruşmanın ardından Uluslararası Adalet Divanı'nı (AUD) yeniden gündeme taşıdı. İsrail'in Filistin topraklarının bir kısmı üzerindeki işgalinin yasa dışı sayılıp sayılmayacağına karar verilecek duruşmaya yaklaşık 52 ülkenin katılması bekleniyor. İlk bakışta, İsrail'in Batı Şeria'daki varlığının halihazırda yasa dışı olduğu söylendiğinden söz konusu kararla ilgili duruşmanın yapılması gereksiz görünebilir. Ancak burada sorun, İsrail güçlerinin geri çekilmesini öngören 1967 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) kararında işgalin özellikle yasadışı olduğunun belirtilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden AUD yargıçları, BM Genel Kurulu’nda 2022 yılında yapılan oylama sonrası meseleyi yeniden ele aldılar.

Ancak bu dava, soykırım suçu en büyük suç olduğundan muhtemelen Güney Afrika'nın İsrail’e karşı soykırım suçlamasıyla geçtiğimiz hafta açtığı dava kadar ilgi görmeyecek.

Nazi soykırımının ardından kurulan bir devlet olan İsrail'in aynı suçu başka bir halka karşı işlemekle suçlanması, karmaşık bir tarihsi ironi olarak karşımıza çıkıyor. Edward Said, geçmişte yaptığı bir değerlendirmede Filistinlilerin eski kurbanların kurbanları olduğu yönündeki trajik anlatıya dikkati çekmişti. İsrail’de iktidarda olan Likud Partisi'nin başından beri ‘Arapların’ ulaşmak istedikleri hedefleri küçümseyen bir tutuma sahip olduğu herkesçe biliniyor.

William Blake'in ‘korkutucu simetri’ (fearful symmetry) düşüncesi, Avrupa'daki Yahudilerin tarihte çektikleri acılarıyla Filistinlilerin şu an içinde bulundukları durum arasındaki benzerlikleri giderek daha açık hale getiriyor. Ancak her ne kadar tartışmalı da olsa artık bir gerçeklik olarak kabul edilen bu karşılaştırma, Güney Afrika'nın açtığı davada da gördüğümüz üzere ciddi tepkilere yol açabilir.

İsrail’in Filistin topraklarının bir kısmı üzerindeki işgalinin yasadışı kabul edilmesiyle ilgili davanın kapsamı daha sınırlı. Çünkü dava özellikle İsrail’in 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrası işgal edilen Arap topraklarına odaklanıyor. Sonuç olarak dava ne dünyada ne de İsrail'de fazla ilgi görmedi, hatta neredeyse tamamen görmezden gelindi.

Haaretz gazetesi yazarı Gideon Levy, bir televizyon programında yaptığı değerlendirmede, İsrail medyasının davayı görmezden gelmeye çalıştığını söyledi. Levy, “İsrail hakkında olumsuz ya da hoş olmayan ne varsa bunları izleyicilerinden ve okuyucularından gizlenmesi konusunda İsrail medyasına her zaman güvenebilirsiniz. Hiçbir televizyon kanalı bu davayı yeterince önemli yahut ilginç bulmadı” yorumunda bulundu.

İsrailli siyasetçiler: Topraklar egemenliğe sahip bir Filistin devletinden değil, Mısır ve Ürdün'den alındığı için bu bilinen anlamda bir işgal değil.

Bu dava bir önceki kadar etkili olmasa da İsraillilerin bu konuda emsalsiz olduklarını umanlar olabilir. UAD’ın 15 yargıçtan oluşan heyetinin, İsrail'in Kutsal Kudüs Şehri'nin demografik yapısını, karakterini ve statüsünü değiştirme çabalarının yanı sıra ayrımcılar yasa ve prosedürlerle ‘işgal, yerleşim birimleri ve ilhak’ gibi uygulamalarının incelemesini istemek için yarım yüzyılı aşkın bir süre geciktiğine şüphe yok.

İsrailli siyasetçiler, söz konusu işgal altındaki toprakların savaş sırasında egemenliğe sahip bir Filistin devletinden değil, Mısır ve Ürdün'den alınması nedeniyle genel anlamda bunun bir işgal olmadığını savunuyorlar. En iyi yanıt bu iddiayla alay etmek olacaktır. Çünkü en nihayetinde asıl mesele Filistinlilerin egemenliklerinin ellerinden alınmış olması değil mi?

Lahey’deki duruşmalarda Güney Afrika adına konuşan Güney Afrika'nın Lahey Büyükelçisi Vusimuzi Madonsela, İsrail'in insan hakları ve uluslararası normların yaygın ihlalleri nedeniyle uzun süredir devam eden cezasızlık durumunun ele alınması gerektiği konusunda baskı yaparken İsrail’in bu tür eylemlerinin yoğunluğunun ve şiddetinin tırmanmasını eleştirdi.

Aynı duruşmalarda Guyana adına söz alan Avukat Edward Craven, işgalin doğası gereği geçici bir durum olduğunu, işgalcinin işgal ettiği bölge üzerinde hiçbir meşru iddiasının olmayacağını ve kalıcı değişiklikler yapmasının yasak olduğunu vurguladı. Craven, kalıcı işgali, uluslararası hukuk tarafından açıkça yasa dışı olarak tanımlanan bir tür askeri istila ya da ilhak olarak tanımladı.

sdvefrbt
Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki, Lahey'deki İsrail işgalinin hukuki sonuçlarıyla ilgili bir duruşmada, 19 Şubat 2024 (AFP)

Duruşmalarda Küba adına söz alan Dışişleri Bakan Yardımcısı Anayansi Rodriguez Camejo, duruşmalardan birinde yaptığı güçlü açıklamayla UAD’ın dikkatini Gazze'deki mevcut duruma çekti. Camejo, İsrail'in eylemlerini, ‘Filistin halkını kısmen ya da kendi kaderini tayin hakkından yoksun bir etnik ve dini grup olarak yok etmeye yönelik üstü kapalı niyetini maskeleyen apartheid rejimi eylemleri’ olarak tanımladı.

UAD’a geç kalmaması çağrısında bulunan Camejo, “Çünkü biz, UAD’ın, bütün bir halkın yok edilmesi ihtimali gerçeğe dönüşene kadar kararını ertelememesi gerektiğine inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

Duruşmalarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) adına konuşan BAE’nin BM Daimi Temsilcisi Lana Nuseybe, çatışmanın dini boyutuna dikkat çekerek İsrail’in, Ürdün ve Vatikan ile yapılan anlaşmalar sayesinde tarihi statükoyu koruma ve Kudüs'teki kutsal mekanlara erişimi sağlama sözü verdiğini, ancak İsrail’in artık Kudüs’ün eşsiz kimliğini tehdit eden ve kültürel mirasını silen hamlelerinin derin bir rahatsızlığa yol açtığını vurguladı.

İngiliz ve Fransız vatandaşı olan avukat Philippe Sands: Kendi kaderini tayin hakkı, BM üyelerinin İsrail’in işgaline derhal son vermelerini gerektirir.

İsrail'i kutsal mekanlara erişimi engelleyerek söz konusu anlaşmalardaki yükümlülüklerini ihlal ettiği için eleştiren Nuseybe, Gazze'deki kötü koşullardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. ‘Gazze'de yaşanan acıların modern tarihte benzeri görülmemiş bir boyuta ulaştığını’ vurgulayan Nuseybe, İsrail’in stratejisinin, ‘Filistinlilere karşı toplu cezalandırma’ anlamına geldiği uyarısında bulundu.

Batılı ülkelerden isimler ve Fransa'nın Gazze’de yaşananlarla ilgili tutumunu eleştiriler de benzer bir açık sözlülüğe sahipti. İngiliz ve Fransız vatandaşı olan avukat Philippe Sands, “Kendi kaderini tayin hakkı, BM üyelerinin İsrail’in işgaline derhal son vermelerini gerektirir” dedi. Bununla birlikte İsrail'in hiç vakit kaybedilmeden cezalandırılması gerektiğini vurgulayan Sands, “Destek yok, yardım yok, katılım yok, zorlayıcı prosedürlere katkı yok, mali ya da askeri yardım yok, ticaret yok, hiç ama hiçbir şey yok” şeklinde konuştu.

Öte yandan duruşmada dile getirilen tüm görüşlerde İsrail eleştirilmiyordu. Macaristan temsilcisi Attila Hidegh, İsrail’i eleştiren eğilime aykırı bir çıkışla UAD’ın müdahalesinin kasıtsız olarak gerilimi artırabileceği konusunda uyardı. UAD yargıçlarının eylemlerinin ‘çatışmayı şiddetlendirebileceğini’ öne süren Hidegh, “Devam eden bilgi savaşında UAD’dan istifade etmek, mevcut anlaşmazlıkları derinleştirebilir ve modern tarihin en tehlikeli çatışmalarını şiddetlendirebilir” değerlendirmesinde bulundu.

ABD ve Fiji de UAD’ın İsrail’in Filistin topraklarının bir kısmı üzerindeki işgalini yasa dışı ilan etmesi önerisine karşı çıktı. ABD Dışişleri Bakanlığı Hukuk Danışmanı Richard Visek, mahkemeye sunulan gerekçenin taraflı olduğunu ve sadece İsrail'in işgaldeki rolüne odaklandığını söyledi. Visek, bunun yerine, son on yılda iki devletli çözüme desteğindeki kararlılığını teyit eden BMGK’nın kararlarına odaklanılması gerektiğini belirten Visek, “İsrail'in, yerleşimcileri işgal altındaki Filistin topraklarına göndererek Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ni ihlal ettiği yönündeki iddialar, UAD tarafından değil, BMGK tarafından ele alınmalı” diye konuştu.

Ülkelerin tutumları arasında farklılıklar olacağını duruşmaların başlamasından çok önce tahmin etmek hiç zor değildi. Bu da bu prosedürün formaliteden ibaret olacağını teyit ediyor.

Bir yandan siyasi manevralar diğer yandan karmaşık hukuki tartışmalar devam ederken, Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur'dan son derece dokunaklı bir çağrı geldi. Mansur, duruşma sırasında yaptığı konuşmada, Filistin topraklarının 1920 yılında Milletler Cemiyeti’nin manda sistemi yönetimi formülüyle İngiliz manda yönetimi dönemindeki sınırlarına göre önemli ölçüde küçüldüğünü çarpıcı bir şekilde göstermek için beş harita kullandı.

Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Mansur: Netanyahu'nun haritasında Filistin yok, yalnızca İsrail var.

Mansur’un kullandığı haritalar, BM’nin 1947 yılında önerdiği, ancak başarısız olan Filistin Paylaşım Planı’ndan ve İsrail'in kurulduğu 1948’deki çatışmadan sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin bölgesel sınırlarında gerçekleşen değişiklikleri önüne seriyordu. Bu değişikliklerin, Filistin topraklarının bahsi geçen tarihlerden 2020 yılı itibarıyla Filistin Yönetimi’nin kontrolü altındaki çeşitli bölgelere ve İsrail'in onlarca yıl inşa etmeye devam ettiği yerleşim birimlerinin genişlemesinden ciddi şekilde etkilenen bölgelere dağılması şeklinde gerçekleştiği görüldü.

dev
UAD yargıçları, 26 Ocak 2024 (AFP)

Mansur’un konuşmasında son olarak geçtiğimiz eylül ayında BM Genel Kurulu'nda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tüm Filistin topraklarının silindiği ve ‘yeni’ Ortadoğu olarak adlandırdığı bölgenin haritasını tuttuğu fotoğrafına yer verdi.

Filistin’in BM Daimi Temsilcisi, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bu haritada Filistin diye bir yer yok. Sadece Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadar tüm toprakları kapsayan bir İsrail var. Bu harita, İsrail'in Filistin'deki uzun ve devam eden işgalinin izlediği gerçek hedefi gösteriyor. Hedef; Filistin'in haritadan tamamen silinmesi ve Filistin halkının yok edilmesidir. Filistinliler, hem sömürgeciliğin hem de apartheid rejiminin acılarını çektiler. Acısını çektiğimiz sömürgeciliğe ve apartheid rejimine kızmak yerine Filistin'in haritadan tamamen silinmesinin ve Filistin halkının yok edilmesinin hedeflendiğini söylememize kızanlar var.

İsrail'in nereye varmak istediğini anlamak için büyük Netanyahu'nun Savaş Kabinesi’nin üyelerinin yaptığı açıklamalara bakmak yeterli olacaktır. Zira, sadece bir tampon bölge oluşturmanın çok ötesine geçen tutkuları ve Filistinlilerin tamamen yerlerinden edilmesi yönünde üstü kapalı hedefleri olduğu anlaşılıyor.

The Guardian gazetesi, Refah'ta Mısır sınırına yakın bir kapalı bölgenin inşa edildiğine dair detayların olduğu uydu görüntüleriyle desteklediği haberinde, Refah'ta kamp kuran ve büyük sıkıntılar çeken bir milyondan fazla insanın, Gazze Şeridi’nde gidecek başka yeri olmadığından, uydu görüntülerinin sahte olduğunu öne sürmenin ‘kasıtlı bir saflık’ olacağını vurguladı.

Gazze'nin çektiği acılar her geçen dakika daha da derinleşiyor. Canterbury Başpiskoposu tarafından kabul edilmeyen Beytüllahimli rahip bile umutsuzluğunun üstesinden gelmek için çabaladığını ve dua ettiğini itiraf ederken derme çatma çadırlarda yaşayan, soğuğa, açlığa, yerinden edilmeye ve sürekli bombardımana maruz kalan insanların gösterişli destek sözleri karşısındaki sabırsızlıkları mazur görülebilir. Zira bir noktadan sonra çektikleri acıların tarif edilemez büyüklüğünü anlatmakta kelimeler kifayetsiz kaldı.

Filistin’in BM Daimi Temsilcisi’nin de konuşmasında bu konuda zorlandığı çok açıktı. Özellikle Gazzeli çocuklara baktığında bir gelecek hayali kurmaya çalışırken sesi titreyen Mansur, birkaç saniyelik sancılı bir duraksamanın ardından, “İnsanlar rakamlar ibaret değildir” ifadelerini kullandı. Ardından kullandığı kelimeleri anlamak ise oldukça zorlaşmıştı.

Mansur’un bu derin bir üzüntüsüne tanık olmanın yarattığı duygusal etki, içinde küçük de olsa insanlık kırıntısı olan biri için dahi sempati uyandıracak kadar büyüktü. Mansur'un kesik kesik ifadeleri, Gazze halkının içinde bulunduğu kötü durumu, haklı öfkeyi haykırmak için çok iyi hazırlanmış ifadelerinden daha etkiliydi. Rahip İshak'ın modern çağda İsa'nın yıkıntılar arasında doğacağı vaazından bu yana duyulan ne varsa hepsinden daha fazla şok ediciydi.

Filistin’in yaşlı BM Daimi Temsilcisi, hıçkırıklarıyla kesilen konuşmasında dünyaya basit, ancak derin olan şu soruyu sordu:

“Artık bu acıların sona ermesinin zamanı gelmedi mi?”

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



'İlkel şifreli mesajlar’ savaş zamanlarında hayatta kalmak için kullanılmaya devam ediyor

Sinvar, tünellerin dışındaki dünya ile elle yazılmış şifreli mesajlar aracılığıyla iletişim kuruyor (Getty Images)
Sinvar, tünellerin dışındaki dünya ile elle yazılmış şifreli mesajlar aracılığıyla iletişim kuruyor (Getty Images)
TT

'İlkel şifreli mesajlar’ savaş zamanlarında hayatta kalmak için kullanılmaya devam ediyor

Sinvar, tünellerin dışındaki dünya ile elle yazılmış şifreli mesajlar aracılığıyla iletişim kuruyor (Getty Images)
Sinvar, tünellerin dışındaki dünya ile elle yazılmış şifreli mesajlar aracılığıyla iletişim kuruyor (Getty Images)

İnci Mecdi

ABD Merkezî İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) El Kaide lideri Usame bin Ladin'i 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra 2011 yılında İslamabad'da bulması ve Bin Ladin’in ABD Donanması Özel Hareket Kuvvetleri (Navy SEALs) tarafından öldürmesi neredeyse on yıl sürdü. El Kaide lideri Afganistan dağlarında ve ötesindeki ceplerde izini kaybettirmenin bir yolunu bulmuştu. Bazen videoların içine gizlenen mesajlar ve şifrelerle dünyanın en tehlikeli terör örgütünü oradan yönetti.

Ölümünden sonra Pakistan'daki gizli bir karargâhta bulunan mektuplarına göre Bin Ladin, dış dünyaya mesaj göndermek için çoğunlukla kuryeleri kullanıyordu. Çünkü şifreli e-postaların, takip edilmesini engellemeye yeteceğine inanmıyordu. Aynı geleneksel iletişim yöntemi, İsraillilerin Hamas Hareketi’nin bazı liderlerinin, son olarak da Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin geçtiğimiz temmuz ayında İran'ın başkenti Tahran'da kaldığı konutta tasfiye edilmesine rağmen, neden Hamas lideri Yahya es-Sinvar'a ulaşamadıklarını açıklayabilir.

Elle yazılan mektup ve notlar

ABD merkezli gazete Wall Street Journal (WSJ), Sinvar'ın İsrail'in kendisini takip edememesi ve nerede saklandığını bulamaması için telefon görüşmeleri, cep telefonu mesajları ve diğer dijital iletişim araçları, hatta şifrelenmiş olanlar da dahil olmak üzere dış dünyayla iletişim kurmak için teknolojiyi kullanmaktan büyük ölçüde kaçındığını ve ‘tünellerde saklanırken Hamas’ın operasyonlarını yönetmek için karmaşık bir kod sistemi ve elle yazılan notlar’ kullandığını ortaya çıkardı.

Mısır, Katar ve ABD’nin arabuluculuğunda 31 Temmuz öncesinde yürütülen ateşkese yönelik müzakerelerde bulunan Hamas Siyasi Büro Başkanı Heniyye'nin öldürülmesinden ve Sinvar'ın Hamas’ın başına geçmesinden sonra Sinvar’ın, Heniyye ile nasıl iletişim kurduğuna dair soru işaretleri oluştu. WSJ’ye göre Sinvar mektuplarını el yazısıyla yazıyor ve Hamas'ın güvenilir bir üyesine iletiyor. O da mesajı, bazıları sivil de olabilen bir kuryeler zinciri ile yerine ulaştırıyor. Mektuplardaki yazılar genellikle şifreli oluyor. Farklı zamanlarda ve koşullarda farklı alıcılar için farklı kodlardan oluşuyor. Bu sistem, Sinvar ve diğer Hamas üyeleri tarafından İsrail hapishanelerinde kaldıkları sırada geliştirildi. Son olarak mektup, Gazze'deki bir Arap aracıya ya da telefonla yahut başka yollarla yurtdışındaki Hamas üyelerine ileten bir Hamas ajanına ulaşıyor.

WSJ’ye göre İsrail'in başta Hamas'ın askeri kanadının kurucularından Salih el-Aruri'yi Beyrut’ta düzenlediği suikast olmak üzere, Sinvar’ın yakın çevresinden kişileri bulup öldürmeyi başarmasından bu yana Sinvar'ın iletişim yöntemleri daha tedbirli ve karmaşık hale geldi. WSJ’ye konuşan Arap aracılara göre Aruri'nin ölümünden bu yana Sinvar neredeyse tamamen elle yazılan mektuplara ve sözlü iletişime geçti. Bazen ses kayıtlarını küçük bir yardımcı çemberi aracılığıyla dağıtıyor.

İsrail askeri istihbaratının Filistin işlerinden sorumlu eski başkanı Michael Milstein, İsrail ordusunun Sinvar'ı bulamamasının ana nedenlerinden birinin tüm şahsi hareketlerini çok sıkı bir şekilde koruması olduğuna inanıyor.

Gazze'de yaşayan Uluslararası Kriz Grubu (ICG) araştırmacısı Azmi Kişavi, Sinvar’ın Hamas’ın eski iletişim yöntemlerine geri döndüğünü söyledi. ICG’den başka araştırmacılar da Sinvar'ın Hamas üyeleri ve dış dünya ile iletişim kurmaya yönelik mevcut ilkel yaklaşımının, Hamas'ın ilk günlerinde kullandığı ve Sinvar'ın 1988 yılı ve sonrasında İsrail hapishanelerinde tutukluyken bizzat benimsediği bir sisteme dayandığını söyledi.

Sinvar hapse atılmadan önce İsrail'le iş birliği yaptığından şüphelenilen kişileri yakalamak üzere Hamas'ın Mecd adlı iç güvenlik teşkilatını kurmuştu. Mecd, İsrail hapishanelerinde de çalışmalarını sürdürdü. İsrail casusuna dönüşen eski bir Hamas üyesi tarafından yazılan ‘İbn Hamas’ (Hamas’ın oğlu) adlı kitaba göre Mecd’in hapishanelerde ‘es-Sevaid’ adı verilen ve şifreli mesajları bir koğuştan diğerine dağıtan ajanları vardı.

Yine aynı kitapta, es-Sevaid’lerin el yazısıyla yazılmış mektupları ekmeğin içine sarıp top haline getirip kuruttuktan sonra beyzbol oyuncuları gibi bu ekmek toplarını hapishanenin bir koğuşundan diğerine fırlatarak ‘Özgürlük savaşçılarından mektup var!’ diye bağırdıkları yazıyor.

Sabit telefon

Aralarında CIA Başkanı William Burns'ün de bulunduğu ABD'li üst düzey yetkililer, haziran ayında İsrail ve Hamas'ı ateşkese varmaya zorlamak için Ortadoğu'ya gittiler. Burns, Katar’ın başkenti Doha'da Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman bin Casim es-Sani ve Mısır İstihbarat Başkanı Abbas Kamil ile görüşmeler yaptı. Ardından Hamas yetkililerine bir anlaşma yapmaları için baskı uygulamak üzere Heniyye ile bir araya geldi.

İsrail, Hamas'ın tünellerde sabit hatlı bir telefon sistemi kurduğunu en az on yıldır biliyor. Şarku’l Avsat’ın Indepenedent Arabia’dan aktardığı analize göre İsrail’in Hamas ile arasında 2018 yılında günlerce sürecek bir çatışmaya yol açan başarısız operasyonu, İsrail ordusunun Hamas’ın telefon ağına girme girişimiydi.

Arabulucular, Gazze Şeridi’ndeki mevcut savaşın başlarında İsrail ile Hamas arasında İsrail'in Gazze Şeridi'ni işgalini önleyecek bir rehine anlaşması yapmaya çalışıyorlardı. Hamas'ın silahlı kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları’nın üyeleriyle görüşmek ve şifreli mesajlar iletmek üzere Gazze'ye haberciler gönderdiler.

WSJ’ye konuşan aracılar, Sinvar'ın Hamas'ın sabit hat ağındaki aracılarla tünellerde telefon görüşmeleri yaptığını, gün ve saati belirlemek için kodlar kullandığını söylediler. Aracıların aktardığına göre telefon görüşmelerinin ayarlanması için Sinvar, mesajlarda takma isimlerin yanı sıra bazen gerçek kimliğini gizlemek için hapishanede birlikte kaldığı kişilerin isimlerini de kullandı.

İletişim kurmanın yaygın yolları

Gözlemcilere göre son yirmi yılda teröristler ve organize suçlular için mevcut seçeneklerin sayısı arttı. Tabii ki sıradan, yasalara saygılı vatandaşların birbirleriyle iletişim kurma olanakları da dijital teknolojideki büyümeye paralel olarak gelişti. Ancak radikal teröristler, izlenebilir bir 'dijital ayak izi' bırakmanın ve asıl göndericinin kimliğinin tespit edilmesini tehlikelerinin tamamen farkındalar. ABD istihbaratının, mesaj ve verileri elden teslim eden kuryelere güvenen Usame bin Ladin'in izini bulması da bu yüzden bu kadar uzun sürdü.

Dijital olsalar da anonim olarak satın alınabilen, cep telefonuna takılan, bir kez kullanılıp atılan ucuz ve yasal sim kartları gibi iletişim kurmanın yaygın yolları da var. Bu sim kartları Rusya ve Çin'deki şirket yöneticileri tarafından da cep telefonlarının hacklenmesine karşı bir önlem olarak kullanılıyor. Bununla birlikte sosyal medyada, sohbet odalarında ve oyunlarda da şifreli dil kullanılabilir. Bu yüzden e-oyun oynayanlar arasındaki yazışmalarda mesajları gizlemenin giderek yaygınlaşan bir yolu olarak karşımıza çıkıyor.

Terör eylemlerinin planlayıcıları da hedeflerini müzakere ederken kod ya da metaforlar kullanarak iletişim kurarlar. Örneğin, ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırısının planlayıcılarından Muhammed Atta ve Remzi bin eş-Şibh, Dünya Ticaret Merkezi'nden ‘İmara’ (mimari), ABD Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) ‘funun’ (sanat) ve Beyaz Saray'dan ‘siyase’ (siyaset) olarak bahsetmişlerdir.

Uydu telefonları, Mısır'daki 25 Ocak devrimi sırasında, hapishaneden kaçan Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan-ı Müslimin) üyelerinin iletişim kurmak için Thuraya mobil uydu telefonları kullandıkları söylentisiyle gündeme gelmişti. Bu telefonlar şifreleme teknolojisine sahip olsa da gizli dinlemeye karşı savunmasız bir yapıya sahip. Terör örgütlerinin liderleri, uzak ve az nüfuslu bölgelerde bile bu telefonların kullanımına karşı uzun zamandır temkinli davranıyor. Ancak gözlemcilere göre bu telefonlar, terör örgütlerinin liderleri arasında popüler bir iletişim aracı olmaya devam ediyor ve takip edilmelerini zorlaştırıyor.