Para ve politika “Rothschild ailesi” adlı efsanede bir araya gelince

Avrupa'nın altın çağına katkıda bulunan Rothschild ailesinin uzantıları başka ülkelere ve kıtalara yayılırken ailenin etrafı komplo teorileriyle dolu hikayelerle ve söylentilerle örüldü

Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)
Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)
TT

Para ve politika “Rothschild ailesi” adlı efsanede bir araya gelince

Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)
Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)

Rothschild ailesi, özellikle bu ismin 18’inci yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa'daki mali piyasalar ve bankacılıkla köklü bağlantılara sahip olması nedeniyle son üç yüzyıldır Avrupa’nın​​ en önemli aileleri arasında yer alıyor.

Peki, bu ailenin geçmişini, tüm tarihi gerçekleriyle ve bazılarının kendilerine bir efsane olarak dayatıldığına inandığı propaganda iddialarıyla yeniden okunmasını gerektiren sebep neydi?

Elbette ünlü Rothschild bankacılık ailesinin bir üyesi olan İngiliz iş adamı Baron Jacob Rothschild'in 87 yaşında ölmesiydi. Bu ölüm, hikâyenin boyutlarını insanlara bir kez daha hatırlattı.

Başarılı bir kariyeri olan Baron Jacob, ilk kez 1963 yılında ailenin yatırım bankası NM Rothschild & Sons'da işe başladı. Ardından İngiltere merkezli The Guardian gazetesinin aktardığına göre 1980 yılında finansçı Sir Mark Weinberg ile birlikte (şu an St. James's Place adıyla bilinen) J Rothschild Assurance Group adlı kendi finans zincirini kurdu.

Fertleri dünyanın dört bir yanına dağılmış halde olan ve insanları meşgul eden bu ailenin adı anıldığında, özellikle gerçeklerin yalanlarla karıştırıldığı modern dönem bilgi bombardımanı nedeniyle bir tür entelektüel inceleme yapılması gerekiyor.

Öyleyse nereden başlamalı?

Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild

Okuyucuların gözüne ilk çarpan ‘Rothschild’ ismidir. Rothschild kelimesi, ‘kırmızı kalkan’ (Roth-child) anlamına gelen iki kelimenin birleşiminden türemiştir. Kırmızı kalkan,18’inci yüzyılın ortalarında Frankfurt'taki bir Yahudi mahallesinde yaşayan ailenin evinin kapısında asılı bir tabela iken daha sonraları ailenin simgesi haline gelmiştir.

devdefv
Baron Jacob Rothschild (AP)

Ailenin kurucusu Mayer Amschel (Rothschild), Roth-child ifadesini ailesinin soyadı, kırmızı kalkanı da değerlerinin bir simgesi olarak benimsedi. Bronzdan yapılma kırmızı kalkan simgesinin ortasında beş oğlunu simgeleyen beş ok taşıyan bir kol bulunur. Alt kısımda ise ailenin son üç yüzyıldır temel değerleri olarak gördüğü ‘birlik, çalışkanlık ve dürüstlük’ sözcükleri yer alır.

Bankacı olan Mayer Amschel Rothschild, 18’inci yüzyılda başarı üstüne başarı elde ederek Rothschildleri küresel alanda faaliyet gösteren bir bankacı aile haline getirdi. Daha sonra servetini Londra, Paris, Frankfurt, Viyana ve Napoli gibi Avrupa'nın büyük metropollerinde ticari faaliyetlerde bulunan beş oğluna miras bıraktı. Bu da ailenin, hayatın can damarı olan para aracılığıyla her zaman varlığını koruyan ve aktif olan güçlü bir mali ağa sahip olduğunu gösteriyor.

Para, ailenin (başta Almanya olmak üzere) Kutsal Roma İmparatorluğu'nda ve ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ Birleşik Krallık'ta soylu aileler arasında yer almasının önün açtı.

Rothschild ailesi 19’uncu yüzyılda, hem dünyadaki hem de modern dünya tarihindeki en büyük özel servete sahipti.

Bu servet, 20’nci yüzyıla gelindiğinde özellikle nesilden nesle geçerek, çocuklar ve torunlar arasında paylaştırıldıktan sonra azalmaya başladı. Her ne kadar hepsi bir süre aynı alanlarda yani finans ve bankacılık alanlarında faaliyet göstermeye devam etseler de daha sonra emlak, madencilik, enerji, tarım ve şarapçılık alanlarına da yönelmeye başladılar.

Rothschildler, siyasi ve sivil rollerini yerine getirmekten de hiç kaçınmayıp ABD’de, Avrupa'da ve dünyanın diğer ülkelerinde hayatları boyunca belirgin izler bıraktılar.

Ancak burada sorulması gereken en önemli sorulardan biri şu:

“Rothschild ailesine yöneltilen ve yöneltilmeye devam eden suçlamaların başlıca ve doğrudan sebebi Mayer Rothschild'in (1744-1812) yaşadığı ve çalıştığı dönemde Avrupa'daki antisemitizm miydi?

Aile kurucusunun mali zekasıyla erken dönemde atılan temeller

Rothschild ailesinin tarihiyle Avrupa'daki Yahudi varlığı arasındaki bağ neredeyse hiç kopmamıştır. Aile, başta ‘Engizisyon mahkemeleri’ olmak üzere tarihteki bir olay nedeniyle büyük hayati zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden Avrupa’daki ​​Yahudi ailelerin çoğu, herhangi bir Avrupalı kralın istediği anda kendilerinden alabileceği topraklar ve gayrimenkuller edinmek yerine, para ve bankacılık sektörü gibi hızlı gelişen alanlara yöneldiler.

Ailenin kurucusu Mayer A. Rothschild, ölmeden önce aileyi çok zekice bir finansal yöntemle organize etti. İmkanları açısından bazı Avrupa ülkelerini geride bırakan, eşi ve benzeri görülmemiş bir mali ağın temellerini attığı söylenebilir.

Mayer A. Rothschild, çocuklarını ve torunlarını Avrupa’nın beş ülkesine (İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya) gönderdi ve onlara, o dönem dünyanın en önemli ülkelerinde çalışmak üzere görevler verdi.

Söz konusu ülkelere yerleşen ailenin her kolu için bir finans kurumu kurmaya ve aralarında yakın bir bağ oluşturmaya çalışan Mayer A. Rothschild, bu kurumlar arasında yüksek hızda bilgi alışverişine ve uzmanlık aktarımına olanak tanıyan, maksimum düzeyde fayda ve kâr elde edilmesini sağlayan kurallar getirdi.

Mayer A. Rothschild’in ailesinin finans alanındaki nüfuzunun haritası, Almanya'yı oğlu Amschel’e, Avusturya'yı oğlu Salomon'a, Birleşik Krallığı oğlu Nathan'a ve Fransa'yı oğlu James'e teslim ettikten sonra ortaya çıktı.

Burada üzerinde durup derin düşünmeyi gerektiren ilginç nokta ise Mayer A. Rothschild’in o dönem henüz devlet olarak ilan edilmemiş olan Vatikan Şehri'ne olan yoğun ilgisidir. Son derece zeki bir adam olan Mayer A. Rothschild, ‘Katolik Kilisesi’nin başta Avrupa kıtasının tüm ülkeleri olmak üzere dünya genelinde de önemli ve etkili bir rol oynadığını kavramıştı. Bundan dolayı o dönemde Vatikan'da gelişmiş finans merkezleri olmamasına rağmen oğlu Karl'ı oraya yerleştirdi.

Mayer A. Rothschild’in zekası, ailesinin coğrafi ve demografik dağılımı ve kollarının dünya geneline yayılmalarıyla sınırlı değildi. Mayer A. Rothschild, ailenin bütünlüğünü ve devamlılığını sağlayan kırmızı çizgiler çizerek ‘ailenin soy saflığını’ da koruma altına almıştı. Bunun için beş oğlu arasındaki ilişkileri, evliliklerinden başlayarak çeşitli düzeyler belirledi. Zamanla ailenin genişleyeceğini ve torunların daha sonra aile dışından evlenmeyi tercih edeceğini tahmin ettiğinden seçecekleri eşlerin zengin ve statü sahibi Yahudi ailelerden olması gerektiğini şart koştu. Böylece ailenin Avrupa kıtasındaki nüfuzu güçlenecekti.

dscvdev
Ailenin şu anki baronu Nathaniel Rothschild'in arması (Sosyal medya siteleri)

Fakat Rothschild ailesinin sadece barış zamanlarında değil, savaş zamanlarında da oynadıkları önemli ve hayati rol, ailenin hikayesindeki en ilginç sorudur. Nasıl oldu da finans ve bankacılık ağlarını, başta Birleşik Krallık olmak üzere bazı ülkelerin komşularıyla, özellikle de Fransa ile olan savaşlarında yardım ve destek için kullanabildiler?

Nathan Rothschild ve Birleşik Krallığa savaşlarında verdiği destek

Metinde Rothschild ailesinin Fransa ile olan savaşları sırasında Birleşik Krallığı destekleyen rolünden bahsedilmesi gerekiyor. Zira 1803-1815 yılları arasındaki dönemde gücün nasıl elde edildiğine dair kapsamlı detaylar söz konusu.

Nathan Rothschild, Rothschild ailesinin Birleşik Krallık’taki planlarının ve işlerinin başındaki isimdi. Artık herkes ailenin başta külçe altın olmak üzere büyük bir servet biriktirdiğini biliyor.

Nathan Rothschild'in Birleşik Krallık ordularının, özellikle de ünlü İngiliz General Mareşal Arthur Wellesley komutasındaki orduların donatılmasında nasıl önemli bir rol oynadığı tarihi belgelerde yer alıyor. Nathan Rothschild, Birleşik Krallığın müttefiklerine mali destek sağlamanın yanı sıra, külçe altın sevkiyatlarını organize ederek savaş giderlerinin finansmanında da etkili ve önemli bir rol oynadı. Rakamlardan bahsetmişken, Nathan Rothschild, Birleşik Krallığın müttefiklerine bugün yaklaşık bir milyar ABD doları değerinde olan yaklaşık 9,8 milyon İngiliz Sterlini sağladı.

Avrupa, o dönem iç savaşlar ile uluslararası savaşlar arasında kalan ve 1648 yılında Vestfalya Barış Antlaşması imzalanana kadar durmayan Otuz Yıl Savaşları'nın neden olduğu acıları yaşıyordu.

Rothschild ailesi, Avrupa’ya hakim olan bu atmosferden nasıl yararlanacağını biliyordu ve savaşların yaşandığı kıtada altın sevkiyatı için casuslardan bir ağ oluşturdu.

Ailenin kurucusu Mayer A. Rothschild’in ustaca planı yavaş yavaş meyve vermeye başlamış gibi görünüyordu. Siyasi ve askeri açıdan Avrupa başkentlerinde ve gelişmiş merkezlerde görevlendirilen kardeşlerin dördü, Birleşik Krallık’taki kardeşleri Nathan'a önemli haberleri ve çok gizli bilgileri sağlıyorlardı. Nathan'a özellikle piyasalarda avantaj sağlayacak ve Rothschild'lerin evini İngiliz hükümeti için daha da değerli bir yer haline getirecek finansal haberleri ve gizli bilgileri aktarıyorlardı.

Nathan ve kardeşlerinin özellikle General Arthur Wellesley'in eliyle Fransa İmparatoru Napolyon'un mutlak yenilgisiyle sonuçlanan Waterloo Muharebesi sırasında Birleşik Krallığın savaşan ordularının tam kalbinde gözleri ve kulakları olduğuna şüphe yok.

Nathan askeri bilgileri önemli mali çıkarlara nasıl dönüştüreceğini iyi biliyordu. Waterloo Muharebesi zaferinden sonra hemen Birleşik Krallığın ihraç ettiği devlet tahvillerini satın aldı ve iki yıl bekledi. Bu bekleyişin ardından 1917 yılında tahvilleri yüzde 40 kârla sattı.

Nathan, olağanüstü bir mali zekaya sahipti. Devlet tahvilleriyle ilgili anlaşma, o dönem için çok yüksek bir fiyat olduğundan finans tarihindeki en cesur anlaşma olarak nitelendirildi. Rothschild ailesinin elindeki mali güç göz önüne alındığında elde edilen bu kâr, yine o dönem için çok büyük bir miktardı.

Rothschild ailesinin Mayer A. Rothschild’in torunları aracılığıyla nesiller boyu devam eden faaliyetleri, ‘yaşlı kıtayla’ (Avrupa kıtası) sınırlı kapmayıp ötesine uzandı.

Bu kadar da değil. Nathan'ın ölümünden sonra ailenin baronluğu en büyük oğlu Lionel Nathan Rothschild’e geçti. Lionel, ailenin İngiliz başkentindeki hisselerinin yönetimini devraldı.

İngiliz Avam Kamarası’nın ilk Yahudi üyesi olan Lionel, Kırım Savaşı'nın giderlerinin finansmanı için 16 milyon sterlin değerinde bir kredinin ayarlanması da dahil olmak üzere önemli mali işlerde yer aldı.

Lionel ayrıca Birleşik Krallık Başbakanı Benjamin Disraeli'ye (1804-1881) 1875 yılında Mısır'ın Süveyş Kanalı hisselerinden pay satın alması için gerekli mali desteği sağladı. Bu işlem, Birleşik Krallık Hazinesi'nden uzakta, tam bir gizlilik içinde yürütüldü ve tamamlanana kadar İngiliz Avam Kamarası’na bu konuda bilgi verilmedi.

Lionel N. Rothschild, aynı zamanda Mısır Valisi (Hidivi) İsmail Paşa’ya ve o dönemde devasa borçları olan Mısır’ın ileri gelenlerine bol miktarda kredi sağladı.

Lionel N. Rothschild ailenin bu iki ülkedeki kollarıyla iş birliği yaparak, Mısır'dan Fransa ve Avusturya'ya,uzanan demiryolları döşenmesi için başlatılan çalışmalara katıldı.

Bu projeleri, ailenin demiryolları projeleri başlatan ilk ülke olan Birleşik Krallık’taki kollarının uzmanlık ve deneyim alışverişini yansıtan öneminin ve başarısının boyutunu anladıktan sonra başlatan Lionel N. Rothschild, kendi adını taşıyan vakıf aracılığıyla İngiliz asıllı Güney Afrikalı politikacı ve kaşif Cecil John Rhodes'un Güney Afrika'da büyük bir elmas üretim ve ticaret imparatorluğu kurma çabalarını da finanse etti.

fervbfr
James Mayer de Rothschild tarafından yaptırılan ressam Eugène Lamy'ye yaptırılan ‘Le Grand Hall du château de Ferrières’ (Ferrières Kalesi'nin Büyük Salonu) adlı malikanesinin suluboya tablosu (Christie's)

Rothschild ailesi ve İsrail Devleti'nin kuruluşuna verdiği destek

Peki, Rothschild ailesinin İsrail Devleti'nin kuruluşunda herhangi bir rolü var mı?

Bu soruya cevap verebilmek için derinlemesine bir araştırma yapmanın yanında çok fazla nesnellik ve güvenilirliğe ihtiyaç var. Çünkü bunu yapmaya kalktığımızda adeta tersten okumaya benzeyen ilginç gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz.

Rothschild ailesi, 19’uncu yüzyılın sonlarında hepsi olmasa da genel olarak Avrupa ülkelerinin çoğuna ve özelde Birleşik Krallığı benimseyen diğer zengin Yahudi aileler gibi Siyonizm'in politik kurucusu Theodor Herzl’in Filistin topraklarında Yahudiler için bir ulus devlet kurma önerisini reddediyor gibi görünüyordu, ama neden?

Söz konusu aileler, bu fikrin sadakat açısından yol açabileceklerine dair bir endişe taşıyorlardı. Bu fikir, o dönem için toplumsal duruşlarını ve elbette mali durumlarını tehdit ediyordu. Mesele, Rothschild ailesinin, Herzl'in fikrine ve çağrısına karşı çıkan ve o dönemde ‘İngiliz-Yahudi Birliği’ adlı bir örgüt kurulmasına katkıda bulunduğu noktaya kadar geldi.

Rothschild ailesi bu tutumunu uzun süre devam ettirdi mi?

Tarih, bir tutumun daha sonra değiştiğini ortaya koymuştur. Bu tutum değişikliğinin arkasında, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasının Birleşik Krallık İmparatorluğu'nun çıkarlarına hizmet ettiği şeklinde daha geniş ve kapsamlı bir anlayış yatıyordu. Beklenen bu durumu destekleyen de Doğu Avrupa’da yaşayan ​​Yahudilerin Filistin'e göçünü İngiltere ve Batı Avrupa'dan uzaklaştıracak pratik bir çözüm olarak sunulması oldu.

Tarihi veriler, ailenin Birleşik Krallık’taki kolunun baronu ve oradaki Yahudi cemaatinin lideri Lionel Rothschild’in (1868-1937) kendisini İsrail'in ilk Cumhurbaşkanı Chaim Weizmann'a ve Polonyalı Yahudi gazeteci ve yazar Nahum Sokolow'a yakın hissettiğini ve bu iki ismin, Lionel Rothschild’i Yahudilerin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmaları için Birleşik Krallık hükümetinden yardım istemeye ikna edebildiklerini ortaya koyuyor.

Bu konuda hiç tereddüt etmeyen Lionel Rothschild, Balfour Deklarasyonu’nun yayımlanması ve Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Ordusu içinde ‘Yahudi Lejyonu’ adlı bir birlik kurulması için çaba sarf etti.

Ardından ailenin Fransa'daki kolunun lideri olan Edmond Rothschild (1845-1934), Yahudilerin Filistin'e göçünün finanse edilmesinde ve göç sırasında güvenliklerinin sağlanmasında rol oynadı. Daha sonra kendi adını taşıyan ve 1967 yılında İsrail ile Dayanışma Komitesi'nin başkanlığını üstlenen torunu, 1950'li ve 1960'lı yıllarda İsrail'e büyük yatırımlarda bulundu.

Komplo teorisiyle hedef alınan Rothschild ailesi

Rothschild ailesi geçmişte komplo teorileriyle hiç kandırıldı mı?

Komplo teorileri, meseleleri ve gerçekleri güç ve nüfuz sahiplerinin ‘entrikalarına’ indirgeyen ve bu karmaşık gerçeklerin basit ve yüzeysel bir anlatısını aktaran sahte hikayelerdir. Bu hikayelerle nüfuz sahiplerinin olayların gidişatını etkiledikleri, dünyadaki önemli gerçeklerin bir kısmının ya da tamamının onların isteklerine göre değiştirdikleri, modern dünyamızda olup biteni kontrol ettikleri iddia edilir.

Bu teoriler iki yönlü olarak birbirini destekliyor. Bunlardan birincisi yukarıdan aşağı yönlü olarak Rothschild ailesinin kurucusu Mayer A. Rothschild’in eleştiri oklarının hedefi olduğunu ve Avrupa kıtasının imkanlarını mali olarak manipüle ettiğine dair hikayeler anlatıldığını görüyoruz. İkincisi ise aşağıdan yukarı yönlü olarak Mayer A. Rothschild’in modern çağda yaşayan torunları aracılığıyla ailenin ve çeşitli kollarının şikayet ettiği konunun da bu olduğunu görüyoruz.

Belki de Rothschild ailesini inceleyen biri, 300 yıl öncesinden bugüne aileyle ilgili anlatılan çeşitli hikayeler arasında radikal bir ilişki olduğunu görecektir.

Avrupalılar, 19’uncu yüzyılda birçok sanatsal çizimi biliyordu. Bu da Mayer A. Rothschild ve ailesinin imajını çarpıtmaya katkıda bulundu. Belki de o dönem Avrupa'da hüküm süren ve İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna, Nazilerin Yahudi soykırımı nedeniyle tüm kıta vicdan azabı çekene kadar da sürmeye devam eden antisemitizm (Yahudi karşıtlığı) buna yardımcı olmuştu.

Ailenin halen kötü şöhretle anılmaya devam etmesinin belki de en ilginç kavşaklarından biri, Kovid-19 salgınının ortaya çıktığı dönemde ailenin virüsle ilişkilendirilmesi, virüsün yayılmadan yıllar önce ortaya çıkacağını bildiği ve aşı üreten şirketlerden maddi kazanç elde etmek için sessiz kaldığı şeklindeki haberlerin yayılması olabilir.

Aileyle ilgili yalan gibi görünen haberler arasında, gerçek dışı görünen bir rakam olan yaklaşık 500 trilyon dolara sahip olduğu ve ABD Federal Bankası'nın (FED) yarı ortağı olduğuna dair iddialar da yer alıyor.

Buradan bakıldığında Rothschild ailesinin fertleri, ‘dünyanın bütün günahlarından’ ve son otuz yılda insanlığın başına gelen ‘tüm hastalıklardan’ sorumlu gibi görünüyorlar.

Belki de bir finans imparatorluğunu yöneten böylesine efsanevi bir ailenin kendi çıkarlarını gözetmesi, ülkelerle ve hükümetlerle anlaşmalar yapması ve başka kurumlarla ve başta ABD’deki Rockefeller ailesi olmak üzere çeşitli ailelerle köken ve yol bakımından neredeyse benzer olan ilişki ağları örmesi gerekiyordur. Ancak her halükarda gerçek iki uç noktanın arasında bir yerde kalıyor ve birçok gerçeği yanılsamalarla iç içe geçiren komplocu hafıza harekete geçiyor.

Papa Francis aile fertlerinin elini öptü mü?

Rothschild ailesiyle ilgili son yıllarda dünyanın dört bir yanında çıkan haberlerden biri de 2020 yılının haziran ayı başlarında yayınlanan ve Papa Francis’in Vatikan’da Rothschild ailesinin zengin üyelerinin elini öperken görüldüğü bir görseldi.

O dönemde İtalyan göstergebilimci ve filozof Umberto Eco, Papa’yı ‘ahmaklar lejyonu’ olarak tanımladığı bu ünlü ve zengin aileye dalkavukluk yapmakla suçlayarak, Papa’ya karşı yoğun bir eleştiri kampanyası başlattı. Eco, olayın arkasında Vatikan Şehri ile Rothschild ailesi arasındaki derin mali ilişkilerin olduğunu, özellikle Avrupa'da, Papa Francis'i eski çağlardan beri Avrupa'da faaliyet gösteren gizli gruplarla, özellikle de Masonlarla ilişkileri olmakla suçlayan sesler yükseldiğinden belki de durumun mali ilişkilerden daha karmaşık olabileceğini öne sürdü.

Görsel, çeşitli yorumlarla dünyaya servis edildi. Hatta bir yorumda, “Hıristiyan dininde Papa dışında herkes Papa’nın elini öperken o da bu ailenin elini öpüyor” ifadeleri yer aldı. Tüm bunlar Papalık Makamı’nın statüsüne gölge düşürdü.

Peki görsel gerçek miydi yoksa Vatikan ile Rothschild ailesi arasındaki komplolar için kullanılan bir araç mıydı?

Ancak gerçek tamamen farklıydı. Papa Francis, 25 Mayıs 2014 tarihinde, yani görselin ortaya çıkmasından birkaç gün önce Kudüs ve Beytüllahim'i kapsayan Kutsal Topraklar’a yönelik bir ziyaret turuna başladı.

Bu ziyaret turu çerçevesinde Papa Francis, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi soykırımında hayatını kaybeden Yahudilerin anısına Kudüs'te inşa edilen Yad Vashem anıtını ziyaret etti ve burada anıt meşalesini yakarak çelenk koydu.

Papa ayrıca dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Başbakanı Binyamin Netanyahu ve hahamların katılımıyla soykırımdan sağ kurtulanlar için saygı duruşunda bulundu.

Burada Nazilerin yaptıklarından duyduğu üzüntüyü dile getiren Papa Francis, “Sen kimsin, insan mı? Artık seni tanımıyorum. Sen kimsin, insan mı? Kim oldun? Hangi vahşeti gerçekleştirmeyi başardın? Kendini iyinin ve kötünün efendisi ilan edebileceğini sana kim söyledi? Kim seni Tanrı olduğuna inandırdı? Kardeşlerinize işkence edip öldürmekle kalmadınız, kendinizi Tanrı olarak gördüğünüz için onları kendinize kurban ettiniz” ifadelerini kullandı.

Papa, o gün törene katılan ve Nazilerin soykırımından sağ kurtulan altı kişinin elini öptü. Sosyal medyada bu kişilerin Rothschild ailesinin üyeleri olduklarına dair söylentiler ortaya atıldı.

En nihayetinde bir ailenin ne melek ne de şeytan olduğu iddia edilebilir. Gerçekse her zaman bir yanda göreceli, diğer yanda iki uç ya da aşırı uçlar arasında bir yerde kalmaya devam eder.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabai’dan çevrilmiştir.



Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
TT

Türkiye, Suriye ordusuna entegrasyon anlaşmasının uygulanması için SDG'den yol haritası istedi

Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)
Türkiye, SDG'nin ayrı bir yapı olarak değil, ferdî olarak Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. (AFP)

Türkiye, Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) ‘ayrılıkçı’ ve yerinden yönetim yanlısı söylemlerden vazgeçmesini, bünyesindeki ‘terör unsurlarını’ tasfiye etmesini, Suriye ordusuna tam olarak entegre olmasını ve tek bir merkezi otoriteye bağlılık göstermesini talep etti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, SDG’nin ‘terör unsurlarından’ ayrılması gerektiğini belirterek, bununla örgütün ana omurgasını oluşturan ve Ankara tarafından Suriye’de PKK’nın uzantısı olarak görülen YPG’ye işaret etti. Güler, sahadaki paralel güvenlik yapılarının da tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Güler, SDG’nin, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart’ta Şam’da imzalanan ve Suriye ordusuna entegrasyonu öngören anlaşmayı, net bir vizyon ve belirlenmiş bir yol haritası çerçevesinde hayata geçirmesi gerektiğini söyledi.

Entegrasyon yol haritası

Güler, 2025 yılı boyunca yaşanan gelişme ve olayları değerlendirmek amacıyla medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıda, ‘tek devlet, tek ordu’ ilkesi çerçevesinde hazırlanan anlaşmanın henüz somut bir gerçekliğe dönüşmediğini ve pratik adımlarla desteklenmediğini söyledi.

 Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle yaptığı toplantıdan (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, “Entegrasyon süreci, belirsiz ve ucu açık ifadelerle değil, net tarihli, bağlayıcı ve uygulanabilir bir yol haritasıyla yürütülmek zorundadır. Bu bağlamda SDG'nin terör unsurlarından ayrıştırılarak Suriye ordusuna entegrasyonu hayati önem taşıyor” dedi.

Suriye’de yeni bir hükümetin kurulduğunu ve yeni bir cumhurbaşkanının göreve başladığını hatırlatan Güler, “Ülkede düzenin sağlanabilmesi için kendilerine bir miktar zaman tanınmasının gerekli olduğuna inanıyoruz. Suriye Cumhurbaşkanı, ülkesindeki tüm grupları kucaklayacağını açıkladı ve bu taahhüdüne bağlı kaldı, hâlen de bağlı. Suriyeli yetkililerle yaptığımız görüşmelerde, SDG’nin entegrasyonuna ilişkin tutumlarını görüyor ve anlıyoruz” ifadelerini kullandı.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart 2025'te SDG'nin Suriye ordusuna entegre olma anlaşmasını imzalarken (EPA)

SDG’nin entegrasyonuna ilişkin ABD’nin tutumu ve bu konuda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı olup olmadığına dair soruya yanıt veren Güler, iki ülke arasındaki temasların sürdüğünü ve ABD’nin yaklaşımında önemli bir değişim yaşandığını söyledi.

Güler, “Amerikalı dostlarımız artık sahadaki gerçeklerin daha fazla farkında. Bu konudaki görüş ayrılıklarımız giderek azalıyor. Ne istediğimizi net bir şekilde ortaya koyduk, bu konuda geri dönüş yok. SDG mutlaka Suriye ordusuna entegre edilecek” dedi.

SDG’nin de entegrasyondan söz ettiğini belirten Güler, “Ancak onların kastettiği, birlik halinde entegrasyon. Birlik olarak değil, ferdi olarak entegre olmaları lazım. Aksi halde bunun adı entegrasyon olmaz” şeklinde konuştu.

Askeri seçenek

Güler, SDG’nin entegrasyon sürecine uymaması halinde Türkiye’nin tutumuna ilişkin olarak, “Türkiye, tüm olası gelişmelere karşı hazır planlara sahiptir. Ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz ve bugüne kadar yaptıklarımızı yapabilecek güç ve imkâna sahibiz” dedi.

Güler, “Biz 2016'dan itibaren Suriye'deki harekatlarımızı yaparken, ABD de oradaydı, Rusya da oradaydı. Biz yapılması gerekeni hiç kimseye sormadan yaptık ve bitirdik. Önümüzdeki dönemde de ihtiyaç olursa gerekeni kimseye sormadan yaparız” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, geçtiğimiz salı günü Dışişleri Bakanlığı'nda gerçekleştirdikleri görüşmede, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu anlaşmasının uygulanmasını ele aldılar. (Dışişleri Bakanlığı)

Diğer yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, perşembe günü, Ankara’daki Dışişleri Bakanlığı’nda ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile yaptığı görüşmeden iki gün sonra, SDG’nin entegrasyon anlaşmasını uygulamamasının ilgili taraflarda sabırsızlığa yol açtığı uyarısında bulundu.

Fidan, “SDG’nin anlaşmaya gecikmeden uyması gerekiyor. Askeri gücün yeniden kullanılmasını desteklemiyoruz; ancak ilgili tarafların sabrı tükenmiş durumda. Şam yönetimi ile SDG arasında entegrasyona ilişkin bir çözümün diyalog yoluyla bulunmasını umuyoruz” dedi.

Milli Savunma Bakanı Güler de Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yakından takip ettiğini vurgulayarak, “Başından beri tutumumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Bundan geri dönüş yok. Suriye’de istikrar ve güvenliğin sağlanması ile terörle mücadele, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme sahiptir” değerlendirmesinde bulundu.

Şam ile iş birliği

Güler, Suriye hükümetiyle yakın temas halinde olduklarını belirterek, uzun yıllar süren sıkıntıların ardından barış içinde yaşama ve yeniden uluslararası topluma entegre olma yolunda önemli mesafe kat eden Şam yönetimiyle güçlü bir koordinasyon ve yapıcı bir iş birliği yürüttüklerini söyledi.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, geçtiğimiz ağustos ayında Ankara ile Şam arasında askeri iş birliğine ilişkin mutabakat zaptının imzalanması sırasında (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler, iki ülke arasında geçtiğimiz ağustos ayında imzalanan eğitim ve danışmanlık mutabakat zaptı çerçevesinde, Suriye ordusunun savunma kapasitesinin güçlendirilmesi, kurumsal yapısının geliştirilmesi ve modernize edilmesi ile personel eğitimi başta olmak üzere, özellikle terörle mücadele alanında katkıların sürdürüldüğünü ifade etti.

2018 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Afrin’i SDG’nin kontrolünden aldığı döneme değinen Güler, bölgede cami, kilise ve okulların ‘terör unsurlarının mevzileri’ haline getirildiğini öne sürerek, operasyonla birlikte Afrin’in terörden arındırıldığını ve tespit edilen tüm tünellerin imha edildiğini söyledi.

Güler sözlerini şöyle sürdürdü: “Bölgenin en büyük barajı Afrin'in kuzeyinde olmasına rağmen halk susuz bırakılmıştı. Orayı güvenli ve yaşanabilir hale getirdik. Terör örgütünün Rakka ve Deyrizor'daki devam eden tünel kazma faaliyetlerini de yakından takip ediyoruz.”

Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)Suriye'nin kuzeyinde tünelleri temizleme çalışması yapan Türk askerleri (Milli Savunma Bakanlığı)

TSK’nın bugüne kadar toplam 732 kilometre uzunluğunda tüneli imha ettiğini kaydeden Güler, bunların 302 kilometresinin Tel Rıfat’ta, 430 kilometresinin ise Münbiç’te bulunduğunu ve bu çalışmalar sayesinde söz konusu bölgelerin yeniden yaşanabilir hale geldiğini söyledi.

Öte yandan Güler, İsrail’in ‘yanlış bir güvenlik anlayışına’ dayanan yaklaşımını da eleştirerek, bu tutumun Suriye hükümetine karşı devlet dışı aktörleri kışkırttığını, aşırı güç kullanımına yol açtığını ve zaten kırılgan olan bölgesel dengelere daha fazla zarar verdiğini dile getirdi. Bu durumun istikrarsızlığı derinleştirdiğini ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından tehdit oluşturduğunu vurguladı.

Güler, İsrail’in güvenlik kaygılarını Suriye’ye saldırarak ve ülkeyi istikrarsızlaştırarak gideremeyeceğini belirterek, bu sorunların ancak yeni Suriye hükümetiyle iyi komşuluk temelinde iş birliği yapılarak ve karşılıklılık ilkesi doğrultusunda ilişkiler kurularak çözülebileceğini ifade etti.


Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
TT

Lübnan-Kıbrıs ve Mısır-İsrail Anlaşmaları: Doğu Akdeniz'in bölgesel mimarisinin güçlendirilmesi

Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor
Mısır Süveyş Kanalı İdaresi'nden elde edilen 3 Haziran 2022 tarihli bir fotoğraf, Süveyş Kanalı boyunca Energean'a ait yüzer üretim, depolama ve boşaltma gemisini çeken bir römorkörü gösteriyor

Michael Harari

Lübnan ve GKRY arasında 26 Kasım'da imzalanan münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması, her iki ülke için de hayati önem taşımasına rağmen, siyasi sahnede büyük ölçüde gözden kaçtı. Bu anlaşmanın önemi, ikili çerçeveyi aşarak, Doğu Akdeniz'de bölgesel iş birliğini güçlendirmek için temel bir sütun oluşturuyor.

İki ülkenin 2007 yılında benzer bir anlaşmaya vardığını, ancak Lübnan meclisinin o zaman bu anlaşmayı onaylamadığını açıklamalıyız. Bugüne kadar mevcut anlaşmanın resmi metni yayınlanmadı ve herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığı belirsizliğini koruyor, ancak muhtemelen önemli bir değişiklik olmadı. Şu anda, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın, karmaşık iç siyasi koşullar göz önüne alındığında, anlaşmayı siyasi bir tartışma konusu haline getirmemek için mutlaka meclisin onayına sunmayı düşünmediği görülüyor. Bu yaklaşım yasal ve siyasi soruları gündeme getirebilir, ancak daha önce de belirtildiği gibi, Lübnan'daki ve genel olarak bölgedeki mevcut gelişmeler ışığında, bu sorular anlaşmanın resmi olarak kabul edilmesini engellemeyecektir.

Anlaşmanın başlıca etkileri

Bu anlaşmadan kaynaklanan birkaç önemli noktayı vurgulamakta fayda var. Başlıca noktalar şunlardır:

- Lübnan, münhasır ekonomik bölgesi içindeki enerji potansiyeline yatırım yapma planlarını daha ciddi bir şekilde uygulamaya koyabilecektir. Bu tür bir anlaşma, Lübnan Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde gaz aramak isteyen uluslararası şirketler için gerekli yasal çerçeveyi ve istikrarı da sunmaktadır.

- Anlaşma, özellikle ada üzerindeki devam eden anlaşmazlıkla ilgili olarak, GKRY’nin siyasi ve bölgesel konumunu güçlendirecektir. Nicosia’nın (Lefkoşa), 2026 yılının ilk yarısında AB dönem başkanlığını kullanarak Lübnan'ın ve genel olarak Doğu Akdeniz'in, Avrupa ile bağlantılı stratejik bir alan olarak çıkarlarını desteklemesi bekleniyor.

Washington'un, Doğu Akdeniz'in enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor

-İki ülke, Yunanistan ve GKRY arasında planlanan ve nispeten ileri aşamalara ulaşan projelere ve GKRY ile İsrail arasında yıllardır öneri ve duyuru aşamasında kalan projelere benzer şekilde, aralarında denizaltı enerji kablosu döşeme projesini inceleme konusunda anlaştı. Bazı ülkelerin birçok açıdan “enerji alanında izole adalar” olması nedeniyle, özellikle enerji sektöründe bağlantı meselesi günümüzde son derece önemli. Ukrayna'daki savaş, Avrupa'nın Rus gazına bağımlılığını azaltma çabalarıyla birlikte, bu artan öneme ışık tutmuştur.

GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın katılımıyla Lübnan Bayındırlık Bakanı Fayez Rassami ile belgeleri imzaladı, 26 Kasım (AFP)

- Bu anlaşma, Suriye'nin Lübnan ile münhasır ekonomik bölgesini belirlemeye başlamasının önünü açıyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın üzerindeki ağır yükümlülüklere rağmen, rejimini sağlamlaştırmadaki başarısı, ülkenin yeniden inşa çabaları için Suriye sularındaki enerji kaynaklarının hayati önemi göz önüne alındığında, bu yönde ilerlemesini sağlayabilir. Bu bağlamda, Ankara açısından Kıbrıs sorunu ve karmaşık Türk-Yunan ilişkileri üzerindeki doğrudan etkileri göz önüne alındığında, burada Türkiye boyutu çok önemli, hatta belki de belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor.

-ABD bu anlaşmayla ilgili müzakerelere doğrudan katılmadı, ancak şüphesiz ki bu durum hem iki ülke hem de genel olarak bölge açısından ABD'nin çıkarlarına hizmet ediyor. Washington'un Doğu Akdeniz'deki enerji rezervlerinin sunduğu umut vadeden, ancak zorlu jeopolitik potansiyele yatırımı nasıl ve ne şekilde teşvik edeceği sorusu gündemde olmayı sürdürüyor.

İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor

-Lübnan-GKRY anlaşması, Lübnan'ın karasularında potansiyel gaz keşiflerine kapı açması nedeniyle Lübnan'ın çıkarlarına çeşitli şekillerde hizmet ediyor. Bu, ülkenin kötü ekonomik durumunu iyileştirmeye ve hatta Lübnan'ın bölgesel entegrasyonunu artırmaya katkıda bulunabilir. Bu bağlamda, Ocak 2019'da kurulan ve Filistin de dahil olmak üzere yedi üyeden oluşan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na Lübnan'ın katılımına yönelik davetin yeniden canlandırılmasının önemi açıkça ortaya çıkıyor. Bu davet, forumun kurulmasının ardından, İsrail ile aynı masada oturmasının zorluğu göz önüne alınarak, Lübnan'a ilk aşamada gözlemci statüsü verilmesi önerisiyle birlikte yapılmıştı. Lübnan o dönemde bu çağrıya yanıt vermemiş olsa da büyük olasılıkla İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki ülkelerle, siyasi diyaloğa giderek daha açık hale geldiği göz önüne alındığında, bu seçenek bugün daha uygulanabilir görünüyor.

-Türkiye, katılmadığı ve çıkarlarının dikkate alınmadığı bu gelişmelerden endişe duyuyor. Ankara, daha önce 2007 yılında Beyrut ve Lefkoşa (Nicosia) arasında imzalanan anlaşmayı kınamıştı ve mevcut anlaşmayla ilgili olarak da aynı tutumunu tekrarlıyor; ancak tepkilerinin siyasi kınamayla sınırlı kalması bekleniyor. Bu arada, Türkiye'nin öncelikli odağı, Şara rejiminin istikrarını pekiştirmeyi ve Şam ile ilişkilerindeki çıkarlarını güvence altına almayı amaçladığı Suriye arenasıdır. Bu bağlamda, büyük olasılıkla Ankara iki ülke arasında bir deniz anlaşması imzalamayı hedefleyen Suriye-Lübnan hamlelerini yakından izlemektedir.

Bu gelişmelerin en yenisi, dün açıklanan ve önümüzdeki 15 yıl boyunca büyük miktarlarda doğalgaz ihracatını öngören İsrail ve Mısır arasındaki doğalgaz anlaşmasının onaylanmasıdır. Bu son derece önemli bir gelişme, zira iki ülke arasındaki ikili ilişkileri güçlendirmenin yanı sıra, bu anlaşma, Mısır'ın kilit rol oynadığı Doğu Akdeniz'in bölgesel yapısının sağlamlaştırılmasına da önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre ancak, İsrail'deki karar alma sürecinin yavaşlığı ve Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Kahire'yi Gazze savaşındaki tutumunu yumuşatması için baskı altına alma girişimlerine dair haberler, ikili ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunmuyor. Netanyahu, anlaşmayı onaylamak için Amerikan baskısına boyun eğiyormuş gibi görünmeyi tercih etmiş görünüyor; bu hamlenin temel nedeni ise İsrail iç politikasıyla ilgili çağrışımlardır.

Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli, çünkü bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu

Daha geniş anlamda, Doğu Akdeniz'deki bölgesel gelişmeleri stratejik bir perspektiften değerlendirmek önemli. Bölge, son 15 yılda önemli değişikliklere sahne oldu ve kurulan bölgesel yapı, özellikle son iki yılda, ilgili tarafların karşılaştığı zorluklara ve meydan okumalara rağmen, olağanüstü bir direnç kapasitesi sergiledi. Suriye'de Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte, özellikle Ankara ve Kudüs'ün pozisyonlarına odaklanarak gelişmeleri izlemek zorunlu hale geldi, çünkü Suriye arenası aralarında açık bir rekabet alanına dönüştü. Türkiye, İsrail'in bölgesel hegemonya hırsı olarak tanımladığı adımları endişeyle takip ediyor ve bu nedenle İsrail ve Türkiye'nin bakış açılarının net bir şekilde anlaşılması hayati önem taşıyor. Bu bağlamda, Suriye konusunda devam eden görüşmelere benzer şekilde, doğrudan ve belki de başlangıçta gizli bir Türk-İsrail diyaloğu, karşılıklı anlayışı sağlamak ve yanlış değerlendirmeleri önlemek için gerekli bir adım olabilir.

Total Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyorTotal Energies tarafından yayınlanan bu tarihsiz fotoğraf, 16 Ağustos 2023 Çarşamba günü Akdeniz'deki yerine ulaşan Transocean Barents sondaj platformunu gösteriyor

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Doğu Akdeniz, bölgesel gelişmeleri yönlendiren önemli bir ikincil eksen haline gelirken, devam eden çatışmalar yanlış yorumlamalara veya yanlış anlamalara yol açabilir. Bu durum, gelişen bölgesel mimariye tüm aktörleri dahil etmenin yollarını bulmaya odaklanan yaratıcı bölgesel diplomasiye duyulan ihtiyacın altını çiziyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
TT

Rus istihbaratının MI6'le görüşme açıklaması ne anlama geliyor?

Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)
Moskova'da çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Sergey Narışkin, 2016'dan beri Rusya Dış İstihbarat Servisi'nin başkanı (AFP)

Alex Croft 

Ülke medyasına göre Rusya, göreve başlamasının üzerinden sadece iki ay geçen yeni MI6 Başkanı'nın Rus mevkidaşıyla "uzun" bir telefon görüşmesi yaptığını iddia etti.

Rusya Dış İstihbarat Servisi SVR'nin direktörü Sergey Narışkin, Gizli İstihbarat Servisi (Secret Intelligence Service, SIS ya da MI6 olarak biliniyor) başkanlığı görevine ekimde başlayan Blaise Metreweli'yle konuştuğunu söyledi.

Rus haber ajansı TASS'a göre Narışkin, "Yeni atanan MI6 Başkanı [Blaise] Metreweli'yle, birkaç gün önce oldukça uzun bir telefon görüşmesi yaptım" dedi.

Narışkin, Rus istihbarat görevlilerinin Londra'da resmi çalışma yürüttüğünü ve SIS görevlilerinin de Moskova'da aynı şeyi yaptığını ekledi.

Rus siyasetinde çeşitli üst düzey görevlerde bulunan ve 2016'dan beri SVR'yi yöneten Narışkin, yapıldığı iddia edilen görüşmeyle ilgili başka ayrıntı vermedi.

Sky News'a konuşan askeri analist Michael Clarke, Moskova'nın "Washington'da devam eden müzakereler nedeniyle... Britanyalıların bir şekilde kendilerinin ilgisini çekme çabasında olduğunu ima etmeye çalıştığını" söyledi.

Ancak bu görüşme, MI6'in ilk kadın başkanı Metreweli'nin yeni görevinde kamuoyu önünde yaptığı ilk büyük konuşmada, "agresif, yayılmacı ve revizyonist" Rusya'nın artan tehdidine karşı uyarıda bulunmasından sadece birkaç gün sonra geldi.

Metreweli, Birleşik Krallık'ın (BK) "barış ve savaş arasındaki bir alanda" hareket ettiğini ve Ukrayna çatışması sürerken Rusya'nın da kendilerini "gri bölgede test ettiğini" söylemişti.

"Putin hiç şüpheye kapılmasın; desteğimiz sürecek. Ukrayna adına uyguladığımız baskı devam edecek" diye eklemişti.

The Independent cevap hakkı için BK Dışişleri Bakanlığı'yla temasa geçti.

Clarke, bu "çok ama çok hassas bir konu" olduğu için Britanyalıların bu görüşmenin gerçekleştiğini kamuoyu önünde "asla" itiraf etmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Britanyalı liderler... Bunu yaptıklarını asla ama asla açıklamamalı ve Narışkin'in bunu yapması, onun kendi planına sahip olduğunu gösteriyor.

Avrupalı liderler Ukrayna'nın savaş çabalarına sağlanan finansmanın geleceği üzerine Brüksel'de kritik görüşmeler yaparken Narışkin'in yorumları gündeme geldi.

AB liderleri, dondurulmuş Rus varlıklarının kullanılmasına ilişkin bir anlaşmayı onaylayamasa da Ukrayna'nın gelecek iki yıllık finansman ihtiyacının yaklaşık üçte ikisini karşılayacak 90 milyar euroluk bir anlaşmayı kabul etti.

Kredi için gereken para, dondurulmuş Rus varlıklarından fon çekmek yerine Çekya, Macaristan ve Slovakya hariç 27 AB ülkesinden 24'ünün ortak borçlanmasıyla sağlanacak.

Vladimir Putin cuma günü düzenlenen yıl sonu konferansında Avrupa'nın, "soyguncular açısından ciddi sonuçlar doğuracağı için soygunu gerçekleştiremediğini" söyledi.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news