Para ve politika “Rothschild ailesi” adlı efsanede bir araya gelince

Avrupa'nın altın çağına katkıda bulunan Rothschild ailesinin uzantıları başka ülkelere ve kıtalara yayılırken ailenin etrafı komplo teorileriyle dolu hikayelerle ve söylentilerle örüldü

Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)
Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)
TT

Para ve politika “Rothschild ailesi” adlı efsanede bir araya gelince

Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)
Rothschild ailesinin ataları (AnaBritannica Ansiklopedisi)

Rothschild ailesi, özellikle bu ismin 18’inci yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa'daki mali piyasalar ve bankacılıkla köklü bağlantılara sahip olması nedeniyle son üç yüzyıldır Avrupa’nın​​ en önemli aileleri arasında yer alıyor.

Peki, bu ailenin geçmişini, tüm tarihi gerçekleriyle ve bazılarının kendilerine bir efsane olarak dayatıldığına inandığı propaganda iddialarıyla yeniden okunmasını gerektiren sebep neydi?

Elbette ünlü Rothschild bankacılık ailesinin bir üyesi olan İngiliz iş adamı Baron Jacob Rothschild'in 87 yaşında ölmesiydi. Bu ölüm, hikâyenin boyutlarını insanlara bir kez daha hatırlattı.

Başarılı bir kariyeri olan Baron Jacob, ilk kez 1963 yılında ailenin yatırım bankası NM Rothschild & Sons'da işe başladı. Ardından İngiltere merkezli The Guardian gazetesinin aktardığına göre 1980 yılında finansçı Sir Mark Weinberg ile birlikte (şu an St. James's Place adıyla bilinen) J Rothschild Assurance Group adlı kendi finans zincirini kurdu.

Fertleri dünyanın dört bir yanına dağılmış halde olan ve insanları meşgul eden bu ailenin adı anıldığında, özellikle gerçeklerin yalanlarla karıştırıldığı modern dönem bilgi bombardımanı nedeniyle bir tür entelektüel inceleme yapılması gerekiyor.

Öyleyse nereden başlamalı?

Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild

Okuyucuların gözüne ilk çarpan ‘Rothschild’ ismidir. Rothschild kelimesi, ‘kırmızı kalkan’ (Roth-child) anlamına gelen iki kelimenin birleşiminden türemiştir. Kırmızı kalkan,18’inci yüzyılın ortalarında Frankfurt'taki bir Yahudi mahallesinde yaşayan ailenin evinin kapısında asılı bir tabela iken daha sonraları ailenin simgesi haline gelmiştir.

devdefv
Baron Jacob Rothschild (AP)

Ailenin kurucusu Mayer Amschel (Rothschild), Roth-child ifadesini ailesinin soyadı, kırmızı kalkanı da değerlerinin bir simgesi olarak benimsedi. Bronzdan yapılma kırmızı kalkan simgesinin ortasında beş oğlunu simgeleyen beş ok taşıyan bir kol bulunur. Alt kısımda ise ailenin son üç yüzyıldır temel değerleri olarak gördüğü ‘birlik, çalışkanlık ve dürüstlük’ sözcükleri yer alır.

Bankacı olan Mayer Amschel Rothschild, 18’inci yüzyılda başarı üstüne başarı elde ederek Rothschildleri küresel alanda faaliyet gösteren bir bankacı aile haline getirdi. Daha sonra servetini Londra, Paris, Frankfurt, Viyana ve Napoli gibi Avrupa'nın büyük metropollerinde ticari faaliyetlerde bulunan beş oğluna miras bıraktı. Bu da ailenin, hayatın can damarı olan para aracılığıyla her zaman varlığını koruyan ve aktif olan güçlü bir mali ağa sahip olduğunu gösteriyor.

Para, ailenin (başta Almanya olmak üzere) Kutsal Roma İmparatorluğu'nda ve ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ Birleşik Krallık'ta soylu aileler arasında yer almasının önün açtı.

Rothschild ailesi 19’uncu yüzyılda, hem dünyadaki hem de modern dünya tarihindeki en büyük özel servete sahipti.

Bu servet, 20’nci yüzyıla gelindiğinde özellikle nesilden nesle geçerek, çocuklar ve torunlar arasında paylaştırıldıktan sonra azalmaya başladı. Her ne kadar hepsi bir süre aynı alanlarda yani finans ve bankacılık alanlarında faaliyet göstermeye devam etseler de daha sonra emlak, madencilik, enerji, tarım ve şarapçılık alanlarına da yönelmeye başladılar.

Rothschildler, siyasi ve sivil rollerini yerine getirmekten de hiç kaçınmayıp ABD’de, Avrupa'da ve dünyanın diğer ülkelerinde hayatları boyunca belirgin izler bıraktılar.

Ancak burada sorulması gereken en önemli sorulardan biri şu:

“Rothschild ailesine yöneltilen ve yöneltilmeye devam eden suçlamaların başlıca ve doğrudan sebebi Mayer Rothschild'in (1744-1812) yaşadığı ve çalıştığı dönemde Avrupa'daki antisemitizm miydi?

Aile kurucusunun mali zekasıyla erken dönemde atılan temeller

Rothschild ailesinin tarihiyle Avrupa'daki Yahudi varlığı arasındaki bağ neredeyse hiç kopmamıştır. Aile, başta ‘Engizisyon mahkemeleri’ olmak üzere tarihteki bir olay nedeniyle büyük hayati zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden Avrupa’daki ​​Yahudi ailelerin çoğu, herhangi bir Avrupalı kralın istediği anda kendilerinden alabileceği topraklar ve gayrimenkuller edinmek yerine, para ve bankacılık sektörü gibi hızlı gelişen alanlara yöneldiler.

Ailenin kurucusu Mayer A. Rothschild, ölmeden önce aileyi çok zekice bir finansal yöntemle organize etti. İmkanları açısından bazı Avrupa ülkelerini geride bırakan, eşi ve benzeri görülmemiş bir mali ağın temellerini attığı söylenebilir.

Mayer A. Rothschild, çocuklarını ve torunlarını Avrupa’nın beş ülkesine (İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya) gönderdi ve onlara, o dönem dünyanın en önemli ülkelerinde çalışmak üzere görevler verdi.

Söz konusu ülkelere yerleşen ailenin her kolu için bir finans kurumu kurmaya ve aralarında yakın bir bağ oluşturmaya çalışan Mayer A. Rothschild, bu kurumlar arasında yüksek hızda bilgi alışverişine ve uzmanlık aktarımına olanak tanıyan, maksimum düzeyde fayda ve kâr elde edilmesini sağlayan kurallar getirdi.

Mayer A. Rothschild’in ailesinin finans alanındaki nüfuzunun haritası, Almanya'yı oğlu Amschel’e, Avusturya'yı oğlu Salomon'a, Birleşik Krallığı oğlu Nathan'a ve Fransa'yı oğlu James'e teslim ettikten sonra ortaya çıktı.

Burada üzerinde durup derin düşünmeyi gerektiren ilginç nokta ise Mayer A. Rothschild’in o dönem henüz devlet olarak ilan edilmemiş olan Vatikan Şehri'ne olan yoğun ilgisidir. Son derece zeki bir adam olan Mayer A. Rothschild, ‘Katolik Kilisesi’nin başta Avrupa kıtasının tüm ülkeleri olmak üzere dünya genelinde de önemli ve etkili bir rol oynadığını kavramıştı. Bundan dolayı o dönemde Vatikan'da gelişmiş finans merkezleri olmamasına rağmen oğlu Karl'ı oraya yerleştirdi.

Mayer A. Rothschild’in zekası, ailesinin coğrafi ve demografik dağılımı ve kollarının dünya geneline yayılmalarıyla sınırlı değildi. Mayer A. Rothschild, ailenin bütünlüğünü ve devamlılığını sağlayan kırmızı çizgiler çizerek ‘ailenin soy saflığını’ da koruma altına almıştı. Bunun için beş oğlu arasındaki ilişkileri, evliliklerinden başlayarak çeşitli düzeyler belirledi. Zamanla ailenin genişleyeceğini ve torunların daha sonra aile dışından evlenmeyi tercih edeceğini tahmin ettiğinden seçecekleri eşlerin zengin ve statü sahibi Yahudi ailelerden olması gerektiğini şart koştu. Böylece ailenin Avrupa kıtasındaki nüfuzu güçlenecekti.

dscvdev
Ailenin şu anki baronu Nathaniel Rothschild'in arması (Sosyal medya siteleri)

Fakat Rothschild ailesinin sadece barış zamanlarında değil, savaş zamanlarında da oynadıkları önemli ve hayati rol, ailenin hikayesindeki en ilginç sorudur. Nasıl oldu da finans ve bankacılık ağlarını, başta Birleşik Krallık olmak üzere bazı ülkelerin komşularıyla, özellikle de Fransa ile olan savaşlarında yardım ve destek için kullanabildiler?

Nathan Rothschild ve Birleşik Krallığa savaşlarında verdiği destek

Metinde Rothschild ailesinin Fransa ile olan savaşları sırasında Birleşik Krallığı destekleyen rolünden bahsedilmesi gerekiyor. Zira 1803-1815 yılları arasındaki dönemde gücün nasıl elde edildiğine dair kapsamlı detaylar söz konusu.

Nathan Rothschild, Rothschild ailesinin Birleşik Krallık’taki planlarının ve işlerinin başındaki isimdi. Artık herkes ailenin başta külçe altın olmak üzere büyük bir servet biriktirdiğini biliyor.

Nathan Rothschild'in Birleşik Krallık ordularının, özellikle de ünlü İngiliz General Mareşal Arthur Wellesley komutasındaki orduların donatılmasında nasıl önemli bir rol oynadığı tarihi belgelerde yer alıyor. Nathan Rothschild, Birleşik Krallığın müttefiklerine mali destek sağlamanın yanı sıra, külçe altın sevkiyatlarını organize ederek savaş giderlerinin finansmanında da etkili ve önemli bir rol oynadı. Rakamlardan bahsetmişken, Nathan Rothschild, Birleşik Krallığın müttefiklerine bugün yaklaşık bir milyar ABD doları değerinde olan yaklaşık 9,8 milyon İngiliz Sterlini sağladı.

Avrupa, o dönem iç savaşlar ile uluslararası savaşlar arasında kalan ve 1648 yılında Vestfalya Barış Antlaşması imzalanana kadar durmayan Otuz Yıl Savaşları'nın neden olduğu acıları yaşıyordu.

Rothschild ailesi, Avrupa’ya hakim olan bu atmosferden nasıl yararlanacağını biliyordu ve savaşların yaşandığı kıtada altın sevkiyatı için casuslardan bir ağ oluşturdu.

Ailenin kurucusu Mayer A. Rothschild’in ustaca planı yavaş yavaş meyve vermeye başlamış gibi görünüyordu. Siyasi ve askeri açıdan Avrupa başkentlerinde ve gelişmiş merkezlerde görevlendirilen kardeşlerin dördü, Birleşik Krallık’taki kardeşleri Nathan'a önemli haberleri ve çok gizli bilgileri sağlıyorlardı. Nathan'a özellikle piyasalarda avantaj sağlayacak ve Rothschild'lerin evini İngiliz hükümeti için daha da değerli bir yer haline getirecek finansal haberleri ve gizli bilgileri aktarıyorlardı.

Nathan ve kardeşlerinin özellikle General Arthur Wellesley'in eliyle Fransa İmparatoru Napolyon'un mutlak yenilgisiyle sonuçlanan Waterloo Muharebesi sırasında Birleşik Krallığın savaşan ordularının tam kalbinde gözleri ve kulakları olduğuna şüphe yok.

Nathan askeri bilgileri önemli mali çıkarlara nasıl dönüştüreceğini iyi biliyordu. Waterloo Muharebesi zaferinden sonra hemen Birleşik Krallığın ihraç ettiği devlet tahvillerini satın aldı ve iki yıl bekledi. Bu bekleyişin ardından 1917 yılında tahvilleri yüzde 40 kârla sattı.

Nathan, olağanüstü bir mali zekaya sahipti. Devlet tahvilleriyle ilgili anlaşma, o dönem için çok yüksek bir fiyat olduğundan finans tarihindeki en cesur anlaşma olarak nitelendirildi. Rothschild ailesinin elindeki mali güç göz önüne alındığında elde edilen bu kâr, yine o dönem için çok büyük bir miktardı.

Rothschild ailesinin Mayer A. Rothschild’in torunları aracılığıyla nesiller boyu devam eden faaliyetleri, ‘yaşlı kıtayla’ (Avrupa kıtası) sınırlı kapmayıp ötesine uzandı.

Bu kadar da değil. Nathan'ın ölümünden sonra ailenin baronluğu en büyük oğlu Lionel Nathan Rothschild’e geçti. Lionel, ailenin İngiliz başkentindeki hisselerinin yönetimini devraldı.

İngiliz Avam Kamarası’nın ilk Yahudi üyesi olan Lionel, Kırım Savaşı'nın giderlerinin finansmanı için 16 milyon sterlin değerinde bir kredinin ayarlanması da dahil olmak üzere önemli mali işlerde yer aldı.

Lionel ayrıca Birleşik Krallık Başbakanı Benjamin Disraeli'ye (1804-1881) 1875 yılında Mısır'ın Süveyş Kanalı hisselerinden pay satın alması için gerekli mali desteği sağladı. Bu işlem, Birleşik Krallık Hazinesi'nden uzakta, tam bir gizlilik içinde yürütüldü ve tamamlanana kadar İngiliz Avam Kamarası’na bu konuda bilgi verilmedi.

Lionel N. Rothschild, aynı zamanda Mısır Valisi (Hidivi) İsmail Paşa’ya ve o dönemde devasa borçları olan Mısır’ın ileri gelenlerine bol miktarda kredi sağladı.

Lionel N. Rothschild ailenin bu iki ülkedeki kollarıyla iş birliği yaparak, Mısır'dan Fransa ve Avusturya'ya,uzanan demiryolları döşenmesi için başlatılan çalışmalara katıldı.

Bu projeleri, ailenin demiryolları projeleri başlatan ilk ülke olan Birleşik Krallık’taki kollarının uzmanlık ve deneyim alışverişini yansıtan öneminin ve başarısının boyutunu anladıktan sonra başlatan Lionel N. Rothschild, kendi adını taşıyan vakıf aracılığıyla İngiliz asıllı Güney Afrikalı politikacı ve kaşif Cecil John Rhodes'un Güney Afrika'da büyük bir elmas üretim ve ticaret imparatorluğu kurma çabalarını da finanse etti.

fervbfr
James Mayer de Rothschild tarafından yaptırılan ressam Eugène Lamy'ye yaptırılan ‘Le Grand Hall du château de Ferrières’ (Ferrières Kalesi'nin Büyük Salonu) adlı malikanesinin suluboya tablosu (Christie's)

Rothschild ailesi ve İsrail Devleti'nin kuruluşuna verdiği destek

Peki, Rothschild ailesinin İsrail Devleti'nin kuruluşunda herhangi bir rolü var mı?

Bu soruya cevap verebilmek için derinlemesine bir araştırma yapmanın yanında çok fazla nesnellik ve güvenilirliğe ihtiyaç var. Çünkü bunu yapmaya kalktığımızda adeta tersten okumaya benzeyen ilginç gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz.

Rothschild ailesi, 19’uncu yüzyılın sonlarında hepsi olmasa da genel olarak Avrupa ülkelerinin çoğuna ve özelde Birleşik Krallığı benimseyen diğer zengin Yahudi aileler gibi Siyonizm'in politik kurucusu Theodor Herzl’in Filistin topraklarında Yahudiler için bir ulus devlet kurma önerisini reddediyor gibi görünüyordu, ama neden?

Söz konusu aileler, bu fikrin sadakat açısından yol açabileceklerine dair bir endişe taşıyorlardı. Bu fikir, o dönem için toplumsal duruşlarını ve elbette mali durumlarını tehdit ediyordu. Mesele, Rothschild ailesinin, Herzl'in fikrine ve çağrısına karşı çıkan ve o dönemde ‘İngiliz-Yahudi Birliği’ adlı bir örgüt kurulmasına katkıda bulunduğu noktaya kadar geldi.

Rothschild ailesi bu tutumunu uzun süre devam ettirdi mi?

Tarih, bir tutumun daha sonra değiştiğini ortaya koymuştur. Bu tutum değişikliğinin arkasında, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasının Birleşik Krallık İmparatorluğu'nun çıkarlarına hizmet ettiği şeklinde daha geniş ve kapsamlı bir anlayış yatıyordu. Beklenen bu durumu destekleyen de Doğu Avrupa’da yaşayan ​​Yahudilerin Filistin'e göçünü İngiltere ve Batı Avrupa'dan uzaklaştıracak pratik bir çözüm olarak sunulması oldu.

Tarihi veriler, ailenin Birleşik Krallık’taki kolunun baronu ve oradaki Yahudi cemaatinin lideri Lionel Rothschild’in (1868-1937) kendisini İsrail'in ilk Cumhurbaşkanı Chaim Weizmann'a ve Polonyalı Yahudi gazeteci ve yazar Nahum Sokolow'a yakın hissettiğini ve bu iki ismin, Lionel Rothschild’i Yahudilerin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmaları için Birleşik Krallık hükümetinden yardım istemeye ikna edebildiklerini ortaya koyuyor.

Bu konuda hiç tereddüt etmeyen Lionel Rothschild, Balfour Deklarasyonu’nun yayımlanması ve Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Ordusu içinde ‘Yahudi Lejyonu’ adlı bir birlik kurulması için çaba sarf etti.

Ardından ailenin Fransa'daki kolunun lideri olan Edmond Rothschild (1845-1934), Yahudilerin Filistin'e göçünün finanse edilmesinde ve göç sırasında güvenliklerinin sağlanmasında rol oynadı. Daha sonra kendi adını taşıyan ve 1967 yılında İsrail ile Dayanışma Komitesi'nin başkanlığını üstlenen torunu, 1950'li ve 1960'lı yıllarda İsrail'e büyük yatırımlarda bulundu.

Komplo teorisiyle hedef alınan Rothschild ailesi

Rothschild ailesi geçmişte komplo teorileriyle hiç kandırıldı mı?

Komplo teorileri, meseleleri ve gerçekleri güç ve nüfuz sahiplerinin ‘entrikalarına’ indirgeyen ve bu karmaşık gerçeklerin basit ve yüzeysel bir anlatısını aktaran sahte hikayelerdir. Bu hikayelerle nüfuz sahiplerinin olayların gidişatını etkiledikleri, dünyadaki önemli gerçeklerin bir kısmının ya da tamamının onların isteklerine göre değiştirdikleri, modern dünyamızda olup biteni kontrol ettikleri iddia edilir.

Bu teoriler iki yönlü olarak birbirini destekliyor. Bunlardan birincisi yukarıdan aşağı yönlü olarak Rothschild ailesinin kurucusu Mayer A. Rothschild’in eleştiri oklarının hedefi olduğunu ve Avrupa kıtasının imkanlarını mali olarak manipüle ettiğine dair hikayeler anlatıldığını görüyoruz. İkincisi ise aşağıdan yukarı yönlü olarak Mayer A. Rothschild’in modern çağda yaşayan torunları aracılığıyla ailenin ve çeşitli kollarının şikayet ettiği konunun da bu olduğunu görüyoruz.

Belki de Rothschild ailesini inceleyen biri, 300 yıl öncesinden bugüne aileyle ilgili anlatılan çeşitli hikayeler arasında radikal bir ilişki olduğunu görecektir.

Avrupalılar, 19’uncu yüzyılda birçok sanatsal çizimi biliyordu. Bu da Mayer A. Rothschild ve ailesinin imajını çarpıtmaya katkıda bulundu. Belki de o dönem Avrupa'da hüküm süren ve İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna, Nazilerin Yahudi soykırımı nedeniyle tüm kıta vicdan azabı çekene kadar da sürmeye devam eden antisemitizm (Yahudi karşıtlığı) buna yardımcı olmuştu.

Ailenin halen kötü şöhretle anılmaya devam etmesinin belki de en ilginç kavşaklarından biri, Kovid-19 salgınının ortaya çıktığı dönemde ailenin virüsle ilişkilendirilmesi, virüsün yayılmadan yıllar önce ortaya çıkacağını bildiği ve aşı üreten şirketlerden maddi kazanç elde etmek için sessiz kaldığı şeklindeki haberlerin yayılması olabilir.

Aileyle ilgili yalan gibi görünen haberler arasında, gerçek dışı görünen bir rakam olan yaklaşık 500 trilyon dolara sahip olduğu ve ABD Federal Bankası'nın (FED) yarı ortağı olduğuna dair iddialar da yer alıyor.

Buradan bakıldığında Rothschild ailesinin fertleri, ‘dünyanın bütün günahlarından’ ve son otuz yılda insanlığın başına gelen ‘tüm hastalıklardan’ sorumlu gibi görünüyorlar.

Belki de bir finans imparatorluğunu yöneten böylesine efsanevi bir ailenin kendi çıkarlarını gözetmesi, ülkelerle ve hükümetlerle anlaşmalar yapması ve başka kurumlarla ve başta ABD’deki Rockefeller ailesi olmak üzere çeşitli ailelerle köken ve yol bakımından neredeyse benzer olan ilişki ağları örmesi gerekiyordur. Ancak her halükarda gerçek iki uç noktanın arasında bir yerde kalıyor ve birçok gerçeği yanılsamalarla iç içe geçiren komplocu hafıza harekete geçiyor.

Papa Francis aile fertlerinin elini öptü mü?

Rothschild ailesiyle ilgili son yıllarda dünyanın dört bir yanında çıkan haberlerden biri de 2020 yılının haziran ayı başlarında yayınlanan ve Papa Francis’in Vatikan’da Rothschild ailesinin zengin üyelerinin elini öperken görüldüğü bir görseldi.

O dönemde İtalyan göstergebilimci ve filozof Umberto Eco, Papa’yı ‘ahmaklar lejyonu’ olarak tanımladığı bu ünlü ve zengin aileye dalkavukluk yapmakla suçlayarak, Papa’ya karşı yoğun bir eleştiri kampanyası başlattı. Eco, olayın arkasında Vatikan Şehri ile Rothschild ailesi arasındaki derin mali ilişkilerin olduğunu, özellikle Avrupa'da, Papa Francis'i eski çağlardan beri Avrupa'da faaliyet gösteren gizli gruplarla, özellikle de Masonlarla ilişkileri olmakla suçlayan sesler yükseldiğinden belki de durumun mali ilişkilerden daha karmaşık olabileceğini öne sürdü.

Görsel, çeşitli yorumlarla dünyaya servis edildi. Hatta bir yorumda, “Hıristiyan dininde Papa dışında herkes Papa’nın elini öperken o da bu ailenin elini öpüyor” ifadeleri yer aldı. Tüm bunlar Papalık Makamı’nın statüsüne gölge düşürdü.

Peki görsel gerçek miydi yoksa Vatikan ile Rothschild ailesi arasındaki komplolar için kullanılan bir araç mıydı?

Ancak gerçek tamamen farklıydı. Papa Francis, 25 Mayıs 2014 tarihinde, yani görselin ortaya çıkmasından birkaç gün önce Kudüs ve Beytüllahim'i kapsayan Kutsal Topraklar’a yönelik bir ziyaret turuna başladı.

Bu ziyaret turu çerçevesinde Papa Francis, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi soykırımında hayatını kaybeden Yahudilerin anısına Kudüs'te inşa edilen Yad Vashem anıtını ziyaret etti ve burada anıt meşalesini yakarak çelenk koydu.

Papa ayrıca dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Başbakanı Binyamin Netanyahu ve hahamların katılımıyla soykırımdan sağ kurtulanlar için saygı duruşunda bulundu.

Burada Nazilerin yaptıklarından duyduğu üzüntüyü dile getiren Papa Francis, “Sen kimsin, insan mı? Artık seni tanımıyorum. Sen kimsin, insan mı? Kim oldun? Hangi vahşeti gerçekleştirmeyi başardın? Kendini iyinin ve kötünün efendisi ilan edebileceğini sana kim söyledi? Kim seni Tanrı olduğuna inandırdı? Kardeşlerinize işkence edip öldürmekle kalmadınız, kendinizi Tanrı olarak gördüğünüz için onları kendinize kurban ettiniz” ifadelerini kullandı.

Papa, o gün törene katılan ve Nazilerin soykırımından sağ kurtulan altı kişinin elini öptü. Sosyal medyada bu kişilerin Rothschild ailesinin üyeleri olduklarına dair söylentiler ortaya atıldı.

En nihayetinde bir ailenin ne melek ne de şeytan olduğu iddia edilebilir. Gerçekse her zaman bir yanda göreceli, diğer yanda iki uç ya da aşırı uçlar arasında bir yerde kalmaya devam eder.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabai’dan çevrilmiştir.



İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
TT

İsrail'in yeni ‘detayları’ Gazze anlaşmasının ilerlemesini tehdit ediyor

Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)
Gazze şehrinin güneyindeki Tel el-Heva mahallesinde yıkılmış binaların yanından geçen yerlerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsrail’de, Gazze Şeridi’ndeki ateşkes anlaşmasının hükümlerinde değişiklik ve yeni bir sınır hattı belirlenmesine yönelik tartışmalar yürütülüyor. Bu tartışmalar, arabulucuların ‘kritik’ olarak nitelendirdiği ikinci aşamaya geçişin yakın olduğuna dair değerlendirmelerle örtüşüyor.

Uzmanların Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalara göre söz konusu detaylar, İsrail’in 10 Ekim’de imzalanan ve Gazze’de İsrail’in geri çekilmesi ile güvenlik ve idari düzenlemeleri içeren anlaşmanın ikinci aşamasına ilerlemeyi geciktirme amacı taşıyan manevraları olarak değerlendiriliyor.

Bu belirsizlik ortamında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 29 Aralık’ta ABD Başkanı Donald Trump ile görüşeceği duyuruldu.

Netanyahu, pazar günü İsrail’de Almanya Şansölyesi Friedrich Merz ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “Bildiğiniz gibi birinci bölümü, yani ilk aşamayı tamamladık. Son rehine Ran Gvili’nin cenazesinin dönüşünün ardından yakında ikinci aşamaya geçmeyi bekliyoruz. Bu aşama daha zor, en azından ilki kadar zorlu olacak. Kimse Trump’ın Hamas’a baskı yaparak rehineleri serbest bırakmasını beklemiyordu ama bunu başardık. Şimdi ikinci aşamaya geçiyoruz: Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze Şeridi’nin silahlardan arındırılması. Üçüncü aşama ise Gazze’den aşırılığın temizlenmesi olacak” ifadelerini kullandı.

ABD basınında çıkan haberlere göre Trump’ın, Gazze barış sürecinin ikinci aşamaya geçtiğini Noel’den önce açıklaması bekleniyordu. Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail’in Gazze’nin bazı bölgelerinden çekilmesini, istikrar için uluslararası bir gücün konuşlandırılmasını ve Trump’ın liderliğinde oluşturulacak Barış Konseyi’ni içeren yeni yönetim yapısının devreye alınmasını kapsıyor.

İsrail Başbakanı’nın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına yaklaşılmasına yönelik açıklamalarının ardından, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Gazze Şeridi’ndeki sarı hattın yeni bir sınır hattı olduğunu söyledi. Zamir, Gazze’de yaptığı saha turu ve durum değerlendirmesi sırasında, “Hamas’ın yeniden konuşlanmasına izin vermeyeceğiz. Gazze Şeridi’nin geniş bölgelerini kontrol ediyoruz ve kontrol hatlarında konuşlanmış durumdayız. Sarı hat yeni bir sınır hattıdır; Gazze çevresindeki İsrail yerleşimleri için ileri bir savunma hattı ve aynı zamanda bir saldırı hattıdır” dedi.

Sarı hat, İsrail ordusunun ABD Başkanı’nın Gazze savaşını sonlandırma planının birinci aşaması kapsamında çekildiği hattı ifade ediyor.

ABD planına göre İsrail ordusu, Gazze Şeridi’nin yaklaşık yüzde 53’ünü oluşturan ve hâlen bulunduğu bölgelerden kademeli olarak geri çekilecek.

Mısırlı uluslararası güvenlik uzmanı Tümgeneral Ahmed eş-Şehhat, bu İsrail açıklamalarının ‘anlaşma için yeni bir tehdit oluşturduğunu, İsrail’in kötü niyet taşıdığını ve sarı hattın güvenlik hattından coğrafi bir sınıra dönüşme ihtimalinin Gazze’nin bölünmesi yönündeki planları güçlendirdiğini’ belirtti. Şehhat’a göre bu durum, anlaşmanın ikinci aşaması için uygun olmayan bir ortam yaratıyor.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava ise bu ayrıntıların ‘ikincil önemde olduğunu, Washington’ın himayesinde yürüyen bir anlaşma bulunduğunu ve İsrail’in buna uymak zorunda olduğunu’ ifade etti. Mutava, “İkinci aşamanın bu şekilde tartışılması için erken. Çünkü uluslararası kabul gören ve Arap dünyası tarafından desteklenen bir barış planı var; herhangi bir değişiklik kabul edilmeyecektir” dedi.

c
Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Cibaliye'de yıkılmış binaların arasında duran Filistinliler (AFP)

Diğer yandan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, pazar akşamı bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ‘Gazze Şeridi’nde ateşkesin her iki tarafça uygulanmasını güvence altına almak ve İsrail’in askeri operasyonlarını yeniden başlatmasına gerekçe oluşturabilecek herhangi bir durumu önlemek için uluslararası güçlerin konuşlandırılmasının gerekli olduğunu’ vurguladı.

Abdulati, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasını, İsrail’in ABD planında belirtilen hatlar doğrultusunda Gazze’den çekilmesini öngörmesi ve Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı kararıyla ilişkili olması nedeniyle ‘büyük önem taşıyan’ bir dönem olarak nitelendirdi. Bakan, ikinci aşamaya geçiş için ciddi ve hızlı adımlar atılması gerektiğini belirtti.

Abdulati’ye göre ikinci aşamanın hükümlerine uyulmasının temel güvencesi, şu anda ABD’nin -özellikle de Başkan Trump’ın- sürece doğrudan dahil olmasıyla sağlanacak.

Ahmed eş-Şehhat ise ABD’nin ikinci aşamanın başarıya ulaşmasında belirleyici rol oynayacağını, Washington’ın İsrail’in olası manevralarını engellemek için Netanyahu üzerinde gerçek baskı kurması gerektiğini ifade etti.

Mutava da Trump ile Netanyahu’nun aralık ayı sonunda yapacağı görüşmenin, ikinci aşamanın geleceğini ve Washington’ın anlaşmanın ilerlemesi için uygulayabileceği baskının sonuçlarını göstereceğini belirtti.


Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
TT

Yarısı Gazze’de İsrail ateşiyle olmak üzere bir yılda Dünyada 67 gazeteci öldürüldü: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarının yol açtığı yıkımdan bir kare (AP)

Dünya genelinde son bir yılda 67 gazeteci, görev başındayken ya da meslekleri nedeniyle hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından bugün açıklanan 2025 bilançosuna göre, bu ölümlerin yaklaşık yarısı Gazze Şeridi’nde İsrail güçlerinin ateşi sonucu gerçekleşti.

RSF, 1 Aralık 2024 – 1 Aralık 2025 döneminin, düzenli veya düzensiz silahlı kuvvetlerin yanı sıra organize suç örgütlerinin suç niteliğindeki uygulamaları nedeniyle gazeteciler için daha ölümcül bir yıl olduğuna dikkat çekti. Raporda, “Gazeteciler ölmez, öldürülür” vurgusu öne çıktı.

Bu açıklama, Cezayir’de bir temyiz mahkemesinin Fransız gazeteci Christophe Gleizes hakkında terörü övmek suçlamasıyla verilen yedi yıllık hapis cezasını onamasından yalnızca altı gün sonra geldi. RSF hâlihazırda 47 ülkede 503 gazetecinin cezaevinde bulunduğunu belirtti. Bu kişilerin 121’i Çin’de, 48’i Rusya’da, 47’si ise Burma’da (Myanmar) tutuluyor. Örgüt ayrıca, bazıları 30 yılı aşkın süredir kayıp olan 135 gazetecinin izine ulaşılamadığını ve çoğunluğu Suriye ile Yemen’de olmak üzere 20 gazetecinin kaçırıldığını kaydetti.

2023 yılı, 49 gazeteci ölümüyle son 20 yılın en düşük seviyesini oluşturmuştu. Ancak İsrail’in, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının ardından Gazze’de başlattığı savaş, bilanço trendini tersine çevirdi. RSF’nin güncel rakamlarına göre 2024’te 66, 2025’te ise 67 gazeteci öldürüldü.

RSF Yayın Direktörü Anne Bocandé, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Bu tablo, gazeteci nefretinin ve cezasızlığın kaçınılmaz sonucudur” dedi. Bocandé, hükümetlere “gazetecileri koruma görevine yeniden odaklanma” çağrısında bulunarak, “Gazetecileri hedef haline getirmekten vazgeçmeleri” gerektiğini söyledi.

RSF: İsrail ordusu gazetecilerin en büyük düşmanı

RSF raporu, İsrail ordusunu gazeteciler için ‘en tehlikeli aktör’ olarak tanımladı. Örgüte göre, son 12 ayda Filistin topraklarında 29 medya çalışanı görev sırasında öldürüldü. Ekim 2023’ten bu yana bölgede mesleki faaliyetleri sırasında veya dışında yaşamını yitirenlerle birlikte bu sayı en az 220’ye ulaşmış durumda.

Çatışma bölgelerinde gazetecilerin siviller gibi korunması gerektiğini vurgulayan RSF, İsrail ordusunun gazetecileri hedef aldığı iddialarının “defalarca ve güçlü biçimde” dile getirildiğini ve bu kapsamda savaş suçu şikâyetlerine konu edildiğini hatırlattı.

İsrail ise bu suçlamalara karşılık olarak, hedeflerinin Hamas unsurları olduğunu, Hamas’ın ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldığını savunuyor.

İsrail ordusu, örneğin El Cezire muhabiri Enes el-Şerif’in Ağustos ayında beş diğer basın çalışanıyla birlikte İsrail hava saldırısında öldürülmesine ilişkin olarak, El-Şerif’in “gazetecilik kisvesi altında faaliyet yürüten bir terörist” olduğunu iddia etmişti. RSF ise o dönemde, söz konusu suçlamaların “hiçbir temele dayanmadığını” açıklamıştı.

RSF’den Bocandé, gazetecilere yönelik itibarsızlaştırma kampanyalarının işlenen suçları meşrulaştırma girişimi olduğunu söyleyerek, “Ortada yanlışlıkla sıkılmış bir kurşun yok; bu gazeteciler, bölgede yaşananları dünyaya aktarabildikleri için bilinçli biçimde hedef alınıyor” dedi.

Meksika, üç yılın en kanlı dönemi

RSF, Meksika’nın da “son üç yılın en ölümcül dönemini” yaşadığını ve 2025’te dokuz gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi. Raporda, ölen gazetecilerin çoğunun yerel gelişmeleri takip ettiği, organize suç yapıları ile siyaset arasındaki ilişkileri ortaya çıkardığı ve öldürülmeden önce açık şekilde tehdit aldığı ifade edildi. Bu durum, 2024’te göreve gelen solcu Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum’un basın güvenliği vaatlerine rağmen gerçekleşti.

Ayrıca, Ukrayna’da üç, Sudan’da dört gazetecinin öldüğü kaydedildi. Raporda, farklı kurumların verilerinde yöntem ve kriter farklılıkları nedeniyle sayılarda değişiklik olabileceği hatırlatıldı.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ise internet sitesinde 2025 yılı içinde şimdiye kadar 91 gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi.


Benin hükümeti, pazar günkü darbe girişimi sonucunda can kayıpları olduğunu doğruladı

Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)
Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)
TT

Benin hükümeti, pazar günkü darbe girişimi sonucunda can kayıpları olduğunu doğruladı

Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)
Pazartesi günü Cotonou'daki Benin TV ve Radyosu'nun genel merkezinin yakınında bir askeri araç (Reuters)

Benin hükümeti, dün yapılan acil kabine toplantısının ardından, pazar günü gerçekleşen başarısız darbe girişimi sırasında ülkede çok sayıda kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu.

Yetkililer darbe planlayıcılarından bazılarını tutuklarken, diğerleri hala firarda. Bölge ülkeleri, özellikle askeri açıdan Benin'e destek olmak için harekete geçiyor.

Hükümet Genel Sekreteri Edward Owen-Oro, Kabine toplantısının tutanaklarında, "İsyanı düzenleyen küçük bir grup asker, Cumhurbaşkanı'nı devirmeyi, Cumhuriyet kurumlarının kontrolünü ele geçirmeyi ve mevcut düzene meydan okumayı planlıyordu" ifadelerini kullandı.

Owen-Oro, "Başlangıçta bazı generalleri ve üst düzey ordu subaylarını etkisiz hale getirmeye veya kaçırmaya çalıştılar" diye belirtti.

Hükümete göre pazar sabahı, Cumhurbaşkanı Patrice Talon'un konutu önünde Cumhuriyet Muhafızları ile darbeciler arasında "şiddetli çatışmalar" çıktı ve "her iki tarafta da kayıplar" yaşandı.

frg
Pazartesi günü Cotonou'daki Benin ulusal televizyon istasyonunun merkezinin yakınında bir askeri araç (AFP)

Hükümet ayrıca, darbecilerin bir başka saldırısında "ölümcül şekilde yaralanan" cumhurbaşkanının Genelkurmay Başkanı Orgeneral Bertin Bada'nın eşinin de hayatını kaybettiğini bildirdi.

Benin hükümeti, Nijerya'nın darbe girişimini engellemek amacıyla pazar günü Benin'de hava saldırıları düzenlediğini açıkladı.

Kabine toplantısının ardından, darbecilerin iki Beninli subayı, bir generali ve bir albayı kaçırdığı, ancak dün sabah kaçırılanların serbest bırakıldığı belirtildi.