Financial Times: AUKUS üyeleri Çin'i caydırmak için güvenlik anlaşmasını genişletmeyi düşünüyor

AUKUS ülkelerinin liderleri (AP)
AUKUS ülkelerinin liderleri (AP)
TT

Financial Times: AUKUS üyeleri Çin'i caydırmak için güvenlik anlaşmasını genişletmeyi düşünüyor

AUKUS ülkelerinin liderleri (AP)
AUKUS ülkelerinin liderleri (AP)

Financial Times'ın haberine göre ABD, İngiltere ve Avustralya yarın (pazartesi) AUKUS güvenlik anlaşmasına yeni üyelerin dahil edilmesi konusunda görüşmeler yapacaklarını açıklayacak. Bu gelişme, Washington'un Çin'i caydırmak için Japonya'nın da anlaşmaya katılmasını ısrarla istediği bir döneme denk geldi.

Financial Times'ın bilgi sahibi kaynaklardan aktardığına göre AUKUS üyesi ülkelerin savunma bakanları tarafından yapılacak duyuru, anlaşmanın kuantum bilişim ve denizaltı yetenekleri, hipersonik silahlar, yapay zekâ ve siber teknoloji gibi teknolojilerin ortak geliştirilmesini taahhüt eden ‘İkinci Sütun’ (Pillar Two) üzerine olacak.

Reuters'e göre Financial Times, üyelerin Avustralya'ya nükleer güçle çalışan saldırı denizaltıları sağlamayı amaçlayan anlaşmanın ilk ayağını genişletmeyi düşünmediklerini söyledi.

Üç ülke, Çin'in Hint-Pasifik bölgesinde artan gücüne karşı koyma çabalarının bir parçası olarak 2023 yılında AUKUS anlaşmasını açıklamıştı.

Çin, AUKUS anlaşmasını tehlikeli olarak nitelendirdi ve bölgesel bir silahlanma yarışına yol açabileceği uyarısında bulundu.

ABD Başkanı Joe Biden, Çin'in tarihi bir askeri yığınak yaptığı ve bölgedeki varlığını daha da sağlamlaştırdığı bir dönemde, Japonya ve Filipinler de dahil olmak üzere Asya'daki ABD müttefikleriyle ortaklıklarını güçlendirmeye çalışıyor.

ABD'nin Tokyo Büyükelçisi Rahm Emanuel, geçtiğimiz çarşamba günü Wall Street Journal'da yayınlanan bir makalesinde Japonya'nın ‘İkinci Sütun ortağı olmanın eşiğinde’ olduğunu yazdı.

Üst düzey bir ABD yönetim yetkilisi geçtiğimiz çarşamba günü Reuters'e yaptığı açıklamada, Japonya'nın katılımıyla ilgili olarak önümüzdeki hafta bir tür duyuru yapılmasının beklenebileceğini söyledi, ancak ayrıntı vermedi.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi bir kaynak, Biden'ın çarşamba günü Washington'da ağırlayacağı Japonya Başbakanı Fumio Kishida ile AUKUS'un Japonya'yı da kapsayacak şekilde genişletilmesi konusunu görüşeceğini söyledi.

Medyaya konuşma yetkisi olmadığı için isminin açıklanmaması koşuluyla konuşan kaynak, Avustralya'nın Kanberra'ya nükleer enerjiyle çalışan denizaltılar sağlama konusunda daha fazla ilerleme kaydedilmeden yeni projelere başlamaktan endişe duyduğunu da sözlerine ekledi.

Financial Times'ın haberiyle ilgili yorum talebini yanıtlayan bir sözcü, Avustralya Savunma Bakanı Richard Marles'in ‘kamuoyuna ve Japonya'ya, hayati önem taşıyan savunma ve güvenlik yetenekleri çalışmaları ilerledikçe AUKUS'un İkinci Sütunu’na girecek yakın ortaklar için fırsatlar arayacağını söylediğini’ belirtti.

Sözcü yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Japonya, Avustralya için vazgeçilmez bir savunma ortağı… AUKUS’un İkinci Sütunu’nda yer alan projelere ilave ülkelerin katılımı üçlü karara tabi olacak ve duyurulacak.”

ABD, Japonya'nın İkinci Sütun’a katılımı konusunda istekli olsa da yetkililer ve uzmanlar, Japonya'nın daha iyi siber savunmaları korumak için daha katı kurallar benimsemesi gerektiğinden engellerin devam ettiğini söylüyor. Biden, Kishida ve Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr'ın perşembe günü üçlü bir zirve gerçekleştirmesi planlanıyor.



İran'ın nükleer programını yok etme zamanı geldi

Trump, İran ile yeni bir nükleer anlaşmaya varmaya çalışıyor (Independent Arabia)
Trump, İran ile yeni bir nükleer anlaşmaya varmaya çalışıyor (Independent Arabia)
TT

İran'ın nükleer programını yok etme zamanı geldi

Trump, İran ile yeni bir nükleer anlaşmaya varmaya çalışıyor (Independent Arabia)
Trump, İran ile yeni bir nükleer anlaşmaya varmaya çalışıyor (Independent Arabia)

John Bolton

Donald Trump'ın İran ile nükleer programı hakkındaki müzakereleri yeniden başlatma niyetini öğrendiğinde en çok şaşıran kişi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu. İki liderin 7 Nisan'da Washington'da gerçekleştirdiği görüşmede Netanyahu, ABD'nin de muhtemel katılımıyla İran'ın nükleer ve füze programlarına yönelik olası bir saldırı planını tamamlayabileceğinden neredeyse emindi. Görüşmelerin gündeminde başta Trump'ın dost ve düşmanlarına karşı sürdürdüğü ticaret savaşı olmak üzere, elbette başka konular da vardı. Ancak İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturan İran nükleer tehdidi en öne çıkan ve acil konuydu.

 

Ancak Trump, basında çıkan çeşitli haberlere göre Netanyahu'yu geri çevirdi. ABD-İran arasında 12 ve 19 Nisan'da yapılan birinci ve ikinci görüşmelerden somut bir ilerleme sağlanamasa da iki taraf “teknik” görüşmelerin ardından 26 Nisan'da yeniden bir araya gelme konusunda anlaştılar. Burada Trump belki de beyzbolun en önemli kurallarından birini hatırlasa iyi olur; “bir oyuncu üç kez ıskalarsa oyundan çıkar.”

İran'ın nükleer silah elde etme yolundaki amansız çabaları ve bunun yarattığı ciddi tehditler, bu güce karşı önleyici bir saldırının gerekçesini Netanyahu ve birçok İsrailli ve Amerikalı için tartışmasız kılıyor. Bu nedenle İsrail, haklı olarak Trump'ın İran'ın nükleer programını yok etmesinin tamamen haklı bir adım olduğunu düşüneceğine inanıyordu.

Hiç kimse İsrail'in aceleci veya pervasız davrandığını söyleyemez. İran, otuz yıldır nükleer silaha sahip olma arayışında ve tehlike her geçen gün büyüyor. Mollaların bu yöndeki stratejik kararını hiçbir etken değiştirmedi ne diplomasi ne yaptırımlar, hatta ne de güç kullanımı tehdidi. İran hem nükleer hem de füze programında açık ve tehlikeli ilerlemeler kaydetti. Bu sebeple uzun zamandır beklenen askeri güç kullanımına ilişkin karar her zamankinden daha acil hale geldi.

Dış dünyanın İran'ın kapasitesi hakkında bildikleri kendi başına rahatsız edici olsa da daha da tehlikelisi, zayıf istihbarat ve uluslararası denetimsizlik nedeniyle bilmediklerimizdir. Tahran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) çalışmalarını engellemeye devam ediyor ve müfettişlerinin, nükleer silah geliştirme konusunda önemli çabaların yürütüldüğü hassas askeri tesislere girişini engelliyor. Ayrıca, Kuzey Kore ile yakın iş birliği içinde olması sebebiyle İran'ın nükleer silaha sahip olma ihtimalinin düşünülenden daha yakın olması mümkün. Örneğin, 2007 yılında İsrail tarafından yerle bir edilen Suriye'deki Deyr ez-Zor nükleer tesisinin inşasına Kuzey Kore'nin yaptığı katkı da bunu doğruluyor. Pakistanlı nükleer bilimci Abdulkadir Han hem Tahran'a hem de Pyongyang'a uranyum zenginleştirme ve silah tasarımına ilişkin ön planlar sundu. Bu, İran'da keşfedilebilecek olanların, tesisleri Kuzey Kore'ye taşınmış ve yerin altında tespit edilmesi zor şekillerde gizlenmiş daha geniş bir programın sadece bir parçası olabileceği anlamına geliyor.

Bu nedenle İsrail'in sorusu, İran'ın nükleer programına saldırıp saldırmayacağı değil, ne zaman saldıracağı ve bunu tek başına mı, yoksa ABD'nin yardımıyla mı yapacağıdır. Stratejik açıdan Washington, İran'ın nükleer hedeflerine karşı askeri eylemde bulunmak için her türlü gerekçeye sahip. Bu programın tehdidi sadece İsrail'i değil, tüm dünyayı tehdit ediyor. Mollalar 30 yıldır İran'ı nükleer bir güce dönüştürmeye çalışıyorlar ve bunun başkaları için ne gibi sonuçlar doğuracağını umursamıyorlar. ABD bu tehdidi ortadan kaldıracak imkânlara sahip ve bu imkânları kullanmaya karar verirse tam bir siyasi ve ahlaki haklılığa da sahip olacaktır. Dolayısıyla İran tehdidinin etkisiz hale getirilmesinde İsrail'e destek vermek son derece mantıklıdır.

Ancak Trump belki de bu zor kararı verecek kararlılığa veya karaktere sahip değil. Haberler, yönetimi içinde İran'a karşı güç kullanımı konusunda bölünmeler olduğuna işaret ediyor. Çok nitelikli olmayan birçok üst düzey yetkili bu yaklaşıma karşı çıkıyor. Her ne kadar ortak bir ABD-İsrail saldırısı muhtemelen daha etkili olsa da Washington'un katılımı gereksiz, çünkü İsrail güçleri İran'ın nükleer programını yok edebilecek veya İran daha sonra bakım çalışmaları yürütse de uzun vadede kendisini büyük ölçüde felç edebilecek kapasitede. Eğer İsrail harekete geçmeye karar verirse, sadece İran'ın nükleer altyapısına kısmen zarar vermekle kalmamalı, onu tamamen yok etmelidir. Şu andan daha iyi bir zaman olmayabilir.

İster Amerikan desteğiyle ister onsuz gerçekleşsin, İsrail saldırıları sonrasında, Ayetullahların, asıl korktukları şey İran halkının tepkisidir. Zira Ortadoğu'daki nüfuzlarının çoğunu kaybettiler ve şimdi acilen terörist vekil ağlarını yeniden inşa etmeye çalışırken, aynı zamanda içeride de rejimi sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Suriye'de Esed'in devrilmesi, 7 Ekim'den bu yana Hizbullah, Hamas ve Husilerin üst üste aldığı darbelerle birleşince, İran'ın kendi içinde de bir gerginlik ve karşılıklı suçlama ortamı oluştu.

1979 devriminin temelleri her zamankinden daha zayıf. Nükleer programın yok edilmesi, İran içinde halkın öfkesini ateşleyecek kıvılcım olabilir ve halkın sonunda rejime karşı ayaklanmasına ve liderliğini devirmesine yol açabilir. Ayetullahlar İsrail saldırılarından ve uluslararası yaptırımlardan kaçınmak için çırpınıyorlar. Washington ile uzun süreli müzakerelere girmek onlara bir can simidi sunacaktır.

En tehlikeli devletin en ölümcül silaha sahip olma çabasına karşı duranlar için Margaret Thatcher'ın bir zamanlar tavsiye ettiği gibi, şimdi tereddüt etme zamanı değil. Tahran ile sonuçsuz müzakerelere son vermeli ve dünyayı nükleer bir İran'dan korumak için harekete geçmeliyiz.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.