Moskova ile Kiev arasındaki “kilise savaşı” İskenderiye'ye kadar uzandı

Hem Rusya hem de Ukrayna, dini söylemi milliyetçi gündemlerini desteklemek için kullandı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’e çiçek verirken (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’e çiçek verirken (AFP)
TT

Moskova ile Kiev arasındaki “kilise savaşı” İskenderiye'ye kadar uzandı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’e çiçek verirken (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill’e çiçek verirken (AFP)

İsa en-Nehari

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, yalnızca Kiev, Zaporijya ve Donetsk’te değil, kilisede de yaşanıyor. Kilisenin savaşa dahil olması, her iki ülkenin medya ve siyasi çevrelerinin kitlelerin sempatisini kazanma çabalarında ve milliyetçilik odaklı nüfuz mücadelesinde dinin rolünü ortaya koyuyor.

'Kilise savaşı', Rus Ortodoks Patriği Kirill'in Rusya-Ukrayna savaşında Rusya’nın yanında yer almasıyla daha da netleşti. Kirill'in Patrik olarak seçildiği 2009 yılındaki törene dönemin başbakanı olarak katılan Vladimir Putin ile arasındaki giderek yakınlaşan ilişkisi göz önüne alındığında Kirill’in ağırlığını Rusya’dan yana koyması şaşırtıcı olmadı.

Öte yandan Ukrayna hükümeti 2019 yılında Batı yanlısı bir Ortodoks kilisesinin kurulmasına destek verdi. Dünyada ‘Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi’ olarak bilinen İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi tarafından bağımsızlığı tanınan Ukrayna Ortodoks Kilisesi, hükümet tarafından 1970 yılında kurulan Ukrayna'daki daha büyük kilisenin etkisine ve nüfuzuna karşı koymak için kullanıldı. Ukrayna Ortodoks Kilisesi (Kiev Patrikliği), bağlarını koparıp tam bağımsızlığını ilan ettiği Mayıs 2022'ye kadar Rusya Ortodoks Kilisesi’ne (Moskova Patrikliği) bağlıydı.

Kilise savaşı, Rusya ve Ukrayna sınırlarında kalmadı. Moskova, Ortadoğu ve Afrika'da kendi davası için destek toplamaya devam etti. Ukrayna'daki yeni kiliseyi tanıyan kiliselere karşı çıktı. Ayrıca bazı ABD’li Hıristiyanları ve Amerikan sağını da yanına çekmeye çalıştı. Putin'in Batılı liberal değerleri kınayan açıklamaları, muhafazakarların Rusya'ya yönelik olumlu duygularını harekete geçirdi.

Ukrayna savaşının ardından ortaya çıkan kilise savaşı, 2023 yılında yayımlanan “Kutsal Rusya mı? Kutsal Savaş mı? Rus Ortodoks Kilisesi Neden Ukrayna'ya Karşı Putin'i Destekliyor?” (“Holy Russia? Holy War?: Why the Russian Church is Backing Putin Against Ukraine”) adlı kitabı kaleme alan ABD’li araştırmacı yazar Dr. Katherine Kelaidis’e ilham verdi. Dr. Kelaidis kitabında, Rusya Devlet Başkanı Başkan Putin ile Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill arasındaki çarpıcı ittifakı ve bunun Moskova'nın uluslararası imajı üzerindeki etkilerini ele aldı.

Kutsal Rusya mı? Kutsal Savaş mı? Rus Ortodoks Kilisesi Neden Ukrayna'ya Karşı Putin'i Destekliyor? kitabının kapağı (Amazon)

“Ahlak bekçisi” olarak Rusya

Dr. Kelaidis, Independent Arabia'ya verdiği röportajda Rusya'nın kimliğinin büyük bir kısmının geçmişteki ‘Ortodoksluğun koruyucusu’ algısına dayandığını ve Hıristiyan ahlakının koruyucusu olarak görüldüğünü söyledi. Dr. Kelaidis’e göre Rusya, Ukrayna'ya karşı savaş başlattığında bu imajını destekleyen yoğun çabalar sarf etti ve savaşı ‘Doğu'nun Hıristiyanlığı’ ile ‘Batı'nın çöküşü’ arasındaki bir mücadele olarak göstermeye çalıştı. Dr. Kelaidis, Moskova’nın aynı zamanda Ukrayna'yı farklı kılan kültürü ve Kiev'in Slav inancının merkezi olma statüsünü de silmeye çalıştığını vurguladı.

Savaş devam ederken Rusya, siyasi değil tarihi nedenlerle Rus Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olan Ukrayna'nın en eski ve en büyük kilisesi olan Ukrayna Ortodoks Kilisesi'ni destekliyordu. Ancak Ukrayna Ortodoks Kilisesi savaşı protesto etmek amacıyla Rus Ortodoks Kilisesi’nden ayrıldı. Dr. Kelaidis’e göre Ukrayna hükümeti, bundan önce Rusya ile olan bağlarını bir tehdit olarak gördüğünden Ukrayna Ortodoks Kilisesi'ni baskı altına almak için çeşitli önlemler almış ve Moskova'yı bazı din adamlarını ve dini mekanları casusluk amacıyla kullanmakla suçlamıştı.

Dr. Kelaidis, Patrik Kirill'in bir arada yaşamayı ve Kremlin'in izin verdiği ölçüde kilisenin başı olarak etkisini en üst düzeye çıkarmayı seçtiğini söylüyor (Athens Democracy Forum/Atina Demokrasi Forumu)

Ukrayna hükümetinin Rusya karşıtı milliyetçi söylemlerini yoğunlaştırdığı bir dönemde, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ukrayna Ortodoks Kilisesi'nin bağımsızlığını tanıdı. Dr. Kelaidis, Ukrayna Ortodoks Kilisesi'nin bağımsızlık kararının arkasında ‘açıkça siyasi nedenler’ olduğunu, Kiev hükümetinin İstanbul Rum Ortodoks Patrikliğine kilisenin bağımsızlığını tanıması için baskı yaptığını ve kendilerine sorulması halinde kilisenin ‘köklerinin Slav Ana Kilisesine dayandığını’ ve bir yenilik olmadığını söyleyeceklerini vurguladı.

Yom Kippur vaazı

Rusya’da milliyetçiliği teşvik etmek için dini söylemin kullanılmasının en bariz örneği, Patrik Kirill’in 2022 martında Yom Kippur'da verdiği vaaz oldu. Patrik Kirill, Batı'nın Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy hükümetine verdiği desteği ‘yozlaşmış’ diyerek eleştirdiği vaazında, Rusya'nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın iyi ve kötü güçler arasında kutsal bir savaş olduğunu ve Rusya'nın Slav inancının anası olan Ukrayna'yı savunmak için Tanrı tarafından seçildiğini açıkça ifade etmişti.

Dr. Kelaidis kitabında, Patrik Kirill’in Rusya Ortodoks Kilisesi’ni Kremlin’e yaklaştırarak eski prestijini yeniden kazandırma çabalarına ve 2009 yılında Patrik olduktan sonra Putin yönetimiyle derinleşen ilişkisine ve aynı yıl, Putin'in büyükannesinin torununu bebekken vaftiz ettirmek istediğinde St. Petersburg'daki bir rahibe götürdüğüne ve bu rahibin Kirill'in babası olduğuna dair uydurma olması muhtemel bir hikâyenin dilden dile nasıl dolaştığına işaret ediyor.

Kitabında kilise ile Kremlin arasındaki bu ittifakı Kirill’in şahsı üzerinden anlamak için Kirill'in aile geçmişine ışık tutan Dr. Kelaidis, Kirill'in büyükbabasının, Sovyetler Birliği'nin ikinci lideri Joseph Stalin döneminde hapse atılan ve komünist ayaklanmaya katılmayı reddettiği için toplama kampında ölen bir din adamı olduğunu, ancak babasının bir rahip olarak Sovyetler Birliği'nin yapısına uygun hareket ettiğini aktarıyor. Yazar Dr. Kelaidis’e göre Kirill’e anlatılan hikayelerde ‘hükümete direnmek ya da onunla bir arada yaşamak’ şeklinde iki seçeneğe yer verildiğinin altını çiziyor.

Kirill’in, Kremlin’in izin verdiği ölçüde kilisenin başı olarak varlığını sürdürmeyi ve nüfuzunu en üst düzeye çıkarmayı seçtiğini ve kürtaj gibi Kremlin'i kızdırabilecek dini konulara girmekten kaçındığını belirten Dr. Kelaidis, şunları söylüyor:

“Rusya dünyada kürtajın en çok yapıldığı ülkelerinden biri, ancak Kirill devlete meydan okumaktan kaçınıyor. Bununla birlikte Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ayasofya'yı camiye çevirmeye karar verdiğinde tek kelime dahi etmedi.”

ABD’liler Putin'e güveniyor

Rusya'nın Hıristiyan dünyasını etkileme çabalarında en büyük rakibi ABD'nin bazı çevrelerinin entelektüel ve siyasi kalelerine nüfuz etmiş olmasının dikkat çekici olduğunu vurgulayan ABD’li araştırmacıya göre Kremlin, Rusya Ortodoks Kilisesi'ni yumuşak gücünün bir aracı olarak kullanmasaydı ve ‘kutsal savaş’ gibi ifadeleri öne çıkarmasaydı, bu gerçekleşemezdi.

Dr. Kelaidis, şöyle devam etti:

“Eğer elinizde bir zaman makinesi olsaydı ve 1961 yılına gitseydiniz, Cumhuriyetçi Parti'nin çoğunluğunun bir gün Rusya devlet başkanına ABD başkanından daha fazla güveneceğine dair bahse girseydiniz, bu bahsi kesinlikle kaybederdiniz.”

Yazara göre Putin'in ‘Batılı değerler’ aleyhinde konuşması ve ‘Batı gündeminin dayattığı cinsel sapkınlıkları’ eleştirmesi doğaçlama değil, aksine Putin'in geleneksel muhafazakâr bir adam imajıyla kendi tarafına çekmek istediği dünyanın dört bir yanındaki muhafazakâr Hıristiyanların endişelerini yansıtıyor.

Ülkelerin sınırları içinde kalmayan bir kavga

Moskova ve Kiev arasındaki kilise savaşı, Hıristiyanlığın İslam'dan sonra nüfus olarak en yaygın ikinci din olduğu Mısır'a kadar uzandı. Dr. Kelaidis’e göre bu savaş Rusya, Mısır ve Sahra altı Afrika'daki kiliseler üzerinde otoritesi olan İskenderiye Ortodoks Kilisesi'nin de altını oymaya çalıştı. Şarku’l Avsat’ın Independet Arabia’dan aktardığı analize göre Kahire'de ayrılıkçı bir kilisenin kurulmasına destek verildi ve İskenderiye Ortodoks Kilisesi, Kiev’in desteklediği Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin bağımsızlığını tanıdığı için eleştirildi.

Rusya, Kosta Rika gibi nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olsa bile, dış politikası açısından önemli olmayan ülkelerde bu tür bir baskı uygulama ihtiyacı duymuyor.

Bu savaştaki büyük resim, Batı'daki insanların geleneksel olarak dini anlama biçimlerinin değişmekte olduğunu gösteriyor. Batı’da insanlar artık teolojik varsayımları ve meseleleri önemsemiyor. Oysa 16. yüzyılda Hıristiyanlar ‘arınma ve vaftiz’ gibi meseleler yüzünden birbirlerini öldürüyorlardı. Bugün ise Ukrayna'nın NATO üyeliği gibi, Dr. Kelaidis’in ‘laikliğin nihai zaferi’ olarak tanımladığı siyasi meseleler yüzünden savaşıyorlar.

Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.