Erdoğan'ın Washington ziyareti neden ertelendi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden’ın Brüksel'deki görüşmesinden bir kare, 14 Haziran 2021 (DPA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden’ın Brüksel'deki görüşmesinden bir kare, 14 Haziran 2021 (DPA)
TT

Erdoğan'ın Washington ziyareti neden ertelendi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden’ın Brüksel'deki görüşmesinden bir kare, 14 Haziran 2021 (DPA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden’ın Brüksel'deki görüşmesinden bir kare, 14 Haziran 2021 (DPA)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında mayıs ayında Beyaz Saray'da yapılması beklenen görüşmenin ertelenmesi tartışma yarattı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden'ın başkanlık döneminde Washington’a gerçekleştirmesi planlanan bu ilk ziyaretinin ertelenmesinin nedenini ‘birbiriyle uyuşmayan diplomatik programlar’ olarak açıkladı. Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyareti için daha sonra ‘her iki taraf için de uygun’ bir tarihin belirleneceğini söyleyen Keçeli, Türkiye ile ABD arasındaki üst düzey görüşmelerin devam edeceğini vurguladı.

Ziyaretle ilgili tartışmalar

Geçtiğimiz hafta Türk basınında yer alan ziyaretin ABD tarafından ‘iptal edildiği’ yönündeki haberler, Cumhurbaşkanlığı'na yakın kaynaklar tarafından yalanlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Biden’ın başkanlığı döneminde ABD'ye yapması planlanan bu ilk resmi ziyaretin iptaline ilişkin son günlerde artan spekülasyonlar, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby'nin perşembe günü yaptığı ‘planlanmış bir şey yok’ açıklamasıyla daha da alevlendi. Ardından ABD'nin Ankara Büyükelçisi Jeffry L. Flake, cuma günü İstanbul'da yapılan Türkiye - ABD İş Konseyi toplantısı sırasında ‘ziyaret için hazırlıkların devam ettiğini ancak resmi açıklamanın planlanan tarihe yakın bir zamanda yapılacağını’ açıkladı.

dcvrftb
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden’ın, NATO Zirvesi sırasında yaptıkları ikili görüşmeden bir kare, 11 Temmuz 2023 (Reuters)

ABD'li bir muhabir, Beyaz Saray’daki haftalık basın brifingi sırasında Kirby'ye “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki hafta içinde Beyaz Saray'a bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor. Erdoğan geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul'da Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi ağırladı. Görüşmeler sırasında bu konu da gündeme gelecek mi, yoksa ziyarete gölge düşürür mü? diye sordu.

Kirby, şu yanıtı verdi:

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretine ilişkin programlanmış bir şey yok. Dolayısıyla bu konuda bir yorum yapamayacağım. Bu konu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşmeleri sırasında konuşulacak. Hamas'a, kim olduklarına ve neyi savunduklarına ilişkin tutumumuzu açık bir şekilde ortaya koyduk.

Türk basınında üst düzey yetkililere ve diplomatik kaynaklara dayandırılan haberlerde Kirby'nin açıklamasının gerçeği yansıtmadığı ve ziyaretin planlandığı gibi gerçekleşeceği bildirildiyse de Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Keçeli, cumayı cumartesiye bağlayan gece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinin ertelendiğini açıkladı.

Erdoğan-Heniyye görüşmesinin etkisi

Erdoğan hükümetine yakın kaynaklar, geçtiğimiz hafta Odatv haber sitesinde yayınlanan ‘ziyaretin Washington'ın İsrail'e 26 milyar dolarlık yardım paketini onaylamasının ardından iptal edildiği’ haberini teyit etmeyi reddettiler.

Geçtiğimiz pazartesi günü Erdoğan'a Irak ziyaretinde eşlik eden ve iktidara yakınlığıyla bilinen Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, ABD'nin ziyareti iptal etmediğini ve hazırlıkların devam ettiğini söyledi. Erdoğan'ın ilgili birimlere ziyaretin iptal edilmesi ya da ertelenmesi yönünde herhangi bir talimat vermediğini belirten Selvi, ABD'nin İsrail'e yardımı konusunun Türkiye tarafından bilindiğini ve ‘Washington ile ilişkilerini etkilemediğini’ vurguladı.

fvgvb gfb
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Henniye ile tokalaşırken, 20 Nisan 2024 (DPA)

Biden'ın başkanlık süresinin bitmesine sadece yedi ay kaldığına dikkati çeken Selvi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyaretinin ortak çıkarlara ilişkin konuları görüşmek üzere ‘hem Türkiye hem de ABD için önemli bir fırsat’ oluşturduğunun altını çizdi.

Ziyaretin önündeki olası engellerden birinin ABD’li bir grubun ve ABD'deki İsrail lobisinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Hamas Siyasi Büro Başkanı Heniyye ile görüşmesinin ardından Erdoğan-Biden görüşmesinin gerçekleşmesini engelleme çabaları olduğunu düşünen Selvi, “İsmail Heniyye ile Erdoğan görüşmesinden sonra ABD tarafında bir grup, Erdoğan-Biden görüşmesini engellemek istiyor. Erdoğan-Haniye fotoğrafından sonra verilecek bir Erdoğan-Biden fotoğrafının seçimlerde aleyhlerine olacağını düşünüyorlar” yorumunda bulundu. Selvi, söz konusu tarafların ziyaretin iptal edilmesi için Türkiye'nin inisiyatif almasını tercih edeceklerini de sözlerine ekledi.

NATO kartı

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyareti için yeni bir tarih belirlenmemesi halinde, Biden-Erdoğan görüşmesinin önümüzdeki temmuz ayında Washington'da yapılması planlanan NATO Zirvesi sırasında artık geleneksel hale gelen gayri resmi görüşme şeklinde gerçekleşmesi bekleniyor.

sdvrfbt
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte, İstanbul'da bir araya geldi, 26 Nisan 2024 (EPA)

Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in yerine seçilecek isim yarışını kullanarak ülkesinin çıkarlarını önde tutmaya çalışıyor. Erdoğan, geçtiğimiz cuma günü İstanbul'da NATO Genel Sekreterliği görevi için adaylardan biri olan Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile görüştü. Erdoğan Rutte'un adaylığıyla ilgili görüşmeleri, bazı NATO ülkelerinin Türkiye'ye uyguladığı savunma sanayi ihracatına yönelik kısıtlamaları kaldırılmaları konusunda destekleyici bir pozisyon kazanmak için kullanmaya çalıştı.

Erdoğan, Rutte ile birlikte düzenlediği basın toplantısında Türkiye’nin NATO Genel Sekreteri seçimiyle ilgili kararını ‘stratejik ve adil düşünce’ çerçevesinde vereceğini söyledi. NATO’nun bazı üyelerinin bazı diğer üyelerin savunma sanayisine uyguladığı kısıtlamaların ve engellerin kaldırılmasının önemli olduğunu vurgulayan Erdoğan, NATO Genel Sekreterliği için adı geçen bir diğer isim olan Romanya Cumhurbaşkanı Klaus Iohannis ile geçtiğimiz hafta yaptığı telefon görüşmesinde de bunu belirttiğini sözlerine ekledi.

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki gümrük birliği anlaşmasının modernize edilmesi çalışmalarına başlanması gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara'nın bu konuya verdiği önemi görüşmeleri sırasında Rutte ile de paylaştığını belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB'nin Türkiye ile ilişkilerini ‘adalet ve stratejik perspektif’ çerçevesinde ele alması konusunda Hollanda'dan destek beklediğini de ifade etti.

Hollanda parlamentosu, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Hollanda ziyareti sırasında Türkiye-AB Gümrük Birliği modernizasyonunu için Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 2017 yılından bu yana tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile sivil toplum aktivisti ve iş adamı Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılmasına ilişkin kararları uygulamasını şart koşan öneriyi kabul etmişti.



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.