Cumhurbaşkanı Erdoğan: Millî iradeyi gasbetmeye yönelik gizli, açık nice girişimle karşılaştık

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Millî iradeyi gasbetmeye yönelik gizli, açık nice girişimle karşılaştık
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Millî iradeyi gasbetmeye yönelik gizli, açık nice girişimle karşılaştık

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Millî iradeyi gasbetmeye yönelik gizli, açık nice girişimle karşılaştık

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Siyasette rotamızı bugüne kadar hep milletimiz çizdi. Biz de milletin belirlediği yoldan hiçbir zaman sapmadık. İstişarelerimizi milletimizle yaptık” dedi.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi’nde düzenlenen Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’na katılarak bir konuşma yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yılın ilk toplantısında dava ve yol arkadaşlarıyla birlikte olmaktan büyük bir bahtiyarlık duyduğunu belirtti.

İl başkanları toplantısının sonuncusunu 30 Kasım'da yaptıklarını, 31 Mart seçimleriyle ilgili ön hazırlıklarını değerlendirdiklerini anımsatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kampanya döneminde il ziyaretleri vesilesiyle il başkanlarıyla görüştüğünü, yakın istişare hâlinde olduklarını söyledi.

“TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ STANDARDININ NEREDEN NEREYE GELDİĞİNİ TÜM DÜNYAYA BİR KEZ DAHA GÖSTERDİK”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ziyaret ettikleri 52 ilde halkın nabzını tutmanın yanı sıra seçim çalışmalarını da sahada bizzat görme fırsatı bulduklarını, yine bu ara dönemde Seçim İşleri Başkanlıkları ve Seçim Koordinasyon Merkezi temsilcileriyle münhasıran bir araya geldiklerini bildirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "31 Mart seçim çalışmalarımızı çok yoğun bir şekilde devam ettirirken teşkilatlarımızla irtibatımızı daima en üst seviyede tuttuk. 31 Mart Mahallî İdareler Seçimleri rekabet seviyesi yüksek bir atmosferde, demokrasi şöleni havasında gerçekleşti. Bölücü örgüt uzantılarının seçmeni baskı altına alma girişimleri dışında ülkemiz genelinde sandığa gölge düşürecek hiçbir olay yaşanmadı. Seçim öncesinde hatırlayacağınız üzere çok farklı kampanyalar vardı. Bu son seçim olacak kehanetinden ekonomiyle ilgili piyasaya sürülen tezvirata kadar pek çok algı operasyonuna maruz kaldık. Bunların hepsini boşa çıkardık.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ülkemiz aleyhine yürütülen onca propagandaya rağmen 85 milyon olarak sandığın gücünü ortaya koyduk. Türkiye'nin demokrasi standardının nereden nereye geldiğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdik. Burada öncelikle bir hususun altını çizerek ifade etmek istiyorum. Demokrasi, asla ve asla sıfır toplamlı bir oyun değildir. Demokrasinin kazandığı bir yerde kaybeden olmaz. Sandığın itibarının arttığı bir denklemde galip 85 milyonun tamamıdır. Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç, Türk demokrasisinin istikbali adına eşsiz bir başarıdır” diye ekledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 75 yıllık çok partili demokrasi hayatına iki darbe, iki muhtıra, iki darbe girişimi sığdırmış bir millet odluklarını dile getirdi.

Neredeyse her on yılda bir demokrasinin vesayet odaklarının saldırısına uğradığına dikkati çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu değerlendirmelerde bulundu: "En son 15 Temmuz'da 253 insanımızın canı pahasına tarihimizin en alçak darbe teşebbüsünü püskürttük. Bunların haricinde millî iradeyi gasbetmeye yönelik gizli, açık daha nice girişimle karşılaştık. Vesayet odaklarının asla uyumadığını, asla pes etmediğini, uygun ortam ve fırsat kolladığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Son yıllarda FETÖ'cülerin ve marjinal yapıların da propagandasıyla bazı toplum kesimlerinde çok partili demokrasiye ve sandığa karşı istifhamların zemin bulmaya başladığını görüyorduk. Gerek 14 Mayıs seçimleri, gerekse 31 Mart Mahallî İdareler Seçimleri, demokrasi düşmanları tarafından körüklenen bu algıyı yerle bir etmiştir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “14 Mayıs seçimlerinde, Cumhurbaşkanı seçimi yüzde 0,5 farkla ikinci tura kalırken, 31 Mart seçimlerinde millî irade farklı şekilde tecelli etmiştir. AK Parti ve Cumhur İttifakı olarak her iki seçim sonucunu da büyük bir olgunlukla karşıladık, milletin iradesini öpüp başımızın üstüne koyduk. Sandık sonuçlarından dolayı milleti suçlama, kabahati millete atma gibi yollara tevessül etmedik. Nitekim 14 Mayıs ile ortaya çıkan belirsizlik 28 Mayıs seçimleriyle giderildi, millet yasamada olduğu gibi ülke idaresinde de mührü bize takdim etti, Cumhur İttifakı'nı açık ara lider yaptı” değerlendirmesinde bulundu.

“BİZİM İÇİN ÖNEMLİ OLAN TÜRKİYE'NİN VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN KAZANMASIDIR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart yerel yönetimler seçimlerinde yine milletin takdiriyle Türkiye haritasının daha fazla renge boyandığını, 2019 seçimlerine göre daha çok sayıda siyasi partinin il, ilçe ve belde düzeyinde belediye başkanlığı kazandığını hatırlattı.

Bu tablo karşısında başkaları gibi 14 Mayıs gecesi sahnelenen "öndeyiz" müsamerelerine başvurmadıklarını vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti: "Parti olarak her ne kadar hedeflerimizin uzağında kalsak da 31 Mart seçim sonuçlarını müspet karşıladık. Bizim için önemli olan Türkiye'nin ve Türk demokrasisinin kazanmasıdır. Biz siyaseti, önce milletim, önce memleketim şiarıyla yapıyoruz. Sandığın itibarına itibar katan her neticeyi, partimizin oyları ne olursa olsun, Türkiye'nin 75 yıllık çok partili demokrasi mücadelesinde aşılmış yeni bir eşik olarak görüyoruz. AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın olgun duruşu, 31 Mart sonrasında siyasetin genel havasını da değiştirmiştir. Siyasi atmosferde olan yumuşama ikliminde siyasetçilerin mesajları kadar toplumda siyaset kurumuna yönelik güvenin artmasının da önemli payı vardır.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu iklimin geçici bir bahar esintisi değil, Türk siyasetinin hâkim karakteri hâline gelmesini ümit ediyoruz. Samimiyetimizi ve yapıcı tavrımızı bugüne kadar muhafaza ettik. Türkiye'yi partiler arasındaki gerilim hattına mahkûm etmek isteyenlerin başta 1 Mayıs olmak üzere çeşitli oyunlarına gelmedik. Muhalefetteki muhataplarımızın da dirayetli davrandığını görüyor, bundan da ülkemiz siyaseti adına memnuniyet duyuyoruz. Siyasetçilerin sorumluluk bilinciyle hareket ederek bundan sonra sandığın itibarına gölge düşürecek sivil siyasete güveni sarsacak beyanlardan uzak duracaklarına inanıyorum."

“31 MART SEÇİM SONUÇLARINI GÖZ ARDI ETMİYORUZ”

Seçimlerde sandığa giderek oyunu kullanan vatandaşların her birine demokrasiye ve millî iradenin üstünlüğüne olan bağlılıkları sebebiyle teşekkürlerini sunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, parti kurmay kadrosu nezdinde teşkilat mensupları ve dava arkadaşlarına 31 Mart seçimleri döneminde gösterdikleri gayret dolayısıyla şükranlarını sundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "31 Mart seçim sonuçlarını da göz ardı etmiyoruz. Sonuçlara dair kapsamlı iç muhasebemizi partimizin yetkili organlarında yaptık, yapıyoruz ve yapacağız" diye konuştu.

Bugüne kadar Merkez Yürütme Kurulu (MYK), Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK), AK Parti Meclis Grubu, fikirlerine kıymet verdikleri dostları, kanaat önderleri, partide daha önce görev almış yol ve dava arkadaşları, siyaset bilimci, akademisyen ve sivil toplum temsilcileriyle farklı vesilelerle bir araya gelip görüştüklerini ve fikirlerini aldıklarını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün de il başkanları ve teşkilat kademelerinin diğer mensuplarıyla bir arada olduklarını söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, istişare halkalarını genişletmeye devam edeceklerini bildirerek, "Son Merkez Yürütme Kurulu toplantımızda geleneksel istişare kampımızı çok yakın bir tarihte toplama kararı aldık. Önce milletvekillerimizle ardından da inşallah belediye başkanlarımızla bir araya geleceğiz" dedi.

“İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZDA HER ZAMAN MİLLETİMİZİ YANIMIZDA BULDUK”

Komplekse kapılmadan, eleştirilere kulaklarını asla tıkamadan bu süreci büyük bir öz güven ve şeffaflıkla yönettiklerini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bir defa şu gerçeğin gayet farkındayız. Hata değil, yanlışta ısrar etmek kaybettirir. Siyasetin inişli çıkışlı serencamında esas mesele hep istikamet üzerinde kalabilmektir. Nereden geldiğinizi unutmazsanız, hedeflerinizden de kopmazsınız. Bakınız, biz siyasi hayatımız boyunca elde ettiğimiz her başarıyı, zaferle bitirdiğimiz her mücadeleyi önce Allah'ın yardımına, sonra da milletimizin desteğine, duasına ve yanımızda olmasına borçluyuz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu açıklamalarda bulundu: “Her zaman söylediğimiz gibi AK Parti, milletin kurduğu, tabelasını milletin astığı, siyaseti daima millet için ve milletle birlikte yapmış bir partidir. Siyasette rotamızı bugüne kadar hep milletimiz çizdi. Biz de milletin belirlediği yoldan hiçbir zaman sapmadık. İstişarelerimizi milletimizle yaptık. Derdimizi milletimize anlattık. Sorunlarımıza milletimizle birlikte çözüm aradık. Başarılarımızın sevincini yine milletimizle paylaştık. İhtiyaç duyduğumuzda her zaman milletimizi yanımızda bulduk. Millet bize bakınca kendini gördü, kendi meselelerini gördü ama aynı zamanda sıkıntılarına çözüm üretecek güçlü bir irade gördü. Toplumumuzun farklı kesimleriyle gönül köprülerimizi sağlam tuttuğumuz için bugünlere kadar alnımızın akıyla gelebildik."

“SİYASET MİLLETİN İÇİNDE MİLLETLE OMUZ OMUZA, SIRT SIRTA VEREREK YAPILIR”

Teşkilatlarını, belediyelerini, gönül kapılarını millete hiçbir zaman kapatmadıklarını kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: "Bugün bir kez daha açık ve net söylemek istiyorum, AK Parti milletin partisidir ve inşallah ebediyen öyle kalacaktır. Biz şafak vakti evine ekmek götürmek için yola koyulan emekçilerin, yazın sıcağına, kışın ayazına aldırmadan rızık peşinde koşan çiftçilerin, helal lokmasına haram bulaştırmayan esnafın, tüccarın, sanayicinin, vatanımız uğruna gözünü kırpmadan şehadete koşan kahramanların, Türkiye'nin aydınlık yarınlarının teminatı olan gençlerimizin, ellerini değdikleri her yeri güzelleştiren, bereketlerinden kadınlarımızın, ülkemizin başarılarını kendi başarıları olarak gören tüm mazlumların, velhasıl hangi kökene, hayat tarzına, görüşe mensup olursa olsun büyük ve güçlü Türkiye sevdalısı her bir yüreğin partisi olmayı sürdüreceğiz."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, milletle kurdukları gönül köprülerini kimsenin yıkamayacağını ifade ederek, "Siyaset milletin içinde milletle omuz omuza, sırt sırta vererek yapılır. Halkla araya mesafe koymanın, duvar örmenin, sokakla, çarşıyla, pazarla, mahalleyle bağı zayıflatmanın bizim siyaset geleneğimizde yeri yoktur. Bu konularda eksiğimiz, hatamız, problemimiz, millete karşı bir kusurumuz varsa çok açık söylüyorum, mutlaka kendimizi düzeltmemiz gerekiyor. Partimizin ve davamızın geleceği her türlü şahsi kaygının, her türlü kişisel hesabın üzerindedir" değerlendirmesini yaptı.

“KİMSE PARTİMİZE GÖNÜL VERENLERİN FEDAKÂRLIĞINI ŞAHSİ HEVES VE HESAPLARI İÇİN ZAYİ EDEMEZ”

Yerel seçim kampanya döneminde 52 ili ziyaret ettiğini, diğer vilayetlere de farklı vesilelerle defalarca gittiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları dile getirdi: "Bu ziyaretlerimde şahit olduğum değişmez manzara şuydu, AK Parti'nin gerçekten inanmış, kendini adamış milyonlarca neferi var. Hepsi birer özveri abidesi olan bu kardeşlerimizin hakkını ödeyemeyiz. Karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek, gece gündüz demeden koşturan samimi AK Parti neferlerinin emeğini kusura bakmayın ama kibirleri boylarını aşan muhterislere kesinlikle kurban edemeyiz. Siyasetçisiyle, kaprisli bürokratıyla, lobisiyle, çıkar gruplarıyla kimse partimize gönül verenlerin fedakârlığını şahsi heves ve hesapları için zayi edemez. Biz buna göz yummayız, rıza göstermeyiz. Bu partinin genel başkanı ve hepsinden öte bir neferi olarak böyle ağır bir vebali biz şahsen taşıyamayız."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart seçim sonuçlarını, "Olanda hayır vardır" düsturuyla partileri, hareketleri ve davaları açısından hayra tebdil etmek için ne gerekiyorsa onu yapmaktan kesinlikle çekinmeyeceklerini belirtti.

“KIRARAK, DÖKEREK DEĞİL TAM TERSİNE BİRLEŞTİREREK, KUCAKLAYARAK İLERLEYECEĞİZ”

İstişare ve yenilenme sürecinin sonunda AK Parti olarak yola çok daha güçlü bir şekilde devam etmekte kararlı olduklarını vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "AK Parti'nin alametifarikası kendini daima yenileme, tazeleme, büyütme, geliştirme, yeni şartlara adapte etme kabiliyetine haiz olmasıdır. Başlatmayı kararlaştırdığımız kongre sürecimizi bunun en önemli vesilesi olarak görüyoruz. Sizlerden bu süreci zehirlemek, aramızda nifak tohumları ekmek için pusuda bekleyen fitne tüccarlarına karşı dikkatli olmanızı bekliyorum. Biz 50 yıla varan siyasi mücadelemizde attığımız adımları bugüne kadar dedikodulara göre belirlemedik, bundan sonra da belirleyemeyiz" dedi.

Temel kriterlerinin Hakk'a ve halka hizmet etmek olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Milletimizin nazarında ibra olan, bizim gözümüzde de başarılıdır. Milletin sınıfta bıraktığını biz de baş tacı edemeyiz. İnşallah bu süreci kılı kırk yaran bir kuyumcu titizliğiyle yürüteceğiz" diye konuştu.

AK Parti teşkilatlarına, "Kırarak, dökerek, dağıtarak değil, tam tersine toparlayarak, birleştirerek, bütünleştirerek, kucaklayarak ilerleyeceğiz" diye seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti: "Saflarımızı genişletecek, sıklaştıracak, partimizi daha da büyütmenin gayretinde olacağız. Yeni isimlerle, yeni değerlerle, yeni hizmet erleriyle kadrolarımızı tahkim ederken, partimizin emektarlarına vefasızlık göstermeyeceğiz. Şunun bilinmesini isterim, bizim AK Parti'den güç devşirecek isimlere değil AK Parti'ye güç katacak, ufuk, vizyon, dinamizm, heyecan katacak şahsiyetlere ihtiyacımız var.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu anlayışla partimizin çatısı altında AK Parti rozetiyle ülkeye ve millete gerçekten hizmet etmek isteyenlere kapımızı kapatmıyoruz. Ama siyaseti kariyer basamağı olarak görenlerle yol yürünemeyeceğini de geçmiş tecrübelerimizin ışığında çok çok iyi biliyoruz. Partimizi zirveye taşıyacak isimlerle kongrelerimizi birer yeniden diriliş, yeniden şahlanış vesilesi haline dönüştürmek arzusundayız. Özünde bir gönül seferberliği olan kongremiz ancak böyle bir vizyon, kuşatıcılık ve hassasiyetle yürütülmesi durumunda bekleneni verebilir” dedi.

“MİLLETİMİZ BİZDEN DAHA ÇOK ÇALIŞMAMIZI BEKLİYOR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti'nin Türk siyasi hayatına damga vurduğunu ve üye sayısı itibarıyla Türkiye'nin en büyük ailesi olduğunu belirterek, "21 yıllık iktidarlarımız bu dönemde bizden önce yapılan hizmet ve eserlerin katbekat fazlasını ülkemize kazandırmış bir hükûmetiz. Nasıl Türkiye'nin son 21 yılına mührümüzü bastıysak inşallah geleceğine de yine biz yön vereceğiz" ifadelerini kullandı.

Salonda bulunan partililerin her birinin, Türkiye Yüzyılı'nın inşasına emeğiyle, alın teriyle ve mücadelesiyle katkı sunan millet sevdalıları olduğuna vurgu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu milletin özü, aslı sizsiniz. Milletimiz, bizden daha çok çalışmamızı güç ve enerji toplamış bir şekilde yeniden yola revan olmamızı bekliyor. Şimdi her zamankinden daha fazla birbirimize tutunacağız, daha fazla sarılacağız, daha fazla kucaklaşacağız. Niyet hayır, akıbet hayır diyoruz. Rabbim birliğimizi beraberliğimizi dayanışmamızı daim eylesin" şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının sonunda, AK Parti Sosyal Politikalar Başkanlığını, Türk Kızılay ile hayata geçirdiği kan bağışı projesi için tebrik ederek, "Kan acil değil, sürekli ihtiyaç prensibiyle, sağlığı elveren tüm dava arkadaşlarımı kan bağışı yapmaya davet ediyorum. Kan bağışı kampanyamıza destek veren tüm kardeşlerimize, vatandaşlarımıza, parti teşkilatımıza, Kızılay çalışanlarına ve teşkilatlarına teşekkür ediyorum" dedi.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, KAN BAĞIŞI KAMPANYASINA KATILANLARI ZİYARET ETTİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı öncesinde AK Parti Sosyal Politikalar Başkanlığı tarafından Genel Merkez’de düzenlenen kan bağışı kampanyasına katılanları ziyaret etti. Kan bağışında bulunanlarla bir süre sohbet eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, vatandaşlarla hatıra fotoğrafı çektirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada, İstanbul'da Aralık 2023'te düzenlenen Avrupa Wushu Kungfu Şampiyonası'nda şampiyon olduktan sonra podyumda Filistin bayrağı açarak dabke dansı yatığı için



ABD’de kurum isimleri Trump’laşırken tartışmalar büyüyor

ABD Başkanı Donald Trump, Washington'daki Kennedy Merkezi'nde (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Washington'daki Kennedy Merkezi'nde (AP)
TT

ABD’de kurum isimleri Trump’laşırken tartışmalar büyüyor

ABD Başkanı Donald Trump, Washington'daki Kennedy Merkezi'nde (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, Washington'daki Kennedy Merkezi'nde (AP)

ABD merkezli Axios internet sitesi, Kennedy Merkezi Yönetim Kurulu’nun Washington’un önde gelen sanat kurumlarından birinin adına eski Başkan Donald Trump’ın isminin eklenmesi yönündeki tartışmayı gündeme taşıdı. Siteye göre kurul, merkezin adının “Trump–Kennedy Merkezi” olarak değiştirilmesi seçeneğini değerlendiriyor.

Axios’un değerlendirmesinde Trump’ın, kendisini devlet yönetiminin odak noktasına taşıyarak öncüllerinden ayrıldığı ifade edildi. Site, Trump’ın ticari imparatorluğunda ve kampanya çalışmalarında kullandığı marka yaklaşımını devlet projeleri ile kamusal alanlara da aktardığına dikkat çekti.

df
Washington'daki Kennedy Merkezi binası (Reuters)

Axios, Trump’ın ikinci dönem hazırlıklarında kişisel tanıtım amacıyla kullandığı bazı yöntemleri mercek altına aldı.

Washington'daki binaların isimlerinin değiştirilmesi

Kennedy Merkezi’nin adının değiştirilmesine ek olarak, bu ayın başlarında ABD Barış Enstitüsü’nün adı da ‘Donald Trump Barış Enstitüsü’ olarak değiştirildi.

Axios, Beyaz Saray’ın her iki yeni yapının da Trump’ın görev süresi boyunca yürüttüğü çabaları onurlandırmayı amaçladığını belirttiğini aktardı. Beyaz Saray yetkilileri ve Trump’ın kendisi, önceki yönetimler döneminde zor durumda olduklarını ileri sürdükleri bu iki kurumun ayakta tutulmasında Trump’ın belirleyici bir rol oynadığını vurguladı.

Binalardaki afişler

Trump’ın adının binalara verilmesine ek olarak, yönetimi eylül ayında Washington’daki birçok federal binayı Trump’ın fotoğraflarını taşıyan afişlerle donattı. Bu durum, yetki aşımı ve propaganda yapıldığı yönünde endişelere yol açtı.

Demokrat Senatör Adam Schiff’in ofisi tarafından yayımlanan bir rapora göre, Trump yönetiminin fotoğrafını ya da politikalarını içeren afişlerin hazırlanması için vergi mükelleflerinin parasından 50 bin dolar kullandığı öne sürüldü. Raporda, Tarım, Çalışma ile Sağlık ve İnsan Hizmetleri bakanlıklarının da benzer afişler astığı belirtildi.

Milli Park giriş kartları

ABD İç Güvenlik Bakanlığı, kasım ayında 2026 yılına ait America the Beautiful ulusal park giriş kartını tanıttı. ABD’nin kuruluşunun 250. yıl dönümü dolayısıyla hazırlanan kartta, George Washington ile Donald Trump’ın fotoğraflarının yan yana yer aldığı bildirildi.

Ancak çevreyi koruma alanında faaliyet gösteren bir grup, kartta başkanın fotoğrafının kullanılmasının federal yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle yönetime karşı dava açtı. Davada, 2004 tarihli Federal Arazilerde Rekreasyonu Teşvik Yasası uyarınca giriş kartlarında, Ulusal Parklar Vakfı tarafından düzenlenen yıllık fotoğraf yarışmasını kazanan eserin yer alması gerektiği vurgulandı. Söz konusu programın, kamu arazilerinin yönetimine milyonlarca dolar gelir sağladığı kaydedildi.

asdfr
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)

Biyolojik Çeşitlilik Merkezi İcra Direktörü Kieran Suckling yaptığı açıklamada, “Ulusal parklar kişisel tanıtım için bir fırsat değildir” dedi.

Axios, Trump’ın doğum gününde (aynı zamanda Bayrak Günü’ne denk geliyor) ulusal parklara ücretsiz giriş uygulanacağını açıklamasından kısa süre sonra söz konusu davanın açıldığına dikkat çekti.

Trump hesapları

Trump yönetimi, 2025-2028 yılları arasında doğan çocuklara sahip ebeveynlerin, Hazine Bakanlığı’ndan bin dolar alınarak ‘Trump hesaplarına’ yatırılması yönündeki başvurularını işlemeye başladı.

Bu plan, Trump’ın daha fazla Amerikalıyı hisse senedi piyasasına çekmeyi ve düşük gelirli Amerikalılar için servet edinme fikrini güçlendirmeyi amaçlayan daha geniş kapsamlı çabalarının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Aynı zamanda Trump’a, bu girişimi ‘kişisel bir başarı’ olarak tanıtma imkânı da sağlıyor.

sdfrg
ABD Başkanı Donald Trump, bir başkanlık kararnamesini imzalarken. (EPA)

Yönetim, vergiden muaf tasarruf ve yatırım hesaplarının, uygun şartları taşıyan her Amerikalı çocuk için ‘emanet fonları’ oluşturmayı hedeflediğini belirtiyor.

Trump altın kartı

Trump yönetimi, bu ayın başlarında ‘Trump Altın Kartı’ için başvuruları kabul etmeye başladı. Yeni kart, ABD İç Güvenlik Bakanlığı’na 15 bin dolar ücret ödeyen ve onaylanmaları halinde ilave 1 milyon dolar katkı sağlayan başvuru sahipleri için göçmenlik işlemlerini hızlandırıyor. Kartta, Trump’ın fotoğrafının yanı sıra Özgürlük Heykeli ve kartal görselleri de yer alıyor.

Aynı dönemde yönetim, mülteciler, sığınmacılar ve düşük gelirli kişilerin ülkede ikamet imkânlarını kısıtlamaya yönelik politikalar izledi.


Demokrasilere karşı yürütülen gizli savaşın ilk uyarı işareti: Antisemitizm

Londra'daki İngiltere Parlamentosu önünde düzenlenen protesto gösterisinde antisemitizmin reddedildiği bir pankartı tutan bir kadın (AFP)
Londra'daki İngiltere Parlamentosu önünde düzenlenen protesto gösterisinde antisemitizmin reddedildiği bir pankartı tutan bir kadın (AFP)
TT

Demokrasilere karşı yürütülen gizli savaşın ilk uyarı işareti: Antisemitizm

Londra'daki İngiltere Parlamentosu önünde düzenlenen protesto gösterisinde antisemitizmin reddedildiği bir pankartı tutan bir kadın (AFP)
Londra'daki İngiltere Parlamentosu önünde düzenlenen protesto gösterisinde antisemitizmin reddedildiği bir pankartı tutan bir kadın (AFP)

Sevsan Mehanna

Sidney’deki Bondi Plajı yakınlarında bir grup Yahudi’ye karşı düzenlenen saldırı, Avustralya’nın bugüne kadar gördüğü en ciddi antisemitik olaylardan biriydi. Pakistan vatandaşı Sacid Ekrem ve oğlu Nevid Ekrem, Hanuka bayramını kutlayan Yahudileri hedef alan silahlı saldırıda 16 kişiyi öldürdü. Ölenlerin en küçüğü bir çocuk hastanesinde hayatını kaybeden 10 yaşındaki bir kız çocuğu, en büyüğü ise 87 yaşındaydı.

Avustralya yetkilileri saldırıyı ‘antisemitik bir terör eylemi’ olarak nitelendirdi, ancak saldırının arka planına ilişkin ayrıntılar vermedi. Polis, saldırıdan önce şüphelilerin neler yaptığı öğrenmeye çalışırken, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, saldırının ardında DEAŞ ideolojisinin yattığını ve saldırganların toplu katliamı gerçekleştirmeden önce örgüte katıldıklarını açıkladı. Başbakan Albanese, saldırının on yıldan fazla bir süredir yaygın olan ve nefret ideolojisine yol açan DEAŞ ideolojisi tarafından motive edildiğini ve bu durumda kitlesel cinayete girişme isteğine yol açtığını ekledi.

Albanese daha önceki bir açıklamasında ise, ‘DEAŞ’ın yükselişiyle birlikte on yıldan fazla bir süredir dünya radikalizm ve bu ideolojiden mustarip’ olduğunu söyledi.

İşsiz bir inşaat işçisi olan Nevid Ekrem'in (24) ‘bazı kişilerle olan bağlantıları nedeniyle’ 2019 yılında Avustralya istihbaratının dikkatini çektiğini belirten Albanese, “Onu ve ailesini, çevresindeki kişileri soruşturdular, ancak o dönemde Ekrem, şüpheli kişi olarak değerlendirilmedi” diye ekledi.

Albanese ayrıca, “Dün gördüğümüz saf kötülüktü. Avustralya’nın simgesel bir yerinde, bizim topraklarımızda gerçekleşen antisemitik ve terörist bir eylemdi" ifadelerini kullandı. Ülkesinin antisemitizmi ortadan kaldırmak için gerekli ne varsa yapacağını, bölünmeye, şiddete veya nefrete asla boyun eğmeyeceğini, bunu birlikte aşacağını ve bizi bir ulus olarak bölmelerine izin vermeyeceğini vurgulayan Avustralya Başbakanı, “Buna yanıt vermek için gerekli her türlü kaynağı seferber edeceğiz. Bu, ülkemizin tarihinde gerçekten karanlık bir gündü, ancak bir ulus olarak bunu yapan korkaklardan daha güçlüyüz” dedi. Albanese, hükümetinin, ulusal hükümet toplantısının gündemine daha sıkı silah yasaları koymayı planladığını açıkladı.

Netanyahu'nun tepkisi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise diğer ülkelerin liderlerini ‘antisemitizmle mücadele etmemekle’ suçladığı konuşmasında, “Avustralya'da yaşananlar korkunç, soğukkanlı bir cinayet ve ölü sayısı artıyor” dedi. Olayın ‘liderlerin antisemitizmle mücadele etmemesinin sonucu’ olduğunu öne süren Netanyahu, bunu ‘liderler sessiz kalıp harekete geçmediğinde yayılan bir kanser’ olarak nitelendirdi. Avustralya Başbakanı’na birkaç ay önce bir mektup göndererek, ülkesinin politikasının Avustralya sokaklarında Yahudilere karşı nefreti ve antisemitizmi teşvik ettiğini ve bu politikayı değiştirmeleri ve zayıflığı güçle değiştirmeleri gerektiğini söylediğini, ancak bunun gerçekleşmediğini ekledi.

Şarku’l Avsat’ın İsrail televizyonu Kanal 12’den aktardığı habere göre İsrail ordusu, kanlı saldırının ardından yurtdışında görev yapan askerleri için yeni talimatlar yayınladı. Habere göre İsrail Ordusu Operasyon Müdürlüğü, bu talimatları ‘askerlerin İsrail dışında bulundukları süre boyunca potansiyel tehlikeler konusunda farkındalıklarını artırmak amacıyla’ yayınladı. Askeri kaynaklar, bu adımın prosedürlerin sıkılaştırılması değil, mevcut talimatların güncellenmesi ve iyileştirilmesi olduğunu belirterek, askerlerin karşılaşabilecekleri olağandışı olayları derhal komutanlarına bildirmeleri gerektiğini vurguladı.

dcfgt
Sidney'deki silahlı saldırı mahalline intikal eden Avustralyalı polis memurları (AP)

İsrailli yetkililer, kanlı saldırının sorumlularını belirlemek için soruşturma yürütüyor. İsrail merkezli internet sitesi Ynet’e göre baş şüpheli İran olmakla birlikte İran baş şüpheli olmakla birlikte, yetkililer Hizbullah, Hamas ve El Kaide ile bağlantılı Pakistanlı örgüt Leşker-i Tayyibe (LT) gibi silahlı grupların da saldırıya karışmış olabileceğinden eminler. İsrailli bir güvenlik yetkilisi İran'ı saldırıyı gerçekleştirmekle suçlarken Tahran ve onun vekillerinin, dünya çapında İsrail ve Yahudi hedeflerini vurma çabalarını yoğunlaştırdığını belirtti.

Dünya genelinde kınama ve nadir görülen dayanışma

Saldırı, olayın hassasiyetini ve sembolik önemini yansıtan bir şekilde uluslararası alanda yaygın olarak kınandı. Batılı hükümetler, saldırıyı dini özgürlük ve bir arada yaşama hakkına yönelik bir saldırı olarak kınadılar. Antisemitizmin ‘demokratik toplumlarda yeri olmadığını’ vurguladılar. İsrail, Bondi’de yaşananların, Yahudilere karşı nefret dalgasının ulusötesi bir boyut kazandığının bir başka kanıtı olduğunu düşündü.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar, Sidney'de Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında meydana gelen ölümcül silahlı saldırıdan şok olduğunu belirterek, “Bu saldırı son iki yıldır Avustralya sokaklarında yayılan antisemitizmin bir sonucu. Antisemitik ve kışkırtıcı bir ayaklanmanın küreselleşmesi çağrısı” şeklinde konuştu.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Bondi Plajı'ndaki trajik saldırı sebebiyle şoke olduğunu ve kurbanların ailelerine ve sevdiklerine içten taziyelerini ilettiğini söyledi. Avrupa Komisyonu Başkanı, Avrupa'nın, şiddet, antisemitizm ve nefrete karşı birleşmiş olarak Avustralya ve dünyanın her yerindeki Yahudilerin yanında olduğunu da sözlerine ekledi.

Afrika Birliği (AB) Komisyonu’ndan yapılan açıklamada, her türlü terörizmin reddedildiği ve masum sivilleri hedef almanın hiçbir gerekçesinin olamayacağı belirtildi. Saldırının, insan toplumlarının dayandığı barış, hoşgörü ve bir arada yaşama değerlerini zedelediğini vurgulayan Komisyon, nefret söylemleri, şiddet ve radikalizmin tırmanmasının sosyal barış ve uluslararası güvenliğe yönelik tehlikesine dikkati çekti.

Gazze’deki savaş sonrası

Geçtiğimiz ağustos ayında, Avustralya'nın birçok şehrinde Gazze ile dayanışma yürüyüşleri düzenlendi. Avustralya basınında yer alan haberlerde Filistin Eylem Grubu’nun, birçok şehirde 290 bin kişinin katıldığı, ülkedeki en büyük Filistin’e destek gösterilerinden birinin düzenlendiğini duyurduğu bildirildi. Haberlere göre Filistin Eylem Grubu, tarihindeki en büyük hareketlerden biri olan Avustralya şehirlerindeki çeşitli yürüyüşlere çok sayıda Filistin yanlısı gösterici katıldı. Organizatörlerin tahminlerine göre Sidney ve Melbourne'da 100 bin, Brisbane'de ise 50 bin kişi olmak üzere ülke genelinden 290 bin kişilik bir katılım oldu.

Basında yer alan haberler, 7 Ekim 2023’te Gazze’deki savaşın patlak vermesinden sonra ABD’de şiddet içeren saldırılar ve çevrimiçi taciz vakaları da dahil olmak üzere antisemitizm ve İslamofobi olaylarının arttığını gösterdi. Avrupa ülkelerinde gerçekleşen ve geçtiğimiz temmuz ayında yayınlanan büyük çaplı bir araştırma, Yahudilerin ‘Avrupa'da artan antisemitizm karşısında her zamankinden daha fazla endişeli olduklarına’ işaret ederken, Ortadoğu'daki çatışma AB’nin öncülüğündeki çabaları baltalıyordu.

frgty
Avustralya'da Filistinlilerle dayanışma için düzenlenen kitlesel protesto gösterilerinden bir kare (AFP)

Viyana merkezli Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA) tarafından yayınlanan rapora göre ankete katılanların yüzde 96'sı, anketin yapıldığı tarihten önceki 12 ay içinde çevrimiçi ortamda veya günlük yaşamlarında antisemitizmle karşılaştığını söyledi. FRA Başkanı Sirpa Rautio, ‘Hamas'ın Ekim 2023'teki saldırıları ve Gazze'deki savaşın başlamasından önce’ yapılan ankete dayanan raporun girişinde, ankete katılanların ezici çoğunluğunun ‘durumun son yıllarda kötüleştiğine’ inandığını belirtti.

Rautio, böylesi gergin bir atmosferde, Yahudilerin yüzde 76'sının Avrupa'da ‘bazen kimliklerini gizlediklerini’ söyledi. Bu durum özellikle Yahudilerin yüzde 83'ünün bunu yaptığı Fransa'da geçerli. Fox News tarafından yayınlanan bir araştırmada, yeni veriler son on yılda antisemitik saldırılarda şok edici bir artış olduğunu ortaya koydu. Sadece 2024 yılında 9 bin 500 olay rapor edildi.

Bundi Plajı olayına geri dönersek, bu olay açık bir kamusal alanda Yahudilerin dini ve sosyal bir etkinliği sırasında meydana geldi, bu da olayın sembolik ve güvenlik açısından etkisini iki katına çıkardı. Saldırı, birkaç tehlikeli unsur barındırıyordu. Bunların başında, dini gerekçelerle sivillerin doğrudan hedef alınması ve kapalı bir dini kurum yerine halka açık bir turistik yerin seçilmesi geliyordu. Bu da tehdit seviyesini artırdı. Bu durum, Avustralya makamlarını olayı derhal ‘antisemitik bir nefret saldırısı’ olarak değerlendirmeye ve kapsamlı güvenlik soruşturmaları başlatmaya itti. Olay, münferit bir eylem olarak değil, Gazze’deki savaşın patlak vermesinden bu yana Yahudilere yönelik artan bazı tehdit, vandalizm ve saldırı vakalarının doruk noktası olarak değerlendirilebilir.

Ulusal düzeyde, bu olay iki ana nedenden dolayı şok etkisi yarattı ve güvenlik yanılsamasını paramparça etti. Birincisi, devletin kamusal alanda azınlıkları koruma kabiliyetini yeniden gündeme getirdi ve Avustralya'nın Ortadoğu’daki çatışmalarla bağlantılı ideolojik şiddetten muaf olduğu yönündeki yaygın inancı paramparça etti. Yahudiler, saldırının kendilerini endişe durumundan bekalarına yönelik bir tehdit durumuna getirdiğini hissetti. Bu da, onların görüşüne göre siyaset kisvesi altında nefretin normalleşmesine izin veren kamuoyundaki söylemin gözden geçirilmesi ve güvenliğin artırılması taleplerine yol açtı.

İçeride ‘gölge savaş’ şüphesi

Gazze'de son savaşın patlak vermesinden bu yana, çatışmanın yansımaları Ortadoğu ile sınırlı kalmadı. Savaş alanından coğrafi olarak uzak bir ülke olan Avustralya'da antisemitik saldırılarda daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir artış ve sosyal bölünmelerle birlikte endişe verici bir eğilim ortaya çıkmaya başladı. Bu eğilim, Avustralya hükümetini İran'ın önderliğinde olası bir dış müdahale hakkında açıkça konuşmaya itecek düzeye ulaştı.

ewfr
Sidney saldırısının kurbanlarını anmak için büyük bir etkinlik düzenlendi (AFP)

Avustralya Başbakanı Albanese, geçtiğimiz ağustos ayında, 2024 yılının ekim ayında Sidney'in Bondi banliyösünde koşer sertifikalı yemekler sunan Louis's Continental Kitchen adlı kafeye düzenlenen kundaklama saldırısının arkasında Tahran'ın olduğunu söyledi. Avustralya istihbaratının aynı yılın aralık ayında Melbourne'daki Adass Israel Sinagogu’na düzenlenen kundaklama saldırısının da arkasında İran'ın olduğunu tespit ettiğini belirten Albanese, istihbarat teşkilatlarının, İran'ın Melbourne ve Sidney'deki antisemitik saldırıları organize ettiği yönünde ‘son derece rahatsız edici bir sonuca’ ulaştıklarını açıkladı. Bu durum Avustralya’nın İran'ın Canberra Büyükelçisi Ahmed Sadıki’nin ‘istenmeyen kişi’ ilan edilip sınır dışı edilmesine, Tahran'daki büyükelçisini geri çekmesine, büyükelçiliğinin faaliyetlerini askıya almasına ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) Yahudilerin kullandığı merkezleri hedef alan saldırıları düzenlediği gerekçesiyle ‘terör örgütleri’ listesine almasına neden oldu.

Gazze’deki savaş Avustralya sokaklarına taşınınca

Savaşın patlak vermesinden sonraki ilk haftalarda, Sidney ve Melbourne sokakları kitlesel protesto gösterilerine sahne oldu. Bu gösteriler, Gazze'deki savaşa duyulan öfkenin bir ifadesi olarak görünse de gerçekte İsrail'in politikalarını eleştirmek ile Yahudileri bir topluluk olarak hedef almak arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başladı ve Avustralyalı Yahudiler işyerlerinde tacize uğradıklarını, sokakta tehdit edildiklerini ve kamuya açık yerlerde hakarete maruz kaldıklarını bildirdiler. Sosyal medyada, İsrail hükümeti ile nesillerdir Avustralya vatandaşı olarak yaşayan Yahudiler arasında ayrım yapmayan, toplu şeytanlaştırma dili yayıldı. O dönem yetkililer, durumu yakında yatışacak yoğun siyasi duyguların bir yansıması olarak değerlendirerek ciddiyetini küçümsediler. Ancak durum sözlerden vandalizme tırmandı ve yetkililer, 2024 yılında olayların niteliğinde niteliksel bir değişim yaşanacağını öngöremedi. Artık nefret söylemi veya hakaretlerle sınırlı kalmayıp, Yahudi sinagoglarına yönelik vandalizm, Nazi sloganlarının yazılması, dini ve eğitim kurumlarını hedef alan kasıtlı kundaklama girişimleri ve Yahudi okullarına ve kuruluşlarına ölüm tehditleri gönderilmesi gibi olaylar yaşanmaya başladı. Ayrıca Yahudilerin ve İsrail yanlısı aktivistlerin adresleri ve kişisel bilgileri de yayınlanmaya başladı.

Yahudi cemaatinin yıllık raporları, önceki yıllara kıyasla şiddet olaylarında belirgin bir artışla rekor rakamlar gösterdi ve yaşananları artık münferit olaylar olarak nitelemek mümkün değildi.

Sahnenin merkezinde İran

Avustralya Federal Polisi, 2024 yılı sonlarında, antisemitik şiddeti soruşturmak için özel bir güvenlik operasyonu başlattığını duyurdu ve resmi makamlarca yapılan açıklamaların tonu önemli ölçüde değişti. Artık sosyal gerilimden değil, iç güvenliğe yönelik bir tehditten bahsediliyordu. Sinagoglarda ve Yahudi okullarında sıkı güvenlik önlemleri alındı ve özellikle internette aktif olan kışkırtıcı taraflar hakkında derinlemesine soruşturmalar başlatıldı. Perde arkasında, devlet kurumları içinde, yaşananların yalnızca yerel öfkenin bir sonucu mu olduğu yoksa bu öfkeyi istismar eden ve şiddete yönlendiren taraflar mı olduğu konusunda tartışmalar başladı. Bu da İran’ın merkezinde olduğu en ciddi suçlamaya yol açtı.

Avustralya Başbakanı ile Dışişleri Bakanı’nın bu yıl yaptıkları açıklamalarda, elde edilen güvenilir istihbaratın İran'ın ülke içindeki antisemitik saldırıları yönlendirdiğini veya kışkırttığını gösterdiğini söylemeleriyle Avustralya hükümeti kırmızı çizginin ötesine geçti. Bu suçlama sadece sembolik değildi, İranlı diplomatların sınır dışı edilmesine, Tahran ile ilişkilerin düşürülmesine ve bazı olayların yabancı müdahale olarak sınıflandırılmasına yol açtı. Bu açıklamayla birlikte, antisemitizm meselesi sosyal meseleler alanından jeopolitik çatışma alanına taşındı. Bu mantığa göre Avustralya artık sadece iç nefretle değil, bölgesel bir gölge savaşın uzantısıyla da karşı karşıya.

Yanılsamanın bittiği an

Bondi Plajı'ndaki Yahudilerin bayram kutlamasına yapılan saldırı, kanlı bir doruk noktasıydı. Çünkü dini bir etkinlik sırasında sivilleri hedef almak, Avustralyalıların kendilerinden çok uzak olduğunu düşündükleri iç terör senaryolarını yeniden canlandırdı. Yetkililer bu saldırı ile İran arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu açıklamamış olsa da saldırı suçlamalar ve korkularla dolu bir ortamda gerçekleşti. Bu da Yahudi toplumu içindeki şoku daha da artırdı. Birçokları için ‘Bondi Saldırısı’ Avustralya'nın Ortadoğu’daki çatışmaların etkilerinden korunduğu fikrinin çöktüğü andı.

Ancak Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana tanık olunanlar, münferit olaylara indirgenemez ve komplo teorileriyle de tam olarak açıklanamaz. Gerçekler, siyasi öfkenin nefret söylemine, nefret söyleminin de vandalizm ve şiddete dönüştüğüne işaret ederken Avustralya devletine göre bu şiddetin bir kısmı dışarıdan müdahalenin izlerini taşıyor. Bu yüzden Avustralya, Yahudi vatandaşlarını hedef alınmaktan korumak ve aynı zamanda dış çatışmanın toplumu parçalayan bir iç kimlik savaşına dönüşmesini önlemek gibi ikili bir zorlukla karşı karşıya. Bu savaşın yalnızca güvenlik önlemleriyle kazanılamayacağı açık. Bu yüzden Bondi Plajı’ndaki olay sadece kanlı bir saldırı değil, ifade özgürlüğü ile azınlıkların korunması arasındaki kırılgan dengeyi ortaya koyan ve antisemitizmi sadece sosyal bir sorun olmaktan çıkaran, ulusal güvenlik sorunu haline getiren bir dönüm noktasıydı. Bu olay, Gazze'deki savaşın coğrafi olarak uzak olmasına rağmen, istikrarlı olan Batı toplumlarında doğrudan yansımaları olduğunu gösterdi.

dfrgt
Gerçekler, siyasi öfkenin nefret söylemine, nefret söyleminin de vandalizm ve şiddete dönüştüğüne işaret ediyor (AFP)

Ancak, yeniden gündeme gelen en hassas soru, ‘Sadece antisemitizmin neden arttığı değil öfkeli ve bölünmüş bir toplumda izole nefret olaylarıyla mı, yoksa özellikle İran'ın bazı saldırılara karıştığına dair resmi suçlamaların tekrarlanmasının ardından, Avustralya sahnesine sıçrayan bölgesel çatışma, gölge savaş ve dış müdahalenin bir uzantısıyla mı karşı karşıyayız?’ sorusudur.

Gazze savaşından sonra, coğrafi olarak uzak ülkelerde bile bu fenomenin neden kötüleştiğini açıklayan üç yerel kanal var. Bunlardan birincisi, kutuplaşma ve dış çatışmanın iç kimliğe dönüşmesiydi. İkincisi, Gazze ve İsrail konusundaki tutumu bir aidiyet işareti haline getiren protestolar ve karşıt söylemler, üçüncüsü, siyaset kimliğe indirgendiğinde, topluluklar, özellikle Yahudi topluluklar, misilleme tepkilerinin veya toplu şeytanlaştırmanın kolay hedefi haline gelmesiydi.

Şiddetin yanında daha az kanlı ama daha az tehlikeli olmayan başka bir çatışma üniversitelerde ve medyada patlak verdi. Bu ortamlar antisemitizmin tanımı üzerine tartışma arenalarına dönüştü. Yahudi örgütleri, üniversite yönetimlerini ifade özgürlüğü bayrağı altında kışkırtıcı sloganları hoş görmekle suçlarken, aktivistler İsrail'e yönelik her türlü eleştiriyi susturmak için bu suçlamayı siyasallaştırmamak gerektiği konusunda uyardı. Bu bölünme, toplumsal uçurumu derinleştirdi ve mücadelenin artık sadece güvenlikle değil, kültür ve ahlakla da ilgili olduğunu gösterdi.

“Gölge savaş” pratikte nasıl sürüyor?

Bir ülke başka bir ülkenin içindeki bu tür saldırıları yönlendirmekle suçlandığında, en yaygın senaryo kimlikli bir ajan değil, daha çok vekiller, yani sınırların dışındaki kışkırtıcılar ve finansörler ile ülke içindeki bireyler, organize suç ağları ve sempatizanlar veya hizmetlerden oluşan aracılardır. Amaç genellikle sadece topluma zarar vermekten ziyade onu terörize etmek, korku aşılamak, sosyal bölünmeyi körüklemek, bunu toplumu kutuplaştırıcı bir ulusal meseleye dönüştürmek ve böylece hükümeti zor durumda bırakıp vatandaşlarını koruyamadığı algısı yaymak.

Diğer bir eğilim ise dış politikayı iç politikaya çekmek. İç durum ne kadar kızışırsa, Tahran veya diğerlerine karşı herhangi bir dış politika tutumunun maliyeti de o kadar artar. Avustralya hükümetinin suçlamayı istihbarat şeklinde sunması dikkati çekiyor. Bu, kaynakları korumak için kanıtların büyük bir kısmının gizli kalabileceği anlamına gelir ve bu da basın için bir zorluk yaratır. Gizli dosyalara erişim olmadan bu hipotez nasıl kanıtlanabilir veya test edilebilir? Soruşturma, ‘olayların arkasında İran var’ demiyor, aksine biri Gazze’deki savaşın başlamasından sonra yaygın bir sosyal ve yerel gerginlik artışı, ikincisi devletin İran'ın yönlendirdiğine inandığı belirli olaylar olmak üzere iki katman olduğunu söylüyor.

Peki bu durum bölgesel boyut açısından ne anlama geliyor?

İran’ın suçlamalarının bölgesel yorumu, birçok ülkenin ‘asimetrik operasyonlar’ olarak adlandırdığı daha geniş bir modelden ayrı düşünülemez. Batı’nın diğer vakalarda defalarca dile getirdiği suçlamalara göre Tahran Batı ile doğrudan çatışmak yerine, gri alanları, yani siyasi baskı, dolaylı caydırıcılık ve yumuşak hedefler aracılığıyla mesajlar göndermeyi tercih ediyor. Özellikle Avustralya örneğinde, resmi suçlama, antisemitizm meselesini sadece çokkültürlü bir toplumdaki entegrasyon veya gerilim politikaları çerçevesinde değil, ulusal güvenlik ve dış müdahale çerçevesinde ele alınıyor.

İsrail'i eleştirmek ile antisemitizm arasındaki sınır nerede?

Batı'nın genelinde meselenin özü de bu. Birçoğu, İsrail'in politikalarını eleştirmekle Yahudilere karşı ırkçılık yapmayı bir tutmayı reddetse de sahada, genelleme, hükümetin kararlarından Yahudileri sorumlu tutma ve Orta Doğu'daki bir savaş ve Nazi sembolleri için Avustralya toplumunu cezalandırarak yerel hedefleme olmak üzere üç kapıdan geçen kaygan bir yokuş var. Bunlar siyasi söylem değil, tarihi bir soykırım.

Bu yüzden yetkililer, bir yandan ifade ve protesto etme özgürlüğünü vurgularken, diğer yandan suçları, kışkırtmayı, tehditleri ve şiddeti kınayan ikili bir yaklaşım benimsedi. Bu yaklaşım, ulusal düzeyde ortak eylemler ve toplantılar veya bu konuyla ilgili Ulusal Konsey görüşmelerini de içeriyordu.

Demokrasilere karşı ilan edilmemiş savaşın ilk aşaması

Batı ülkelerinde antisemitizm, artık sadece marjinal bir ırkçılık olgusu ya da kamusal söylemdeki ahlaki bir kusur değil, demokratik devletlere karşı içeriden yürütülen ilan edilmemiş bir savaşın ilk aşaması haline geldi. Bu savaş, askeri bir işgal yahut silahlı bir isyan olarak değil, tehlikenin patlak vermeden önce toplumların onu fark etme yeteneğinin yavaş yavaş sınanması şeklinde kendini gösteriyor. Temel sorun sözler ise sloganlar veya radikal söylemlerde değil, bunların ardındaki niyetlerde yatıyor.

Antisemitizm, genellikle şiddetin marjinalden merkeze, retorikten eyleme doğru ilerlediğinin ilk göstergesidir. Çünkü demokratik hoşgörünün sınırlarını test eder ve Batı'nın ifade özgürlüğü ve azınlık haklarına karşı duyarlılığını istismar eder. Bu aşamadaki tehlike, antisemitizmin kamuoyunu uyuşturmak için bir araç olarak kullanılmasının yanında tartışmayı dilbilimsel ve ‘eleştiri nedir? kışkırtıcılık nedir? ifade özgürlüğü nerede başlayıp nerede biter?’ gibi akademik argümanlara indirgemesidir. Tüm bunların yanında sorunun daha derin yapısı, yani ertelenmiş şiddeti besleyen bir ortamın yaratılması görmezden geliniyor. Böylece demokrasi, zayıf olduğu için değil, niyetlerin artık masum olmadığı bir tarihsel anda iyi niyet varsayımı yaptığı için, muhalifleri için koruyucu bir şemsiye haline geliyor.

Tarihte antisemitizm hiçbir zaman son değil, başlangıç olmuştur. Bu, iç düşmanın yeniden tanımlandığı ve bir grubun siyasi ve ahlaki insanlığının, daha sonra çemberin genişlemesine hazırlık olarak elinden alındığı aşamadır. Dolayısıyla buna müsamaha göstermek sadece belirli bir gruba ihanet etmek anlamına gelmiyor, aynı zamanda kamusal alanın, yani söylemin, ardından kurumların ve sonra da güvenliğin yavaş ve ölümcül bir şekilde işgaline kapı açmak anlamına da gelir. Batı'nın bugün yaptığı hata, yerleşik bir ilke olan ırkçılığı reddetmesinde değil, beyan edilmemiş terörizmle başa çıkamamasında yatıyor.

Bu terörizm, açıkça bayraklar dalgalandırmaz veya açık savaş ilan etmez, aksine görünüşte adil nedenlerle sızar, mağduriyeti sömürür ve çatışmanın maliyeti devletin bunu kontrol etme kapasitesini aşana kadar patlama anını geciktirir. Bu niyetler patlak verince, önleyici tedbirler için çok geç kalınmış olur ve ‘şok, kınama, soruşturma komisyonları ve sonra başlangıç noktasına dönüş’ şeklindeki hep aynı sahne bir kez daha tekrarlanır. Bunun yanında antisemitizmi sadece ahlaki bir başarısızlık olarak değil, stratejik bir uyarı zili olarak erken okumak, demokrasileri ilan edilmemiş, ama çoktan başlamış bir savaştan kurtarmak için son şans olabilir.

Gazze’deki savaşın başlamasından sonra Avustralya'da yaşananlar, sadece bir dizi münferit nefret olayına yahut her şeyi açıklayan bir ‘dış komplo’ teorisine indirgenemez. Avustralya devleti, gerçeğe daha yakın olanın, nefret suçları ve Yahudilere karşı artan şiddeti doğuran ikili bir model ve gergin bir iç ortam ile belirli bir operasyon katmanı olduğunu söylüyor. İstihbarat bilgilerine göre İran, bu olayların bir kısmını aracılar aracılığıyla yönlendirerek, sorunu ‘toplumsal gerilimden gölge savaşı ve dış müdahaleye’ kaydırmıştı. Her iki durumda da sonuç aynıydı; bir toplum, sürekli güvenlik mantığı altında yaşamaya zorlanırken bir devlet, demokratik alanı kısıtlamadan veya dış çatışmayı içerde kültürel bir iç savaşa dönüştürmeden vatandaşlarını koruma yeteneği açısından sınanıyordu.

 


İsrail: Hizbullah’ın deniz projesi İmad Emhez’in itiraflarıyla deşifre oldu

Lübnan’daki Telegram gruplarında dolaşıma giren kimlik kartının, İmad Amez Fadil’e ait olduğu öne sürülüyor.
Lübnan’daki Telegram gruplarında dolaşıma giren kimlik kartının, İmad Amez Fadil’e ait olduğu öne sürülüyor.
TT

İsrail: Hizbullah’ın deniz projesi İmad Emhez’in itiraflarıyla deşifre oldu

Lübnan’daki Telegram gruplarında dolaşıma giren kimlik kartının, İmad Amez Fadil’e ait olduğu öne sürülüyor.
Lübnan’daki Telegram gruplarında dolaşıma giren kimlik kartının, İmad Amez Fadil’e ait olduğu öne sürülüyor.

İsrail ordusu, Lübnan Hizbullahı’nın kıyı savunma füze birimi 7900’de kritik konumda yer alan ve yaklaşık bir yıl önce İsrail’e getirilerek sorgulanan İmad Emhez’in, soruşturma sırasında Hizbullah’ın gizli deniz dosyasına dair önemli bilgiler verdiğini açıkladı.

İsrail ordusunun Arapça medya sözcüsü Avichay Adraee’nin X platformunda yaptığı paylaşıma göre, “İsrail Deniz Komandoları Birliği 13’e bağlı askerler, yaklaşık bir yıl önce askeri istihbarat deniz biriminin yönlendirmesiyle, Lübnan’ın kuzeyindeki Batrun kasabasında, sınırın yaklaşık 140 kilometre uzağında gerçekleştiren operasyonla Emhez’i yakalayıp İsrail’e götürdü.”

Açıklamada, Emhez’in İran ve Lübnan’da askeri eğitim aldığı ve Hizbullah’ın kıyı füze biriminde yürüttüğü görev kapsamında geniş bir denizcilik tecrübesi edindiği belirtildi. Ayrıca, Lübnan’daki sivil denizcilik akademisi “Marasti”de eğitim aldığı, bunun da “Hizbullah’ın sivil kurumları terör faaliyetleri için kullanmasına” örnek teşkil ettiği ifade edildi.

Adraee, Emhez’in soruşturma sırasında Hizbullah’ın en gizli projelerinden biri olan deniz dosyasında merkezi bir görev yürüttüğünü kabul ettiğini belirtti. Emhez’in sunduğu bilgilerin, örgütün deniz faaliyetlerini sivil kisve altında örgütleyerek İsrail ve uluslararası hedeflere saldırı planlarını içerdiği aktarıldı.

İsrail ordusu sözcüsü, söz konusu gizli deniz projesinin, öldürüldükleri belirtilen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah tarafından doğrudan yönetildiğini, askeri lider Fuat Şükr ile deniz dosyasının sorumlusu Ali Abdülhasan Nuriddin’in de süreçte yer aldığını iddia etti.

Açıklamada, Emhez’in verdiği bilgiler ve söz konusu lider kadronun etkisiz hâle getirilmesi sayesinde gizli deniz dosyasının ilerlemesinin kritik bir aşamada durdurulduğu bildirildi.

İsrail ordusu, Hizbullah’ın deniz yapılanması ile diğer deniz birimlerinin İran’ın maddi ve ideolojik desteğiyle geliştirildiğini öne sürerek, “Bu devasa kaynaklar Lübnan’ın kalkınması için kullanılmak yerine Hizbullah’ın terör faaliyetlerine aktarılıyor” ifadelerini kullandı.

İsrail ordusu, vatandaşlarına yöneldiğini belirttiği tehditleri ortadan kaldırmak için “tüm cephelerde gerekli adımların atılmaya devam edeceğini” duyurdu.