Rusya'nın kazanamadığı savaş: Putin nüfus sorununu çözemedi

Putin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Askeri Havacılık Pilot Yüksek Okulu'ndan mezun kadınlarla bir araya gelmişti (Reuters)
Putin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Askeri Havacılık Pilot Yüksek Okulu'ndan mezun kadınlarla bir araya gelmişti (Reuters)
TT

Rusya'nın kazanamadığı savaş: Putin nüfus sorununu çözemedi

Putin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Askeri Havacılık Pilot Yüksek Okulu'ndan mezun kadınlarla bir araya gelmişti (Reuters)
Putin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Askeri Havacılık Pilot Yüksek Okulu'ndan mezun kadınlarla bir araya gelmişti (Reuters)

Amerikan gazetesi Wall Street Journal (WSJ), Rusya'daki nüfus sorunun Ukrayna savaşında Kremlin'in elini zayıflattığını savundu.

Haberde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in "kendisini Batı'ya karşı ekonomik, askeri ve kültürel alternatif sunan güçlü bir ulusun lideri" olarak gördüğü ancak ülkesinin azalan nüfusuyla Ukrayna savaşının bu vizyonu zora soktuğu yazıldı. 

Fransa'nın 3 Mayıs'ta paylaştığı rakamlara göre, 24 Şubat 2022'de başlayan savaşta şimdiye dek en az 150 bin Rus askeri cephede öldü. Yaklaşık 1 milyon Rus yurttaşın da ülkeyi terk ettiği düşünülüyor. 

Haberde, Rusya'nın 2014'te Kırımı ilhak etmesiyle nüfusuna yaklaşık 2,4 milyon kişi daha eklediği fakat bunun yine de demografik istikrarı sağlamakta yetersiz kaldığı ifade edildi.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nden Nicolas Eberstadt, "Kremlin'in en başarılı nüfus programı, doğum oranını artırmak değil komşu bölgeleri ilhak etmek olmuştur" dedi.

Yetenekli işgücünün ülkeyi terk ettiğini belirten Eberstadt, "Bu insan kaynaklarının kaybı Rusya'nın ekonomik geleceğini tehlikeye atacaktır" ifadelerini kullandı. 

Rusya Bilimler Akademisi'nin aralıkta yaptığı açıklamada, ülkede 4,8 milyon kişilik istihdam açığı olduğu belirtilmişti. 

Devlete ait Federal İstatistik Servisi'nin (Rosstat) verilerine göre 2023'te ülkede 1,26 milyon bebek dünyaya geldi. Bu rakam, son 20 yılın en düşük seviyesinde. Ayrıca bu yıl ocak-martta doğum oranlarında yüzde 3,5 düşüş yaşandığı aktarıldı.

Birleşmiş Milletler verilerine göre 146 milyonluk nüfusuyla Rusya, dünyadaki en kalabalık 9. ülke konumunda. 

Haberde, bazı Rus yurttaşlar için ekonomik güvensizliğin çocuk sahibi olma kararlarını etkilediğine dikkat çekildi.

Sibirya bölgesinin başkenti Novosibirsk'te yaşayan 34 yaşındaki Mariya, "Gerçekten ikinci bir çocuk daha istiyorum ama her şey çok belirsiz" diye konuştu.

6 yaşında bir oğlu olan avukat, "Yeniden anneliği çok istememe rağmen buna yönelik plan yapmak için bir istikrar yok, geleceğe güvenemiyoruz" dedi. 

Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, WSJ'ye gönderdiği yazılı açıklamada ülkede bir nüfus sorunu olduğunu kabul ederek şu ifadeleri kullandı: 

Demografik sorun gerçekten de çok acil bir problem. Doğum oranını artırmaya yönelik tedbirler hükümetin ve devlet başkanının önceliğidir. Ülkenin kalkınma hedeflerinin çoğu şu ya da bu şekilde buna yöneliktir.

Putin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde yayımladığı mesajda annelik ve aileye vurgu yapmıştı. 

Aileye ve çocuklara bakmanın bir kadın için en önemli şey olduğunu belirten Putin, "Annelik, kadınların büyüleyici bir özelliğidir. Zordur, sorumluluk gerektirir fakat neşe ve mutluluk verir" demişti. 

Independent Türkçe, Wall Street Journal, AFP, TASS



İnsanoğlu nasıl neredeyse “her şeyden” korkar oldu?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

İnsanoğlu nasıl neredeyse “her şeyden” korkar oldu?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Abdusselam Binabdali

Fransız estetik felsefecisi Paul Virilio'ya bir röportajında ‘korku yönetimi’ terimiyle neyi kastettiği sorulduğunda “Sanırım bu terimi kullanmamın iki anlamı var. Bunlardan birincisi, korkunun artık bir ortam, bir çevre, bir dünya olduğu, bizi işgal ettiği ve endişelendirdiği” yanıtı verdi.

Geçmişte korku, savaşlar, kıtlıklar, salgın hastalıklar gibi çoğunlukla zamanla sınırlı, belirli, tanınabilir olaylarla ilişkili bir olguydu. Bugün ise bizi kucaklayan ve bir tür klostrofobi içinde sıkıştıran, bulaşıcı borsa krizleri, tanınmaz hale gelen terörizm, birden ortaya çıkan bir pandemi, ‘mesleki’ intiharlar gibi sınırlı, doymuş, küçülen dünyanın kendisidir. Korku ‘makro’ anlamda dünya ve paniktir. Ancak korku yönetimi aynı zamanda devletlerin korkuyu dönüştürme, örgütleme, yönetme, siyasete dönüştürme eğiliminde olduğu anlamına da gelir. Korku yönetimi, toplumsuz ve polissiz siyasettir. İnsanları artık kendilerini evlerinde hissedecekleri bir yer olmadığı, her yerde kendilerini rahatsız hissettikleri ve var olmayan bir yerin hayalini kurdukları yönetme şeklidir.

Korku bir yönetim aracıdır

Modern dünyada korku artık sadece yanılsamalar tarafından üretilebilen belirli bir bireyle ilgili bir duygu değil, sahte bir gerçekliği dayatan, bir ‘devlet’ ve bir idari aygıt haline gelen bir kamu gücü anlamına geliyor. Ayrıca yöneticilerin yatırım yapma ve kullanma eğiliminde olması ve bunu bir politikaya dönüştürmesi anlamında alınan bir ‘önlem’dir.

Korku, sahte bir gerçekliği dayatan, bir ‘devlet’ ve bir idari aygıt haline gelen bir kamu gücü anlamına geliyor. Ayrıca yöneticilerin yatırım yapma ve kullanma eğiliminde olması ve bunu bir politikaya dönüştürmesi anlamında alınan bir ‘önlem’dir.

Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi krizinin ortasında, bazı Avrupa halklarının iktidardaki yetkililer tarafından alınan bazı önlemlere nasıl direndiğine hep birlikte tanık olduk. Hatta bazıları, yetkililerin krizi ‘istismar ettiklerini’ düşünüyorlar. Hatta içlerinden biri ‘hayali bir düşman korkusunun politikacıların iktidarda kalmalarını sağlamak için ellerinde kalan tek şey’ olduğunu yazdı. Dolayısıyla, iktidardaki yetkililerin aynı anda iki cephede birden çalıştıklarını gördük. Bir yandan pandemi üzerinde çalışırlarken, diğer yandan temelde kötü yönetimleri nedeniyle kendilerini eleştirenlere sürekli yanıt vermeye çalışıyorlardı. Aslında buradaki bahis konusu her zaman kötü yönetim değil, bir tür ‘korku siyaseti’ ve bunun bir iktidar aracına dönüştürülerek kullanılmasıydı.

Korkuyu gerçek bir ‘yönlendirici ilke’ olarak gören Alman filozof Hans Jonas, günümüz dünyasında doğru düşünebilmek için, ister siyasi ister bilimsel olsun, herhangi bir kararın uygunluğunu değerlendirmeden önce korkuyla, özellikle de gezegenimizin yok olma korkusuyla başlanmasını tavsiye ediyor. Bir zamanlar bir yanılsama olan korku, artık temel, hatta kurumsallaşmış bir olguya dönüştü.

zhyjuk
Paul Virilio, Fondation Cartier'de Nancy Robbins'in Moma ve Uçak Parçaları adlı heykelinin önünde poz verirken (AFP)

Bir zamanlar korkular, kişinin yaşıyla ilişkilendirilir ve sadece bir yanılsama olarak görülürdü. Büyümek ve yetişkinliğe ulaşmak korkuların üstesinden gelmek demekti. Bugün ise korku, peş peşe yaşanan ayaklanmalar, milyonların ölümüne neden olan savaşlar, iklim değişikliği kaosu, mali piyasalardaki panik havası, gıda ürünlerindeki riskler, salgın hastalık tehditleri, ekonomik ve ahlaki çöküş, bekanın tehdit edilmesi ve hatta bugün gözlemlediğimiz gibi tek bir güç ya da sağ duyusunu kaybetmiş bir kişinin elinde oyuncak ettiği topyekûn bir savaş olasılığı olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar, insanlık tarihinin büyük bir bölümünde insanoğlu tarafından tasarlandığı ve deneyimlendiği şekliyle geleneksel güç dengesini altüst eden bir korku kaynağı haline geldi.

Korkuların birikimi

Bu potansiyel, sadece bireyler düzeyinde değil, aynı zamanda birçok hükümetin dengesini kaybettiği bir siyasi panik halini de tetikledi. Böylece korku artık kişilikte olgunlaşmamışlık ve zayıflığa işaret eden özel bir psikolojik durum olmaktan çıkıp yaygın bir sosyal durum haline geldi. Freudyen psikopatiden hızla sosyopatiye geçtik. Günümüzde bazı düşünürler korkuyu sadece meşru bir duygu olarak değil, bundan da öte, terk edilmesi aptallık olacak ek bir kişilik özelliği ve ‘korkan kurtulur’ deyişindeki gibi bir bilgelik işareti olarak görüyorlar. Sanki korku ‘meşru bir hak’ ya da en azından insanın yenilenmesinin bir belirleyicisi haline gelmiş gibi.

Korku artık o kadar karmaşıklaştı ki kendini nesneleştirdi ve benmerkezci bir hal aldı. Buna ‘korkunun korkusu’ denir. Nerede ve ne zaman olursak olalım peşimizi bırakmayan bir korkudur.

Zamanımızın korkuları, kaynaklarının birikmesi ve çokluğu özelliklerine sahip. Bu özellikler karşılıklı olarak birbirlerini güçlendiriyor. Yakın zamana kadar korkularımızı sınırlı ve belirli faktörlere bağlıyorduk. Bunları, bilimsel bilgimizin gelişimine dair umutlarımızın hayal kırıklığına uğramasına ve özellikle yirminci yüzyılın dünyada şiddet biçimlerine ve nükleer tehditlerin ortaya çıkışına tanık olmasından sonra, bilimin ilerlemeyi sağlama ve insanlığa güvenlik ve mutluluk getirmesine dair şüphecilikle ilişkilendiriyorduk.

Ancak bugün korkumuzun kaynağı artık nükleer ya da çevresel değil, bilginin ulaşılabilirliğidir. İletişim araçlarının, özellikle de bilgi aktarımının dolaysızlığından kaynaklanan bu durum, korkuyu ‘küreselleştirdiği’ ve duyguların küresel düzeyde senkronize edilmesine olanak tanıdığı için korkuyu küresel ortamın bir parçası haline getirmede önemli bir role sahiptir. Virilio'nun da kanıtladığı üzere bu, zaman ve mekanla sınırlı lokal bir durum değildir. Her an, bir terörist saldırı, bir doğal afet, bir salgın hastalık ya da kötü niyetli bir söylentiyle bağlantılı olarak ortaya çıkabilir. Gerçek duygulardan oluşan bir topluluk yaratır, duyguları normalleştirir ve bir ‘duygular komünizminin’ temellerini atarak farklı sosyal sınıflar tarafından paylaşılan ‘çıkarlar topluluğu komünizminin’ yerini alır.

Belki de bu güncel korkunun gerçek bir korku olup olmadığını sormak ya da daha çok bir kaygı mı, temelsiz bir korku mu, yoksa sadece bir tür fobi ya da içsel bir kaygının dışsal bir nesneye dönüşmesi mi olduğunu bilmek bile artık mümkün değil. Belki de bugün yaşadığımız korku, bu anlamlandırmaların ve yorumların her üçünü de kapsıyordur. Korku artık o kadar karmaşıklaştı ki kendini nesneleştirdiğini ve benmerkezci bir hal aldığını söyleyebiliriz. Buna ‘korkunun korkusu’ denir. Nerede ve ne zaman olursak olalım peşimizi bırakmayan bir korkudur. Bu, Virilio'nun koşulları şekillendirmede ve kontrol etmede olağanüstü güç gösteren üç büyük korku türü olarak tanımladığı; nükleer bomba ile terör arasındaki dengesizlikten kaynaklanan korku, terörizm ve bilgi bombardımanı arasındaki dengesizlikten kaynaklanan korku ve son olarak biyolojik bir bombanın patlamasıyla yaşanacak büyük bir çevresel felaket korkusunun ortaya çıkmasından beri böyledir.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.