İsrail’in demokrat kılıklı diktatörü: Binyamin Netanyahu

İsrail’de demokrasi ve şahsi hegemonya ikilemi

Nash Weerasekera/Majalla
Nash Weerasekera/Majalla
TT

İsrail’in demokrat kılıklı diktatörü: Binyamin Netanyahu

Nash Weerasekera/Majalla
Nash Weerasekera/Majalla

Ahmed Mahir

İsrail uzun yıllardır Batı basınında ve akademik araştırmalarda ‘Ortadoğu'daki tek demokrasi’ olarak tanımlanıyor. Ancak Yahudi devleti totaliter bir rejimin imgelerini taşıyor. Bu rejimin merkezinde Binyamin Netanyahu'nun ya da destekçilerinin deyimiyle ‘İsrail’in Kralı’ yer alırken etrafı ise Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir gibi terörizmden hüküm giymiş, elli yılı aşkın bir süredir devam eden askeri işgali destekleyen ve Yahudilere ırksal üstünlük tanıyan yasaların yanı sıra bazı Yahudi vatandaşların sosyal medya hesaplarında Gazze'deki savaşı kınadıkları için baskı uygulanmasını ve yabancı medya kuruluşlarının kapatılmasını öngören yasalar çıkarılmasını destekleyen aşırılık yanlılarıyla çevrili.

Netanyahu'nun İsrail'inde zekice bir diktatörlük sistemi hakim. ‘Sihirbaz’ lakabıyla da anılan ve İsrail'in en uzun süre görev yapan başbakanı olan Netanyahu, gösterilere izin vermek, serbest seçimlere katılmak, parlamentodaki muhalefet liderleriyle aynı fikirde olmamak ve mahkeme kararlarına uymak gibi demokratik yönetimin bazı süslerini kişisel çıkarları için ve alttan alta otoriter bir yönetim kurmak için kullanıyor. Böylece İsrail'in hükümet sistemi hem demokrasi hem de diktatörlüğü birleştiren melez bir sistem haline geldi. Ancak özellikle 1967 yılından bu yana devam eden yasadışı askeri işgal nedeniyle diktatörlüğün özellikleri daha baskın.

İsrail dışında ordusu başka bir halka soykırım uyguladığında bunu görmezden gelen demokratik bir siyasi sisteme rastlamıyoruz. Aslında demokratik sistemler genellikle önleyici savaşlar da dahil olmak üzere savaşlara girmekten çekinirler. Bunun yanında insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olduğundan halkın ezici çoğunluğu hemen bir savaş başlatmaya karşı çıkarlar. Zira bu halklar orman kanunlarıyla değil, insani değerlerle yönetilirler.

Liderin söylemini sorgulayan herkes ‘hain ve komplocu’ olarak etiketlenmeyi hak etmiş demektir.

İsraillilerin büyük çoğunluğuna göre Gazze'de kurban yok, ordu bir meşru müdafaa savaşı veriyor. Her gün ortaya çıkan çocukların öldüğü ve yaralandığı korkunç manzaraları görmüyorlar. İsrail'in ‘özgür basını’ Gazze'deki savaş suçlarını ve orada yaşananlara ilişkin uluslararası ve Filistin anlatısını görmezden geliyor. Onlar için sanki 7 Ekim'den bu yana hiçbir şey olmamış gibi. Birkaç gün önce Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda Hamas ve Filistinli diğer silahlı gruplar tarafından kaçırılan dört rehineyi kurtarmak için düzenlenen operasyonda binden fazla Filistinli öldürüldü, çok sayıda Filistinli yaralandı. ‘Demokratik’ devletin basını operasyonu günler boyu ‘kahramanca gerçekleştirilmiş bir cerrahi operasyon’ olarak gösterdi. Askerlerinin cesaretini överken Filistinli sivil kayıplar hakkında tek bir kelime bile etmedi.

Savaş literatüründe toplu katliamlar, etnik ya da ‘kimlik çatışmaları’ sırasında siyasi ya da ideolojik silahlı çatışmalardan daha olasıdır. İktidardaki rejimin niteliği de toplu katliamların, etnik temizliğin ve imhanın meydana gelmesinde önemli bir faktördür. İsrail bugün açıkça Filistinlilerin öldürülmesi çağrısında bulunan, Yahudiler için tek devlet ve Gazze'nin nükleer bombayla yok edilmesini isteyen aşırılık yanlıları tarafından yönetiliyor. Netanyahu'nun siyasi söyleminde kullanılan kelime dağarcığını analiz ettiğimizde, bunun Yahudiliği siyasallaştıran ve aşırı dinci Siyonizm’e hitap eden popülist bir söylem olduğunu görüyoruz.

Demokrasi dört sac ayağı üzerine kuruldu

Demokratik ülkelerdeki siyasi rejimlerin, önleyici ya da meşru müdafaa bile olsa, savaş için halkın desteğini kazanmakta zorlanması, savaşın seçmenlere ahlaki açıdan gerekçelendirilmesinin zorluğuyla ilişkili bir durum. Demokratik ülkelerin liderleri ayrıca demokratik olmayan ülkelerin liderlerine kıyasla daha büyük kurumsal kısıtlamalarla karşı karşıya kalırlar. Basın özgürlüğü ya da diğer adıyla dördüncü kuvvet, otoriter rejimlerin aksine demokratik devletlerde savaşa karşı muhalefetin temel dayanaklarından biridir. Siyasi partiler, kamuoyu yoklamalarında ya da sosyal medyadaki duyguları analiz ederek kamuoyunun görüşlerini dikkate almadan tek taraflı askeri politikalar benimsedikleri takdirde seçmen oylarını kaybetmekten korkarlar.

Bir gazetecinin İsrail'e girmeden önce yapması gereken ilk şey ‘askeri sansürün’ getirdiği şartlarını kabul etmektir. Geçici basın kartı almak için bir form dolduran gazetecinin, ‘potansiyel olarak tartışmalı’ konulardaki makalelerini yayınlanmadan önce İsrailli makamlara göndereceğini taahhüt etmesi gerekiyor. Bunun yapılmaması halinde gazetecinin İsrail'de gazeteci olarak çalışma hakkını kaybedebileceği ve bir daha ülkeye girişlerinin yasaklanabileceği uyarısı yapılıyor. Pratikte böyle bir şey yaşanmasa da forumda bu paragrafın olması yabancı gazetecilere bir gözdağı mesajı veriyor ve onları bir tür otosansür uygulamaya zorluyor.

xzscdfv
Netanyahu'nun yanında eski Savunma Bakanı Benny Gantz'ın yer aldığı seçim dönemine ait bir afiş (Reuters)

Zeki bir diktatörün denenmiş ve test edilmiş siyasi kurallarından biri, ülkesini ziyarete gelen yabancı bir gazeteciye ülkesinin basın özgürlüğünü bastırdığı ve yaptığı haberler nedeniyle risk altında olduğu izlenimini vermemek olsa da Netanyahu, bazen zeki bir diktatörün başarı kurallarından birini yerine getirmiyor gibi görünüyor.

Demokrasi özgür seçimler, ifade ve basın özgürlüğü, gösteri özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü olmak üzere dört sac ayağı üzerine kurulurdur. Dördüncü sac ayağına bakımından İsrail'deki yasaların devletin vatandaşları arasında ayrım yaptığını ve ırk ve mezhep ayrımcılığını benimsediğini görüyoruz. İsrail, Netanyahu’nun lideri olduğu bir önceki hükümet döneminde 2018 yılında, Yahudilerin kolektif haklarının statüsünü Araplara vatandaşlık temelinde tanınan bireysel siyasi hakların üzerinde tutan Yahudi Ulus Devleti Yasası’nı yürürlüğe koydu. Böylece İsrail, 1948 yılında kurulmasından bu yana sahip olduğu liberal demokratik hedeflerinden uzaklaşmış oldu.

Demokratik ülkelerde savaşı ahlaki açıdan haklı çıkarmak zordur

‘Yargı reformlarını’, daha doğrusu İsrail Yüksek Mahkemesi'nin yetkilerini azaltmayı ve yargıyı yeniden yapılandırmayı öngören kapsamlı değişiklikleri geçirmeye çalışan Netanyahu'nun halkın duygularını siyasi amaçlarla manipüle etmeyi amaçlayan popülist söylemi, demokratik sistemlerdeki hukukun üstünlüğü ilkesiyle çelişiyor. Bu, ‘ulusun liderine’ tam ve mutlak destek talep eden bir ‘milli onur’ söylemidir ve liderin söylemlerini sorgulayan herkes ‘hain ve komplocu’ olarak etiketlenmeyi hak etmiş demektir.

Özgür seçimlere gelince demokrasiyi açıkça baltalamasına rağmen bir kişinin ya da bir partinin sandık yoluyla bir çok kez seçilmesi İsrail'in siyasi gizemlerinden biri olarak görülüyor. Alman iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph Schumpeter (1883-1950) şöyle der: “Herkesi her zaman kandıramasanız da yeterince insanı kandırabilirsiniz ve hasar kalıcı olur.”

Netanyahu, ilk kez başbakan olduğu 1996 yılından bu yana farklı seçimlerde birçok hükümete liderlik etmeyi başardı. Siyasi kariyeri boyunca ‘büyük bir siyasi fırtına’ yarattı. Yolsuzluk skandalları, aşırı ırkçı partilerle ittifak, dinci partilere ve işgal altındaki Batı Şeria'daki yerleşim birimlerine ayrıcalıklar ve vergi muafiyetleri yağdırmak, Gazze savaşını uzatmak ve çok sayıda İsraillinin istifa etmesi ve Hamas ile savaşı sona erdirip Gazze’deki diğer rehinelerin geri alınması sağlayacak bir anlaşmaya varması yönündeki çağrılarına kulak asmamaktan oluşan bir fırtına. Son olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı, Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de savaş suçu işlemek ve soykırım gerçekleştirmek suçlamasıyla tutuklama emri çıkarılması için mahkemeye talepte bulunduğunu açıkladı.

Netanyahu'nun bu durumu, demokratik seçimlerle iktidara gelmiş olmasına rağmen kendisini devirmeye çalıştığını öne sürdüğü (İsrail'de zaten nesli tükenmiş olan) sol kanadın desteğiyle ‘derin devletin’ iktidarına karşı kurduğu bir komplo olarak göstermesi ise işin ironik tarafı. Netanyahu halkına kendisini bir kurban olarak gösteriyor. Destekçilerine uluslarını ve onurlarını temsil eden ‘zulüm altındaki’ liderlerine körü körüne ve eleştirilemez bir sadakat göstermeleri çağrısında bulunuyor. Eğer İsrail bu haliyle ‘Ortadoğu'daki tek demokrasi’ ise, örnek alınacak bir model olmadığı kesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Demokratların çoğu Kamala Harris'in 2028'de tekrar yarışmasını istiyor

Harris, ABD Başkanı Joe Biden'ın çekilmesinin ardından temmuzda başkanlık yarışına girmişti ama baştaki ivmesine rağmen Donald Trump'a kaybetti (Reuters)
Harris, ABD Başkanı Joe Biden'ın çekilmesinin ardından temmuzda başkanlık yarışına girmişti ama baştaki ivmesine rağmen Donald Trump'a kaybetti (Reuters)
TT

Demokratların çoğu Kamala Harris'in 2028'de tekrar yarışmasını istiyor

Harris, ABD Başkanı Joe Biden'ın çekilmesinin ardından temmuzda başkanlık yarışına girmişti ama baştaki ivmesine rağmen Donald Trump'a kaybetti (Reuters)
Harris, ABD Başkanı Joe Biden'ın çekilmesinin ardından temmuzda başkanlık yarışına girmişti ama baştaki ivmesine rağmen Donald Trump'a kaybetti (Reuters)

2024 ABD başkanlık seçimlerinden kısa süre sonra yapılan bir anket, Demokrat seçmenlerin çoğunun, 2028'de yeniden başkanlık yarışına girdiği takdirde ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in partinin adayı olmasını destekleyeceğini gösteriyor.

Demokratların başkanlığı Cumhuriyetçilere karşı kaybetmesinin üzerinden yalnızca iki hafta geçti ama bazıları geleceğe bakıyor, olası yeni veya tanıdık adayların, seçmenleri canlandıracağı umuluyor.

Kaliforniya Valisi Gavin Newsom, Pensilvanya Valisi Josh Shapiro ve Ulaştırma Bakanı Pete Buttigieg gibi isimler ortaya atıldı ama görünen o ki Harris'in kampanyası kalıcı bir etki bırakmış.

Echelon Insights and Puck News'un yaptığı bir ankette, Demokratlara oy verme ihtimali yüksek olan seçmenlerin yaklaşık yüzde 41'inin, 2028 başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti'yi temsil eden Harris'e oy vereceğini söylediği ortaya çıktı.

Sonuçlar, tamamen ön hazırlık niteliği taşıyor ve güncelliği sayesinde Harris'in politika ve tutumları, seçmenlerin zihninde tazeliğini hâlâ koruyor.

ABD Başkan Yardımcısı kısa ama agresif bir kampanya yürütmüştü. Yarışa girmesi temmuzu bulan Harris, seçmenlere ulaşmak için ünlülere, nüfuzlu kişilere ve büyük reklam kampanyalarına bel bağlamak zorunda kalmıştı.

Yani Demokrat seçmenler şimdilik ön seçimlerde başkan yardımcısını desteklemeyi sürdürecek. Ancak bir dizi başka potansiyel aday, ilgi odağını değiştirebilir.

Benzer bir durum, Cumhuriyetçi Parti'nin başkanlık ön seçimlerinden önce, muhafazakar seçmenler, Trump onun önüne geçene dek Florida Valisi Ron DeSantis'in Cumhuriyetçilerin adayı olmasını desteklediğinde de yaşanmıştı.
 

vfghytju
Kaliforniya Valisi Gavin Newsom uzun süredir siyasetin içinde. Ankete katılanların yaklaşık yüzde 8'i Demokrat Parti'nin ön seçimlerinde ona oy vereceğini söyledi (AP)

Ankete katılanların yaklaşık yüzde 16'sı, bir sonraki seçimlerde hangi Demokrat adayı destekleyeceğinden emin olmadığını söyledi ve bu durum, muhtemelen en az iki yıl boyunca değişmeyecek.

Ön seçimlerdeki diğer Demokrat adaylar, Kaliforniya Valisi Gavin Newsom, Pensilvanya Valisi Josh Shapiro, Ulaştırma Bakanı Pete Buttigieg, New York Kongre Üyesi Alexandria Ocascio-Cortez ve daha fazlası olabilir.

Ankete katılanların yüzde 8'i ön seçimlerde Newsom'u destekleyeceğini söyledi. Shapiro'ya oy vereceğini belirtenler yüzde 7 oranındayken, yüzde 6 da Buttigieg'i destekleyeceğini bildirdi.

Katılımcıların yüzde 1 ila 4'ü, Ocasio-Cortez, Kentucky Valisi Andy Beshear, New Jersey Senatörü Cory Booker, Maryland Valisi Wes Moore ve Michigan Valisi Gretchen Whitmer gibi diğer seçenekleri destekleyeceğini ifade etti.

Kimin öne çıkacağını söylemek için henüz çok erken ama Harris, başarı ihtimali taşıyan bir kampanya daha yürütmek için gerekli ivmeye ve desteğe sahip.
Independent Türkçe