Pearl Harbor'dan Aksa Tufanı’na: Felaket getiren zaferler

Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)
TT

Pearl Harbor'dan Aksa Tufanı’na: Felaket getiren zaferler

Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)

Macid Kayali

Aynı büyüklükte ve etkide tarihsel olaylar, farklı koşullara ve verilere rağmen şu ya da bu şekilde tekrarlandı. Buradaki ders, aktörün gücünü abartmasında, hesaplanmamış bir hareketinden kaynaklanan felaket niteliğindeki yansımaları ve olumsuz tepkileri öngörememesinde veya tahmin edememesinde yatmaktadır.

Bunun uluslararası düzeydeki bir örneği, Japon ordusunun Pearl Harbor'a ani saldırısı (1941/Hawaii) ve limanda bulunan Amerikan deniz filosunu yok etmesidir. Ancak bu ezici zafer, Japonya halkı için bir felakete dönüştü. Zira ABD’nin savaşa girmesi, savaşı Müttefiklerin lehine sonlandırmak için atom bombasını kullanması ve Japonya'ya teslim olmayı dayatması ile İkinci Dünya Savaşı'nın seyrini değiştirdi.

Yine 11 Eylül 2001'de el-Kaide üyeleri uçakları kaçırıp New York'taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ait İkiz Kuleleri vurarak yıkmayı başardılar. Bu durum, eylemi Amerikan emperyalizmine ve onun adaletsiz politikalarına karşı bir intikam olarak gören başta Arap dünyası olmak üzere tüm dünyada pek çok duygu uyandırdı. Ancak ABD, kendisini vuran depremi tüm dünyayı sarsan bir depreme dönüştürdü. Bu deprem Afganistan'ın ve ardından Irak'ın işgalini de kapsadı. Amerikan militarizminin güçlenmesi ile bu depremin dünyanın çehresini güvenlik açısından değiştirmesinden ise bahsetmiyoruz bile.

Felakete dönüşen zaferlerin Arap düzeyindeki örneklerine gelince, Haziran 1967 savaşından ve özellikle de Karama Muharebesi'nden (1968) sonra Ürdün’de Filistin ulusal hareketinin yükselişine tanık olduk. Bu yükseliş öyle bir noktaya vardı ki Filistinli örgütler kendilerini otorite olarak görmeye, hatta bazı kesimler “direnişin otoritesinden başka otorite yok” sloganı atmaya başladılar. Bu da Eylül 1970 olaylarının patlak vermesine yol açtı ve bunun sonucunda da Filistin ulusal hareketi bu ülkeden ihraç edildi, Filistinli mültecilerin en yoğun olduğu bölgede faaliyet göstermekten mahrum kaldı.

ABD, 11 Eylül'de kendisini vuran depremi tüm dünyayı sarsan bir depreme dönüştürdü. Bu deprem Afganistan'ın ve ardından Irak'ın işgalini de kapsadı. Amerikan militarizminin güçlenmesi ile bu depremin dünyanın çehresini güvenlik açısından değiştirmesinden ise bahsetmiyoruz bile.

Sorun şu ki, aynı şey Lübnan'da da (70'lerin ortalarından itibaren) tekrarlandı. Filistin ulusal hareketinin nüfuzu öyle büyüdü ki devlet içinde devlet haline geldi. Bu, (diğer nedenlerin yanı sıra) Lübnan iç savaşının patlak vermesine yol açtı ve böylece Suriye ordusunun Lübnan'a girişini meşrulaştırdı, kolaylaştırdı. Bunun sonucunda Lübnan Suriye rejiminin kontrolü altına girdi. Bu durum şu ana kadar devam eden tüm feci etkileri ile daha sonra Lübnan'ın Hizbullah aracılığıyla İran rejiminin kontrolü altına girmesiyle devam etti.

Böylece Lübnan ve Ürdün vakalarında, Filistin ulusal hareketinin yanı sıra bu iki ülkedeki Filistin halkı, bağlam dışı çatışmalara girerek ve güçlerini gereksiz bir şekilde tüketerek zarar gördü.

Aynı bağlamda, pek çok kişi Saddam rejiminin Kuveyt'i işgalini (1990) Irak ordusunun ve Arap milliyetçiliğinin bir “zaferi” olarak değerlendirmekte gecikmedi. Ancak bu aceleci, yüzeysel duygular, Irak için halen etkilerinden kurtulamadığı büyük bir siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik felakete yol açtı. Buna bir de Kuveyt ve Arap-Arap ilişkilerine olumsuz yansımaları eklendi.

2006'da Hizbullah iki İsrail askerini esir aldı. İsrail buna, güney Lübnan köyleri ile Beyrut’un güney banliyösünü yerle bir eden bir savaş ile karşılık verdi. Savaş 1.200 Lübnanlının ölümüyle sonuçlandı. Öyle ki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, böyle bir tepki ile karşılaşacağını bilseydi Hizbullah’ın bu eylemi gerçekleştirmeyeceğini vurguladı. Ancak Hizbullah, bu savaştan yararlanarak Lübnan'a hakim oldu ve Suriye devrimi patlak verdiğinde silahlarını Suriyelilere karşı kullandı.

Suriye deneyimi belki de felaket getiren zaferlerin en sert,  tehlikeli ve en yakın tarihli deneyimiydi, çünkü muhalefet, özellikle de silahlı örgütler, Suriye'nin yarısını kontrol ettiklerini ve rejimi yenilgiye uğratmanın eşiğinde olduklarını, geriye sadece harekete geçme saatini belirlemelerinin kaldığını düşünüyorlardı. Ancak bu sadece aceleciliği, siyasi saflığı ve gerçeklerden, Arap ve uluslararası verilerden kopukluğu gösteriyordu. Zira rejim kaldı ve Suriyelilerin yarısı yerinden edildi.

Filistin-İsrail çatışması düzeyinde de pek çok örnek var. 1981'de Lübnan-İsrail sınır cephesi, Fetih ile İsrail arasında, İsrail yerleşim yerlerinin sakinlerinden boşaltılmasıyla sonuçlanan bir roket savaşına sahne oldu. O zamanlar direniş liderleri yerleşim yerlerinin boşaltılmasını bir zafer olarak gördüler. Hatta o dönemde Fetih Merkez Komitesi üyesi olan (mevcut) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bile "Zaferden yararlanmak" başlıklı özel bir kitapta bunu kaydederek, o roket savaşında elde edilen kazanımlara dikkat çekmişti. Sonunda, birkaç ay sonra İsrail Lübnan'ı işgal etti (1982) ve güçleri ve kurumlarıyla birlikte FKÖ'nün Lübnan'daki varlığına son verdi.

Bir dizi bombalı saldırı ve intihar eyleminin gerçekleştirildiği ikinci silahlı intifada döneminde (2000-2004), ilk halk intifadasından (1987-1993) farklı olarak, İsrail, tarihindeki en ağır ve en büyük can kayıplarını yaşadı (1.060 İsrailli). Hatta bir keresinde yalnızca bir ay içinde (Mart 2002) 130 İsrailli öldü. Buna bir de güvenlik açısından kendisini dokunulmaz ve güçlü bir caydırıcı devlet olarak gören bakışı dahil olmak üzere uğradığı manevi ve ekonomik kayıplar eklendi.  Ancak İsrail, tüm bunları özümseyerek, direnişin altyapısını zayıflattığı ve Batı Şeria'nın birbiri ile bağlantısını kestiği iki savaş (Savunma Duvarı ve Sağlam Yol) başlattı.  Daha sonra yerleşim yerleri inşasını teşvik ederek, Filistinlileri izole eden Ayrım Duvarı’nı, köprüleri  ve tünelleri inşa etti. Ardından Batı Şeria ile Gazze arasındaki bölünmeyi pekiştirmek ve bu gerçeği Filistinliler için bir sorun haline getirmek için Gazze Şeridi'nden tek taraflı olarak çekildi ama ablukasını sürdürdü. Hikayenin geri kalanı ise biliniyor.

Yine Hamas, Ocak 2006'daki parlamento seçimlerini kazandıktan sonra, Haziran 2006’da Gazze sınırındaki Kerem Şalom Kapısı yakınındaki askeri bir bölgeden İsrail askeri Gilad Şalit'i esir aldı (2011'de takasla serbest bırakıldı). Bu başarılı bir eylemdi, ancak İsrail daha sonra Gazze'deki Filistinlilere misilleme saldırıları düzenleyerek 400'den fazlasını öldürdü. Dahası o tarihten itibaren Gazze Şeridi'ne uyguladığı ablukayı sıkılaştırdı.

Lübnan ve Ürdün vakalarında, Filistin ulusal hareketinin yanı sıra bu iki ülkedeki Filistin halkı, bağlam dışı çatışmalara girerek ve güçlerini gereksiz bir şekilde tüketerek zarar gördü.

Şimdi de Aksa Tufanı’nda Kassam Tugayı savaşçıları saatler süren bir operasyonla, büyük can kayıplarına yol açarak ve çok sayıda  kişiyi rehin alarak İsrail'e bir darbe indirmeyi, "yenilmez ordu" efsanesini yerle bir etmeyi başardı. Ancak İsrail bunu Filistinlilere karşı yaklaşık dokuz aydır devam eden ve Gazze'deki evlerin ve altyapının yüzde 70'ini yok eden bir imha savaşı başlatmak için bir fırsat olarak gördü. Dokuz ay içerisinde 200 binden fazla insan öldü, yaralandı, esir düştü ya da kayboldu. İsrail Gazze halkını yerinden etti, su, elektrik, yiyecek, yakıt ve ilaçtan mahrum bıraktı. Filistinlileri bir korku ve sefalet içinde yaşattı. Şimdi saldırganlığın sona ermesi, İsrail ordusunun geri çekilmesi, Gazze’nin yeniden inşası ve sakinlerinin evlerine dönmesi isteniyor ki savaştan önce de durum böyleydi. Peki ama Gazze nasıl bir yere dönüştü? Yahut ondan geriye ne kaldı? Elbette Hamas savaştan belki sadece yüzde 30 etkilendi ama Gazze'deki Filistinliler yüzde 1000 etkilendi.

Bunlar ders çıkarılması gereken deneyimlerdir. Ancak burada, temennilere, kaderci bir ruha, meleklerin desteğine ya da iki ordu olarak savaşmaya değil, aksine dış verileri ve gerçek güç dengesini hesaba katan, kademeli olarak kazanımlar elde eden, düşmanın direnişin temeli olan halkı (şu veya bu örgüt değil) yormasından kaçınıp, düşmanı yormaya çalışan sorumlu bir mücadeleye dayandığı sürece, direnişin her biçiminin meşruiyetini vurgulamalıyız. Direnişin fedakarlıklar gerektirdiğini biliyoruz, ancak Filistin halkı yok oluş veya yerinden edilme kaderi ile de karşı karşıya bırakılmamalı. Zira İsrail'in gerçek hedefi budur.

Şimdi Hamas direndi ama Gazze'deki Filistinliler ezildi. Geçmişte rejimlerin “zaferi” hayatta kalıp kalmamalarına göre deklare edilirdi ve artık buna örgütlerin de dahil olmasından korkuyoruz. Peki Gazze'nin yok olmasına, halkının perişan ve çaresiz bir halka dönüşmesine yol açan bu tür "zaferler" varken, bu durumda yenilgi nedir?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



ABD yapımı ATACMS füzelerinin Rusya-Ukrayna savaşında ne kadar etkin?

Rusya'nın Kıtalararası Balistik Füze (ICBM) sistemi RS-24 Yars’ın Plesetsk Kozmodromu’ndan fırlatılması, 25 Ekim 2023 (AFP)
Rusya'nın Kıtalararası Balistik Füze (ICBM) sistemi RS-24 Yars’ın Plesetsk Kozmodromu’ndan fırlatılması, 25 Ekim 2023 (AFP)
TT

ABD yapımı ATACMS füzelerinin Rusya-Ukrayna savaşında ne kadar etkin?

Rusya'nın Kıtalararası Balistik Füze (ICBM) sistemi RS-24 Yars’ın Plesetsk Kozmodromu’ndan fırlatılması, 25 Ekim 2023 (AFP)
Rusya'nın Kıtalararası Balistik Füze (ICBM) sistemi RS-24 Yars’ın Plesetsk Kozmodromu’ndan fırlatılması, 25 Ekim 2023 (AFP)

Muhammed Rimal

Ukraynalı yetkililer, Rusya-Ukrayna savaşının başladığı 24 Şubat 2022 tarihinden beri bu çatışmada kendi lehlerine bir gelişme kaydedebilmek için NATO üyesi müttefiklerine ve ABD'ye kendilerine balistik füze sağlamaları için baskı yapıyorlar.

ABD ancak savaşın üzerinden yaklaşık 18 ay geçtikten sonra Ukraynalı yetkililerin bu talebine karşılık verdi ve geçtiğimiz yıl eylül ayında Ukrayna ordusuna ABD yapımı Ordu Taktik Füze Sistemi (Army Tactical Missile System/ATACMS) füzeleri tedarik etti.

Füzeler teslim edildikten bir ay sonra Ukrayna'da test edildi. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, ATACMS füzelerinin Rusya topraklarındaki hedefleri isabetli bir şekilde vurmada etkili olduklarını kanıtladıklarını’ söyledi.

ATACMS füzelerinin Ukrayna'nın elinde olmasına rağmen, ABD'nin bu sistemin kullanımı için izin verdiği menzil, Rusya topraklarının derinliklerinde bulunan hedeflere kadar değil, Ukrayna topraklarında konuşlu Rus güçlerinin mevzilerine kadardı. Bu durum, mevcut savaşta ellerinin kollarının bağlandığını düşünen Ukraynalılar tarafından tepkiyle karşılandı. Ta ki ABD yönetimi, kısa bir süre önce ATACMS füzelerinin kullanım menzilinin genişletilmesine izin verene kadar.

ABD Ordusu ATACMS füzelerine ait bir dosya fotoğrafı (AFP)ABD Ordusu ATACMS füzelerine ait bir dosya fotoğrafı (AFP)

Bu iznin, Ukrayna'nın ATACMS füzeleri almasından bir yıl sonra, Joe Biden'ın görev süresinin bitmesine iki ay kala verilmesi zamanlaması bakımından dikkati çekiyor. ABD desteğinin düzeyi ve niteliği açısından önemli bir gelişme olarak görüldü. Ukrayna, ABD yönetiminden aldığı izni 19 Kasım'da Rusya topraklarına 6 füze fırlatarak hızlı bir şekilde pratiğe döktü.  Bunlardan beşi Rusya’nın hava savunma sistemi tarafından püskürtülürken, altıncısı Rusya'nın Bryansk bölgesine düştü. Peki, ATACMS füzelerinin özellikleri ne ve neden şimdi kullanılmasına izin verildi?

Füzelerin özellikleri ve etkinlikleri

ATACMS füzeleri, başlıklarında bulunan misket bombalarının miktarına ve ulaştıkları menzile göre farklılık gösteren ve bu isimle bilinen karadan karaya taktik füzeler ailesine ait bir silah. Amerikan Lockheed Martin şirketinin fabrikalarında 1983 yılında üretildi. ABD ordusunun envanterinde iki tip ATACMS füzesi bulunuyor. Bunlardan birincisi Irak Savaşı'nda kullanılan ve 300 bomba mermisi taşıyan ve 70 ile 300 kilometre arasında menzile sahip olan M39A1 (Block IA). İkincisi ise ilk kez 2004 yılında kullanılan M57 modeli.

Mevcut ABD yönetimi, görev süresinin sona ermesine yaklaşık iki ay kala Ukrayna'ya ATACMS füzeleriyle Rusya topraklarının derinliklerine saldırma izni verdi.

Ukrayna'da kullanılmasına izin verilen ATACMS füzeleri, 3,98 metre uzunluğunda ve 61 santimetre çapında. Ağırlığı 160 ile 560 kilogram arasında değişen, patlayıcılığı ve tahrip gücü yüksek bir WDU18 savaş başlığı taşıyor. Her biri 0,06 cm çapında ve 0,59 kg ağırlığında küre şeklinde yaklaşık 300 adet M74 bombacığından oluşuyor. Üretim maliyeti yaklaşık bir buçuk milyon ABD dolarını buluyor. ATACMS füzeleri, M270 MLRS fırlatıcısından, yani mobil platformlardan fırlatılır ve yüksek hassasiyetli navigasyon ve GPS teknolojisine dayanan otonom bir güdüm sistemi tarafından yönlendirilerek hassas vuruşlar yapmalarını sağlar.

Füze, 3 Mach üzerindeki (1 Mach saat başına bin 225 kilometredir) yüksek hızlara ulaşabilir ve nihai menzili olan 300 kilometreye 5 dakika içinde ulaşır. Yüksek hızı nedeniyle, kara savunma sistemleri tarafından yakalanması oldukça güçtür. Bu hız aynı zamanda kara kuvvetlerinin hareketliliğini de engeller ve sınırlar.

ATACMS füzeleri ilk kez 1990'lı yılların başlarında İkinci Körfez Savaşı'nda kullanıldı. Bu savaşta M270 füze rampasından 32 adet ATACMS füzesi fırlatıldı. Daha sonra 2003 yılında Irak’ın işgali sırasında 450'den fazla, 2015 yılından bu yana dünya genelinde 560'ın üzerinde ATACMS füzesi ateşlendi. Halihazırda başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Türkiye, Yunanistan, Güney Kore ve Romanya olmak üzere birçok ülkenin ordularının envanterinde yer alıyor. Ancak 1990'lardan bu yana sadece ABD ve Güney Kore, ATACMS füzelerini savaşta, eğitimde ve tatbikatlarda kullanıyor.

Saldırı amaçlı olarak menzil içindeki hedeflerine ulaşıp onları isabetli bir şekilde vurabilen ATACMS füzeleri, bu derinliğe ulaşarak Ukrayna'nın saldırı kabiliyetini arttırıyor. ATACMS füzeleri kamu binaları ve hava üsleri gibi Rusya’nın hayati öneme sahip tesislerini, cepheden uzaktaki ikmal hatlarını, bu füzelerin menzili içindeki altyapı, ulaşım ve iletişim ağlarını hedef alabilir ve bazı haberlere göre Kuzey Kore’den askerlerin konuşlandırıldığı Kursk bölgesine ulaşabilir. Rusya’nın savunma sistemini delemeyecek olsa da en azından Ukrayna içinde konuşlu Rus askerlerine destek sağlayan lojistik merkezlerinde işleri sekteye uğratacak olan ATACMS füzeleri, ayrıca ilerleyen güçlere de ateş desteği sağlayabilir.

ABD kararının nedenleri

Mevcut ABD yönetimi, görev süresinin sona ermesine yaklaşık iki ay kala Ukrayna'ya ATACMS füzeleriyle Rusya topraklarının derinliklerine saldırma izni verdi. Peki ama ATACMS füzelerinin neden şimdi kullanılmasına izin verildi?

Mevcut ABD yönetimi kararının Rusya-Ukrayna savaşının seyrinde niteliksel bir değişikliğe yol açacağını ve kendisini bu savaşın içinde doğrudan ve aktif bir taraf haline getireceğini, savaşın niteliğindeki herhangi bir değişikliğin uluslararası dengede ya da en azından bölgede bir değişikliğe yol açacağını düşünmüyor. Aksine ATACMS füzelerinin gönderilmesinin savaşın gidişatı üzerinde önemli bir etkisi olmayacağını ve bu füzelerin bölgedeki oyunun kurallarını değiştirebilecek sihirli bir değnek olmadığını, ancak en azından Ukrayna'ya destek sağlayacağını düşünüyor. Bu desteği de Rus ordusunun arka üslerini bu füzelerin menziline dahil ederek veriyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukraynalıların ATACMS füzelerini kendi başlarına kullanamayacaklarını, ABD'li danışmanların uzmanlığına ve yardımına ihtiyaç duyduklarını, bunun da Ukrayna topraklarında ABD askerinin konuşlandırılmasını gerektirdiğini, bu durumun tıpkı NATO birliklerinin Ukrayna'da konuşlanması gibi Rusya için bir tehdit oluşturduğunu söyledi.

Emekli ABD Hava Kuvvetleri Albayı Cedric Leighton’a göre ABD bu kararı, Kuzey Kore askerlerinin Rusya ordusuyla birlikte savaşmak üzere bölgeye geldiğine ilişkin bilgilere misilleme olarak aldı.

Peki, siyaset sahnesinde Biden yönetimi Cumhuriyetçileri Rusya, NATO, Çin ve Kuzey Kore'nin dahil olduğu küresel bir krizin ortasına nükleer silahlar olmadan sokmak için topu Cumhuriyetçilerin sahasına mı atmaya çalışıyor?

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Kiev'de düzenlediği basın toplantısında, 19 Kasım 2024 (AFP)Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Kiev'de düzenlediği basın toplantısında, 19 Kasım 2024 (AFP)

Biden yönetimi tarafından alınan bu karar, sadece Washington'ın Ukraynalılara daha önce verdiği taahhütlerin yerine getirilmesi mi, yoksa ABD iç siyasetinde Biden döneminde uluslararası çatışmaların Trump dönemindekinden daha az olduğunu iddia etmek amacıyla kullanılacak küresel gerilimlere doğru bir ittirme hamlesi mi?

Rusya'nın Güney Lübnan'da durumu izleme misyonuna katılması henüz kararlaştırılmamış ve büyük olasılıkla gerçekleşmeyecek olsa da jeopolitik düzeyde Rusya üzerindeki baskının hafifletilmesi yönünde bir eğilim olduğu kesin

Trump'ın seçim kampanyası hem ABD içinde hem de dışında ekonomik boyuta öncelik vermek üzerine kuruluydu. Bu da ABD'nin küresel piyasalardaki en büyük rakibi olan Çin'e doğru yönelmek istediği, bunun için de Ortadoğu ve Rusya'daki savaş sahalarının sakinleştirilmesi gerektiği anlamına geliyor. Trump'ın seçim kampanyası, Demokrat Partili yönetimin neden olduğu ve ABD Hazinesinin çatışma bölgelerindeki müttefiklerine sağladığı mali destek ya da ABD ekonomisinin çeşitli yerlerdeki savaşların gerekliliklerini karşılamak için silah üretimine yaptığı harcamalar nedeniyle daha da kötüleşen ekonomik sorunlar, göç, işsizlik, Amerikan vatandaşlarının yararlandığı sosyal hizmetler ve diğer konulara öncelik vermeye yönelikti.

Biden yönetimi, Cumhuriyetçiler arasında Rusya üzerindeki baskıyı hafifletme ve Ukrayna meselesinin arka planında onunla olan çatışmayı azaltma eğilimi olduğunun farkına vardı. Lübnan'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararının uygulanması için uluslararası izleme organına katılması önerilen ülke olarak Rusya'nın adı öne sürüldü. Bu durum, kararın Suriye üzerinden Hizbullah'a silah geçişinin engellenmesiyle ilgili kısmının uygulanmasının Rusya tarafından garanti edilmesi karşılığında, Rusya'nın bölgedeki rolünün kısmen de olsa yeniden canlandırılması olarak yorumlandı. Bu da Rusya'ya Suriye toprakları içerisinde, en azından Lübnan'a komşu bölgelerde daha geniş bir kontrol alanı vermek anlamına geliyor. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize  göre bu bölge, ABD ve NATO tarafından çeşitli yaptırımlar uygulanan Rusya'nın ihtiyaç duyduğu ekonomik boyutlara sahip. Rusya'ya bu rolün verilmesi kaçınılmaz olarak İran ve Türkiye'nin Suriye'deki varlığı pahasına olacak bir hamle. ABD böylece İran'ın Suriye'deki varlığını ve nüfuzunu büyük ölçüde azaltmış olacak, bu da Lübnan'daki bu etkinin boyutuna ve Lübnan'a silah girişine yansıyacak.

Rusya'nın Güney Lübnan'da durumu izleme misyonuna katılması henüz kararlaştırılmamış ve büyük olasılıkla gerçekleşmeyecek olsa da jeopolitik düzeyde gerek Ukrayna ile arasındaki gerginliği yatıştırarak gerekse kendisine yönelik mali cezai tedbirleri hafifleterek ve Suriye'de daha fazla nüfuz alanı tanıyarak olsun, Rusya üzerindeki baskının hafifletilmesi yönünde bir eğilim olduğu kesin.

Tüm bu senaryolar, yeni ABD yönetiminin bölgedeki sıcak meselelere ilişkin yönelimlerinin ve yeni dönemde dünyanın geleceğine ilişkin görüşünün sonucunu beklemeye devam ediyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.