NATO, kuruluşunun Elmas Jübilesini nasıl kutluyor?

NATO içindeki kazara patlamalar fırsata dönüştü

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

NATO, kuruluşunun Elmas Jübilesini nasıl kutluyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Ömer Önhon

NATO üyesi 32 ülkenin devlet ve hükümet başkanları, kuruluşunun 75. yıldönümü çerçevesinde 9-11 Temmuz tarihlerinde Washington'da, 1949 yılındakine benzer distopik bir küresel güvenlik ortamında NATO Liderler Zirvesi gerçekleştiriyor. O yıl, savaş yorgunu Avrupa ülkelerini yutmaya hazır bir Sovyetler Birliği'nin oburluğundan korkan Avrupa’nın on ülkesi, ABD ve Kanada ile müzakere ederek 4 Nisan'da Washington'da Kuzey Atlantik Paktı'nı imzalamıştı.

Dönemin ABD Başkanı Harry Truman, bu transatlantik askeri yapının kurulmasındaki amaçları açıklarken “Bu anlaşmayla, saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan oluşturmayı umuyoruz. Bu kalkan, hükümetin ve toplumun asıl işi olan, tüm vatandaşlarımız için daha dolu ve daha mutlu bir yaşam sağlama işine devam etmemize olanak tanıyacak” ifadelerini kullanmıştı.

Kuruluşundan bu yana NATO'nun üye sayısı, yıllar içinde yeni üyelerin de katılımıyla 32’ye ulaştı. Türkiye ve Yunanistan 1952 yılında, Batı Almanya 1955 yılında, İspanya 1982 yılında, Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti 1999 yılında, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya 2004 yılında, Arnavutluk ve Hırvatistan 2009 yılında, Karadağ 2017 yılında, Kuzey Makedonya 2020 yılında, Finlandiya 2023 yılında ve İsveç 2024 yılında NATO’ya katıldı.

NATO'nun başlıca felsefesi, saldırganları caydırmak ve caydırıcılığın başarısız olması halinde müttefikleri savunmak amacıyla ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ sloganıyla kolektif savunma çerçevesinde yer alıyor. NATO'nun kurulmasını sağlayan anlaşmanın özünü oluşturan 5. Maddesi “Taraflar, Kuzey Amerika'da veya Avrupa'da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirilir ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasası'nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunulur” der.

Paktın 5. Maddesi sadece bir kez, 11 Eylül 2001’deki terör saldırıları sırasında, ABD ile dayanışma amacıyla devreye sokuldu.

NATO, Soğuk Savaş'tan sağ çıktı ve galip geldi. Rakipleri Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ise tarihe karıştı. Üç Baltık cumhuriyeti bağımsızlıklarını yeniden kazandı. Sovyet birlikleri Doğu ve Orta Avrupa'dan çekildi ve Almanya birleşti.

Rusya, NATO'nun eskiden Varşova Paktı’na taraf olan ülkeleri de bünyesine katarak genişlemesini, NATO'nun kendisini kuşatma ve zayıflatma niyetinin bir kanıtı olarak görüyor.

Soğuk Savaş'ın hemen ardından ortaya çıkan en büyük sorular yeni güvenlik ortamının nasıl şekilleneceği ve NATO'nun gerekli ve ilgili kalıp kalmayacağıyla ilgiliydi. Bunun yanında NATO, ‘seni öldürmeyen şey güçlendirir’ sözünün doğruluğunu kanıtlayarak büyük önem taşımaya devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ‘NATO’nun Beyin Ölümü Gerçekleşti’ açıklaması veya Donald Trump'ın ABD'yi NATO’dan çekme tehditleri gibi ittifak içinden zaman zaman gelen olumsuz sinyaller fırsata dönüştü. NATO kendini gözden geçirme ve yenileme sürecine girdi.

Ancak NATO, tarihi boyunca, her 8 ila 10 yılda bir amaçlarının ve ilkelerinin ana hatlarını belirleyen ‘stratejik konseptlerinin’ periyodik olarak gözden geçirilmesinin de yardımıyla dirençli olduğunu kanıtladı.

Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk ikisi olan 1991 ve 1999 stratejik konseptleri etnik rekabetler ve bölgesel anlaşmazlıklar, terörizm, siyasi istikrarsızlık ve kitle imha silahlarının yayılması gibi yeni riskleri ve zorlukları tanımlıyordu. Ayrıca eski düşmanlarla ortaklık ve iş birliği yoluyla güvenlik artırılmaya çalışıldı.

NATO Barış İçin Ortaklık Programı, Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi, Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi gibi iş birliği modelleri geliştirildi. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 40 ortak ülke ile siyasi ve güvenlikle ilgili çeşitli konularda diyalog ve pratik iş birliği gerçekleştirildi.

Kriz yönetimi yeni dönemde kritik bir görev haline geldi. NATO Bosna Hersek, Kosova ve Kuzey Makedonya dahil olmak üzere çeşitli bölgelerde barışı destekleme operasyonları, Irak'ta yardım misyonları, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu'nda korsanlıkla mücadele operasyonları ve Afganistan ve Libya'da güvenlik misyonları düzenledi.

Yugoslavya'nın çöküşü ve ardından Orta Avrupa'da başlayan savaş NATO için büyük bir sınavdı. Çünkü doğrudan askeri harekata girişen ve çatışmanın sona erdirilmesinde öncü bir rol oynayan NATO, daha sonra Birleşmiş Milletler’in (BM) yetkisi altında güçlerini konuşlandırarak Dayton Barış Anlaşması'nın uygulanmasına yardımcı oldu.

NATO, 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan'daki koalisyon ülkeleriyle birlikte El Kaide'ye karşı askeri harekata katılıp Afganistan'daki Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü'nün (ISAF) bir parçası olarak orada kalmaya devam etti.

NATO'nun başlıca odak noktası, stratejik konseptte ‘müttefiklerin güvenlik, barış ve istikrarına yönelik en önemli ve acil tehdit’ olarak tanımlanan Rusya olmuştu. Ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra NATO ile Rusya arasındaki ilişkiler her zaman düşmanlık düzeyinde değildi. Başlangıçta iki taraf istikrarlı bir ilişki kurmaya çalışmış, 2002 yılında NATO-Rusya Ortak Konseyi'ni (NRC) kurmuşlardı.

Ancak o tarihten bu yana Rusya, NATO'nun kendisine yönelik niyetlerine her zaman şüpheyle yaklaşıp NATO2nun eski Varşova Paktı üyesi ülkeleri de üyesi yaparak genişlemesini, Rusya'yı kuşatma ve zayıflatma niyetinin bir kanıtı olarak görmüştür.

NATO ise Rusya'nın eski Sovyet cumhuriyetleri ve Varşova Paktı’na taraf ülkelere yönelik politikalarından endişeliydi. Bu yüzden Rusya Federasyonu tarafından Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan on dört ülke için ‘yakın çevre’ kavramı kullanılıyor.

Rusya'nın 2014 yılında Kırım'ı ilhak etmesinin ardından NATO ile ilişkileri ciddi şekilde gerildi. Ardından 2022 yılının şubat ayında Ukrayna'yı işgal etmesinin ardından da tamamen koptu. NATO Ukrayna'nın kendini savunmasına yardım ediyor, ancak Rus yetkililer, Rusya ve NATO'nun şu an doğrudan çatışma halinde olduğu açıklamasında bulundular. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg bu desteğin arkasındaki neden hakkında yaptığı açıklamada, ‘bunun bir hayır işi olarak değil, Avrupa'nın güvenliğine yapılan bir yatırım olarak görülmesi gerektiğini’ belirtti.

NATO yetkilileri ittifakın Ukrayna'ya sadece ‘insani ve ölümcül olmayan yardım’ sağladığını, üye ülkelerin bireysel olarak silah ve mühimmat gönderdiğini ve Ukrayna güçlerini eğittiğini söylediler. Bunun Rusya'nın düşüncesini değiştirmek anlamına gelmediğini belirtmek gerekir.

“Çin NATO için doğrudan bir askeri tehdit oluşturmasa da güvenlik gelişmeleri küresel olduğu için NATO bölgeye olan ilgisini yenilemiş ve Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore ile ortaklıklar kurmuştur.

NATO üyesi ülkeler, Ukrayna'yı NATO'ya kabul etme konusunda anlaştılar. Ancak Ukrayna'nın üyeliğinin nasıl, ne zaman ve hatta gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkin ayrıntılar, kamuoyuna yapılan destek açıklamalarına ve Ukrayna için Üyelik Eylem Planı şartının iptali gibi eylemlere rağmen belirsizliğini halen koruyor.

Ukrayna’nın NATO’ya hemen üye olması mevcut koşullar altında 5. Maddeyi devreye sokacak ve NATO'yu savaşa sürükleyecektir. Rusya’nın saldırganlığı ve değişen güvenlik ortamı NATO'yu askeri stratejilerini ve yapılarını yeniden gözden geçirmeye itti. NATO, diğer önlemlerin yanı sıra muharebe gruplarının sayısını ve hazırlık seviyelerini arttırıp yeni güç modelleri geliştirmiştir.

NATO'nun kuzeyde Baltık Denizi'nden güneyde Karadeniz'e kadar uzanan doğu kanadındaki ileri varlığı, müdahale güçlerinin büyüklüğü üç katına çıkarılarak güçlendirildi. Bu çok uluslu güçler teknolojik olarak gelişmiş ve hazır durumdalar. Baltık ülkeleri ve Polonya'ya çok uluslu muharebe grupları konuşlandırılırken Orta ve Doğu Avrupa'daki Müttefik topraklarında ilave muharebe grupları kuruldu.

Konvansiyonel gücünün yanı sıra nükleer bir ittifak olmaya devam eden NATO’daki nükleer silahlar ‘müttefiklerin güvenliğinin nihai ve en yüksek garantisini’ oluşturuyor. Bu da ihtiyaç duyulması halinde kullanılabilir oldukları anlamına geliyor.

Tüm bu konular oldukça tartışmalı. 32 ülkeli bir yapıda ortak kararlar almak oldukça güç. Yapıdaki her ülke eşit söz hakkına sahip ve kararların alınabilmesi için oybirliği gerekiyor. Her ülkenin ulusal politikaları, Ukrayna’daki savaş ve Çin ile ilişkiler gibi hassas konular da dahil olmak üzere çeşitli konularda bazen farklılık gösteriyor ve bu farklılıklar zaman zaman oldukça keskinleşebiliyor.

Türkiye ile Yunanistan ya da Kuzey Makedonya ile Yunanistan arasında olduğu gibi bazı NATO üyeleri arasında uzun süredir devam eden rekabet ve anlaşmazlıklar da işleri zorlaştırıyor. Finlandiya ve İsveç'in siyasi ve askeri açıdan önemli olan üyelik başvuruları Türkiye ve Macaristan tarafından engellendi. Bu sorunların üstesinden gelmek ve iki Baltık ülkesinin üyeliğine izin vermek için aylarca müzakereler yapıldı.

NATO'ya göre tüm bu durumlarda olduğu gibi, üye ülkeler her zaman anlaşmazlıkları uzlaştırmayı ve ilerleyebilmeyi başardı. Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın sorumluluk paylaşımı konusundaki şikâyet ve tehditleri NATO'yu savunma harcamalarını ele almak için yeni yollar aramaya itti. O tarihten bu yana her üye gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) en az yüzde 2'sini savunma harcamalarına ayırmayı kabul etti, ancak bugüne kadar sadece 23 ülke bu taahhüdü yerine getirdi.

Kararın alındığı 2014 yılında sadece üç müttefikin savunma harcamalarında GSYİH'nin yüzde 2'si bariyerini aşabildiğinden bu oldukça önemli bir başarı.

Ukrayna'daki savaş mali kaynaklar üzerinde yeni baskılar yarattı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg başlangıçta Ukrayna'ya beş yıl boyunca yardım etmek için 100 milyar dolarlık bir fon önerdi. Ancak müttefikler arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle geri adım atmak zorunda kaldı. Stoltenberg bunun yerine Kiev'e yardım için yılda en az 43 milyar dolar harcanmasını önerdi. Bu konu Washington’da yapılması planlanan bir sonraki NATO zirvesinde tartışılacak ve karara bağlanacak.

NATO’nun güvenliğe bakışı geleneksel sorumluluk alanının ötesine doğru genişledikçe, Çin Halk Cumhuriyeti önemli bir endişe kaynağı olarak ortaya çıktı. NATO, Çin'in hırslarının ve iddialı tutumlarının uluslararası kurallara dayalı düzene ve ittifakın güvenliğiyle ilgili alanlara sistemik zorluklar getirdiğini açıklamaktan geri durmadı.

NATO’nun 2023 yılındaki Vilnius Zirvesi’den sonra yayınlanan nihai bildiride, Çin'in siber ve dezenformasyon alanındaki eylemleriyle ve hayati önem taşıyan sanayi sektörlerini ve tedarik zincirlerini kontrol etme girişimleriyle ilgili başka türden endişelerin altını çizildi. Çin ve Rusya arasındaki derinleşen ve Çin'in Rusya'nın savaş çabalarına yardım etmesinin yanında Batı tarafından uygulanan yaptırımlardan kaçınmasına yardımcı olmasını öngören stratejik ortaklık, NATO üyeleri için başlıca bir endişe kaynağı oldu. NATO üyeleri, Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore gibi dünyadaki otoriter ülkeler arasındaki yakınlaşmayı yakından izliyorlar.

Çin NATO için doğrudan bir askeri tehdit oluşturmuyor, ancak güvenlik gelişmeleri küresel çapta olduğundan ve özellikle Hint-Pasifik bölgesinde ve Avrupa-Atlantik güvenliğini doğrudan etkileyebileceğinden NATO Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore ile yeni ortaklıklar kurarak bölgeye yeniden odaklandı.

Bu ülkeler artık Madrid ve Vilnius'taki son zirveler de dahil olmak üzere çeşitli NATO toplantılarına düzenli olarak katılıyor. NATO, özellikle siber savunma ve hibrid tehditlerle mücadele alanlarında bu ülkelerle iş birliğini genişletti.

“Trump'ın yeniden başkan seçilmesi halinde ABD'nin Ukrayna’daki savaşa müdahalesini en aza indirebileceğinden ve Rusya ile uzlaşı arayışına girebileceğinden korkuluyor.

Bu günlerde Washington'da yapılan zirvede üye ülkeler, NATO'nun küresel barış ve güvenliğin korunmasında oynadığı merkezi rolü bir kez daha teyit ederken ittifakın dayanışmasını ve kararlılığını da vurgulayacaklar. Zirve görüşmeleri öncelikle Ukrayna'daki savaşa, özellikle de Ukrayna'ya yapılacak askeri yardıma ve Ukrayna’nın NATO'ya üyeliğine değinecek. Askeri yardım alanında yeni adımlar atılabilecek olsa da Ukrayna'nın üyeliği konusunda önemli bir ilerleme kaydedilmesi beklenmiyor.

Washington’daki zirvede ele alınacak başlıca konular arasında adil finansman ve yük paylaşımı, Çin ile onu daha fazla tecrit etmeden kontrol altında tutacak şekilde ilgilenme, terörizme ve kitle imha silahlarına sahip düşmanlara karşı sürekli teyakkuz halinde olma, enerji güvenliğini sağlama ve çıkarlarını savunmanın yanı sıra hibrit tehditlere karşı alınacak önlemler yer alıyor.

Ayrıca NATO'nun Ortadoğu, Afrika ve Karadeniz'deki angajmanı da ele alınacak. Washington'daki zirve, NATO’nun önümüzdeki ekim ayında resmen göreve başlaması beklenen yeni genel sekreteri, eski Hollanda Başbakanı Mark Rutte için de bir ilk olacak.

Washington'daki zirve, ABD’de önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerine birkaç ay kala yapılıyor. ABD, NATO içinde öncü ülke olduğundan, yeni seçilecek başkanın politikaları onun açısından her zaman büyük önem taşıyor. Ancak bu durum özellikle adaylardan birinin NATO ve çeşitli uluslararası siyasi meseleler hakkında alışılmadık fikirlere sahip olduğu durumlarda geçerli oluyor.

Demokrat Parti'nin adayı Başkan Joe Biden NATO'ya inanıyor ve onu güçlendirmeyi hedefliyor. Rakibi Donald Trump ise NATO ve ABD için farklı bir rol öngörüyor. Avrupalıları kendi güvenlikleri için ABD'ye bel bağlamayı bırakıp kendi sorumluluklarını üstlenmeye çağıran Trump, ABD'nin müdahalesini ve mali katkısını en aza indirip Avrupalıları mümkün olduğunca fazla yükü omuzlamaya zorlamak istiyor.

Trump'ın yeniden başkan seçilmesi halinde ABD'nin Ukrayna’daki savaşa müdahalesini en aza indirebileceğinden ve Rusya ile uzlaşı arayışına girebileceğinden korkuluyor.

Ancak NATO, şartlar ne olursa olsun misyonu gereği, üyeleri arasında ortak bir zemin bulmaya çalışarak çok katmanlı tehditlerle ve zorluklarla yüzleşmeye devam edecektir.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Paris’ten Beyrut uyarısı: Bölgedeki gerginlik tehlikeli şekilde artıyor

Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)
TT

Paris’ten Beyrut uyarısı: Bölgedeki gerginlik tehlikeli şekilde artıyor

Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Gabon'a yaptığı ziyaretten bir kare (AFP)

İsrail’in, askeri kapasitesini yeniden inşa ettiği gerekçesiyle Lübnan’daki Hizbullaha karşı geniş çaplı bir operasyon başlatabileceğine ilişkin endişeler giderek artıyor. Son haftalarda İsrail medyasında sıkça dile getirilen bu iddialar, pazar günü Beyrut’un güney banliyölerinden Haret Hreik’te Hizbullah’ın bir numaralı askeri yetkilisi Heysem Tabtabain’in hedef alınmasıyla sahada da kendini gösterdi.

Aynı zamanda İsrail’in atacağı olası adımlar hem Lübnan içinde hem de uluslararası çevrelerde ciddi kaygılara yol açıyor. Bu bağlamda, her zamanki gibi en hızlı tepkiyi veren ülke Fransa oldu. Paris, ismini vermeden Hizbullah’ın üst düzey bir komutanını hedef alan saldırıdan duyduğu endişeyi açıkladı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçen cumartesi CNBC Arabiya’ya verdiği röportajda Lübnan’daki durumun “son derece kırılgan” olduğunu ve önümüzdeki dönemin “belirleyici” nitelikte olacağını vurgulamıştı.

Fransız Dışişleri Sözcüsü Pascal Confavreux, pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında, “23 Kasım Pazar günü Beyrut’u hedef alan İsrail saldırısının, zaten son derece gergin olan ortamda tırmanma riskini artırdığı için Fransa’da derin bir endişe yarattığını” söyledi.

Fransa, her açıklamasında olduğu gibi tüm taraflara itidal çağrısında bulunarak, tehditlerin raporlanması için oluşturulan ateşkes izleme mekanizmasının önemine dikkat çekti. Paris, geçen yıl kurulan ve bir ABD’li generalin başkanlık ettiği, bir Fransız subayın ise başkan yardımcılığı görevini üstlendiği bu mekanizmada aktif rol oynuyor. Mekanizmada Lübnan, İsrail ve Birleşmiş Milletler de yer alıyor.

fgth
Güney Lübnan'da İsrail'in Manara yerleşim birimine bakan bir UNIFIL gözlem noktası (EPA)

Fransa, bu mekanizmayı “taraflarca tanınan ve tek taraflı adımların engellenmesi ile hem Lübnan hem de İsrail’de sivillerin güvenliğinin sağlanması için gerekli çerçeve” olarak değerlendiriyor. Ancak mekanizmanın temel sorunu, geçen yıl imzalanan 27 Kasım 2024 Ateşkes Anlaşmasından bu yana İsrail’in günlük askeri operasyonlarını durdurmasını sağlayamaması. İsrail bu operasyonları, Hizbullah’ın ateşkese uymadığı ve askeri altyapısını yeniden inşa ettiği gerekçesiyle sürdürüyor. Fransız açıklaması, Paris’in “Lübnan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne bağlılığını” yeniden teyit ediyor.

Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Macron’un Ortadoğu ve Kuzey Afrika danışmanı Anne-Claire Legendre, iki günlük bir ziyaret için Beyrut’a giderek üç üst düzey yetkili, Lübnan ordusu komutanı ve UNIFIL temsilcileriyle görüşmüştü


AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Şarku'l Avsat'a konuştu: Suudi Arabistan ile iş birliğinde sınır yok

Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)
Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)
TT

AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Şarku'l Avsat'a konuştu: Suudi Arabistan ile iş birliğinde sınır yok

Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)
Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)

Üst düzey bir Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan’la iş birliğinin ‘sınırı olmadığını’ belirterek, Riyad’ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkeze dönüştüğünü, reform hızının yüksek olduğunu, değişime açık bir tutum sergilediğini ve net bir vizyona sahip olduğunu söyledi.

Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Şarku’l Avsat ile yaptığı röportajda, Brüksel’in Suudi Arabistan-Avrupa iş birliği için geniş ufuklar gördüğünü vurguladı. Sikela, bu iş birliğinin yalnızca ikili düzeyde değil; Afrika, Orta Asya, Güney Asya, Pasifik ve Karayipler’de de güçlü bir potansiyel taşıdığını ifade etti.

yhju
Avrupalı yetkili, Suudi Arabistan'ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini söyledi. (Avrupa Birliği)

Sikela, Riyad’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Teşkilatı (UNIDO) Küresel Sanayi Zirvesi’ne katılımı sırasında yaptığı açıklamada, sürdürülebilir sanayi kalkınması, istihdam yaratma ve katma değer üretme başlıklarının küresel ekonominin ihtiyaçlarıyla örtüştüğünü belirtti.

UNIDO Küresel Sanayi Zirvesi

Jozef Sikela, Suudi Arabistan’ın UNIDO Küresel Sanayi Zirvesi’ne ev sahipliği yapmasının yerinde bir adım olduğunu belirterek, AB’nin UNIDO ile toplam taahhüt tutarı 350 milyon dolara yaklaşan 38 aktif program yürüttüğünü açıkladı. Sikela, “UNIDO’nun en büyük ortağı ve en büyük gönüllü katkı sağlayanı biziz” ifadesini kullandı.

Sikela, sanayi, ticaret ve enerji bakanlığı geçmişine de atıfta bulunarak, zirveyi Suudi yetkililerle görüşme fırsatı olarak değerlendirdiğini belirtti. Suudi bakanlarla, Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF) temsilcileriyle ve şirketlerle bir araya geldiğini ifade eden Sikela, iş birliğinin yalnızca AB ile Suudi Arabistan arasında değil, dünyanın başka bölgelerinde de derinleştirilebileceğini söyledi. Sikela, “Yenilenebilir enerji, hidrojen, madencilik, çevrenin korunması, eğitim ve mesleki gelişim gibi alanlarda aynı önceliklere sahibiz” dedi.

Suudi Arabistan’la ilişkiler hız kazanıyor

Sikela, Suudi Arabistan ile ilişkilerin ‘çok güçlü bir ivme kazandığını’ vurguladı. Geçen yıl Brüksel’de AB ile Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) arasındaki ilk zirvenin düzenlendiğini hatırlatan Sikela sözlerini şöyle sürdürdü: “Krallık, Körfez’deki en büyük ticaret ortağımız ve ekonomisini çeşitlendiren, net vizyona sahip bir ülke.”

sdefrgt
Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Avrupa ile Suudi Arabistan arasındaki iş birliğinin sınırları olmadığını vurguladı. (Fotoğraf: Saad el-Anzi)

Sikela, Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu’nun ülkeyi Avrupa şirketleri ve yatırımcıları için çok cazip bir merkez haline getirdiğini belirterek, “Neden? Çünkü net bir vizyona sahip olmak, net bir yön anlamına geliyor ve yatırımcıların aradığı da bu: istikrar ve öngörülebilirlik. 2030 Vizyonu, yatırımcılara gelecek konusunda güven veriyor” şeklinde konuştu.

Sikela, “Bu vizyonu Avrupa ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerdeki bakış açımız ve bölge ile dünya konusundaki sorumluluğumuzla birleştirebilirsek, iş birliğinin sınırı olmaz; çünkü ortak gündemimiz çok geniş” ifadelerini kullandı.

Jozef Sikela’ya göre Suudi Arabistan, ekonomisini çeşitlendirmeye ve yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirmeye odaklanıyor; bu öncelikler Avrupa’nın aynı alanlara gösterdiği ilgiyle örtüşüyor. Aynı durum, ortak çalışma alanı olarak görülen Orta Asya için de geçerli.

Sikela sözlerine şöyle devam etti: “Bu perspektiften bakıldığında Brüksel, Suudi Arabistan-Avrupa iş birliği için güney ülkelerinde geniş fırsatlar görüyor. PIF, Afrika, Orta Asya, Güney Asya, Pasifik ve Karayipler’de aktif; bu bölgeler aynı zamanda AB’nin ‘Global Gateway’ (Küresel Geçit) girişimi kapsamında değerlendiriliyor.”

‘Global Gateway’… Geleceğe yatırım

AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, AB’nin benimsediği Global Gateway girişiminin, partner ülkelerde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amacıyla yatırım, teknoloji ve Avrupa standartlarını kullanarak uygulanan stratejik bir yatırım programı olduğunu vurguladı.

ty
Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Vizyon 2030'un yatırımcılara gelecek konusunda güven verdiğini söyledi. (Fotoğraf: Saad el-Anzi)

Sikela, “Temel hedef geleceğe yatırım yapmak, bu da varlıklara yatırım yapmadan önce insanlara yatırım yapmayı içeriyor” dedi.

Sikela’ya göre AB ve üye ülkeler, dünyadaki kalkınma harcamalarının en büyük kaynağı; küresel harcamaların yüzde 40’ından fazlasını sağlıyorlar, oysa ekonomileri dünya üretiminin yalnızca yüzde 16’sını oluşturuyor.

Sikela, başlangıçta 2027’ye kadar 300 milyar euro hedeflendiğini, bu hedefin neredeyse bu yıl gerçekleştirildiğini ve bu nedenle hedefin 2027’ye kadar 400 milyar euroya yükseltildiğini belirtti.

Jozef Sikela, girişimin ‘eşit ortaklığa dayandığını ve ülkelere şart dayatmak veya dengesiz ilişkilere çekmek yerine güç kazandırmayı hedeflediğini’ ifade ederek, bunun giderek parçalanan bir dünyada geniş kabul gördüğünü söyledi.

İş birliğinin derinleştirilmesi

AB Uluslararası Ortaklıklar Komiseri, Global Gateway girişimini Suudi yetkililerle görüştüğünü ve iki tarafın çıkarına hizmet edecek iş birliği fırsatlarını ele aldıklarını belirtti.

Sikela, “Girişim, ortak çıkarı olan partnerler için kapalı değil. Suudi kurumlarının ve özel sektör yatırımlarının katılımını memnuniyetle karşılıyoruz. AB ile Suudi Arabistan arasında iş ortamının iyileştirilmesi konusunu da tartıştık. İlişkileri derinleştirecek ek adımlar bekliyoruz. Yapılacak çok iş var, ancak ilerleme hızlı ve doğru yoldayız” şeklinde konuştu.

Gelecek için büyük potansiyel

Sikela, Avrupa-Suudi Arabistan ilişkilerinin önümüzdeki beş yıldaki perspektifi sorulduğunda, Suudi Arabistan’ın hızla önemli bir ekonomik ve teknolojik merkez haline geldiğini vurguladı. Sikela, “Bugün bir bankacı olsaydım, Avrupa şirketlerine Suudi Arabistan’a ilgilerini artırmalarını tavsiye ederdim. Çünkü burası istikrarlı, öngörülebilir ve geleceğe yönelik büyük bir potansiyele sahip bir ortam” ifadelerini kullandı.

gty
Avrupa Birliği (AB) Uluslararası Ortaklıklar Komiseri Jozef Sikela, Şarku’l Avsat'a verdiği röportaj sırasında (Fotoğraf: Saad el-Anzi)

Sikela, “Suudi Arabistan’daki en büyük çekim unsurları, reformların hızı, değişime açıklık ve net vizyondur. Siz bir vizyon belirlediniz ve hükümetin bu vizyona bağlı olduğuna eminim; bunu her gün gösteriyorlar” dedi.

Jozef Sikela sözlerini şu ifadeyle tamamladı: “İşte AB ile Suudi Arabistan arasındaki iş birliğini tamamen farklı bir seviyeye taşımak için üzerine inşa etmek istediğimiz temel budur.”


Moskova'nın faaliyetleri artarken İngiliz Donanması Rus fırkateynini ve petrol tankerini durdurdu

İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)
İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)
TT

Moskova'nın faaliyetleri artarken İngiliz Donanması Rus fırkateynini ve petrol tankerini durdurdu

İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)
İngiliz Kraliyet Donanması devriye gemisi "Severn" (gemi hesabı "X" platformu üzerinden)

İngiltere Savunma Bakanlığı, dün yaptığı açıklamada, İngiliz devriye gemisinin Manş Denizi'nde takip ettiği bir Rus firkateyni ve petrol tankerini durdurduğunu, Rus donanmasının İngiliz suları etrafındaki faaliyetlerinin son iki yılda yüzde 30 arttığını belirtti.

Bakanlık, Kraliyet Donanması devriye gemisi HMS Severn'in son iki hafta içinde Manş Denizi'nden geçiş yapan Rus firkateyni RFN Stoyky ve tanker Yelnya'yı durdurduğunu açıkladı.

AP’ye göre Severn, sonunda izleme görevini Bretonya açıklarında kimliği belirsiz bir NATO müttefik gemisine devretti.

Bakanlık, İngiltere'nin, kıyılarında konuşlu gemilere ek olarak, NATO'nun Kuzey Atlantik ve Arktik bölgesindeki Rus gemileri ve denizaltılarını izleme misyonu kapsamında İzlanda'ya üç Poseidon keşif uçağı konuşlandırdığını bildirdi.

Bu haber, Savunma Bakanı John Healey'nin gazetecilere, Rus casus gemisi Yantar'ın İskoçya açıklarındaki faaliyetlerini izleyen keşif uçağı pilotlarına lazer ışınları tuttuğunu söylemesinden sadece birkaç gün sonra geldi.

İngiltere, Yantar'ın eylemlerini "pervasız ve tehlikeli" olarak nitelendirerek, topraklarına yönelik herhangi bir ihlale yanıt vermeye hazır olduğunu belirtti.

Haley çarşamba günü yaptığı açıklamada, "Rusya'ya ve Putin'e mesajım şu: Sizi görüyoruz ve ne yaptığınızı biliyoruz" dedi.

Londra'daki Rusya Büyükelçiliği, Haley'nin sözlerine, İngiliz hükümetini "askeri bir saplantıyı körüklemekle" suçlayarak yanıt verdi ve Moskova'nın Birleşik Krallık'ın güvenliğini baltalamaya çalışmadığını ifade etti.