Yeni teknoloji baronlarının yükselişiyle insanlığın yok olma olasılıkları

Fotoğraf: (Shutterstock)
Fotoğraf: (Shutterstock)
TT

Yeni teknoloji baronlarının yükselişiyle insanlığın yok olma olasılıkları

Fotoğraf: (Shutterstock)
Fotoğraf: (Shutterstock)

Osama Esber

İtalya asıllı ABD’li düşünür Loretta Napoleoni'nin kısa bir süre önce Seven Stories Press yayınevi tarafından çıkarılan yeni kitabı ‘Technocapitalism: The Rise of the New Robber Barons and the Fight for the Common Good’ (Teknokapitalizm: Yeni Soyguncu Baronların Yükselişi ve Kamu Yararı İçin Mücadele) küresel durumu modern şirketlerin yükselişi, halklar pahasına zenginliğin zirveleri ve insanoğlunun bekasını tehdit eden felaket sonuçları açısından analiz eden bir eleştirel düşünce tezi olarak görülebilir.

Yazar, yeniyi anlama ve baş döndürücü hızla değişen bir gerçekliğe uyum sağlama konusundaki yetersizliğimizin neden olduğu ‘kaygı salgını’ adını verdiği yeni bir olgudan bahsediyor. Hatta beynimizin bu kadar yüksek düzeyde bir belirsizlikle baş edemediği bile söylenebilir. Çünkü biz, şimdiki zaman ile gelecek arasındaki sınırların kaybolduğu bir zaman ölçeğinde, olanlar ile olabileceklerin kesiştiği 'geleceğin şimdisinde' yaşıyoruz. Yazar, insanların atalarının, belirsizlik içinde, sınırlı bilgiye sahip oldukları ve değişimin kaprislerinin insafına kaldıkları, ancak çevrelerine uyum sağladıkları ve acılara ve zorluklara rağmen yaşamlarını sürdürdükleri, bugünkü yaşamlarımıza benzer tehlikeli ve değişken dünyalardaki yaşamlarına da geri dönüp değiniyor. Ancak Napoleoni'ye göre asıl korkutucu olansa insanların geçmişte kullandıkları araçların artık işe yaramaması ve başta insanlar arasındaki dayanışma olmak üzere varlıklarını koruyan değerlerin buharlaşması ve romancı Haruki Murakami'nin "Herkes, derinlerde bir yerde, dünyanın sonunu bekliyor” diye tanımladığı imrenilmeyecek bir duruma gelene kadar ‘tarihin bencil bir dönemine’ girmiş olmamızdır. Napoleoni, içinde bulunduğumuz yeni varoluşsal paranoya durumunu, insanlığın gezegeni kurtarmak için rasyonel bir seçim yapması halinde anlaşılabilecek ve yüzleşilebilecek tehlikelerle dolu ve giderek karanlıklaşan bir geleceği ortaya çıkarırken, insan direncini yok eden bir ‘korku politikası’ olarak tanımlıyor.

Karamsarlık çağı

Yazar yeni insan jeolojik çağını (antroposen) ele alıyor ve bu çağı karamsarlık çağı, doğanın artık değişimi yönlendirmediği ve Frankenstein’ın canavarının, yani yapay zekanın (AI) gezegenin dümenini ele geçirdiği bir çağ olarak tanımlıyor. Yazara göre bu durum şimdiye kadar sadece büyük bir kaygı üretti. Çünkü temelde olumsuzluklara odaklanıyoruz ve hayat artık iyi olmasa ve umut alanı daralmış olsa bile bizi umutlu hissettirecek olumlu şeyler kalmadı. Yapay zekanın ortaya çıktığı, temiz havayı kaybettiğimiz, buzdağlarının eridiği ve rengarenk mercan resiflerinin yok olduğu bir dönemde yaşıyoruz. On binlerce hayvan türünün nesli tükeniyor, ara mevsimler kalkıyor ve teknolojik dönüşümün, tüm dünya nüfusu pahasına bencil bir azınlığın kârını en üst düzeye çıkarmak için kontrol ve tekelleşme dışında herhangi bir olası tezahürünü ayırt etmek zorlaşıyor.

Yazar Loretta Napoleoni'ye göre teknoloji, insanlığın yeni jeolojik çağının bir ürünü ve onu kontrol edersek yüce hedeflere ulaşmamıza yardımcı olabilir, ama tekelleştirilirse bize büyük zarar verir. Modern teknolojiyi kontrol edenlerin nihai hedefi kâr etmektir. Tıpkı geleneksel arabalara kıyasla hidrokarbon enerjisinin çok daha azını tüketen ve yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjiyle hareket eden elektrikli arabalar gibi. Ancak bu gelişmeler, imha edilmeleri için halen net bir mekanizma olmadığı için tehlikeli olan elektrikli araç bataryalarının üretimi sorununa bir çözüm getirmedi. 2017 yılında yapılan araştırmalar, tek bir elektrikli otomobilin üretiminin, bataryanın karbon ayak izi nedeniyle geleneksel bir otomobile göre yüzde 60 daha fazla CO2 yaydığını gösterdi.

Yazar, yeniyi anlama ve baş döndürücü bir hızla değişen bir gerçekliğe uyum sağlama konusundaki yetersizliğimizin neden olduğu ‘kaygı salgını’ adını verdiği yeni bir olgudan bahsediyor.

Napoleoni, günlük hayatımızda artık kendimizi huzurlu hissetmediğimizi, adımlarımızı endişe ve korkunun yönlendirdiğini, yarına ve onun getireceklerine dair endişe duyduğumuzu ve iyi bir hayat yaşayamayacağımız bir zamanın geleceğinden korktuğumuzu ekliyor. Napoleoni’nin analizine dayanarak, dünyadaki mevcut durumun milyonlarca insanın bu acı gerçekle yüzleştiğini ve bunun bedelini ödediğini söyleyebiliriz. Çünkü Ukrayna'da ya da başka bir yerde yaşananlar Ortadoğu'daki bir insanın iflas etmesine ya da aç kalmasına neden olabilir. Gazze’deki savaş, içinde savaşıldığı ve sakinlerinin başlarına acımasızca yıkıldığı coğrafyanın ötesinde amaçlara hizmet ediyor. ABD'li gazeteci Chris Hedges bu savaşı Kuzey'in Güney'e verdiği ‘Bize itaat etmezseniz sizi ezeriz’ mesajı olarak tanımlıyor. Dünyanın dört bir yanında insanların elektrik, su, gaz, telefon, internet ve temizlik faturaları için ödedikleri paralar sadece birkaç kişinin cebine giriyor. Devlet öldü, Ortadoğu'da ve başka yerlerde artık yoksulları koruyacak bir kurum yok. Yazarın yeni ‘baronlar’ ve ‘hırsızlar’ olarak adlandırdığı teknoloji alanındaki ilerlemenin tekelcileri, kişisel çıkarları için gece gündüz dünyanın boğazını sıkmaya çalışıyorlar. İklim değişikliğinin kötüleşmesi ve doğal felaketlerin gezegeni harap etmesi onlar için önemli değil.

Yeni yaradılış

Yazar bu olguları, zamanın olağanüstü hızlanmasının şimdiki zaman ile geleceğin kesiştiği olağanüstü bir değişim döneminde doğan yeni bir oluşum olarak tanımlıyor. Teknoloji ve yapay zeka dönüşümün hızını belirlerken, bu geçiş çoğu insan için zihinsel, duygusal ve varoluşsal olarak dayanılmaz bir hızda gerçekleşiyor. Her şey bir anda değiştiğinden, her türlü çaba boşa görünüyor. Çoğu insan her türlü başarının göz açıp kapayıncaya kadar kıymetini yitirdiğini hissediyor. Yazara göre şimdiki zamanın beyhudeliği o kadar rahatsız edici ki, kaygı bazen bizi felç ediyor.

zaxscdfvgb
Loretta Napoleoni (Facebook)

Önemli ve tehlikeli bir noktaya değinen Napoleoni, Kovid-19 pandemisinin, pandemik anksiyete olgusunu tetikleyen olaylardan biri olduğunu ve bunun sonucunda ortaya çıkan akıl hastalığı, bilinmeyene karşı duyulan korkunun tetiklediği bir dizi olumsuz düşünce olarak tanımlanabileceğini söylüyor. Napoleoni’ye göre belki de bu anksiyete, mevcut kesinliklerin parçalanma ve yeni ufukların ortaya çıkma hızından kaynaklanıyordu. Doğru cevabı bulmaya yardımcı olabileceği için geçmişe geri dönen Napoleoni, her büyük dönüşümün şafağında, bilinmeyeni kucaklayan vizyon sahiplerinin, neler olup bittiğini diğerlerinden daha hızlı fark eden ve bazen toplumun tamamına fayda sağlayan olumlu bir dönüşüme katkıda bulunan insanların olduğunu söylüyor. Örneğin çeliğin endüstriyel kullanımı modern şehirlerin doğuşuna yol açtı. Çelik 4 bin yıldır alet yapımında kullanılıyor olsa da demir cevherinden çelik üretmek için ilk ucuz endüstriyel süreç olan ‘Bessemer süreci’ gerçekten devrim niteliğindeydi. Yöntem, 1855 yılında sürecin patentini alan Henry Bessemer tarafından bulundu. Süreç, erimiş demire hava basarak demiri oksitlemek suretiyle demirdeki safsızlıkların (empürite) giderilmesine dayanıyor. Safsızlıklar oksitlenir ve oksitlenmeden kaynaklanan ısının bir sonucu olarak demir erir. Bu işlem çeliği köprü, demiryolu, makine ve gökdelen yapımında yaygın olarak kullanılan dünyanın en büyük endüstrilerinden biri haline getirdi. ABD’de etkili olduğu kanıtlanan bu yöntemin kullanılması hem kapitalistler hem de işçiler olmak üzere herkese fayda sağladı.

Yazar, dönüşümü onu Amerikan tarihinin en zengin adamlarından biri haline getiren, ancak zekası sadece kendisi ve ailesi için muazzam bir servet yaratmakla kalmayıp aynı zamanda diğer insanların yaşamlarını da iyileştiren Andrew Carnegie'ye övgüde bulunuyor. Napoleoni, bu kapitalistlerin biriktirdikleri servet ne olursa olsun ‘Büyük Dönüşüm’ sırasında başarılı vizyonerlerin gerçek başarısının, insanlığın ilerlemesine katkıda bulundukları sıçramanın boyutu olduğunu savunuyor.

Yapay zekanın ortaya çıktığı, temiz havayı kaybettiğimiz, buzdağlarının eridiği bir zamanda yaşıyoruz.

Yararın evrenselleştirilmesine ilişkin bu farkındalık olmaksa ilerleme, ya yoksullaştırma ya baskı ya da dolandırıcılık ve sahtekarlık yoluyla topluma zararlı olmaya mahkumdur. Tıpkı açgözlülük nedeniyle büyük iş ve para kayıplarına yol açan kripto para borsalarını hileli bir şekilde yöneten Sam Bankman-Fried gibilerinin yaptığı gibi. Ayrıca kan dökmeye dayalı pazarlama kaynaklarını güvence altına almak için siyaseti yönlendiren ve savaşları körükleyen silah şirketlerini de eleştiren yazar, bu şirketlerin başındaki soyguncu baronların, kâr ve faydaların yalnızca kendilerine ait olması ve hiçbirinin genel olarak insanların içinde bulundukları mevcut koşulları iyileştirmeye fayda sağlamaması bakımından önceki kapitalistlerden farklı oldukları sonucuna varıyor.

Adaptasyonun tarihçesi

Yazar, insan türünün Dünya gezegenindeki yolculuğundaki uzun soluklu adaptasyonun tarihçesinden bahsediyor. Eğer merakımız ve sezgilerimiz bilinmeyene karşı duyduğumuz korkunun üstesinden gelmeseydi, muhtemelen hayatta kalamayacağımızı savunuyor. Taş Devri’ndeki atalarımızı korkularının üstesinden gelip ailelerinin ve kabilelerinin güvenliğini terk etmeye iten, evimizin ve çevremizin sınırlarının ötesinde ne olduğuna dair merak ve daha zengin bir yaşam olduğunun farkına varmaktı. İçinde bulunduğumuz durumda da farklı değiliz. Ancak kaygımızı besleyen şey yalnızca bilinmeyene karşı duyduğumuz korku değil, aynı zamanda şimdiki zamanın geleceğe dönüşme ve gerçekliğin değiştirilip yeniden keşfedilme hızıydı. Bu da hepimizi kesinliklerin hızla paramparça olduğu bir dünyayla başa çıkmaya karşı bizi hazırlıksız yakalıyor.

cdvfrgbthy
Teknokapitalizm: Yeni Soyguncu Baronların Yükselişi ve Kamu Yararı İçin Mücadele kitabının kapağı

Yazar Napoleoni'ye göre şu an yaşanan, birkaç yeni vizyonerin, ileri teknolojiyle donanmış küçük bir grup zeki girişimcinin, değişimin hızını kendi avantajlarına kullanabilmeleri ve evrimi tekellerine alarak şimdiki zamandan/gelecekten faydalanabilmelerinden ibaret. Onlar teknolojiyi anladılar ve bunu kurnazlıkla kendi avantajları için kullandılar. Ancak bunu yaparken de benzersiz faydasını kötüye kullandılar ve nihayetinde topluma zarar verdiler.

Kitap, modern teknolojinin seçkinler lehine iş yapma hızının yarattığı yeni bir yasal belirsizliğe işaret ediyor. Bu durum yasaların karışmasına, güvenilmesinin zorlaşmasına ve yoruma açık hale gelmesine yol açtı. Böylece yetenekli avukatlar, bu tür hızlı gelişmelerle başa çıkmaya hazır olmayan işçilerin zararına olacak şekilde her davayı kazanabilir hale geldi. Amazon'un ve Uber'in işgücü piyasasını yok ederek yaptığı da budur. Buna karşı düzenlenen gösteriler ve grevler hiçbir işe yaramadı.

İleri teknolojiyle donanmış küçük bir grup bilgili müteahhit, değişimin hızını kendi avantajlarına kullanmayı başardı.

Kitap aynı zamanda yapay zekanın potansiyelini ve doğru şekilde kullanılması halinde oynayabileceği son derece olumlu rolü vurguluyor. Yapay zeka, insanların yaşamlarını iyileştirmek ve gezegeni kurtarmak için alçak Dünya yörüngesindeki uzay istasyonlarından yönetebileceğimiz ve denetleyebileceğimiz robotlarla uzayı kolonileştirmemize yardımcı olabilir. Ancak yazar, yapay zekanın yanlış ellere düştüğüne ve kapınıza gelen posta paketinden, cep telefonunuza yanıt veren ve sizi gideceğiniz yere ulaştıran arabaya ve insansız hava araçları (İHA) tarafından fırlatılan füzeye kadar gezegendeki her şeyi yönlendiren korku politikası altında belli başlı kişilerin ceplerine hizmet etmek için kullanıldığına inanıyor.

Kitabın bazı bölümleri, uzayın kolonileştirilmesi ve düşük maliyetli bir uzay sömürüsü yarışının önünü açan küçük uyduların icadına dikkati çekiyor. Küçük uydular Dünya tarafından yayınlanan radyo sinyallerini algılayabilir. Bu da bir felaket durumunda, etkinin derecesi ve en çok etkilenebilecek alanlar hakkında ön bilgi sağlayabilecekleri anlamına geliyor. Ancak şu anda yaşanmakta olan, yazarın ‘uzayın özelleştirilmesi’ olarak adlandırdığı, özellikle de Rusya, Çin, Hindistan ve ABD için bir çöplük ve silah deneme alanı haline gelen alçak Dünya yörüngesi aracılığıyla uzayı tekelleştirmeye yönelik farklı türde bir yarış. Gezegendeki bu çöplük, Dünyanın tüm uzay çevresini tehdit ediyor. Parçalanma, yüksek yayılma hızı ve bir yerden diğerine hızlı hareket olarak tanımlanıyor. Böylece gelecekteki herhangi bir uzay aracı, eğer bunu başarabilirse, yolculuğuna devam etmek için bir mayın tarlasını ya da uzayda yüzen enkaz ve döküntü bataklığını geçmek zorunda kalacak. Birleşmiş Milletler (BM) üyesi devletler tarafından 1967 yılında imzalanan ve ulusların ve bireylerin uzay nesneleri üzerinde mülkiyet ya da egemenlik iddiasında bulunmalarını yasaklayan Dış Uzay Anlaşması’na rağmen, uzayı gayrimenkul gibi bölmek için organize girişimler olduğu görülüyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.

 



‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
TT

‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)

İsrail Ulusal Siber Güvenlik Müdürlüğü Başkanı Yossi Karadi, nadir görülen bir uyarıda bulunarak, siber tehditlerin ülkeleri anında çökme noktasına getirebileceğini söyledi. Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot’tan aktardığına göre Karadi, elektrik, su, trafik ışıkları ve hastane ağlarına yapılan siber saldırıların artık savaş aracı haline geldiğini ve bu saldırıların çoğunlukla saldırganın kimliğini gizlemek için vekil gruplar üzerinden gerçekleştirildiğini belirtti. Karadi dün Tel Aviv Üniversitesi’nde düzenlenen Siber Güvenlik Haftası konferansında yaptığı konuşmada, son altı ayda İsrail’in yürüttüğü savunma faaliyetlerinden bir kısmını paylaştı ve ‘ilk siber savaş’ olarak nitelendirdiği durumun endişe verici bir tablosunu çizdi.

Karadi, “Giderek savaşların dijital alanda başlayıp biteceği bir çağa doğru ilerliyoruz” dedi ve ‘dijital kuşatma’ terimini tanıttı. Karadi, bu senaryoda enerji santrallerinin duracağı, trafik ışıklarının çalışmayacağı, iletişim sistemlerinin çökeceği ve su kaynaklarının kirlenebileceğini vurgulayarak, “Bu hayali bir gelecek senaryosu değil, oldukça gerçekçi bir eğilim” ifadesini kullandı.

Karadi, dijital kuşatma kavramının sadece çekici bir ifade olmadığını, 15 yıl süren bir gelişimin sonucu olduğunu belirtti. Geçmişte devletler arasındaki siber savaşların çoğunlukla sessiz casusluk veya yalnızca askeri tesisleri hedef alan operasyonlar olduğunu söyleyen Karadi, son yıllarda durumun değiştiğini ve yeni düşmanın yalnızca sır çalmayı değil, sivil yaşamı kesintiye uğratmayı amaçladığını ifade etti.

Yediot Ahronot’a göre, siber savaşların başlangıç noktası olarak kabul edilen olay, 2010 yılında Stuxnet virüsünün ortaya çıkmasıydı. Yabancı raporlara göre virüs, İran’ın Natanz Nükleer Tesisi’ndeki santrifüjleri hedef almak için İsrail ve ABD tarafından kullanılmıştı ve yalnızca belirli endüstriyel kontrol birimlerini etkileyerek sivil bilgisayarlar veya alakasız altyapıya zarar vermekten kaçınıyordu.

Karadi, dönüm noktasının ise geçen on yılın ortalarında Doğu Avrupa’da yaşandığını belirtti. Rus hacker grubu Sandworm, teorik olarak mümkün görülmeyen bir adım atarak Ukrayna elektrik şebekesini hackledi ve yüz binlerce evi dondurucu soğukta karanlığa gömdü. Bu olaydan sonra siber operasyonlar, yalnızca askeri hedeflere yönelik silahlar olmaktan çıkarak, sivil nüfusu hem psikolojik hem fiziksel olarak etkileme aracına dönüştü. Ayrıca, 2017’de Kuzey Kore’ye atfedilen WannaCry fidye yazılımı saldırısının, siber silahların nasıl kontrolden çıkabileceğini gösterdiği ve dünya genelinde hastaneler ile acil servisleri rastgele etkileyerek felce uğrattığı ifade edildi.

Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)

Tehlikeli bir artış

Karadi, İran’ın siber terör doktrinini benimsemiş olmasının tehlikeli bir örneğini paylaştı: 2020 yılında İsrail su şebekesindeki klor seviyesini değiştirmeye yönelik girişim, başarılı olsaydı kitlesel zehirlenmeye yol açabilirdi.

Karadi, o tarihten bu yana İran’ın siber saldırılarının İsrail’de sivil altyapıyı hedef aldığını, hastaneler, alarm sistemleri ve elektrik şebekesine yönelik tekrar eden girişimlerin bu kapsamda olduğunu belirtti.

Hastanelere yönelik saldırıların yeni bir boyut kazandığını vurgulayan Karadi, yakın zamanda Shamir Tıp Merkezi’ne yapılan siber saldırıyı örnek gösterdi. Saldırının arkasında, sıradan bir suç örgütü gibi görünen ‘Qilin’ adlı bir grup bulunuyordu. Karadi, bu durumun devletlerin, sorumluluğu gizlemek için vekil siber gruplar aracılığıyla saldırılar düzenlemesi trendini gösterdiğini ve bunun yalnızca İsrail’e özgü olmadığını aktardı. ABD ve Avrupa istihbarat raporları da benzer eğilimleri doğruluyor.

Çin’de de ‘Volt Typhoon’ gibi grupların, kâr amacı gütmeden ABD’nin kritik altyapısına sızmalar yaparak olası bir gelecekteki saldırıya hazırlık yaptıkları tespit edilmiş durumda.

Karadi, İran saldırılarında karma bir taktik gözlendiğini söyledi: Weizmann Enstitüsü’ne bir füze atılırken, aynı zamanda güvenlik kameralarına sızılarak çarpma anı gerçek zamanlı olarak kaydedildi ve psikolojik etkisi artırıldı. Aynı zamanda çalışanlara tehdit mesajları ve sızdırılmış kişisel bilgiler gönderildi.

Bu yöntem, Ukrayna savaşında görülen siber saldırılarla benzerlik taşıyor; Rus hackerlar, internet servis sağlayıcılarını hedef alarak bilgi akışını engelliyor ve korku yayıyordu.

Konuşmasını yapay zekâ çağının getirdiği fırsatlar ve risklerle tamamlayan Karadi, “Dijital sistemlere tamamen bağımlılık ve yapay zekâdaki hızlı gelişim, büyük fırsatlar sunuyor, ancak saldırganlara da sınırsız hareket alanı sağlıyor” uyarısında bulundu.

Yediot Ahronot gazetesi, Karadi’nin mesajını özetleyerek, “Gelecek savaşta klavye, roketten daha az öldürücü olmayacak” ifadeleriyle duyurdu.


İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
TT

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez bugün yağmur yağdı ve bu durum, yüzyılı aşkın süredir en kurak sonbaharını yaşayan ülke için rahatlama getirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardı habere göre kuraklık, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın, başkent çevresindeki barajları dolduracak kadar şiddetli yağmur yağmazsa, İran'ın aralık ayı sonuna kadar hükümetini Tahran dışına taşıması gerekebileceği uyarısında bulunmasına yol açmıştı.

Meteorologlar bu sonbaharı ülke genelinde 50 yıldan fazla süredir yaşanan en kurak sonbahar olarak tanımladı; bu durum, 1979 İslam Devrimi'nden bile öncesine denk geliyor ve tarım için büyük miktarda suyu verimsiz bir şekilde tüketen sistemi daha da zorluyor. Ajans, su krizinin ülkede siyasi bir mesele haline geldiğini, özellikle de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, iki ülke arasında geçen haziran ayında 12 gün süren bir savaş yaşanmasına rağmen, İran'a bu konuda defalarca yardım teklifinde bulunmasının ardından bu durumun daha da belirginleştiğini belirtti.

20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)

Netanyahu, 2018'de yayınlanan bir tanıtım videosunda İran halkına şahsen seslenerek, "milyonlarca insanın hayatını tehdit eden ciddi su kıtlığı" sorununu ele almak üzere Farsça bir internet sitesinin açılışını duyurdu. İranlıların su ihtiyaçlarına yardımcı olmayı amaçlayan yeni bir İsrail girişimi olan "İran Halkı İçin Yaşam"ı şahsen desteklemeye hazır olduğunu belirtti. Batı Kudüs'teki ofisinde çekilen video, Netanyahu'nun bir tuz arıtma tesisinden geldiğini iddia ettiği kaptan kendine bir bardak su doldurmasıyla başlıyor. Ardından İranlıların karşı karşıya olduğu vahim su krizinden bahsediyor.

Netanyahu, 12 günlük savaşın ardından geçen ağustos ayında İranlılara mesajını yineleyerek şunları söyledi: “Liderleriniz 12 günlük savaşı bize zorla dayattılar ve ezici bir yenilgiye uğradılar. Her zaman yalan söylüyorlar.” Sözlerine şöyle devam etti: “İran'da her şey çöküyor. Bu kavurucu yazda, çocuklarınız için temiz, soğuk su bile yok. Bu, İran halkına karşı gösterilen en büyük ikiyüzlülük ve saygısızlıktır. Bu durumu hak etmiyorsunuz.”


İran'ın sınır bölgesinde düzenlenen bir saldırıda 3 Devrim Muhafızı öldürüldü

Tahran'da bir güvenlik görevlisi (Arşiv- Reuters)
Tahran'da bir güvenlik görevlisi (Arşiv- Reuters)
TT

İran'ın sınır bölgesinde düzenlenen bir saldırıda 3 Devrim Muhafızı öldürüldü

Tahran'da bir güvenlik görevlisi (Arşiv- Reuters)
Tahran'da bir güvenlik görevlisi (Arşiv- Reuters)

İran'ın Tesnim haber ajansının haberine göre İran'ın güneydoğusundaki sınır bölgesinde "terörist gruplar" tarafından düzenlenen bir saldırıda üç Devrim Muhafızı öldürüldü.