İran'ın petrol 'imparatorluğunu' Şemhani'nin oğlu yönetiyor

Bloomberg, Şemhani'nin oğlunun İran’a uygulanan uluslararası yaptırımların delinmesindeki rolünü ortaya çıkardı

Hüseyin Şemhani (İran haber ajansları)
Hüseyin Şemhani (İran haber ajansları)
TT

İran'ın petrol 'imparatorluğunu' Şemhani'nin oğlu yönetiyor

Hüseyin Şemhani (İran haber ajansları)
Hüseyin Şemhani (İran haber ajansları)

Bloomberg Haber Ajansı, ‘Gizli tüccar Hektor’ lakaplı 'İran'ın petrol ticaretinin küresel liderinin’ kimliğini açıkladı.

Bloomberg’in sitesinde yer alan habere göre bu kişi, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in kıdemli danışmanlarından Ali Şamhani'nin oğlu Hüseyin Şemhani. Bloomberg, haberinde Hüseyin Şemhani’nin ‘İran ve Rusya'nın büyük miktarlardaki küresel ham petrol ihracatını yöneten bir imparatora’ dönüştüğünü öne sürdü.

Habere göre küresel enerji piyasalarında petrol ticaretiyle uğraşan çok az kişi bu adamın Ali Şemhani'nin oğlu olduğunu biliyor ve ona ‘Hektor’ diye sesleniyor.

Haberde ayrıca Hüseyin Şemhani’nin yönettiği şirketler grubunun, yaptırımlara tabi olmayan ülkeler üzerinden petrol ve petrokimyasallar sattığı, bazen de bunları alıcıların menşe ülkeyi öğrenmesini zorlaştırmak için farklı ülkelerden gelen ham petrolle karıştırdığı belirtildi.



Eksik sinyaller: Türkiye-Suriye normalleşmesinin karşı karşıya olduğu zorluklar

Eksik sinyaller: Türkiye-Suriye normalleşmesinin karşı karşıya olduğu zorluklar
TT

Eksik sinyaller: Türkiye-Suriye normalleşmesinin karşı karşıya olduğu zorluklar

Eksik sinyaller: Türkiye-Suriye normalleşmesinin karşı karşıya olduğu zorluklar

Hayed Hayed

Suriye ve Türkiye'deki üst düzey yetkililerin normalleşme olasılıkları hakkında tekrarlanan açıklamaları, fiili bir ilerleme olmamasına rağmen konunun gündemde tutulmasına ve diplomatik sahnedeki konumunun sağlamlaştırılmasına katkıda bulundu. Öte yandan, muhaliflerin kontrolündeki el-Bab şehrini rejimin kontrolü altındaki bölgelere bağlayan Ebu Zendin Sınır Kapısının açılmasında tekrar tekrar yaşanan başarısızlık gibi sahadaki önemli gelişmelerse görmezden gelindi. Her ne kadar bu zorluklar hafife alınsa ve küçük ayrıntılar olarak değerlendirilse de, bunlar Ankara ile Şam arasında gelecekte yapılacak herhangi bir anlaşmanın temellerini sarsabilecek küçük taşlar gibidir. Bu gerçeklerin göz ardı edilmesi, müzakerecileri ve analistleri, anlaşmaların uygulanması sırasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak engeller karşısında şaşırma riskine maruz bırakabilir.

Türkiye, 18 Ağustos'ta, rejim kontrolündeki bölgeler ile muhaliflerin kontrolündeki bölgeler arasındaki iletişimi yeniden kurmak amacıyla, ön hatlarda yer alan ve 2020'den bu yana kapalı olan hayati bir koridor olan Ebu Zendin Sınır Kapısının yeniden açılmasını kolaylaştırdı. Ancak bu adım, yaygın bir hoşnutsuzluğa yol açtı ve bölge sakinleri ile muhalif silahlı gruplar arasında kitlesel protestolar patlak verdi. Sınır kapısının art arda iki gün boyunca kaynağı bilinmeyen topçu bombardımanına maruz kalmasıyla durum daha da karmaşık bir hal aldı. Sadece 36 saat içinde sınır kapısı yeniden kapatıldı ve açık olduğu kısa süre boyunca yalnızca birkaç tır geçebildi.

Ankara'nın muhaliflerin kontrolündeki bu bölgede askeri varlığından ve yönetim yapıları ile muhalif gruplara sağladığı önemli mali destekten kaynaklanan büyük nüfuzuna rağmen Türkiye, sınır kapısını başarılı bir şekilde yeniden açamadı. Haberler, Türkiye'nin bu adıma destek sağlamak amacıyla geçici hükümet ve Suriye Ulusal Ordusu da dahil olmak üzere muhalefet üzerindeki nüfuzunu kullanmaya çalıştığına işaret etti. Ayrıca Türkiye, sınır kapısının yeniden açılmasını yerel yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlayan taktik bir adım olarak sunup, bunun arkasında herhangi bir siyasi saik bulunmadığını vurgulayarak kamuoyunu yanına çekmeye de çalıştı. Ancak Türkiye'nin Esed rejimiyle ilişkileri yeniden kurma niyetinde olduğunu açıkça belirtmesi, gerçek hedefleri konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.

Sınır kapısının yeniden açılmasına gösterilen şiddetli tepki, daha derin bir gerçeği ortaya koyuyor; tarihsel olarak Türkiye ile ittifak kurmuş olanlar da dahil olmak üzere muhalefetin kontrolündeki bölgelerde pek çok kişi, bu adımın kabul edilebilir sınırları aştığını düşünüyor. Sınır kapısının yeniden açılmasını yalnızca her iki tarafın da yararına olacak bir ekonomik anlaşma olarak değil, Ankara ile Şam arasındaki normalleşme görüşmelerinin hızını artırabilecek tehlikeli bir güven artırıcı adım olarak görüyorlar. Dahası bunun, Türkiye ile rejimin kontrolü altındaki bölgeler arasında doğrudan ticaret için hayati bir arter olan M-4 otoyolunun yeniden açılması için bir başlangıç ​​olmasından korkuyorlar. Zira bu, Türk hükümeti ile Esed rejimi arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesine giden yolu açacak.

Şu anda Türkiye'nin bu zorluklarla yüzleşme stratejisi, siyasi, sivil veya silahlı resmi Suriye muhalefetine, Esed ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın onların zararına olmayacağına dair güvence vermekle sınırlı görünüyor. Ancak resmi Suriye muhalefetinin sahada gerçek bir değişim yaratacak yetki ve meşruiyetten yoksun olması nedeniyle bu güvenceler içi boş görünüyor. Bu durum bataklığın üzerine ev inşa etmeye çalışmaya benziyor, temel, Türkiye'nin arzuladığı yapıyı taşıyamayacak kadar zayıf.

Şu anda Türkiye'nin bu zorluklarla yüzleşme stratejisi resmi Suriye muhalefetine güvence vermekle sınırlı görünüyor

Bu sorun, kontrol ettiği bölgelerin sakinlerine nüfuzunu gerçekten dayatmak şöyle dursun, kendi saflarında disiplini sürdürmek için çabalayan Suriye Ulusal Ordusu'nu da kapsayacak şekilde daha da kötüleşiyor. Konuyu daha da tehlikeli hale getiren ise, muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde yaşayanlara bu tür anlaşmaların -zorla ya da şiddet yoluyla- dayatılmasının, Türkiye'nin özellikle mülteciler ve sınır güvenliğine ilişkin temel hedeflerini olumsuz etkileyecek aksi sonuçlara yol açma ihtimalidir. Esas itibarıyla bu tür eylemler, Türkiye'nin istikrara kavuşturmak istediği toprakları ateşe verebilir.

Bu çıkmazdan kurtulmak için Türkiye'nin Esed ile normalleşme görüşmelerinde tam şeffaflık benimsemesi ve milyonlarca insanın hayatını etkileyen müzakerelerin ayrıntılarını tam olarak açıklaması gerekiyor. Ayrıca, imzalanacak herhangi bir anlaşmanın muhalefet kontrolündeki bölgelerde yaşayanların korku ve endişelerini ciddi şekilde dikkate almasını da sağlamalı. Ankara'nın stratejisi geçici çözümlere ya da kısmi tedbirlere de dayanmamalı; bunun yerine geri dönüşü olmayan adımlar, sıkı izleme mekanizmaları ve gerileme ya da kötüleşme olmamasını sağlayacak net hesap verebilirlik önlemleri içermeli.

Kapalı kapılar ardında müzakere edilen gizli anlaşmaları dayatmaya çalışmak, Türkiye'nin Esed ile normalleşme yoluyla çözmeye çalıştığı sorunları daha da derinleştirecektir. Bu yaklaşım Türkiye'yi gerçek bir değerli kazanımdan yoksun, içi boş bir zafere ulaşma riskiyle karşı karşıya bırakacaktır.

Sonuç olarak Türkiye, Esed ile normalleşmeyi yukarıdan dayatamayacağının farkına varmalı. Tüm karmaşık müzakerelerde olduğu gibi, bu süreç de ilgili tüm tarafların katılımını ve sahadaki gerçekliğin dikkatli bir şekilde anlaşılmasını gerektiriyor. Daha azı, gerçek bir diplomatik atılım olabilecek bir şeyi bir seraba dönüştürme riskini taşıyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.