Suriye-Türkiye normalleşmesinin tuhaf süreci

Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilirler

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
TT

Suriye-Türkiye normalleşmesinin tuhaf süreci

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kahire'deki Arap Ligi merkezinde düzenlenen Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısında konuşurken, 10 Eylül 2024 (AFP)

Ömer Önhon

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Arap Ligi (AL) Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’nın yapıldığı salona girer girmez Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ve beraberindeki heyet protesto amacıyla salonu terk etti.

Bu olay, 10 Eylül 2024 tarihinde Türkiye’nin tam 13 yıl sonra ilk kez bir AL toplantısına davet edildiği Mısır’ın başkenti Kahire'de yaşandı. Suriye, belki de ev sahibi ülke olarak Mısır'ın ve diğer önemli üye devletlerin talebi üzerine AL’in Türkiye'yi davet etme kararına itiraz etmedi. Ancak itirazını bu şekilde ifade ederek Türkiye ile Suriye arasındaki normalleşme sürecini daha da karmaşık hale getirdi.

Şimdi akıllarda ‘Türkiye ile Suriye arasında bir normalleşme süreci var mı? Eğer varsa bu süreç nasıl olacak?’ sorusu var.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, ağustos ayının sonlarında Şam'da Halk Meclisi'nin dördüncü yasama döneminin açılış töreninde yaptığı konuşmada, Rusya, İran ve Irak tarafından sunulan uzlaşı girişimlerini her ne kadar Türkiye'ye yönelik şüpheleri olsa da destekleyeceğini açıkladı.

Esed'in sözleri, Türkiye ile önkoşulsuz, ama ‘Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekilmesi ve terörizme desteğin kesilmesi’ gibi belirli hedefler doğrultusunda anlaşmaya hazır olduğunun bir teyidi olarak değerlendirildi.

İster yakınlaşma ister normalleşme ister barış isterse başka bir şey diyelim, 2017 yılında başlayan bu süreç halen devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed’e bağlı güçlerin 2016 yılı sonlarında Halep'i geri almasının ardından Suriyeli muhaliflerin Esed'i umduğu gibi deviremeyeceğini anladı ve Suriye'ye yönelik yeni bir politika arayışına girdi.

ABD Başkanlığı döneminde bir yıl Trump'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Korgeneral Herbert Raymond McMaster, kısa bir süre önce yayınlanan anılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2017 kasımında Donald Trump ile yaptığı bir telefon görüşmesinde Esed'i ‘Suriye iç savaşının kaçınılmaz galibi’ olarak tanımladığını yazdı.

Suriye, Türkiye’nin dış politikasının en ciddi başarısızlığı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti için bir yük haline geldi. Destekçileri de dahil olmak üzere Türk seçmenler Erdoğan'ın politikalarını yoğun şekilde eleştirmeye başladılar. Erdoğan, bununla ilgilenmek zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Suriye istihbaratıyla bir kanal açtı ve süreç başladı. Daha sonra iki ülkenin savunma ve dışişleri bakanları bir araya geldi. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Devlet Başkanı Esed, başta Türkiye’de 2023 mayısında milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı genel seçimlerinden önce Türk seçmenlere somut bir şeyler sunmak için acele etmesi olmak üzere çeşitli nedenlerle bir araya gelemediler. İki ülke arasında çok fazla sorun vardı ve henüz çözülmemişti. Bu yüzden zamanın çok kısa olduğu anlaşıldı.

Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilir. Görüşmenin yapılacağı tarih ise büyük ölçüde müzakerelerin gidişatına bağlı.

Ancak şu an bu sürecin yeni bir aşaması yaşanıyor.

2023 mayısından bugüne kadar - ki bu bir duraklama dönemi olarak değerlendirilebilir - temaslar tamamen kesilmese de Türk ve Suriyeli istihbarat görevlileri ve diğer yetkililer daha seyrek ve daha temkinli olarak görüşmeleri sürdürdüler.

Türkiye bu dönemi kendi vizyonunu ve Esed'in Suriye'si ile sahada neler yapabileceğini netleştirmek ve Suriye muhalefeti ile görüşerek pozisyonlarını yumuşatmak ve onları sürece karşı çıkmamaya ikna etmek için kullandı. Fakat Suriyeli muhalif grupların çoğu geçmişten beri Esed ile normalleşmeye şiddetle karşı çıkıyor.

scyhum
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer partili yetkililer, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda elde ettikleri zaferden sonra Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda destekçilerini selamlarken, 29 Mayıs 2023 (AFP)

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 3 Eylül’de Suriye ile ilişkilere dair bir soruya verdiği yanıtta bu süreci resmen teyit etmekle kalmadı, aynı zamanda temel yol haritasını da özetledi.

Daha sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bir basın toplantısında yaptığı açıklamada yeni detaylar ekledi. Mültecilerin geri dönüşünün yanı sıra herhangi bir terör tehdidini Türk askerlerinin Suriye’de kalmasını gerektirmeyecek şekilde bastırmaya yönelik tedbirler üzerinde çalışıldığını belirten Lavrov, Rusya, Türkiye, Suriye ve İran'ın yakın gelecekte bir toplantı daha yapacağını duyurdu.

Rusya, stratejik çıkarları doğrultusunda her zaman Erdoğan ve Esed'i uzlaştırmaya çalıştı ve bu kez çabalarında daha kararlı ve açık bir tutum sergiliyor. Erdoğan ve Esed er ya da geç bir araya gelebilir. Görüşmenin yapılacağı tarih ise büyük ölçüde müzakerelerin gidişatına bağlı. Bu zor bir süreç ve kimse hemen sonuçlanmasını beklememeli. Çözülmesi gereken çok taraflı ve karmaşık meseleler var. Bir meselenin çözülmesi bile yeni meselelerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Mesele sadece Türkiye ve Suriye ile sınırlı değil. Aynı zamanda Rusya, İran, ABD gibi üçüncü tarafların ve birçok farklı devlet dışı aktörün dahil olduğu çok taraflı bir mesele bu.

Ümmet kavramına sarılan bazı siyasal İslamcı gruplar ve bazı ideolojik gruplar dışında Türkiye toplumu Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gerektiği konusunda genel olarak hemfikir.

Esed, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye'den çekilmesi gerektiğini vurguluyor. Türk yetkililer de birçok kez Türk askerinin Suriye’de kalıcı olmadığını açıkça ifade ettiler. Türkiye ayrıca, askerlerini geri çektikten sonra bu bölgelerden Türkiye'ye yönelik herhangi bir güvenlik tehdidinin ortaya çıkmamasını sağlayacak düzenlemelere gidilmesini ve garantiler verilmesini beklediğini açık bir şekilde belirtti.

Türkiye-Suriye yakınlaşması siyasi irade ve ‘Türkiye on binlerce Esed karşıtı silahlı milis üyesini entegrasyona ikna edebilecek mi? Esed onların ve milyonlarca muhalifinin yeniden entegrasyonuna izin verecek mi?’ gibi başlıca soruların ele alınmasında ciddi bir çaba gerektiriyor.

Her iki ülke için de en önemli konu ‘terörizm’. Türkiye'nin bu başlık altında aklındaki ilk soru, Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile nasıl başa çıkılacağı ve YPG'nin şu an kontrol ettiği, Suriye'nin yaklaşık yüzde 25'ini oluşturan bölgelerde bağımsız olarak varlığını sürdürmesi halinde ne yapılacağı.

csdfvbgn
Suriye'nin kuzeydoğusunda bir YPG unsurlarıyla birlikte devriye gezen ABD askerleri, Kasım 2019 (AFP)

Suriye ise tüm silahlı grupları terör örgütü olarak sınıflandırırken İdlib'deki Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) ile Suriye'nin kuzeybatısındaki diğer silahlı örgütlerin Türkiye'nin desteği olmadan ayakta kalamayacağını iddia ediyor.

Diğer bir önemli konu ise Suriyeli mülteciler. Ümmet kavramına sarılan bazı siyasal İslamcı gruplar ve bazı ideolojik gruplar dışında Türkiye toplumu Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gerektiği konusunda genel olarak hemfikir. Mültecilerin geri dönüşü için uygulanabilecek birkaç yöntem olsa da hangi yöntemin kullanılacağına karar vermek siyasi iradeye kalıyor.

Türk hükümeti artık yasaları uygulama konusunda daha kararlı. Kayıt dışı ya da herhangi bir suça karışmış olan Suriyeliler artık geri gönderiliyor.

Öte yandan, bu sorunun kaynağının Suriye olduğunu da unutmamak gerekiyor. Zorlu ekonomik ve sosyal koşullar ve güvenlik durumunun yanı sıra gözaltına alınma ve daha kötü durumlarla ilgili korkular, Suriyelileri geri dönmekten caydıran faktörler.

Esed, yurtdışındaki Suriyelileri geri dönmeye çağıran açıklamalarında ılımlı görünse de çoğu kişi onun gerçek niyetine dair şüphe duyuyor. Esed'ın özgüveni artıyor, çünkü üstünlüğün kendisinde olduğunu düşünüyor. Bunda da haksız sayılmaz. Şam'daki koltuğunu korumayı başaran Esed, iç savaş sırasında kaybettiği birçok yerde kontrolü yeniden geri aldı. Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltti. Suriye, AL üyeliğine geri döndü.

Türkiye-Suriye yakınlaşması, Suriye'de barışın ve istikrarın sağlanması için yeterli olmayacak. Taraflar kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmadığı sürece yeni bir çatışma ve hatta iç savaş riski bulutları Suriye'nin üzerinde dolaşmaya devam edecektir.

Diğer taraftan ABD ve diğer bazı ülkeler, Esed'e yaptırım ve diplomatik izolasyon uygulamaya devam ediyor. Avrupa Birliği (AB) ikiye bölünmüş durumda. İtalya, Avusturya, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Slovenya, Suriye rejimiyle normalleşmeyi destekliyor. Konu birkaç gün önce AB üyelerinin katıldığı bir toplantıda ele alındı.

Öte yandan her şey güllük gülistanlık değil. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 35'i halen Esed'in kontrolü dışında. Çok sayıda ülkenin askeri güçleri Suriye topraklarında konuşlu. Ülkenin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda on binlerce silahlı muhalif var. Ülkenin güneyindeki Suveyda ve Dera tansiyonun yüksek olduğu bölgeler olarak görülüyor. YPG ve hatta DEAŞ, sahada hale güçlüler. Ekonomi oldukça zor bir durumda. Esed, bu koşullar altında nasıl zaferini ilan edebilir?

Bazı gözlemciler Esed'in tüm Suriye'yi kontrol etmeyi ve Suriyeli mültecilerin geri dönmesini gerçekten istediğinden şüphe ediyorlar. Esed Ürdün sınırından Şam'a, Humus'a, Hama'ya, Halep’e uzanan ve Tartus ile Lazkiye'yi de içeren sahil kesimine kadar olan bir bölgeyi kontrol etmekle yetinebilir.

Esed’in düşmanları karşı karşıya gelecek ve Suriye'nin geri kalanında birbirleriyle savaşmaya devam edecekler. Bu da Esed’in ‘koruyucu melekleri’ Rusya ve İran'ın onu düşmanlarından korumak amacıyla yanında durmaya devam etmeleri için gerekçeler sağlayacak. Türkiye-Suriye yakınlaşması her halükârda kendi başına bir etki yaratacak. Ama tek başına Suriye'de barışın ve istikrarın sağlanması için yeterli olmayacak. Taraflar kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmadığı sürece yeni bir çatışma ve hatta iç savaş riski bulutları Suriye'nin üzerinde dolaşmaya devam edecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Biz, Hizbullah ve İsrail

Resim Beyrut'un güney banliyösünde düzenlenen cenaze töreninde komutanları Fuad Şükrü'ün tabutunu taşıyan Hizbullah üyeleri (AFP)
Resim Beyrut'un güney banliyösünde düzenlenen cenaze töreninde komutanları Fuad Şükrü'ün tabutunu taşıyan Hizbullah üyeleri (AFP)
TT

Biz, Hizbullah ve İsrail

Resim Beyrut'un güney banliyösünde düzenlenen cenaze töreninde komutanları Fuad Şükrü'ün tabutunu taşıyan Hizbullah üyeleri (AFP)
Resim Beyrut'un güney banliyösünde düzenlenen cenaze töreninde komutanları Fuad Şükrü'ün tabutunu taşıyan Hizbullah üyeleri (AFP)

Aliya Mansur

Hizbullah'ın 8 Ekim 2023'te “destek savaşı” olarak adlandırdığı savaşa girdiği ilk günden itibaren İsrail'in Hizbullah içine güvenlik, istihbarat ve askeri açıdan ne kadar sızdığı aşikardı. Lübnan'daki İsrail operasyonlarının çoğu, bizzat Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın son konuşmalarından birinde belirttiği gibi, Lübnan'ı ve sivilleri dışarıda tutma çabasıyla Hizbullah’ın liderlerini ve üyelerini hedef alıyordu.

İsrail tarafından (bu makalenin yazıldığı ana kadar) üst üste üç gün boyunca gerçekleştirilen üç büyük güvenlik operasyonu, Hizbullah’a teknik olarak sızmadan önce üyeleri arasına sızmış olmasaydı gerçekleşemezdi. 7 Mayıs 2008'de Lübnan'da az kalsın iç savaş çıkaracak olan Hizbullah, iletişim ağını korumak için Beyrut'u ve Lübnan Dağı’nı işgal etmiş, masum insanları öldürmüştü. Bunu yapmasının nedeni o dönem iletişim ağlarının meşru ve Lübnan hükümetinin yetkisi altında olmasını reddetmesiydi. Şimdi ise İsrail, iki gün üst üste onun iletişim ağını hackledi ve Lübnan'a yasa dışı yollardan getirttiği elektronik cihazları patlattı. Dünyayı hayrete düşüren, benzeri görülmemiş düzeyde güvenlik endişeleri yaratan ve gelecekte de yansımaları olacak olan bu operasyonda çok sayıda kişi öldü ve çok sayıda kişi de yaralandı.

İsrail tarafından üç gün üst üste gerçekleştirilen üç büyük güvenlik operasyonu, teknik sızmadan önce Hizbullah üyeleri arasına sızılmış olmasaydı gerçekleşemezdi.

Üçüncü gün İsrail, Beyrut'un güney banliyösünde Rıdvan Tümeni liderlerinin toplantısını hedef aldı. İsrail toplantıyı, yerini ve zamanını biliyordu ve toplantı yeraltında olsa da yer üstünde zarar görecek sivillerin varlığı da onu caydırmadı. Toplantıda bulunan herkesi, ayrıca sivilleri ve çocukları öldürdü.

Sanki İsrail Lübnan'da geniş çaplı bir savaşa dönüşebilecek bir savaş başlatmak için Gazze Şeridi'nde Filistinlilere karşı yürüttüğü savaşın sonucunu garantiye almış gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Pek çok dikkate değer şeyin arasında dikkat çekici olan, 1701 sayılı kararı uygulamak için şartlar koşan bazı seslerin artık bu kararın uygulanmasını bizzat kendilerinin talep etmesidir.  Ancak görünen o ki İsrail'in birkaç gün önce kabul ettiği şey artık onun için ne geçerli ne de kabul edilebilir.

Bu benzeri görülmemiş güvenlik açığı ve medyası, medyacıları bunun etkisini ne kadar hafifletmeye çalışırsa çalışsın, dahası “Hayfa’nın ötesinin de ötesi” ve “izin vermeyeceğiz” gibi söylemleri kullansa da Hasan Nasrallah'ın yüzünde ve sesinde açıkça görülen yenilgi şunun en güzel kanıtı; Temmuz 2006 savaşı sonrasında devletten daha güçlü kabul edilen, savaşını İsrail ile savaştan Lübnan'ın iç kesimleri, Suriye, Yemen, Irak halkı ve Arap ülkeleriyle bir savaşa taşıyan Hizbullah, bütün bu savaşları verirken gösterdiği kibrin kendisini güvenlik açığına maruz bırakacağını gözden kaçırdı.

Bugün pek çok kişi Hizbullah'ın güvenlik açığı yaşamasına neden olan şeyin Suriyelilere karşı savaşa katılması olduğunu söylüyor. Zira Beşşar Esed'in Suriye halkına savaş deklare etmesinden bu yana Suriye, tüm dünya istihbarat teşkilatlarına açık bir arena haline geldi

Bugün pek çok kişi Hizbullah'ın güvenlik açısından yaşadığı zafiyetin nedeninin Suriyelilere karşı savaşa katılması olduğunu söylüyor ve bu doğru olabilir. Zira Beşşar Esed'in Suriye halkına savaş deklare etmesinden ve savaşına katılmak üzere İran'dan, Irak'tan, Lübnan'dan ve diğer ülkelerden Şii milisleri getirtmesinden bu yana Suriye, tüm dünya istihbarat teşkilatlarına açık bir arena haline geldi. Irak ve Türkiye sınırlarından Suriye'ye sokulan Sünni radikallerdense bahsetmiyoruz bile. Hizbullah da Suriye'de savaşıyor ve bununla övünüyordu, kurbanlarının fotoğraflarını, varil bombalarının atılmasına nasıl katıldığının görüntülerini paylaşıyordu. Üyeleri bir bölgenin sakinlerini açlıktan ölecek kadar kuşatıyor ve onlardan sadece birkaç metre ötede lezzetli yemeklerin tadını çıkarırken çektikleri fotoğraflarını yayınlıyorlardı. Bugün Hizbullah, İsrail'in suikast düzenlediği liderler için yayınladığı ölüm duyurularında, onların Suriye'de savaştıklarından, Suriyelilerin öldürülmesi ve yerlerinden edilmesindeki rollerinden bahsediyor ve övünüyor.

Bugün bazı Lübnanlı siyasetçiler ve yöneticiler işleri yumuşatmaya çalışırken, Lübnan halkının büyük bir kısmının Hizbullah’ı suçladığı bir sır değil. Bunun bedelini Hizbullah’ın tek başına mı ödeyeceğini, yoksa Hizbullah’ın maceralarının ve İsrail'in suçlarının bedelini kendileri ve Lübnan’ın da mı ödeyeceğini görmeyi bekliyorlar.

Suriye'de ise pek çok Suriyeliye göre bu sahne “ilahi adalet” gibi görünüyor. 13 yılı aşkın süredir sessiz kalan dünyanın önünde onları öldüren, katleden, aç bırakan ve yerinden eden katillerinin şimdi birbiri ardına öldürüldüğünü görüyorlar. Bazı insanların onlara verdikleri dersleri ya da bunları katledenin düşman İsrail olmasını umursamıyorlar. Onlar için önemli olan bunca yıldan sonra az da olsa adaletin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu hissetmeleri.

Evlerimizde sevdiklerimizle sağ salim otururken, Hizbullah üyelerinin eliyle  aç bırakılarak, katledilerek, işkenceye uğrayarak çocuklarını kaybedenlere dayanışma göstermeleri gerektiğini, ahlakın yaralarının üstesinden gelmelerini gerektiğini söylemeye nasıl cesaret edebiliriz? Bu ne ahlaktır ne de dayanışma. Bu daha ziyade, çoğu Suriyelinin katılmamaya, bir katil ile diğeri arasında ya da bir işgalci ile diğeri arasında seçim yapmamaya karar verdiği bir yalan ve ikiyüzlülük partisidir.

Suriye'de ise pek çok Suriyeliye göre bu sahne “ilahi adalet” gibi görünüyor

Evet, İsrail Suriye'nin Golan bölgesini işgal ediyor, ama İran ve Hizbullah Suriye'nin geri kalanının tamamını işgal ediyor. Evet İsrail sivilleri öldürüyor, Filistin'i işgal ediyor ve barışı reddediyor. Hizbullah da aynısını Suriye'de yaptı ve orada durum daha da korkunçtu. Bugün yalnızca Hizbullah'ın işbirlikçilik ve eylemsizlikle suçladığı kişiler seslerini yükselterek bir Filistin devleti talep ediyorlar. O ve beraberindekiler ise Filistinlilerin kanını ve davasını bir ticaret ve kazanç meselesine dönüştürmekten yorulmuyorlar.

Hizbullah veya bir kısmı kendilerini, Hizbullah’ı ve Şii toplumunun büyük bir kısmını çevreleriyle nasıl düşman hale getirdiklerinin farkında mı? Savunmasız ve silahsızlara karşı kazandıkları iddia edilen askeri zaferlerin onları güvende kılmayacağını biliyorlar mı? Hizbullah İran’ın yayılmacı projesini uygulamaya devam edebileceğini zannediyor mu?

Ayrıca birdenbire kendisini savunma ve yaptıklarını meşrulaştırma kampanyası başlatmaya karar veren Hizbullah karşıtları, geçmiş savaşların sadece yenilgi üreten sloganlarını umursamayan yeni bir neslin var olduğunun farkındalar mı? Filistin'in, İsrail gibi bölge halklarına karşı suçlar işleyen milisler tarafından temsil edilmekten daha haklı bir dava olduğunu anlıyorlar mı?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.