İran çağrı cihazı saldırısı sonrası tehlikede

İsrail operasyonunun yansımalarını yazan John Bolton, bunun Tahran'a doğrudan saldırı olasılığını artırdığını söylüyor

22 Eylül 2024'te İsrail'in hava saldırısında öldürülen Hizbullah lideri İbrahim Akil'in cenazesinden bir fotoğraf (AFP)
22 Eylül 2024'te İsrail'in hava saldırısında öldürülen Hizbullah lideri İbrahim Akil'in cenazesinden bir fotoğraf (AFP)
TT

İran çağrı cihazı saldırısı sonrası tehlikede

22 Eylül 2024'te İsrail'in hava saldırısında öldürülen Hizbullah lideri İbrahim Akil'in cenazesinden bir fotoğraf (AFP)
22 Eylül 2024'te İsrail'in hava saldırısında öldürülen Hizbullah lideri İbrahim Akil'in cenazesinden bir fotoğraf (AFP)

John Bolton

İsrail'in Hizbullah'a karşı patlayıcı yerleştirilmiş çağrı cihazlarını ve telsizleri patlatarak başlattığı şaşırtıcı saldırılar, İsrail'in istihbarat ve savunma güçlerinin yaratıcılığını ve becerikliliğini, düşmanın nüfuz alanlarının kalbine derin darbeler yöneltebilme yeteneğini gösteriyor. Gerçek şu ki, Hizbullah'ın üst düzey liderleri ve İran'ın Lübnan büyükelçisi gibi müttefikleri arasında yaşanan kayıplar ile Hizbullah'ın iç komuta ve kontrol sisteminin yakın vadede önemli ölçüde bozulması, onu dikkat çekici ölçüde savunmasız hale getiriyorlar.

Amerikalılar açısından Hizbullah'ın önde gelen lideri İbrahim Akil'in öldürülmesi özel bir önem taşıyor. Zira kendisi 1983'te Beyrut'un batı kısmında bulunan Amerikan büyükelçiliğine düzenlenen bombalı saldırı, ABD deniz piyadeleri ile Lübnan hükümetinin daveti üzerine çokuluslu barışı koruma gücüne katılan Fransız askerlerinin bulunduğu kışlalara düzenlenen bombalı saldırıların sorumlusudur. Öldürülmesiyle adalet kısmen de olsa sağlandı.

Yakın zamanda Hamas lideri İsmail Heniyye'nin Tahran'daki güvenli bir yerleşkede öldürülmesine ek olarak, İsrail'in, doğrudan hedef aldığı terörist vekillerinin yanı sıra ana düşmanı İran'ı çileden çıkardığı kesin.

Gelecek halen belirsiz olsa da bu an, İsrail'in “ateş çemberi” stratejisine (İran'ın İsrail'i çevreleyen grupları desteklemesine) yanıt olarak İran'a ve onun terörist vekillerine karşı misilleme operasyonlarını artırması için ideal bir fırsatı temsil ediyor. Şimdi İran'ın nükleer programı da şu ana kadarki en büyük tehditle karşı karşıya kalabilir.

Şu anda Ortadoğu'daki savaş alanı ne durumda?

Pek çok kişinin şu anda adlandırdığı şekliyle “kasvetli çağrı” operasyonunun (çağrı cihazlarının patlatılmasının) ardından İsrail, Lübnan'daki Hizbullah hedeflerine büyük saldırılar düzenledi. Bu saldırıların sona mı erdiği, yoksa terörle mücadeleye yönelik çok daha büyük çabaların yalnızca başlangıç ​​aşamaları mı olduğu belli değil. Son saldırılar ve diğerleri, Hizbullah'ın lider kadrosuna ve saldırı yeteneklerine daha fazla zarar verdi.

Buna rağmen Hizbullah'ın büyük ölçüde İran tarafından sağlanan veya finanse edilen devasa cephaneliği, Bekaa Vadisi ve Lübnan'ın diğer yerlerindeki kara kuvvetleri ve tünel ağları, onu İsrail için sürekli bir tehdit haline getiriyor. Hizbullah yakın vadede İsrail için İran'ın kendisinden daha tehlikeli. CIA, teröristlerin 150 bine kadar roket ve çeşitli türlerde füzelere sahip olabileceğini açıkça tahmin ediyor. Pek çok kişi, İsrail'in varlığını korumasının, İran'a karşı doğrudan herhangi bir büyük askeri önlem almadan önce Hizbullah'ın etkisiz hale getirilmesi gerektiğine inanıyor.

Hamas'ın İsrail'e yönelik vahşi saldırısının ardından 8 Ekim 2023'ten bu yana, Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine yönelik aralıksız füze ve topçu bombardımanı, yaklaşık 60 bin vatandaşı evlerini, çiftliklerini ve işyerlerini boşaltmaya zorladı. Bunun sonucunda ortaya çıkan büyük ekonomik aksaklıklar ve bombardımanlarda daha fazla terk edilmiş mülkün yıkılması tehdidi, İsrail'in 16 Eylül'de kuzeyden kaçmak zorunda kalan insanların geri dönüşünün ulusal bir savaş hedefi olduğunu ilan etmesine yol açtı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu, İsrail'in daha fazla askeri operasyon düzenleme ihtimaline işaret ediyor olabilir. İsrail'in geçtiğimiz yıl boyunca operasyonel planlarını çok gizli tutması gelecekteki gelişmeleri kesin olarak tahmin etmeyi zorlaştırıyor.

Hamas'a gelince, yeterince yer almayan dikkate değer gelişme, Biden yönetiminin, en azından önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinden önce, Gazze ihtilafında ateşkesi sağlama müzakereleri ile ilgili umutlarından büyük ölçüde vazgeçmiş görünmesidir.

Aslında İsrail ve Hamas'ın birbiriyle çelişen ve uzlaşmaz hedefleri vardı. İsrail, rehineleri karşılığında geçici bir ateşkesi kabul etmeye ve bazı Filistinli tutukluları serbest bırakmaya hazırdı; Hamas ise düşmanca operasyonların tamamen sona ermesini ve tüm İsrail güçlerinin Gazze'den çekilmesini talep etti. Dolayısıyla iki taraf arasında bir anlaşmaya varmak için gerekli alanın olmadığı neredeyse kesin görünüyor.

Bu nedenle İsrail, geri kalan üst düzey Hamas liderlerini hedef alma, askeri güç ve kapasitesini zayıflatma ve yok etme çabalarını sürdürecek. Ayrıca Hamas'ın Gazze'deki geniş tahkimatlarının yıkılmasına yönelik operasyonlar da tünel ağının tamamen ortadan kaldırılması için devam edecek. Dolayısıyla İran'ın “ateş çemberi" stratejisi kapsamındaki ilk saldırısı, küçük düşürücü bir yenilgiye doğru gidiyor gibi görünüyor, zira Tahran'ın Gazze'deki hakimiyeti yıkımdan başka bir şey getirmedi.

Öte yandan Yemen'deki Husi teröristler, İran'ın tam maddi ve siyasi desteğiyle Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz koridorlarını deniz trafiğine kapatmaya devam ediyorlar. Aynı zamanda uluslararası hava sahasında uçan Amerikan İHA'larını da hedef alıyorlar ve bu kapatma, bölgede büyük ekonomik sıkıntılara neden oluyor. Mısır, Süveyş Kanalı geçiş ücretlerinden elde edilen devlet gelirlerinde önemli bir düşüş yaşıyor ve bu da nüfusunun yaşadığı ekonomik zorlukları artırıyor.

Küresel düzeyde, Afrika Boynuzu’nun etrafından dönerek yapılan mal taşımacılığının artan maliyetleri birçok ülkeye yük getirirken, Husiler ve İran herhangi bir sonuçla karşılaşmıyor.

Tahran ve terörist vekillerinin bu hayati öneme sahip deniz yollarını kapalı tutmalarına izin vermek kesinlikle kabul edilemez. ABD'nin bağımsızlığından önce bile denizlerde seyrüsefer özgürlüğünün sağlanması kolonilerin güvenliğinin temel ilkesiydi. Buna rağmen İran'ın “ateş çemberi” stratejisinin birçok unsuruna karşı olduğu gibi Biden yönetimi Husilere karşı da tereddütlü davrandı, bu hayati önem taşıyan deniz iletişim hatlarını yeniden açmak için kararlı bir eylemde bulunmada veya bu tür eylemleri desteklemede başarısız oldu. Bir sonraki ABD başkanının bu etkisiz yaklaşıma ilişkin nasıl bir yol izleyeceği 20 Ocak 2025 sonrasına kadar netlik kazanamayacak.

Aynı şekilde ABD, Irak ve Suriye’deki Şii milis gruplar, 7 Ekim 2023'ten bu yana Amerikalı sivillere ve askeri personele 170'den fazla saldırı düzenlemesine rağmen, İran'a ve silahlandırdığı bu Şii milislere karşı cezalandırıcı tedbirler alma konusunda da başarısız oldu.

Biden yönetimi, özellikle ateş çemberi operasyon bölgesinde gerilim yükseldiğinde ve askeri faaliyetler arttığında dahi diplomatları, askerleri ve müteahhitleri sürekli risk altında bıraktı. İranlı güçlerin veya Şii milislerin saldırısının bunlar arasında ciddi can kayıplarına yol açması halinde ki bu ne yazık ki Biden yönetiminin eylemsizliği nedeniyle mümkün, bu, doğrudan İran'ı hedef alabilecek güçlü bir Amerikan yanıtını tetikleyebilir.

Tahran'daki Mollalar, Ortadoğu'da barış ve güvenliğe yönelik merkezi tehdit olmaya devam ediyor. Terörist vekillerinin giderek zayıflatılması ve ateş çemberi stratejisinin giderek sarsılmasıyla beraber, İran'ın hava savunmasına, petrol ve gaz üretim tesislerine, askeri üslerine, hatta nükleer silah ve balistik füze programlarına doğrudan saldırılar düzenlenmesi potansiyeli yüksek. Buna ek olarak giderek öfkelenen İranlı sivil nüfus, din adamlarının vatandaşlarının refahından çok dini aşırıcılıkla ilgilendiğini gördükçe, rejime karşı iç muhalefet artacak. Dolayısıyla kaçınılmaz ve acil soru şu; İran'daki İslam Devrimi, mevcut Dini Liderinin gidişinden sonra ayakta kalabilecek mi?

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.

                                                                                                                                                              



İsrail'deki savaş karşıtları azınlıkta olsa da görüşleri iç acıtıcı

İsrail Demir Kubbe Füze Savunma Sistemi’nin Lübnan'dan atılan roketleri engellediği anlar (AFP)
İsrail Demir Kubbe Füze Savunma Sistemi’nin Lübnan'dan atılan roketleri engellediği anlar (AFP)
TT

İsrail'deki savaş karşıtları azınlıkta olsa da görüşleri iç acıtıcı

İsrail Demir Kubbe Füze Savunma Sistemi’nin Lübnan'dan atılan roketleri engellediği anlar (AFP)
İsrail Demir Kubbe Füze Savunma Sistemi’nin Lübnan'dan atılan roketleri engellediği anlar (AFP)

İsrail'in girdiği her savaşta olduğu gibi, bazıları koalisyon hükümetinde yer alan partilerine olan bağlılıkları nedeniyle, bazıları da güvendikleri ve ‘halkın ordusu, vatanın koruyucusu’ olarak gördükleri orduya olan sarsılmaz destekleri nedeniyle halk ezici bir çoğunlukla ülkesinin yanında oluyor. Ancak her zaman muhalif olan bir taraf vardır. Seslerini yükseltirler ve kendilerini riske atarlar. Bu muhalif kanadın katı bir görüşü vardır ve söyledikleri geniş yankı uyandırır.

Bu muhaliflerden biri olan gazeteci yazar B. Michael “Affedersiniz, biri bana Lübnan'da 5 bin eve 5 bin el yapımı patlayıcı atmakla, bir otobüse bomba yerleştirmek ya da suçluların da bulunduğu mahallelere misket bombası atmak arasındaki farkı açıklayabilir mi?” diye sordu.

B. Michael, şöyle devam etti:

“5 bin çağrı cihazı sadece kötü niyetli kişilere (Hizbullah) verildi. Oysa bir otobüse yerleştirilen bomba ya da misket bombası ayrım gözetmeksizin herkesi hedefler. Çağrı cihazlarını gönderenlerin cihazın nerede patlayacağı, kimin eline geçeceği, nerede bulunacağı ve etrafta kaç kişi olacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Bu bir markette mi, meraklı bir çocuğun elinde mi, belki bir benzin istasyonundaki arabada mı, yoksa bir çiftin elinde mi olacağını bilmiyorlardı.”

İsrail’i temelinden sarsması gereken bir sonuca varan B. Michael, “Ne yazık ki ve utanç verici bir şekilde İsrail, devlet terörizmini meşrulaştırma ve Gazze'de, işgal altındaki Batı Şeria'da ve şimdi de Lübnan'da olduğu gibi şiddet ve sınır tanımayan yollarla bir halka terör ve acı dayatma yolunda uzun bir yol kat etmiştir” ifadelerini kullandı.

Savaşla ilgili bölünmüşlük hali

Sadece B. Michael böyle düşünmüyor. Lübnan ve ötesinde topyekûn bir savaşa yol açacak olsa bile Hizbullah'a karşı savaşı desteklediğini söyleyen İsraillilerin oranı yüzde 60'ken İsraillilerin yüzde 29'u buna karşı çıkıyor. Ancak sesleri zayıf kalıyor. Çoğunluğu savaşa öncelikle Hamas'ın elindeki İsrailli rehineler meselesini ve Gazze'ye yönelik nafile savaşı tamamen gizlediğinden karşılar ve Başbakan Binyamin Netanyahu'yu insanların dikkatini rehineler meselesinden uzaklaştırmak için bu savaşı başlatmakla suçluyorlar.

Barış yanlısı oldukları için savaşa ilkesel olarak karşı çıkanlar azınlıktalar. Çoğu provokasyonlar, vatan hainliği suçlamalarına maruz kalmak ve fiziksel saldırılara uğramak korkusuyla sessiz kalıyor. Rehinelerin aileleri bile düzenledikleri protesto gösterilerinin bastırılması için Netanyahu'ya yakın kişiler tarafından yürütülen ve ‘zehir makinesi’ olarak adlandırdıkları saldırılardan şikayet ediyorlar.

Kanlı provokasyon

Muhalefetteki İsrailli Arap milletvekili Aida Touma Süleyman dün, Gazze'ye yönelik soykırım savaşına karşı çıktığı kadar Lübnan'a yönelik devam eden savaşa da karşı çıktığını söylediği için İsrail meclisindeki (Knesset) bir komisyon toplantısı sırasında kanlı bir şekilde provokasyona uğradı.

İsrailli askeri analist Amos Harel, Haaretz için kaleme aldığı makalede, “İstisnai olarak, İsrail'in siyasi ve güvenlik liderliğinde artık ortak bir yaklaşım var. Başbakan Binyamin Netanyahu iki hafta önce, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve ordunun komuta kademesiyle Lübnan ve Gazze Şeridi arasındaki öncelik sıralaması konusunda sert bir tartışma yaşadı. Gallant ve komutanlar, Gazze Şeridi'ndeki çatışmaların sona ermesi için yalvarıp bir esir takası anlaşmasına ve ateşkese varılmasını isterken, Netanyahu buna ve Lübnan'daki çatışmalara odaklanılması önerilerine karşı çıktı” diye yazdı.

Harel, şöyle devam etti:

“Netanyahu tutumunu değiştirerek keskin bir dönüş yaptı. Varlığımızın temeli olan Philadelphia (Salahaddin) Koridoru (askerler oradan çekilmese bile) unutuldu ve şimdi Netanyahu açıkça Hizbullah ile bir gerilim yaşanmasını istiyor. Gallant ve Genelkurmay Başkanı’nın çekinceleri vardı, ama sonunda Netanyahu ile birlikte hareket etmeye ikna oldular. Şimdi bu üç isim İsrail'in saldırgan adımlarının devamı için topyekun bir savaşı göze almaya hazırlar.”

İsrail basından bazı medya kuruluşlarının aktardığına göre birçok siyasetçi ve uzman Lübnan'daki mevcut savaşın gereksiz olduğunu ve bu savaşın siyasi kazanımlarla sonuçlanmayacağını düşünüyor. En iyi ihtimalle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1701 sayılı kararı temelinde bir anlaşmaya varılabilir. Bu, savaş olmadan da sağlanabilir. Ancak İsrailli liderler sanki gözlerinde bir çağrı cihazı patlamış da kör olmuşlar gibi davranıyorlar.