Zengezur Koridoru’nun ekonomik yansımaları yeni bir savaşın fitilini ateşler mi?

İran, Ermenistan'dan koparılması korkusuyla Zengezur Koridoru’na şiddetle karşı çıkarken Türkiye, bu durumdan faydalanıyor

Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'ın egemenliğine ilişkin anlaşmazlık devam ediyor (Reuters)
Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'ın egemenliğine ilişkin anlaşmazlık devam ediyor (Reuters)
TT

Zengezur Koridoru’nun ekonomik yansımaları yeni bir savaşın fitilini ateşler mi?

Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'ın egemenliğine ilişkin anlaşmazlık devam ediyor (Reuters)
Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'ın egemenliğine ilişkin anlaşmazlık devam ediyor (Reuters)

Nazareth Seferian

İnsanların yakın tarihte hakkında nadiren konuştuğu dünyanın bir köşesinde, yaklaşık 40 kilometre uzunluğundaki bir toprak şeridi 2025 yılında yeni bir savaşın fitilini ateşleyebilir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçtiğimiz ağustos ayında Azerbaycan'a yaptığı ziyaret büyük yankı uyandırdı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bir haber kanalına verdiği röportajda, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış anlaşması konusuna değindi. Bir an önce anlaşmanın sağlanmasından ve ulaşım bağlantıları üzerindeki engellerin kaldırılmasından yana olduklarını söyleyen Lavrov, “Maalesef Erivan yönetimi, Ermenistan'ın Sünik bölgesi üzerinden ulaşım bağlantılarına ilişkin anlaşmayı sabote ediyor. Bu anlaşmada Paşinyan'ın imzası var. Rusya, bu yaklaşımın amacının ne olduğunu anlamakta zorlanıyor” ifadelerini kullandı.

Ermenistan'ın Sünik bölgesi üzerinden ulaşım bağlantısı dediği, ancak bölge ve ötesindeki ülkelerin basınında sıklıkla Zengezur Koridoru olarak anılan güzergahta şu an yaşanan krizin siyasi ve ekonomik sonuçları, önümüzdeki birkaç ay içinde bir savaşa yol açabilir.

Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya tarafından imzalanan 10 Kasım 2020 tarihli üçlü anlaşmanın hükümleri arasında Azerbaycan’ın batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki ulaşım bağlantılarının güvenliğini, vatandaşların, araçların ve malların her iki yönde de engelsiz hareketini Ermenistan’ın garanti ettiği belirtiliyor.

Azerbaycan, yaklaşık 120 bin Ermeni’nin yaşadığı Dağlık Karabağ'ı geri almak için 2020 yılının eylül ayında bir saldırı başlattı. Dağlık Karabağ, 1994 yılında dondurulan bağımsızlık sonrası kanlı bir çatışmadan bu yana fiilen Bakü'nün kontrolü dışındaydı. Azerbaycan ile Ermenistan arasında 44 gün süren savaş Ermenistan’ın yenilgisi ve Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya arasında üçlü anlaşmanın imzalanmasıyla sona erdi. Açıklama, çoğu Ermenistan tarafından Azerbaycan'a verilen tavizler olmak üzere dokuz maddeden oluşuyordu. Anlaşmanın dokuzuncu maddesi, “Bölgedeki tüm ekonomi ve ulaşım bağlantıları açılacaktır. Ermenistan Cumhuriyeti vatandaşların, araçların ve yüklerin her iki yönde engelsiz hareketini organize etmek için Azerbaycan Cumhuriyeti'nin batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki ulaşım bağlantılarının güvenliğini garanti etmektedir. Ulaşım kontrolü, Rusya Federal Güvenlik Servisi'ne bağlı (FSB) Sınır Muhafıza Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilecektir” diyor.

Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nden Azerbaycan'a giden yolun stratejik önemi

Nahçıvan, Azerbaycan'a bağlı özerk bir cumhuriyettir. Daha önce Bakü'ye havayolu ya da İran üzerinden karayolu ile bağlanıyordu. Nahçıvan'ın Türkiye ile sınırı bulunuyor. Nahçıvan'dan doğrudan Azerbaycan'a uzanan bir yol, batıda Türkiye'den doğuda Kırgızistan ve Kazakistan'a kadar tüm Türki devletler arasında doğrudan bir bağlantı sağladığından stratejik bir öneme sahip.

Belki de 44 gün süren savaşın ardından ezici bir zafer kazanan Azerbaycan, Ermenistan'ın güneyindeki Sünik bölgesinde, Azerbaycan tarafından Zengezur olarak adlandırılan, İran sınırına yakın, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile Azerbaycan arasındaki en kısa mesafe olan bu stratejik öneme sahip koridoru ele geçirmek için doğru zaman olduğunu düşünüyor olabilir. Azerbaycan, Zengezur Koridoru’nu Ermenistan tarafından kontrol edilmeyen, yolcuların ve malların gümrük ya da güvenlik kontrolleri olmaksızın serbestçe geçişine izin verilen bölge dışı bir geçiş güzergahı olarak görüyordu. Ancak 10 Kasım 2020 tarihli üçlü anlaşmada belirli bir güzergâhtan değil, ‘bölgedeki tüm ekonomik ve ulaşım bağlantılarından’ bahsediliyor. Ermenistan, Zengezur Koridoru’nun faaliyete geçirilmesine izin vermeden neredeyse dört yıl geçti.

Rusya bu güzergahı gerçeğe dönüştürmek isterken, İran, bu yöndeki herhangi bir girişimin ‘kırmızı çizginin aşılması’ anlamına geleceğini söylüyor.

Ancak Rusya'nın bu güzergâhı gerçeğe dönüştürmek istediği artık giderek daha net bir şekilde anlaşılırken İran, bu yöndeki herhangi bir girişimin ‘kırmızı çizginin aşılması’ anlamına geleceğini söylüyor. Zengezur Koridoru, benzer dilsel ve kültürel köklere sahip birkaç ülkeyi birbirine bağlayan bir bağlantı güzergahı olmanın çok ötesinde.

Üç bölgesel gücün ekonomik hesapları

Herşeyden önce FSB’ye bağlı Sınır Muhafız Genel Müdürlüğü’nün bölgede açılan yeni güzergahların güvenliğinden sorumlu olması, Kremlin'in Ermenistan ve Azerbaycan üzerindeki kontrolünü sürdürmesinin bir yolu olarak görülüyordu. Dağlık Karabağ sorununun 2020 yılında savaşın ardından sona ermesi, Moskova'nın bölgedeki nüfuzunu sürdürmek için başka bir yol bulması gerektiği anlamına geliyordu. Rusya, başlangıçta kara bağlantısı sağlamak için Ermenistan’ı acele ettirmeye çalışmadı. Birkaç yıl sonra Rusya Ukrayna'ya saldırıp yaptırımlar uygulamaya başlayınca denklem değişti.

Şimdi dost ülkeler üzerinden yeni kara yollarına ihtiyacı olan Rusya’yı Hint Okyanusu’na bağlayacak olan Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru (INSTC) hakkında çok şey yazıldı. Zengezur Koridoru da INSTC’ye Akdeniz’e giden etkili bir güzergah ekleyecek.

Çin ile Orta Geçit’e bağlanma olasılığı da var. Bu da Rusya'nın, dost ülkeler üzerinden yaptırımları atlatarak ithalatın ve Avrupa'ya ulaştırılmadan önce satış ya da ‘yeniden paketleme’ için bu ülkelere giden ihracatın geçtiği güzergahlara ilişkin seçeneklerini artırıyor.

“Türkiye'nin Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerine ihraç ettiği toplam mal miktarı, toplam ihracatının sadece yüzde 3'ünü oluşturuyor. Bu rakam küçük gibi görünse de Rusya'ya yapılan yüzde 2,3'lük ihracatla kıyaslandığında o kadar da küçük olmadığı görülebilir.

Zengezur Koridoru, Türkiye’nin çıkarına

Zengezur Koridoru'ndan faydalanacak bir diğer bölgesel güç ise Türkiye. Türkiye, Zengezur Koridoru'nun Akdeniz'e erişimini etkin bir şekilde kontrol ederek ve kendisini Orta Asya ve Çin'e bağlayabilir ve bölgedeki lider ekonomik güç olarak konumunu güçlendirebilir. Türkiye'nin halihazırda Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerine ihraç ettiği toplam mallar, toplam ihracatının yalnızca yüzde 3'ünü oluşturuyor. Bu rakam küçük gibi görünse de Rusya'ya yapılan yüzde 2,3'lük ihracatla kıyaslandığında o kadar da küçük olmadığı ve İspanya’ya yapılan yüzde 4,5'lik ve Fransa’ya yapılan yüzde 4,4 gibi bazı Avrupa ülkelerine yapılan ihracat oranlarına yaklaştığı görülebilir.

Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut güzergah Gürcistan üzerinden geçiyor. Zengezur Koridoru'ndan daha kısa bir mesafeye sahip olsa da dağlık arazide rota zaman zaman daraldığı için kışın sık sık kapanıyor. Dolayısıyla nakliye maliyetleri ve nakliye sürelerindeki herhangi bir azalma, bu koridor üzerinden yapılan ekonomik faaliyetleri büyük ölçüde artırabilir. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre Zengezur Koridoru’nun ayrıca Türkiye'nin kendi içindeki ekonomik kalkınmayı daha iyi dengelemeye yardımcı olması bekleniyor. Doğu bölgeleri, ülke nüfusunun neredeyse yarısına ev sahipliği yapmalarına rağmen gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yalnızca yüzde 20'sine tekabül edecek oranda üretim yapıyor.

İran, Ermenistan'ın güneyinde yeni bir koridor oluşturulmasına şiddetle karşı çıkmaya devam ederken Ermenistan sınırı yakınlarındaki herhangi bir sınır ötesi güzergahı bölgedeki sınırları yeniden tanımlama girişimi olarak görüyor. Bu yüzden İran, Zengezur Koridoru’nun kendisini dost bir ülke olarak gördüğü Ermenistan'dan koparmasından korkuyor.

İran ile Avrasya Ekonomik Birliği arasındaki mevcut ticaret hacmi yaklaşık 6 milyar dolardır. Bu rakamın 5-7 yıl içinde yaklaşık 20 milyar dolara yükselmesi bekleniyor

Ermenistan ve İran kısa bir süre önce ticaret hacimlerini 3 milyar dolara çıkarma konusunda anlaştı. Ermenistan İranlı aileler için popüler bir tatil destinasyonu olmaya devam ediyor. Fakat Zengezur Koridoru’nun Rusya'nın kontrolü altında hayata geçirilmesine izin verilmesi, İran'ın uluslararası kuzey-güney ulaşım koridorundaki konumunu ve Ermenistan'ın da üyesi olduğu Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ile bağlantısını zayıflatabilir.

İran ayrıca AEB’e üye olmayan Azerbaycan üzerinden Rusya'ya bir nakliye rotası seçeneğine de sahip. Ancak Tahran, Azerbaycan’ın İsrail ile dostane ilişkilere sahip olması nedeniyle Bakü'nün niyetlerine şüpheyle yaklaşıyor.

Ermenistan çözümü: Barış Kavşağı

Ermenistan, bölgedeki ulaşım yollarının açılmasına yönelik bir yaklaşım olarak sınır ötesi gördüğü Zengezur Koridoru’na şiddetle karşı çıkıyor. Başbakan Nikol Paşinyan, geçtiğimiz yıl ekim ayında yaptığı bir konuşmada, Zengezur Koridoru yerine ‘Barış Kavşağı’ adını verdiği bir proje için çağrıda bulundu. Paşinyan, konuşmasında “Bu proje, karayolları, demiryolları, boru hatları, kablo ağları ve elektrik hatlarının yenilenmesi, inşası ve işletilmesi yoluyla Ermenistan, Türkiye, Azerbaycan ve İran arasındaki ulaşımın geliştirilmesini amaçlıyor. Karayolları, demiryolları, hava yolları, boru hatları, kablo ağları ve elektrik hatları dahil olmak üzere tüm altyapı, geçtikleri ülkelerin egemenliği ve yargı yetkisi altında faaliyet gösteriyor” dedi.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: “Zengezur Koridoru’nun inşası, milli, geçmiş ve gelecekteki çıkarlarımızla tamamen uyumlu. Ermenistan istese de istemese de Zengezur Koridoru’nu hayata geçireceğiz.

Siyasi açıdan Barış Kavşağı ile Zengezur Koridoru arasındaki farklar açık ve net. Barış Kavşağı, FSB’ye bağlı Sınır Muhafız Genel Müdürlüğü tarafından izlenmeyecek, ama nakliye trafiği olağan gümrük ve güvenlik kontrollerine tabi olacak. Ekonomik hesaplamalar açısından, mevcut güzergahların kullanılması, Barış Kavşağı’nın yaklaşık 40 kilometre uzunluğundaki Zengezur Koridoru’ndan daha uzun olacağı ve potansiyel geçiş ücretlerinin ekleneceği anlamına geliyor. Bölgedeki siyaset karmaşık ve öngörülemez olmaya devam etse de bu kez İran ve ABD aynı fikirde görünüyor. İkisi de bölgede bir çözüm olarak Barış Kavşağı planını destekliyor.

Öte yandan her ikisi de Kasım ayında yapılması planlanan Bakü'de düzenlenecek olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP29) ve ABD’deki başkanlık seçimleri, Azerbaycan'ın, Rusya’nın baskısının Ermenistan'ın teslim olmasına ve güney sınırının kontrolünü bırakmasına neden olacağı umuduyla zaman kazanmaya çalışmasına yol açtı. Oysa Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, bu stratejik hedefe ulaşmak için aklında hangi seçeneklerin olduğunu açıkça belirtmişti. Aliyev, bundan birkaç yıl önce Azerbaycan Devlet Televizyonu'na verdiği bir röportajda, “Zengezur Koridoru’nun inşası, milli, geçmiş ve gelecekteki çıkarlarımızla tamamen uyumlu. Ermenistan istese de istemese de Zengezur Koridoru’nu hayata geçireceğiz” ifadelerini kullandı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Katz ile Zamir arasında gerginlik tırmanıyor... Savunma Bakanı, 7 Ekim olaylarına ilişkin soruşturmaların yeniden değerlendirilmesini emretti

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
TT

Katz ile Zamir arasında gerginlik tırmanıyor... Savunma Bakanı, 7 Ekim olaylarına ilişkin soruşturmaların yeniden değerlendirilmesini emretti

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)

İsrail ordusu, Savunma Bakanı Yisrael Katz ile Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir arasında gerginlik yaşıyor. Zamir, Savunma Bakanlığı Denetçisine, İsrail ordusunun 7 Ekim 2023'teki Hamas saldırısına ilişkin soruşturmasını inceleyen eski üst düzey subaylardan oluşan dış bir komitenin bulgularını yeniden değerlendirmesi talimatını verdiğini söyledi.

Katz ayrıca, Savunma Kurumu Denetçisi Tuğgeneral Yair Volanski bulgularını sunana kadar İsrail ordusundaki üst düzey atamaları donduracağını duyurdu.

Katz yaptığı açıklamada, Volanski'nin eski üst düzey subaylardan oluşan bir ekip tarafından hazırlanan raporu "kapsamlı bir şekilde inceleyeceğini", "ordunun daha önce soruşturmadığı alanlarda ilave soruşturmalara ihtiyaç olup olmadığı sorusu da dahil olmak üzere... Dışişleri Komitesi'nin gerektiği gibi ve kapsamlı bir şekilde yürütülmediğine karar verdiği alanlarda soruşturmaları tamamlayacağını" söyledi.

Komite, hiçbir zaman araştırılmayan birkaç konuya dikkat çekti; bunların en dikkat çekeni ise İsrail ordusunun, Hamas'ın İsrail'e büyük çaplı bir saldırı başlatma niyetini ortaya koyan 2018'den bu yana alınan istihbarat raporlarını nasıl ele aldığıydı.

Ayrıca Katz, Zamir'in eski üst düzey subaylardan oluşan komitenin bulgularına dayanarak 7 Ekim'deki başarısızlıklarda adı geçen birkaç subayı görevden alacağını açıklamasının ardından, Savunma Kurumu Denetçisi'nden "kişisel sorumluluğun belirlenmesi konusunda eşit standartlarda bir tavsiyede bulunmasını" isteyecek.

Katz, Volanski'nin tavsiyelerini 30 gün içinde sunacağını, böylece "7 Ekim olayları ışığında, yetkim altındaki üst düzey ordu atamaları konusundaki pozisyonumu hızla belirleyebileceğimi" söyledi.

Askeri ataşe krizi

Katz, 7 Ekim'de Güney Komutanlığı'nda görev yapan subayların terfi ettirilmemesi yönündeki tutumunun "değişmediğini" vurguladı, ancak Zamir, Katz'ın daha önce terfilerini durdurduğu veya iptal ettiği üç kıdemli subayın terfi ettirilmesinde bir sorun olmadığına inanıyor.

Katz, ABD'ye yeni bir askeri ataşe atanması konusunun "bu konuyla hiçbir bağlantısı olmadığını ve İsrail ordusunda herhangi bir atamanın geciktirilmesi için hiçbir gerekçe bulunmadığını" iddia ediyor. Katz, askeri sekreteri Tuğgeneral Guy Markizeno'yu askeri ataşe olarak atamak istiyor; Zamir ise bu hamleye karşı çıkıyor.

Katz'ın yeniden değerlendirmeye karar verdiği soruşturmanın bulgularına dayanarak Zamir, bugün "7 Ekim 2023 saldırısını önleyemedikleri için" bir dizi üst düzey İsrail ordusu subayının görevden alındığını duyurdu.

Soruşturmanın ardından Zamir, ordunun "İsrailli sivilleri korumadaki başarısızlığı" nedeniyle üst düzey askeri komutanları görevden aldığını veya disiplin cezasına çarptırdığını belirtti. Etkilenen subaylar arasında Askeri İstihbarat Başkanı Aharon Haliva, Güney Komutanlığı Komutanı Yaron Finkelman ve Harekât Başkanı Udi Basiok da bulunuyordu.


Trump’ın Antifa ile mücadelesi: “Kızıl tehdit” Soğuk Savaşsız dönemde geri mi dönüyor?

Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
TT

Trump’ın Antifa ile mücadelesi: “Kızıl tehdit” Soğuk Savaşsız dönemde geri mi dönüyor?

Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)
Fransa’nın başkenti Paris’teki Place de la République'de (Cumhuriyet Meydanı), parlamento seçimlerinin ikinci turunun ön sonuçlarının açıklanmasının ardından düzenlenen gece gösterisi sırasında görülen ANTİFA bayrağı, 7 Temmuz 2024 (AFP)

Omar Harkous

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, ‘terörle mücadelede’ yeni bir sayfa açtı. Ancak bu kez hedef, cihatçı veya milliyetçi gruplar değil, geçmişteki faşizme karşı mücadelesiyle tanınan Avrupa sol hareketleriydi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Almanya, İtalya ve Yunanistan'daki dört grubu Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terör Örgütü (SDGT) listesine alarak bu grupları ABD’deki sol görüşlü bir anti-faşist ve ırkçılık karşıtı siyasi hareket olan Antifa’nın uzantısı olmakla suçladı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun yaptığı bir açıklamaya göre bu karar ‘Antifa'nın siyasi şiddet kampanyasına karşı koyma’ çabaları çerçevesinde alındı. Washington’ın ‘ulusal güvenliğini korumak için mevcut tüm araçları kullanacağı’ belirtilen bu karar, Almanya'daki ‘Antifa Ost’, İtalya'daki ‘Informal Anarchist Federation/International Revolutionary Front’, Yunanistan'daki ‘Armed Proletarian Justice’ ve ‘Greek Revolutionary Class Self-Defence’ örgütlerini hedef alıyor.

Washington, bu grupları ‘Amerika, kapitalizm ve Hıristiyanlığa düşman olan anarşist ve Marksist sol ideolojilere bağlı olmakla’ ve ‘devrimci değişim aracı olarak şiddet kullanmakla’ suçluyor.

Rubio’nun açıklamalarına göre sınıflandırmanın ardından resmi olarak SDGT listesine dahil edilecekler, bu da varlıklarının dondurulması ve bunlarla ilişkili herhangi bir kuruluş veya kişiyle finansal işlemlerin yasaklanması anlamına geliyor. Bu karar, ‘küresel radikal sol’ olarak adlandırdığı kesimle açık bir çatışma içinde olan Trump yönetiminin ideolojisinden ayrı düşünülemez.

Terörizm tanımının Avrupa'daki sol grupları da kapsayacak şekilde genişletilmesi, Trump’ın ‘anarşistleri ve solcuları’ iç ve dış tehdit olarak gösteren, güvenlik odaklı bir seçim söylemi oluşturma arzusunu yansıtıyor.

ABD’nin kararı, sadece geçici bir güvenlik önlemi değil, daha çok ulusal ve uluslararası terörle mücadele çabalarını temsil ediyor.

Küresel güvenliğin siyasallaşması

ABD'nin terör örgütü sınıflandırmalarının bu coğrafi ve ideolojik genişlemesi, bu hamlenin gerçek amacına dair soruları gündeme getiriyor. Bazı Avrupa ülkelerinde (özellikle İtalya ve Yunanistan) iç güvenlik tehdidi oluşturan ‘anti-faşist’ şiddet ağlarıyla mücadeleye yönelik objektif bir çaba mı, yoksa anti-sol gündemi güçlendirmekle bağlantılı olarak Avrupa müttefiklerine iç siyasi bir tanım dayatmak için küresel güvenlik araçlarının sömürülmesi mi?

ABD’nin kararı sadece geçici bir güvenlik önlemi değil, daha çok ulusal ve uluslararası terörle mücadele çabalarının birleşimini temsil ediyordu. Trump, geçtiğimiz eylül ayında Antifa’yı ‘yerli terör örgütü’ olarak tanıyan bir başkanlık kararnamesi imzaladı. Bu kararname siyasi zemin hazırlasa da ABD'de yabancı terör örgütleri için belirlenen listelerle aynı güçle içerideki terörist unsurları yargılamak için kapsamlı bir yasal çerçeve bulunmuyor. Bu yüzden Avrupa’daki terör örgütlerinin yabancı anti-faşist gruplar olarak sınıflandırılması, ABD yönetiminin, Avrupa’daki bu örgütlerle etkileşimde bulunan ABD’deki herhangi bir örgüte veya şahsa yönelik mali destek ve istihbarat gözetimi gibi güçlü küresel terörle mücadele yöntemlerinin uygulamasına olanak tanıyan yasal bir köprü görevi görüyor ve böylece ifade özgürlüğüne ilişkin iç hukuki kısıtlamaları aşıyor.

dfgt
ABD Başkanı Donald Trump, Adalet Bakanı Pamela Jo Bondi (solda) ve İç Güvenlik Bakanı Kirstjen Nielsen (sağda) ile birlikte, Beyaz Saray’ın Devlet Yemek Salonu’nda Antifa konulu yuvarlak masa toplantısında konuşurken, 8 Ekim 2025 (AFP)

Bu değişim, cihatçılara karşı geleneksel ‘terörle mücadeleden’ ‘ideolojik savaşa’ geçişi temsil ediyor. Varoluşsal tehditler için tasarlanmış aşırı güvenlik önlemlerinin kullanıldığı ve radikal sol ile iç ve dış ideolojik çatışmaya yönlendirildiği, Batı siyasetinde ideolojik düşmanın yeniden tanımlandığı ve ulusal güvenlik kisvesi altında iç siyasi muhalefetin zulmünün kolaylaştırıldığı bir süreç.

Washington'ın Antifa’nın ‘genç Amerikalıları üye yaptığı’ ve üyelerinin kimliklerini gizlemek ve finansman kaynaklarını saklamak için ‘karmaşık’ mekanizmalar kullandığı yönündeki açıklamaları, örgütsel yönlere odaklanıldığını açıkça gösterdi. Gayri resmi yapı ve finansmana odaklanılması, gizli sınır ötesi ağları bozmak için tasarlanmış terörle mücadele araçlarının kullanımını haklı çıkarıyor. ‘Anti-Amerikan’, ‘anti-kapitalist’ ve ‘anti-Hıristiyan’ gibi terimlerin kullanılması, hedefin sadece operasyonel şiddet değil, aynı zamanda radikal solun siyasi felsefesi olduğunu da açıkça gösteriyor. Bu strateji, Soğuk Savaş söylemini kullanarak muhafazakâr tabanı harekete geçiriyor ve siyasi rekabeti Marksist veya anarşist ‘küresel devrimci güçlere’ karşı bir beka savaşına dönüştürüyor.

Trump yönetiminin müttefiklerine uyguladığı baskı, Washington ile AB arasındaki ideolojik ve siyasi uçurumu derinleştiriyor.

Berlin Antifa tehdidini küçümsüyor

Öte yandan Berlin, resmi bir açıklamada Antifa Ost grubunun oluşturduğu tehdidi önemsiz göstermeye çalışarak, bu tehdidin ‘son aylarda keskin bir şekilde azaldığını’ ve grubun en önde gelen üyelerinin ‘ya gözaltında olduğunu ya da suçlardan mahkûm edildiğini’ belirtti. Almanya İç İstihbarat, bu örgütü 2024 yılında sağcı aktivistleri hedef alan bazı saldırın ardından ‘şiddet yanlısı bir ağ’ olarak sınıflandırdığını, ancak faaliyetlerinin ‘artık yaygın bir tehdit oluşturmadığını’ açıkladı. Alman hükümeti, ABD'nin kararından şaşkındı. Hükümet sözcüsü sadece “Washington bağımsız hareket etti” demekle yetindi. Almanya Dışişleri Bakanlığı da Alman vatandaşları için varlıkların dondurulması veya ABD'ye seyahat kısıtlamaları dahil olmak üzere yasal yaptırımlar uygulanacağı konusunda uyardı.

Kızıl Ordu Fraksiyonu’ndan Antifa'ya

Şiddet içeren sol hareketler Avrupa’da yeni bir olgu değildir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri arasında var olmuş ve farklı şekillerde son buldu. Kızıl Ordu Fraksiyonu (Baader-Meinhof) 1970'li yıllardan beri aktif olarak faaliyet göstermiş, devletin ve kapitalizmin sembollerine yönelik suikastlar ve bombalı saldırılar düzenledi. Örgüt, lideri Wadie Haddad aracılığıyla Filistin Kurtuluş Halk Cephesi (FHKC) ile bağlantılıydı, uçak kaçırma eylemleri düzenledi ve Filistinli tutukluların serbest bırakılmasını talebiyle eylemler gerçekleştirdi.

İtalya'da Kızıl Tugaylar (Brigate Rosse) ortaya çıkmıştı. 1978'de dönemin Başbakanı Aldo Moro'yu kaçırıp öldürdü ve başta Paris'te liderlerinin düzenlediği bir eylemle bir Amerikalı ve bir İsrailli diplomatı öldüren Lübnan Silahlı Devrimci Fraksiyonları (LARF) olmak üzere Filistinli ve Lübnanlı gruplarla iş birliği yaptı.

Yunanistan'da 17 Kasım Devrimci Örgütü (17N), onlarca yıl boyunca Amerikan çıkarlarına karşı saldırılar düzenlemesiyle biliniyor. Örgüt, 2002 yılında yetkililer tarafından dağıtıldı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra anti-faşist bir hareket olarak ortaya çıkan Antifa, son yıllarda belli bir liderliği ve merkezi olmayan bir ağa dönüştü. Destekçileri, Afro-Amerikan George Floyd'un polis tarafından öldürülmesinin ardından 2020 yılında ABD’de düzenlenen protestolarda öne çıktı. Trump, o dönemde Antifa’yı ‘şiddeti kışkırtmakla’ suçladı.

Transatlantik gerginlik

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD’nin kararı, Almanya, İtalya ve Yunanistan gibi hükümetlerin ‘solcu şiddet’ konusundaki endişelerini görmezden gelemeyeceği için Avrupa Birliği (AB) ülkeleri için çifte sorun teşkil ediyor. AB ülkeleri, bu kararın yerel grupların siyasi tanımlara göre sınıflandırılmasına olanak tanıyan bir yasal emsal teşkil etmesinden ve bunun da ‘terörle mücadelenin siyasallaşmasına’ yol açarak müttefikler arasındaki güveni zedelemesinden endişeleniyor. Trump yönetiminin müttefiklerine dayattığı bu gerilim, Washington ile AB başkentleri arasındaki ideolojik ve siyasi uçurumu derinleştiriyor. Beyaz Saray, ‘aşırı sol hareketleri’ ulusal güvenliğe bir tehdit olarak görürken, Brüksel, suçlamalar kanıtlanmadıkça bu hareketleri demokratik yapının çeşitli parçalarından biri olarak görüyor. Bu durum, NATO üyeleri arasında güvenlik alanındaki koordinasyonun yanı sıra istihbarat paylaşımı ve aranan kişilerin iadesi gibi konularda iş birliğini zorlaştırıyor.

Washington bugün, diğer ülkelerdeki ‘yeni anarşistlerden’ ulusal güvenliğini ‘korumak’ zorunda kalırken, Avrupa bu kararı, örgütlenme ve protesto özgürlüğüne dayanan liberal demokrasinin temellerinden birine darbe olarak nitelendirerek karşı çıkmaya çalışıyor. ABD'nin ‘aşırı sol’ ile mücadelede daha fazlasını yapması, yeni bir Soğuk Savaş'ın doğuşuna işaret ediyor. Ancak bu kez 1950'lerde olduğu gibi Moskova ile Washington arasında değil, Amerikan muhafazakar sağı ile Avrupa solu arasında yaşanıyor. Kimlik, semboller, sokaklar ve medya üzerinde, göç, iklim ve sosyal adalet konularının güvenlik, sınırlar ve egemenlikle kesiştiği bu savaş, diğer ülkeleri de siyasi muhaliflere karşı benzer sınıflandırmalar benimsemeye teşvik edebilir.

New York... New York

New York'ta, ‘radikal solcu’ Zahran Mamdani, New York Belediye Başkanlığı seçimlerini kazandı. Demokrat Parti içinde ‘ilerici solcu’ veya ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlanan Mamdani'nin zaferi, ABD’de radikal sol akımların yükselişini daha açık bir şekilde yansıtıyordu. Bu durum, Donald Trump ile ilişkilendirilen sağcı popülist hareketin yükselişiyle tezat oluşturuyor. Bu hareket, sol hareketleri de içeren ‘tehdit’ ve ‘iç güvenlik’ perspektifini yeniden ayarlamak için güvenlik sınıflandırmalarına dayanıyor. Ancak ABD yönetimi şimdiye kadar Antifa sınıflandırmasını Mamdani'ye verilen doğrudan seçim desteği ve arka çıkma ile ilişkilendirmiş değil.

Ancak, bu iki eğilim arasındaki eşzamanlı ilişki göz ardı edilemez. ABD’nin ‘radikal sol’ olarak nitelendirdiği kesime yönelik bir tırmanış ve seçimlerde sol hareketin gerçek anlamda yükselişi gözlemleniyor. Bu durum, Trump'ın Demokrat Parti'nin ilerlemelerine karşı Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre'nin her iki kanadındaki kontrolünü sürdürmek için güvendiği gelecek yılki ara seçimler öncesinde, Amerikan sahnesinde bazı kartların yeniden dağıtıldığı ‘ideolojik-seçimsel anlatı’ çerçevesinde anlaşılabilir.

gt
Almanya’nın başkenti Berlin’de İşçi Bayramı'nda Berlin'in Neukölln semtinde düzenlenen devrimci gösteride protestocular anti-faşist bayraklar ve pankartlar taşırken, 1 Mayıs 2025 (AFP)

Araştırmalar, son yıllarda ABD’deki siyasi şiddetin geçişmişte daha çok aşırı sağa yöneldiğini gösterse de son yıllarda ‘aşırı sol’ saldırılarında da artış görülüyor. Geçtiğimiz eylül ayında muhafazakar yorumcu Charlie Kirk'ün, onun görüşlerine karşı olduğu söylenen silahlı bir kişi tarafından öldürülmesi, ABD yönetiminin aşırı sola karşı daha sert bir söylem kullandığı bir dönüm noktası oldu.

Washington şu anda ulusal güvenliğini diğer ülkelerdeki ‘yeni anarşistlerden’ korumak zorunda kalırken, Avrupa bu kararı, örgütlenme ve protesto özgürlüğüne dayanan liberal demokrasinin temellerinden birine darbe olarak nitelendirerek karşı çıkmaya çalışıyor. Bunun sonucunda siyasi şiddetin tanımı ve sivil direnişin meşruiyeti konusunda Batı'da bir bölünme yaşanabilir. Bu, Trump'ın ikinci kez başkan seçilmesinden bu yana Batı ittifakının yaşadığı tek bölünme değil. Zira Batı ittifakında özellikle Ukrayna'daki savaş ve gümrük tarifeleri gibi konularda da benzer bölünmeler yaşandı.

Berlin'den Atina'ya, Washington'dan Brüksel'e kadar, dünya Soğuk Savaş retoriğini anımsatan, ama 21’inci yüzyılın araçlarını kullanan yeni bir ‘ideolojik kutuplaşma’ aşamasına giriyor gibi görünüyor.


Hüküm giymiş bir El Kaide üyesi, yargılanmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Guantanamo mahkemesine geri döndü

El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
TT

Hüküm giymiş bir El Kaide üyesi, yargılanmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Guantanamo mahkemesine geri döndü

El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)
El Kaide tutuklularının tutulduğu Guantanamo hapishanesi (New York Times)

Guantanamo hapishanesinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkûm, El Kaide'ye üye toplamak için propaganda videoları hazırladığı suçlamasıyla mahkûm edildikten 17 yıl sonra perşembe günü yeniden askeri mahkemeye çıktı. 56 yaşındaki Ali Hamza el-Behlül, 2008’deki savaş suçları davasında sergilediği meydan okuma tutumunu bir kez daha tekrarladı.

Behlül, tanık kürsüsüne oturmayı kibar bir şekilde reddetti, gerçeği söyleyeceğine dair yemin etmeyi kabul etmedi ve kendisi için avukat tutulmasını da reddetti.

Bunun yerine, suçlamaların yöneltildiği yıllar önceki oturumda oturduğu aynı yerden, Arapça uzun açıklamalar yaptı; El Kaide’yi övdü, zaman zaman çevirmenlerle tartıştı ve 2001’de Pakistan’da tutuklanmasının ardından yürütülen soruşturmada Amerikan yetkililerini yanıltmayı amaçladığını vurguladı.

Behlül, “Bir soruşturmacı tabancasını kafama dayadı, ben hiçbir tepki göstermedim” dedi ve başka bir soruşturmacının kendisini uzaklaştırdığını anlattı.

fergt
Guantanamo'daki mahkûmlar ortak salonda kitap okuyor. (New York Times)

Geçen hafta yapılan duruşmada ele alınan konu, Behlül’ün tutukluluğunun başlarında Federal Soruşturma Bürosu (FBI) yetkililerine söylediklerinin, başka bir tutuklu olan Abdurrahim en-Neşiri’nin idam cezası davasında delil olarak kullanılıp kullanılamayacağıyla ilgiliydi. Neşiri, 12 Ekim 2000’de Amerikan muhribi USS Cole’a yönelik saldırıyı planlamakla suçlanıyor.

Perşembe günü duruşmada hazır bulunmayan Neşiri’nin avukatları, Behlül’ün ifadelerinin ‘duyuma dayalı tanıklık’ niteliğinde olduğunu ve ifade sırasında kendisine işkence yapıldığı için geçersiz sayılması gerektiğini savundu.

Behlül, Guantanamo’daki 15 tutukludan biri. Neşiri ve 11 Eylül 2001 saldırılarına karışan diğer şüpheliler için idam cezası davalarının açılma girişimleri, hem sanıkların hem de olası tanıkların işkenceye maruz kalması nedeniyle başarısız olmuştu.

Behlül, ABD’yi ‘terörün anası’ olarak nitelendirirken, güncel olaylara dair dikkat çekici bir bilgi birikimi sergiledi. Bir noktada, Savunma Bakanı Pete Hegseth’in ‘Savaş Bakanı’ unvanını benimsemesini övdü ve bunu “ABD’nin saldırganlığını en doğru ve kesin şekilde tanımlayan ifade” olarak değerlendirdi.

Yemenli Behlül, 3 Kasım 2008’de, askeri mahkemede herhangi bir savunma sunmayı reddettikten ve hava kuvvetleri avukatının kendisi adına konuşmasına izin vermedikten sonra askeri bir jüri tarafından suçlu bulundu. Duruşmalarda bazen üzerinde ‘boykot’ yazan Arapça bir pankart salladığı görüldü.

Behlül, yıllarca tek kişilik hücrede tutuldu ve çoğu zaman avukatlarla görüşmeyi reddetti. Bu sırada yüksek mahkemeler, 2008’deki propaganda videosu hazırlama suçuna ilişkin bazı mahkûmiyetlerini düşürdü. Halen Guantanamo’daki en yaşlı tutuklu olan Behlül, tek suçlamadan (komplo) ötürü ömür boyu hapis cezası çekiyor.

Görünümü ve sesi, duruşmalar sırasında sergilediği hale benzer, tek fark sakalının koyu griye dönmüş olması.

rgt
Küba'daki Guantanamo Körfezi'nde bulunan ABD deniz üssünün görünümü (AFP)

Ayrıca neden mahkemeye çıkarıldığının farkında değilmiş gibi görünüyordu ve başlangıçta sadece hâkimin sorularını yanıtlayacağını söyledi. Bir noktada, Behlül “Ben işkence gördüğümde...” diye rahatça konuştuktan sonra Yargıç Albay Matthew Fitzgerald onun sözünü kesti.

Zaman ilerledikçe Başsavcı Yüzbaşı Timothy Stinson ile daha fazla etkileşime girmeye başladı, ancak cevaplarının çoğu konu dışıydı. Daha sonra, savunma avukatı Jessica Manoli’nin ABD’de tutulduğu süre boyunca maruz kaldığı olası kötü muameleyle ilgili sorular yöneltmesi üzerine daha işbirlikçi bir tutum sergiledi.

Yargıç, Neşiri’nin duruşma tarihini, Yemen açıklarında 17 Amerikan denizcinin ölümüne neden olan El Kaide intihar bombalamasından 25 yıl sonra, 1 Haziran olarak belirledi. Neşiri, 2002'den beri ABD tarafından gözaltında tutuluyor.

2001 yılında yakalanan Behlül, 11 Ocak 2002'de hapishane açıldığı gün Guantanamo'ya nakledildi.

Mahkemede yaklaşık yedi saat süren duruşma boyunca Behlül, USS Cole bombalaması ve 11 Eylül saldırıları da dahil olmak üzere El Kaide saldırıları hakkında önceden hiçbir bilgisi olmadığını, çünkü Usame bin Ladin'in medya sorumlusu olarak hassas operasyonel bilgilere erişimi olmadığını tekrarladı.

Duruşmanın sonuna doğru Behlül aniden “Bu bir yeniden yargılama mı Sayın Hâkim?” diye sordu. Hâkim, “Hayır, değil” diye cevap verdi.

Kısa bir süre sonra Behlül, son kez mahkemeye çıktığından bu yana neredeyse yirmi yıl geçtiğini belirtti ve “eğer hâlâ hayatta olursa” 2048'de tekrar ifade vermeye çağrılıp çağrılmayacağını sordu.

Yargıç, geleceği tahmin edemeyeceğini söyledi.