FT: Biden görevden gitmeden Ukrayna'nın NATO üyelik sürecini hızlandırabilir

Rusya-Ukrayna savaşı, Putin'in emriyle 24 Şubat 2022'de başlamıştı (AP)
Rusya-Ukrayna savaşı, Putin'in emriyle 24 Şubat 2022'de başlamıştı (AP)
TT

FT: Biden görevden gitmeden Ukrayna'nın NATO üyelik sürecini hızlandırabilir

Rusya-Ukrayna savaşı, Putin'in emriyle 24 Şubat 2022'de başlamıştı (AP)
Rusya-Ukrayna savaşı, Putin'in emriyle 24 Şubat 2022'de başlamıştı (AP)

Birleşik Krallık'ın tanınmış gazetelerinden Financial Times (FT), ABD Başkanı Joe Biden'ın ocakta görevi bırakmadan önce Ukrayna'nın NATO üyeliği sürecini hızlandırabileceğini yazıyor.

Kimliğinin açıklanmamasını isteyen Amerikalı bir yetkili, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin geçen hafta yaptığı ABD ziyaretinde NATO meselesinin de gündeme geldiğini belirtiyor. 

Yetkili, Biden'ın görevinden ayrılmadan önce Ukrayna'nın NATO üyeliği teklifini hızlandırmayı kabul edebileceğine dair işaretler olduğunu ifade ediyor. 

Ukrayna, ittifaka katılmak için resmi başvuruyu Eylül 2022'de yapmıştı. Eski NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna'nın uzun vadede ittifakın parçası olacağını söylemişti. Fakat NATO, katılım sürecinin tamamlanmasına ilişkin Kiev yönetimine henüz net bir takvim sunmadı. 

Zelenski, Rusya'yla olası barış görüşmeleri öncesi konumunu güçlendirmek için "zafer planı" adı verdiği programı da geçen haftaki ziyaretinde Washington'a sundu. Ukrayna lideri, Biden'ın yanı sıra ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve rakibi Donald Trump'la da bu planları görüştü. 

Planın detayları henüz bilinmiyor. Ancak FT, Zelenski'nin plan kapsamında Batı menşeli uzun menzilli füzeleri Rus toprağına saldırı amacıyla kullanmak için ABD'den izin almaya çalıştığını aktarıyor. 

Haberde, Zelenski'nin "zafer planının ABD'li yetkilileri etkilemediği" belirtilirken, kimliğinin gizli tutulmasını isteyen üst düzey bir Ukraynalı yetkili, Zelenski'nin ziyaretine ilişkin "Ne zaferle ne de felaketle sonuçlandı" diyor ve ekliyor: 

Bu plan, savaşın gidişatını değiştirmeye ve Rusya'nın masaya oturmasını sağlamaya yönelik bir girişim. Zelenski bu plana gerçekten inanıyor.

Geçen hafta New York'ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na katılan Avrupalı diplomatlar, eskiye kıyasla Ukraynalı yetkililerin, Rus birlikleri topraklarından çekilmese bile olası bir ateşkes üzerinde anlaşmaya daha açık olduğunu belirtiyor. Diplomatlardan biri şu yorumu paylaşıyor: 

Bu işin nasıl biteceğine ve kalıcı bir barış anlaşması sağlanması için Ukrayna'nın nelerden vazgeçmesi gerektiğine dair daha açık konuşuyoruz. 6 ay önce bu tür konuşmalar tabu olarak görülüyordu, dolayısıyla bu büyük bir değişim.

Öte yandan Ukrayna Dışişleri Bakanlığı'ndan gazeteye gönderilen yazılı açıklamada "toprak tavizine yönelik öneri veya tartışma yapılmadığı" savunuluyor. 

Kiev ve Moskova arasında barış görüşmelerine dair henüz net bir takvim oluşmazken, Rus birlikleri Donetsk Oblastı'ndaki stratejik Vuhledar şehrinin merkezini ele geçirdi. 

Britanya merkezli haber ajansı Reuters, Rus birliklerinin şehir merkezine bayrak diktiğini aktarıyor. Ukrayna ordusundaki 72. Mekanize Tugay'ın komutanı Andriy Nazarenko, şehirde asker sayısı ve silah üstünlüğünü kaybettiklerini söylüyor:

Vuhledar'daki durum çok zor. Saldırılar 6 aydan uzun süredir devam ediyor ve düşman, saflarını sürekli olarak yeni ve eğitimli birliklerle güçlendiriyor.

Vuhledar, yüksek arazisi ve Ukrayna'nın doğusuyla güneyindeki iki ana cephenin birleştiği noktaya yakın konumu nedeniyle stratejik öneme sahip. Rus güçleri geçen hafta Vuhledar'a yaklaşmaya başlamıştı. 

Diğer yandan Rusya Maliye Bakanlığı'ndan 27 Eylül'de yapılan açıklamada, savunma harcamalarının yüzde 68 artışla 10,8 trilyon Rus Rublesi'ne (yaklaşık 3,7 trilyon TL) artırılacağı bildirilmişti. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov da savaşın "yüksek harcama" gerektirdiğini söylemişti. 

Ancak Fransız haber ajansı AFP'nin görüştüğü bazı Rus yurttaşları, savunma bütçesinin artırılmasından memnun olmadığını belirtiyor. Moskova'da yaşayan 80 yaşındaki İrina "Bu kabul edilemez. Savaşı bitirmemiz lazım, savaşa bütçe harcanması suçtur" diyor. 68 yaşındaki Elena ise şu ifadeleri kullanıyor: 

Ülke nüfusu çok iyi durumda değil. Genel olarak herhangi bir ülkede, bizim ülkemizde ve genel olarak tüm dünyada her türlü askeri harekata karşıyım.

Independent Türkçe, RT, Financial Times, Kyiv Post, Reuters



Daha fazla parçalanma, biraz umut

Daha fazla parçalanma, biraz umut
TT

Daha fazla parçalanma, biraz umut

Daha fazla parçalanma, biraz umut

Husam İtani

Lübnan'ın sosyal ve politik dokusu hiçbir zaman bugünkü kadar kırılgan olmamıştı. Taif Anlaşması sonrası devlet,1943'teki bağımsızlıktan sonra kurulan selefine göre daha zayıftı. Ardından, 2005 yılında eski Başbakan Refik Hariri suikastı sonrası devlet, Taif Devletinden de daha zayıf, daha az uyumlu ve birleşik, daha az dayanıklıydı. Şimdi İsrail askeri mekanizmasının dayattığı şiddetli değişim ise özellikleri henüz belirlenmemiş bir siyasi oluşuma yol açacak.

1975 ile 1990 arasındaki iç savaş, (kendisine yönelik haklı çekinceye rağmen) geleneksel olarak “siyasi Marunizm” olarak adlandırılan ve George Orwell'in deyimiyle “bazıları diğerlerinden daha eşit” olan farklı dini grupların bir arada yaşaması fikrine dayanan bir yönetim biçimini alaşağı etti. Yaşananların artık sıkıcı hale gelen tekrarını yapmadan, Hariri'nin ekonomik ve kalkınma boyutlarını üstlendiği ve dolayısıyla döneminin “siyasi Sünnilik” olarak anıldığı Taif Devletinin, siyasi istikrarı sağlamakta Suriye ordusuna ve istihbaratına dayandığını söyleyebiliriz. Hizbullah'ın Mayıs 2008'de Beyrut'u işgal etmesinin ardından lideri Hasan Nasrallah, Hizbullah’ı Lübnan'ın perde arkasındaki yöneticisi olarak dayattı. Kendi seçtiği bir cumhurbaşkanını göreve getirdi ve birçok adımla siyasi ve hukuki hayatı zorla altüst etti. Bu adımların belki de en öne çıkanı, 2020'de Beyrut Limanındaki patlama olayıyla ilgili soruşturmanın devamını engellemesi ve Lübnan tarihindeki en yozlaşmış siyasi sınıfa koruma şemsiyesi sunarak, herhangi bir reformun önünde durmasıydı.

Bugün yüz binlerce mülteci, güvenli olarak sınıflandırılan belde ve şehirlere, yani Hizbullah üyelerinin bilinen silahlı varlığının, füze ve silah depolarının olmadığı bölgelere akın ediyor. Yerinden edilenlerin çoğunluğu İsrail'in şiddetli bombardımanına maruz kalan bölgelerden geliyor ve yine çoğu barınma veya gerekli ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Yani Hizbullah’ın güneyde yaşayanlara sağladığını söylediği koruma sisteminin çökmesi sonrasında yaşadıkları şoklarını ve psikolojik travmalarını da yanlarında taşıyorlar.

Başkent Beyrut ile Cebel ve kuzeydeki bazı bölgelerin kitlesel yerinden edilme nedeniyle tanık olduğu aşırı kalabalık, aynı zamanda 2019 yılından beri devam eden felaket niteliğindeki ekonomik çöküşün üstesinden gelemeyen bir ülkede, kıt kaynaklar için rekabet eden sakinler arasındaki gerilimin artmasına katkıda bulunuyor.

Lübnanlıları bir araya getiren unsurlardaki derin parçalanma, ülkeyi yönetmek için gerekli meşruiyete sahip bir “fikri” ve Lübnanlı bir otoriteyi yeniden formüle etmeyi son derece zorlaştırıyor.

Bu görüntüyü politik olarak ortaya koymak kolay bir iş değil. Ancak bazı güçler, Lübnanlıları yeniden birleştirmenin ve İsrail'e karşı kaybedilen savaşın yaydığı yıkıma sürüklenme hızını sınırlamaya çalışmanın ilk adımı olarak, yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesi çağrısında bulunmaya başladı. Hizbullah'ın son iki yıldır dayatmaya çalıştığı ve seçilmesi için cumhurbaşkanlığı seçimini sekteye uğrattığı aday, yani Süleyman Frenciye, Baabda'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı yarışından henüz elenmemiş olmasına rağmen, büyük olasılıkla artık zayıf bir konumda.

Lübnan halkını bir araya getiren bugüne, geçmişe ve geleceğe dair vizyonun yaşadığı derin parçalanma, yurttaşların çoğunluğunun siyasi oluşumlarının varlığını haklı göstermek için taşıması gereken ve “kurucu anlatı” olarak adlandırılan şeyin yokluğu, ülkeyi yönetmek için gerekli meşruiyete sahip bir “fikri” ve Lübnanlı bir otoriteyi yeniden formüle etmeyi son derece zorlaştırıyor. Bilhassa Hizbullah'ın yenilmezlik ve güç söyleminin hızla yıkılması, hızlı yenilgisi ve liderinin öldürülmesi sonucunda taraftarlarının hissettiği aşağılanma duygusunun ardından, bu daha da zor görünüyor.

Siyasi sınıfın iflası ve tek tek düşmesi, ardından yalnızca Şii toplumunu korumakla kalmayıp aynı zamanda Lübnan'ı İsrail'e karşı savunabilecek, Sünni tekfirciler karşısında Şii-Hıristiyan siyasi ittifakı içinde Hıristiyanları koruyacak en güçlü taraf olan Hizbullah’ın gücüne dair ideolojik ve silahlı propagandanın çöküşü, devlet kurumlarının, hatta eğitim kurumlarının bile onarılamaz şekilde dağılması ve farklı dini grupların kontrolüne geçmesi, yakın gelecekte bir tür kurumsal otoritenin ortaya çıkma olasılığını sorgulamaya iten sorunlardır.

Şimdi dini gruplar arasında kolektif hayal gücünün kuruluğu, Lübnanlılara otoriteyi aralarında paylaşma ve dağıtma konusunda anlaşmaya varmalarına yönelik her türlü çağrı girişiminin önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Bir tarafın diğeri üzerindeki hakimiyeti, “uzlaşıya dayalı demokrasi” efsanesi ve dürüstlükten yoksun ama son derece açgözlü ve acımasız politikacıların birçok oyun ve hilesi gibi başarısız oldu. Bazı siyasetçilere göre “kurtarıcı kurum”a, yani orduya bahis oynamak da şiddete ve öldürmeye yatkın, birbirinden nefret eden, korkmuş gruplar arasında bir fikir birliğini gerektiriyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.