Ortadoğu, İran’daki mevcut dönemin sonunun başlangıcına mı tanık oluyor?

İsrail’in ‘beka savaş’ iddiasıyka İran’ın ‘stratejik sabır’ politikası arasında

Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)
Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)
TT

Ortadoğu, İran’daki mevcut dönemin sonunun başlangıcına mı tanık oluyor?

Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)
Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)

Hattar Ebu Diyab

İsrail ve İran, sadece bölgesel nüfuzla ilgili olmayan bir çatışmanın içine her geçen gün daha fazla sürükleniyorlar. Bu çatışma sadece iki taraf arasındaki caydırıcılık denklemini değiştirmeyi amaçlamıyor, aynı zamanda geçtiğimiz yüzyılda imzalanan Sykes-Picot Anlaşması sonrasında yapılan düzenlemelere benzer şekilde bölgenin yeniden yapılandırılması üzerine yoğunlaştıkça daha geniş bir boyut kazanıyor.

Bir ‘beka savaşı’ verdiğini söyleyen İsrail ile ‘stratejik sabır’ ve ‘sınırlı çatışma’ arasında gidip gelen İran arasındaki çatışmanın 7 Ekim'in birinci yıldönümü arifesinde evrildiği açıkça görülüyor. ABD’de kasım ayında yapılacak seçimlerle önümüzdeki ocak ayında Beyaz Saray'da başkanlık döneminin başlaması arasındaki süreçte ‘sıcak bir sonbahar’ ve ‘kritik aylar’ ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu yüzden İran, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun kırmızı çizgileri çiğnemeye devam etmesinden, manevra alanını arttırmasından ve ‘savaş maestrosu’ olarak ABD’nin koyduğu kurallardan kaçınmasından korkuyor. İran destekli direniş ekseninin, özellikle de ilk savunma hattı olan Hizbullah'ın aldığı darbelerden sonra Tahran, İran coğrafyasını ve rejimini korumaya çalıştığına şüphe yok. İran, bölgesel kazanımlarından taviz vermekle güç unsurlarına darbe indirilmesi korkusu arasında gidip geliyor.

İran’ın nisan ve ekim ayları arasındaki endişesi

Geçtiğimiz nisan ayında iki ülke arasında yaşanan karşılıklı saldırıların ardından Tahran'ın İsrail'le kurduğu caydırıcılık denkleminde bir değişiklik olmamış, ardından İran içinde bazıları muğlak olan bir dizi gelişme yaşandı.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin 19 Mayıs'ta bir helikopter kazasında ölmesi ve yerine geçecek kişinin seçiminde yaşanan tereddüt sonrasında olaylar hızlandı. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’e derinden bağlı olan katı muhafazakar Said Celili'nin ‘tavsiye edilmemesi’ ve Batı ile bağları koparmak yerine ABD ile anlaşma arayışında olan, silik ve açık fikirli bir siyasi figür olan Dr. Mesud Pezeşkiyan'ın getirilmesi dikkati çekti.

Bu değişiklik, asıl karar alıcının Dini Lider olduğu ve cumhurbaşkanının dar bir yetki alanı bulunduğu iktidar sistemi içindeki rol dağılımından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, Reisi olsun ya da olmasın, İran rejimi vekilleri aracılığıyla İsrail'e karşı yıpratma stratejisini sürdürmeye devam etti. Rejim çevreleri bunun Washington ile müzakere için sahip olunan kartları güçlendireceğine inandı. Bunun en büyük kanıtı, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın ABD’nin New York şehrinden ülkesinin ABD ile yeni bir nükleer anlaşma imzalamak istediğini duyururken, Biden yönetiminin ‘İsrail'i dizginlemeye’ devam edeceğini açıklamasıydı.

Ancak Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın yemin törenine katılmak üzere geldiği Tahran'da öldürülmesi, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) içindeki bir dengesizliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu olay, ‘kanatların oyunu’ ya da ‘bazı silahlı kolları feda etme’ pahasına Washington'la gelecekte bir çözüme ulaşmaya yönelik gerçek bir kararın alınıp alınmadığına ilişkin şüphelere yol açtı.

Heniyye'nin Tahran'ın ortasında suikasta uğraması, ‘kanatların oyunu’ ya da ‘bazı silahlı kolları feda etme’ pahasına Washington'la gelecekte bir çözüme ulaşmaya yönelik gerçek bir kararın alınıp alınmadığına ilişkin şüphelere yol açtı.

Olayların kronolojisine bakıldığında Tahran'ın Heniyye suikastına misillemede bulunmaktan kaçındığı, bunun karşılığında da ABD'nin Gazze'de ateşkes anlaşmasına varılması sürecini hızlandırma sözü verdiği görülüyor. İran destekli direniş ekseni bunun bir ‘zafer’ olacağına ve İsrail'in saldırılarını durduracağına inanıyordu. Ancak İsrail bu çabaları da engelledi ve ‘stratejik bir atılım’ gerçekleştirmekte kararlı olduğunu gösterdi.

İran destekli direniş ekseni son dönemde Gazze ve Suriye'den İran ve Lübnan'a kadar ağır darbeler aldı. Bu durum, özellikle Hizbullah'ın zayıflamasıyla birlikte savunma sistemlerini tehdit ederken rejimin hegemonyasını ve çıkarlarını güvence altına almak ve İsrail’in yayılmacılığı ve Türkiye'nin Arap dünyası aleyhine olan hırslarıyla güçlenen Ortadoğu'daki ‘emperyal projenin’ genişlemesini sürdürmek için geliştirilen güvenlik ortamının sütunlarının ve bölgesel silah ve ittifak ağının çökmesi korkusunu arttırdı.

Sahnenin İran'ın lehine değişme olasılığı karşısında, Washington'la ilişkilere bel bağlayan kanat (mevcut Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, Stratejik İşlerden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Cevad Zarif ve DMO da dahil olmak üzere derin devlet içindeki bazı isimler) direniş ekseninin ve silahlı kanatlarının bazı kazanımlarına tutunmaktan vazgeçti. Bu bedelini şu ya da bu şekilde Hizbullah'ın ödediği İran içindeki sızıntının boyutunu açıklayabilir.

Ancak Hizbullah, Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve çok sayıda önde gelen askeri komutanının yanı sıra yüzlerce üyesini ve cephaneliğinin önemli bir bölümünü kaybetti. Bunun sonucunda en önemli kalkanı olarak Hizbullah’a bel bağlayan İran’ın stratejisi ağır bir darbe aldı. Dini Lider Ali Hamaney, moralleri yükseltmek ve direniş ekseni içinde Tahran'ın kendisine verilen zararın bir kısmından sorumlu olduğuna dair kafa karışıklığını önlemek için isteksizce İsrail'e bir füze saldırısı düzenlemeye karar verdi. Belki de böylece alınan hasarın sınırlandırılması, direniş ekseninin dağılmasının ve 2003 yılında Bağdat'ın düşmesinden sonra başlayan ‘İran döneminin’ sonunun başlangıcının önlenmesi amaçlanıyordu.

İran'ın İsrail’e yönelik füze saldırısı ve sonrasındaki riskler

İran, bu atmosferde 1 Ekim'de İsrail'e füze saldırısı düzenledi. Bunun 13 Nisan'daki saldırıdan farklı olmasını istiyordu. Toplamda 200 adet balistik füze kullanan İran, Tel Aviv’i ve Necef Çölü’nü (Negev) hedef aldı.

Ancak rejimi ve nükleer programını korumaya, direniş eksenini ve en önemli kalkanı olan Hizbullah'ı ayakta tutmaya öncelik veren İran, kendisini yeni bir tablo çizme mebcuriyetiyle karşı karşıya buldu. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu yüzden Netanyahu'nun Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından açıkladığı ‘yeni düzen’ projesini hayata geçirme arzusuna karşı koyma kararı aldı. Dolayısıyla mevcut savaş İran'da bölgenin gelecekteki düzeni üzerine bir savaş olarak görülüyor. Tahran için kazanımlarını pekiştirmek, nükleer programına dokunulmasını engellemek ve İsrail'e karşı yürütülen yıpratma savaşının gölgesinde bunu sonuca ulaştırmak önemli.

Rejimi ve nükleer programını korumaya, direniş eksenini ve en önemli kalkanı olan Hizbullah'ı ayakta tutmaya öncelik veren İran, kendisini yeni bir tablo çizme mebcuriyetiyle karşı karşıya buldu.

fvrbrb
İsfahan'daki bir askeri sergi sırasında üzerinde İbranice “Kahrolsun İsrail” yazan İran yapımı Kadir füzesi, 8 Şubat 2023 (AFP)

Ancak İsrail'in beklenen tepkisi, niteliği ve boyutu ne olursa olsun, bölgedeki iki büyük askeri güç arasında doğrudan çatışma riskini arttıracağına şüphe yok. Şu an başkanlık seçimleriyle meşgul olan Washington'ın çekinceleri ve bazı Batı ülkelerinin başkentlerinin eleştirileri ne olursa olsun, savaş daha uzak bir bağlamda gerçekleşiyor. Batılı güçler İran'a ve onun bölgesel rolüne farklı bir yaklaşım geliştirilmesi konusunda hemfikir görünüyorlar.

İranlı bir kaynağa göre Tahran, bu durum karşısında ABD'nin bölgede yeni bir düzen getirmesini ve İsrail'in ‘Batı Asya'da askeri teknolojiye dayalı hegemonya’ kurmasını engellemek amacıyla nükleer doktrinini değiştirmekle tehdit ediyor.

Hamaney'in Nasrallah için yazdığı methiyede geçen suçlamalar dikkat çekiciydi. İran’ın Dini Lideri, methiyede “ABD ve uzantılarının gaspla oluşturduğu Siyonist varlık, bölgenin tüm doğal kaynaklarını ele geçirip bunları büyük küresel çatışmalarda finansman olarak kullanmak için bir araca dönüştürüyor. Bu varlığı bölgeden Batı ülkelerine enerji ihracatı ve Batı'dan bölgeye mal ve teknoloji ithalatı için bir geçit haline getirmeyi amaçlıyorlar” ifadelerini kullandı.

Tahran, savaşın kaynaklar ve bölgesel rolle ilgili olduğunu bu şekilde belirlese de Tahran'daki stratejistler, bu çatışmanın 2024 İran'ını Kuveyt'in işgali sonrası 1991 Irak'ına benzetmesinden ve Batılı ülkelerin füze ve füzeyle ilgili tüm ayrıcalıkları ve İran'ın bölgesel, askeri ve savunma gücünü kısıtlayan önlemler almasından korkuyorlar.

İran’daki Washington'la müzakerelerin yeniden başlaması üzerine bahis oynayan kanat, bölgesel bir savaş durumunda rejimin sarsılmasından ya da İran coğrafyasının parçalanmasından endişe duyuyor. Bu da Tahran'ın bölgenin çağdaş dönemindeki kritik bir kavşakta yaşadığı stratejik ikilemi teşkil ediyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Anket: İsraillilerin çoğunluğu Gazze savaşını kaybettiklerine inanıyor

 İsrailli göstericiler geçen eylül ayında rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik bir anlaşma yapılmasını talep etti (DPA)
İsrailli göstericiler geçen eylül ayında rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik bir anlaşma yapılmasını talep etti (DPA)
TT

Anket: İsraillilerin çoğunluğu Gazze savaşını kaybettiklerine inanıyor

 İsrailli göstericiler geçen eylül ayında rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik bir anlaşma yapılmasını talep etti (DPA)
İsrailli göstericiler geçen eylül ayında rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik bir anlaşma yapılmasını talep etti (DPA)

İsrail'in Gazze Şeridi'ni izole etme, Lübnan'daki savaştan yararlanma ve savaşı İran'a yayma tehditleri karşısında İsraillilerin çoğunluğu hala Hamas'a karşı zafer kazanılamayacağına inanıyor.

Bu çoğunluk, bir ankette İsrail'in "savaşta kaybettiğine" ya da böyle bir sorunun cevabını bilmediklerini ifade ederken, İsraillilerin ezici bir çoğunluğu savaş bittiğinde Gazze Şeridi yakınlarında ve "İsrail" sınırında yer alan Yahudi kasabalarında yaşamayı reddettiklerini” vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın İsrail kamu radyosu "Kan"dan aktardığı dün (Pazar) yayınlanan anketin sonuçları, İsraillilerin yüzde 27'sinin İsrail'in Gazze'deki savaşı kazandığına inandığını, yüzde 35'inin ise İsrail'in savaşı kaybettiğini söylediğini belirtirken, ankete katılanların geri kalanı, yani yüzde 38'i sorunun cevabını kesin olarak bilmediğini ifade etti.

Sonuçlar daha derinlemesine incelendiğinde, İsrail'in savaştaki sonucuna ilişkin belirsizliğin, ezici ve tam bir zaferden bahseden Binyamin Netanyahu liderliğindeki iktidarda bulunan sağ koalisyon partilerinin seçmenleri arasında da yaygın olduğu ve yüzde 47'lik bir kesimin İsrail'in kazandığını söylediği görülmektedir.

Muhalefetin yüzde 48'i İsrail'in bu savaşı kaybettiğini düşünüyor.

Ankete göre İsraillilerin yalnızca yüzde 14'ü savaşın bitiminden sonra Gazze Şeridi'ni çevreleyen kasabalardan birinde yaşamayı kabul ederken, yüzde 86 gibi ezici bir çoğunluk bölgede yaşamayı reddettiğini vurguladı.

Ankette İsrail vatandaşları ile Hamas'ın 7 Ekim'de başlattığı saldırının ve İsrail'in buna tepki olarak başlattığı savaşın kurbanları arasındaki ilişkinin boyutu belirlenmeye çalışıldı. İsraillilerin yüzde 12'si bir aile üyesini ya da yakın arkadaşını kaybettiğini, yüzde 36'sı savaşta ya da Hamas saldırısı sırasında öldürülen birini tanıdığını söyledi.  Bu da İsraillilerin yüzde 48'inin savaşla doğrudan bağlantılı olduğu ve savaşın sonuçlarından etkilendiği anlamına geliyor.

Maariv gazetesinin, savaşın İsrailliler üzerindeki etkisine ilişkin bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarını yayınlaması dikkat çekici; bu anketin sonuçları, nüfusun üçte birinden biraz fazlasının bir yıldır devam eden savaş nedeniyle ülkeyi terk etme olasılığını düşündüğünü gösteriyor. Çünkü İsrail'in varlığına yönelik gerçek bir tehlike olduğuna ya da akıbetini bilmediklerine, İsrail'in yaşanması hoş bir ülke olmadığına inanıyorlar.

Sonuçlar, yüzde 35'inin İsrail'den göç etme olasılığını araştırdığını (kalıcı göç üzerine çalışan yüzde 24 ve geçici göç üzerine çalışan yüzde 11 dahil), yüzde 65'i ise bu fikir üzerinde çalışmadığını belirtti.

Yüzde 47'si çocuklarının İsrail'de yaşamasını “çok istediğini”, yüzde 26'sı “istediğini” söylerken, yüzde 21'i çocuklarının İsrail'de yaşamasını istemediğini vurgulamış ve yüzde 6'sı ise bu sorunun cevabını bilmediğini söylemiş.

xascdvfegrth
Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'ndaki yolcular (Reuters)

Anket verilerinin analizi, İsrail'de yaşamaktan memnun olanların yaşlı, dindar, Haredi ve koalisyon partisi seçmenleri olduğunu, İsrail'de yaşamaktan memnun olmayanların ise 30-44 yaş aralığındaki kişiler, genç çiftler ve muhalefet partisi seçmenleri olduğunu gösteriyor.

Ankete katılanların yüzde 66'sı İsrail'in yaşanması keyifli bir ülke olduğuna inanırken, yüzde 33'ü İsrail'in yaşanması güzel bir ülke olmadığına inanıyor. Yüzde 49'u kişisel güvenlik hissettiğini, yüzde 23'ü bunu hissetmediğini, yüzde 26'sı ise kişisel güvenlik durumunun ortalama olduğunu belirtti.

Yüzde 41'i İsrail'in güvenli olduğundan her açıdan emin olduğunu söylerken, yüzde 30'u kendini güvensiz hissediyor ve yüzde 27'si İsrail'in güvenlik seviyesini ortalama olarak değerlendiriyor.