Ortadoğu, İran’daki mevcut dönemin sonunun başlangıcına mı tanık oluyor?

İsrail’in ‘beka savaş’ iddiasıyka İran’ın ‘stratejik sabır’ politikası arasında

Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)
Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)
TT

Ortadoğu, İran’daki mevcut dönemin sonunun başlangıcına mı tanık oluyor?

Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)
Tahran'da Hamas'ın merhum lideri İsmail Heniyye ve Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin portrelerinin yer aldığı bir duvar resmi, 27 Ağustos (Reuters)

Hattar Ebu Diyab

İsrail ve İran, sadece bölgesel nüfuzla ilgili olmayan bir çatışmanın içine her geçen gün daha fazla sürükleniyorlar. Bu çatışma sadece iki taraf arasındaki caydırıcılık denklemini değiştirmeyi amaçlamıyor, aynı zamanda geçtiğimiz yüzyılda imzalanan Sykes-Picot Anlaşması sonrasında yapılan düzenlemelere benzer şekilde bölgenin yeniden yapılandırılması üzerine yoğunlaştıkça daha geniş bir boyut kazanıyor.

Bir ‘beka savaşı’ verdiğini söyleyen İsrail ile ‘stratejik sabır’ ve ‘sınırlı çatışma’ arasında gidip gelen İran arasındaki çatışmanın 7 Ekim'in birinci yıldönümü arifesinde evrildiği açıkça görülüyor. ABD’de kasım ayında yapılacak seçimlerle önümüzdeki ocak ayında Beyaz Saray'da başkanlık döneminin başlaması arasındaki süreçte ‘sıcak bir sonbahar’ ve ‘kritik aylar’ ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu yüzden İran, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun kırmızı çizgileri çiğnemeye devam etmesinden, manevra alanını arttırmasından ve ‘savaş maestrosu’ olarak ABD’nin koyduğu kurallardan kaçınmasından korkuyor. İran destekli direniş ekseninin, özellikle de ilk savunma hattı olan Hizbullah'ın aldığı darbelerden sonra Tahran, İran coğrafyasını ve rejimini korumaya çalıştığına şüphe yok. İran, bölgesel kazanımlarından taviz vermekle güç unsurlarına darbe indirilmesi korkusu arasında gidip geliyor.

İran’ın nisan ve ekim ayları arasındaki endişesi

Geçtiğimiz nisan ayında iki ülke arasında yaşanan karşılıklı saldırıların ardından Tahran'ın İsrail'le kurduğu caydırıcılık denkleminde bir değişiklik olmamış, ardından İran içinde bazıları muğlak olan bir dizi gelişme yaşandı.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin 19 Mayıs'ta bir helikopter kazasında ölmesi ve yerine geçecek kişinin seçiminde yaşanan tereddüt sonrasında olaylar hızlandı. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’e derinden bağlı olan katı muhafazakar Said Celili'nin ‘tavsiye edilmemesi’ ve Batı ile bağları koparmak yerine ABD ile anlaşma arayışında olan, silik ve açık fikirli bir siyasi figür olan Dr. Mesud Pezeşkiyan'ın getirilmesi dikkati çekti.

Bu değişiklik, asıl karar alıcının Dini Lider olduğu ve cumhurbaşkanının dar bir yetki alanı bulunduğu iktidar sistemi içindeki rol dağılımından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, Reisi olsun ya da olmasın, İran rejimi vekilleri aracılığıyla İsrail'e karşı yıpratma stratejisini sürdürmeye devam etti. Rejim çevreleri bunun Washington ile müzakere için sahip olunan kartları güçlendireceğine inandı. Bunun en büyük kanıtı, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın ABD’nin New York şehrinden ülkesinin ABD ile yeni bir nükleer anlaşma imzalamak istediğini duyururken, Biden yönetiminin ‘İsrail'i dizginlemeye’ devam edeceğini açıklamasıydı.

Ancak Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın yemin törenine katılmak üzere geldiği Tahran'da öldürülmesi, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) içindeki bir dengesizliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu olay, ‘kanatların oyunu’ ya da ‘bazı silahlı kolları feda etme’ pahasına Washington'la gelecekte bir çözüme ulaşmaya yönelik gerçek bir kararın alınıp alınmadığına ilişkin şüphelere yol açtı.

Heniyye'nin Tahran'ın ortasında suikasta uğraması, ‘kanatların oyunu’ ya da ‘bazı silahlı kolları feda etme’ pahasına Washington'la gelecekte bir çözüme ulaşmaya yönelik gerçek bir kararın alınıp alınmadığına ilişkin şüphelere yol açtı.

Olayların kronolojisine bakıldığında Tahran'ın Heniyye suikastına misillemede bulunmaktan kaçındığı, bunun karşılığında da ABD'nin Gazze'de ateşkes anlaşmasına varılması sürecini hızlandırma sözü verdiği görülüyor. İran destekli direniş ekseni bunun bir ‘zafer’ olacağına ve İsrail'in saldırılarını durduracağına inanıyordu. Ancak İsrail bu çabaları da engelledi ve ‘stratejik bir atılım’ gerçekleştirmekte kararlı olduğunu gösterdi.

İran destekli direniş ekseni son dönemde Gazze ve Suriye'den İran ve Lübnan'a kadar ağır darbeler aldı. Bu durum, özellikle Hizbullah'ın zayıflamasıyla birlikte savunma sistemlerini tehdit ederken rejimin hegemonyasını ve çıkarlarını güvence altına almak ve İsrail’in yayılmacılığı ve Türkiye'nin Arap dünyası aleyhine olan hırslarıyla güçlenen Ortadoğu'daki ‘emperyal projenin’ genişlemesini sürdürmek için geliştirilen güvenlik ortamının sütunlarının ve bölgesel silah ve ittifak ağının çökmesi korkusunu arttırdı.

Sahnenin İran'ın lehine değişme olasılığı karşısında, Washington'la ilişkilere bel bağlayan kanat (mevcut Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, Stratejik İşlerden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Cevad Zarif ve DMO da dahil olmak üzere derin devlet içindeki bazı isimler) direniş ekseninin ve silahlı kanatlarının bazı kazanımlarına tutunmaktan vazgeçti. Bu bedelini şu ya da bu şekilde Hizbullah'ın ödediği İran içindeki sızıntının boyutunu açıklayabilir.

Ancak Hizbullah, Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve çok sayıda önde gelen askeri komutanının yanı sıra yüzlerce üyesini ve cephaneliğinin önemli bir bölümünü kaybetti. Bunun sonucunda en önemli kalkanı olarak Hizbullah’a bel bağlayan İran’ın stratejisi ağır bir darbe aldı. Dini Lider Ali Hamaney, moralleri yükseltmek ve direniş ekseni içinde Tahran'ın kendisine verilen zararın bir kısmından sorumlu olduğuna dair kafa karışıklığını önlemek için isteksizce İsrail'e bir füze saldırısı düzenlemeye karar verdi. Belki de böylece alınan hasarın sınırlandırılması, direniş ekseninin dağılmasının ve 2003 yılında Bağdat'ın düşmesinden sonra başlayan ‘İran döneminin’ sonunun başlangıcının önlenmesi amaçlanıyordu.

İran'ın İsrail’e yönelik füze saldırısı ve sonrasındaki riskler

İran, bu atmosferde 1 Ekim'de İsrail'e füze saldırısı düzenledi. Bunun 13 Nisan'daki saldırıdan farklı olmasını istiyordu. Toplamda 200 adet balistik füze kullanan İran, Tel Aviv’i ve Necef Çölü’nü (Negev) hedef aldı.

Ancak rejimi ve nükleer programını korumaya, direniş eksenini ve en önemli kalkanı olan Hizbullah'ı ayakta tutmaya öncelik veren İran, kendisini yeni bir tablo çizme mebcuriyetiyle karşı karşıya buldu. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu yüzden Netanyahu'nun Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından açıkladığı ‘yeni düzen’ projesini hayata geçirme arzusuna karşı koyma kararı aldı. Dolayısıyla mevcut savaş İran'da bölgenin gelecekteki düzeni üzerine bir savaş olarak görülüyor. Tahran için kazanımlarını pekiştirmek, nükleer programına dokunulmasını engellemek ve İsrail'e karşı yürütülen yıpratma savaşının gölgesinde bunu sonuca ulaştırmak önemli.

Rejimi ve nükleer programını korumaya, direniş eksenini ve en önemli kalkanı olan Hizbullah'ı ayakta tutmaya öncelik veren İran, kendisini yeni bir tablo çizme mebcuriyetiyle karşı karşıya buldu.

fvrbrb
İsfahan'daki bir askeri sergi sırasında üzerinde İbranice “Kahrolsun İsrail” yazan İran yapımı Kadir füzesi, 8 Şubat 2023 (AFP)

Ancak İsrail'in beklenen tepkisi, niteliği ve boyutu ne olursa olsun, bölgedeki iki büyük askeri güç arasında doğrudan çatışma riskini arttıracağına şüphe yok. Şu an başkanlık seçimleriyle meşgul olan Washington'ın çekinceleri ve bazı Batı ülkelerinin başkentlerinin eleştirileri ne olursa olsun, savaş daha uzak bir bağlamda gerçekleşiyor. Batılı güçler İran'a ve onun bölgesel rolüne farklı bir yaklaşım geliştirilmesi konusunda hemfikir görünüyorlar.

İranlı bir kaynağa göre Tahran, bu durum karşısında ABD'nin bölgede yeni bir düzen getirmesini ve İsrail'in ‘Batı Asya'da askeri teknolojiye dayalı hegemonya’ kurmasını engellemek amacıyla nükleer doktrinini değiştirmekle tehdit ediyor.

Hamaney'in Nasrallah için yazdığı methiyede geçen suçlamalar dikkat çekiciydi. İran’ın Dini Lideri, methiyede “ABD ve uzantılarının gaspla oluşturduğu Siyonist varlık, bölgenin tüm doğal kaynaklarını ele geçirip bunları büyük küresel çatışmalarda finansman olarak kullanmak için bir araca dönüştürüyor. Bu varlığı bölgeden Batı ülkelerine enerji ihracatı ve Batı'dan bölgeye mal ve teknoloji ithalatı için bir geçit haline getirmeyi amaçlıyorlar” ifadelerini kullandı.

Tahran, savaşın kaynaklar ve bölgesel rolle ilgili olduğunu bu şekilde belirlese de Tahran'daki stratejistler, bu çatışmanın 2024 İran'ını Kuveyt'in işgali sonrası 1991 Irak'ına benzetmesinden ve Batılı ülkelerin füze ve füzeyle ilgili tüm ayrıcalıkları ve İran'ın bölgesel, askeri ve savunma gücünü kısıtlayan önlemler almasından korkuyorlar.

İran’daki Washington'la müzakerelerin yeniden başlaması üzerine bahis oynayan kanat, bölgesel bir savaş durumunda rejimin sarsılmasından ya da İran coğrafyasının parçalanmasından endişe duyuyor. Bu da Tahran'ın bölgenin çağdaş dönemindeki kritik bir kavşakta yaşadığı stratejik ikilemi teşkil ediyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
TT

UCM kararı ve İsrail'in adalet tanımındaki ikilemi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'nin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında askerlerle konuşuyor (Reuters)

Hayfa: Asad Ghanem

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı, İsrail'de büyük tepkiye yol açarken, kararı reddettiğini açıklamayan hiçbir yayın organı, makam sahibi ve gazeteci kalmadı.

Burada kararın analizine, yansımalarına ve olası sonuçlarına girmeyeceğim. Zira hem karardan önce hem de sonra bunlar üzerine derinlemesine incelendi, düşünüldü ve analiz edildi. Fakat ben burada İsrail'in karar karşısındaki öfkeli tutumunu anlatmakla ilgileniyorum. Bunun için kendi aralarında iç meselelerde anlaşmazlıklar yaşayan, ama UCM’nin kararını reddetme konusunda birleşen resmî kurumlardan gelen bazı tepkilere bakmamız yeterli.

Bir yandan bizzat suçlanan Netanyahu'nun tepkisi, diğer yandan her gün Netanyahu'yu yolsuzluk, dolandırıcılık ve diğer suçlardan sanık sandalyesine oturtmaya ve İsrail mahkemeleri önünde hesap verdirmeye çalışan İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara tepkisi.

Netanyahu'yu yolsuzluk yapmakla ve İsraillilerin yaşadıklarıyla ilgilenmemekle eleştiren Yeş Ahid Partisi lideri Yair Lapid ve Mavi-Beyaz İttifakı (Kahol Lavan) Lideri Benny Gantz gibi İsrailli merkez ve sol parti liderlerinin Gazze Şeridi’nde Hamas Hareketi tarafından kaçırılıp rehin alınanların geri dönmesi için bir esir takası anlaşmasına varılamamasına karşı verdikleri tepkilere hızlıca bir göz atacak olursak, Netanyahu ve Baharav-Miara’nın tepkilerinden temelde farklı olmadıklarını görebiliriz. İç meselelerde farklı düşünseler de Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'daki suç politikalarını destekleme ve uluslararası meşru kararları reddetme konusunda hemfikirler.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

İç meselelerdeki anlaşmazlıklarda, önemli ve ciddi meselelerde bunlar tartışılır, protesto edilir, gösteri düzenlenir. İşte tamda bu yüzden birçok ayrıcalığa sahip olan ülkenin yarısı, ülkenin diğer yarısına karşı soluğu mahkemede alıyor. Devletin kuruluşundan günümüze kadar geçen süre zarfında kendilerine yapılan haksızlıkların intikamını diğer yarıdan almak istiyorlar.

İsrail, devleti ve kurumlarını, sözde İsrail demokrasisini, hukukun üstünlüğünü korumak, yolsuzluğu önlemek gibi ciddi anlam taşıyan konularda büyük tezatlar gösteriyor.

Dolayısıyla bu, muhalefetin ‘yargıya yönelik bir darbe’ olarak değerlendirdiği, hükümetin ‘yargı düzenlemesi’ reformu bağlamında olup bitenlerin ya da en azından olayın bir kısmının temel açıklamasıdır ve tarihte ezilmiş toplulukların daha fazla güç kazanmaya ve kendi görüşlerine göre kurucularının, kabilelerinin ve çevrelerindekilerin çıkarlarını gözeten kurumlara saldırarak siyasi zaferin meyvelerini toplamaya çalışırken ayrıcalıkların korunmasıyla ilgilidir. Bu tür anlaşmazlıklar, Arap basınındaki bazı analistlerin İsrail'in çöküşe doğru gittiğini ve bunun çok yakında gerçekleşeceğini öngörmelerine yol açtı.

Ancak İsrail'in kendisi, Filistinlilerden intikam almada, komşularıyla savaş ve barış konularında ve İsrailli liderleri suçlayan UCM kararı karşısındaki tutumunda bunu bize tekrar tekrar gösteriyor. İsrail, ordusuyla, halkıyla, güvenlik, siyasi ve yargı kurumlarıyla 7 Ekim 2023 tarihinden sonra soykırım suçları, yerinden etme, etnik temizlik, aç bırakma, aşağılama ve devletin doğuşundan bugüne kadar insan aklının tüm ahlaksızlıklarını içeren topyekûn bir savaşa girişti. Bu konuda birlik ve beraberlik içinde bir tutum sergileyen İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

İsrail, uluslararası iradeye meydan okuyor, özür dilemeyi reddediyor ve hatta daha fazla suç işlemeye hazır olduğunu vurgulamaya çalışıyor.

Tüm bunlar temelde Avrupa'dan ve başka yerlerden Filistin topraklarına zorla ya da seçilerek getirilen Yahudi yerleşimcilerin özüne ilişkin uluslararası toplumda, Arap dünyasında, akademik çevrelerde ve halk arasındaki tartışmalarla ilgili. Bu tartışma esasen şiddetin Siyonizm'in doğasında var olduğu fikri ile şiddetin siyasi gelişmeler bağlamında ve aşamalı olarak edinilen bir durum olduğu fikri arasında yapılıyor. Bu tartışma, sonuçlanması ve çözüme kavuşturulması mümkün olmadığından uzun yıllar daha devam edecek.

Yerleşimci-sömürgeci bir hareket olarak Siyonizm’in amacı yerli Filistinlilerin yerine Yahudileri ve diğerlerini geçirmekti. 1948 yılında yaşanan Nekbe (Büyük Felaket) öncesinde, sırasında ve sonrasında Filistinlilere karşı çeşitli şiddet yöntemleri geliştiren İsrail’in bu şiddeti geçtiğimiz yıldan bu yana Gazze Şeridi’nde ve Lübnan'da eşi ve benzeri görülmemiş suçlarla doruğa ulaştı.

Öte yandan, Siyonizm'in şiddete, Filistinlilerin ve Arapların kanına bulaşmayan başka bir yol izleyip izleyemeyeceğini anlayamayız, çünkü bunu yapmadı. Örneğin 1979 yılında Mısır'la, 1994 yılında Ürdün'le ve Oslo'da Filistinlilerle yapılan barış anlaşmalarından sonra bu konuda umut veren aşamalar ya da dönüm noktaları olduysa da bunların hepsi geçiciydi. Hatta İsrail barış ve göreceli olarak sakin denilebilecek zamanlardan faydalanarak başka bölgelerde başka suçlar da işledi.

xcsvfg
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve görevden alınan Savunma Bakanı Yoav Gallant (AFP)

İsrailli, Filistinli ve uluslararası çevrelerden akademisyenlerin Filistin'in Siyonizm tarafından sömürgeci bir kolonizasyon hareketi olarak kontrol edilmesine ilişkin gelişmeleri belgeleyen çalışmalarını ele alırsak Nekbe'den önce ve sonra Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin devam eden şiddetine dair önemli belgelere ulaşmış oluruz.

Princeton Üniversitesi’nden Filistinli akademisyen Areej Sabbagh-Khoury tarafından kaleme alınan ve 2023 yılında yayınlanan Colonizing Palestine: The Zionist Left and the Making of the Palestinian Nakba (Filistin'in Kolonileştirilmesi: Siyonist Sol ve Filistin Nekbesi Süreci) adlı kitap, Siyonist solun ve genç muhafız Hashomer Hatzair'in, Nekbe'ye giden iki dünya savaşı arasındaki ve sonrasındaki dönemde Filistin topraklarının orta kesimlerinde yer alan Emir Vadisi’ne bağlı Filistin köylerinin ele geçirilmesindeki ve Filistinlilerin coğrafi olarak bu önemli bölgede neredeyse tamamen etnik temizliğe uğramasındaki rolüne ilişkin önemli belgeler içeriyor.

İsrail'in kuruluşundan önce ve sonra ‘halkların kardeşliği’, ‘çoğulculuk’ ve ‘eşitlik’ sloganları atan Siyonist hareketin sol kanadından isimler, Ben Gurion ve haleflerinin hükümetlerine katıldılar. Başka bir deyişle, sömürgeci projenin başlangıcından bu yana Filistinlilere karşı işlenen suçlara ve devletin kuruluşundan bu yana Filistinlilere ve Araplara karşı işlediği suçlara dahil oldular. Bu da iç meselelerde kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşayan, ancak iş Filistinlilerin anavatanlarını kontrol etmek, onları sürüp yerlerine başkalarını getirmek ve kapsamlı bir ırksal üstünlük sistemini pekiştirmek için Filistinlileri ve diğer Arapları ezmek, öldürmek, terörize etmek ve sürgün etmek olunca bunda hemfikir ve bunu yapmak için en iğrenç suçları işlemeye hazır olan Siyonist hareket ve İsrailli akımlar arasındaki bu birlik ve beraberlik halinin bir diğer tezahürü.

İsrail'in UCM’nin kararına verdiği tepkileri gözden geçirirken, bunu İsrail'in iç meselelerdeki ciddi anlaşmazlıkları ve Filistinlileri ezmek, anavatanlarını kontrol etmek ve hatta Filistin'den en uzak noktada olsalar bile onları destekleyen ya da onlara yaklaşanları anti-Semitizmle suçlayarak haklarında soruşturma başlatmakla ilgili konularda tamamen hemfikir olmaları bağlamına oturtmak gerekir. Kısacası İsrail, içeride birbirinden kopuk görünen -ki bu doğru değildir- ve dışarıda ya da dışarıdan düşman olarak gördükleri karşısında uyumlu görünen -ki bu doğrudur- bir makinedir.

Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir.

İsrail’in hem dışarıdan hem de içeriden gelen baskılara karşı çok hassas ve duyarlı olduğuna şüphe yok. Bu da İsrail'i siyasi olarak kuşatmayı amaçlayan adımlar arasında en üst düzeyde koordinasyon ya da en azından bir homojenleşmenin olmasını gerektiriyor. İsrail'in Filistinli vatandaşlarına olduğu kadar organize ve etkin bir Filistin ulusal hareketinin yeniden canlandırılmasında Filistinli politikacılara, kararlılıklarını güçlendirmede Batı Şeria ve Kudüs’ün Filistinli sakinlerine, Filistinlilerin bu kararlılıklarını ortaya koymaları için sarf edilen diplomatik çabalarda ve destekte Arap dünyasına ve Filistin mücadelesini destekleyen ülkelere, rasyonelleştirilmesi ve devam ettirilmesi büyük önem taşıyan protesto gösterilerine ve boykot çabalarında Birleşmiş Milletler (BM) organları, uluslararası insan hakları kurumları, Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarma kararı alan UCM ve İsrail'in Gazze'de soykırım suçu işlediğine dair Güney Afrika tarafından açılan davada yakında benzer bir karar alması beklenen Uluslararası Adalet Divanı (UAD) da dahil olmak üzere İsrail uygulamalarını ifşa eden uluslararası kurumlara çok önemli bir siyasi rol düşüyor. Filistin'de adaleti sağlamaya ve İsrail'in Filistinli, Lübnanlı, Arap ve Müslüman komşularına karşı kontrolsüz canavarlığını engellemeye yönelik diğer faaliyetlerin ve çabaların da rolü büyük.

Tüm bunlar, Filistin'de yerleşimci sömürgeciliğinin sonuçlarını ortadan kaldırmayı, öncelikle Siyonizm’in ve İsrail'in işlediği suçlara bir son vermeyi ve ırksal üstünlük (apartheid) sistemini ve yansımalarını gidermeyi amaçlayan birikmiş bir süreç bağlamında bir gelişme olarak anlaşılmalı. Hedefleri olan, bunun için gerekli araçları içeren bir Filistin stratejik projesi geliştirmek ve çabaları, özelde Filistinlilerin, genel olaraksa Arapların çektiği acıların sona erdirecek açık bir yola ulaşacak şekilde organize etmek ve düzenlemek önemli.

Tüm bunlar için, meseleleri yönetebilecek bir liderlik ekibine sahip olunması büyük önem taşıyor. Filistinli ve Arap liderlerin bunu yapabilecek kapasitede olmaları önemli. Arapların performansı yetersiz ve Filistinlilerin şimdiye kadar sergiledikleri performans tam bir fiyasko. Ortak, yetenekli ve etkili bir Filistin liderliği inşa etmek, UCM kararının da bir parçası olduğu birikmiş sürecin Filistinlileri içinde bulundukları durumdan çıkarmayı amaçlayan başarılara ulaşmasının ön şartıdır. Hem eksik olan hem de ortaya koyulması gereken irade Filistin iradesidir. Her şeyden önce, Filistinliler olarak bu yönde çalışmaya başlamamız ve aynı anda hem iç hem de dış zorluklarla başa çıkma konusundaki başarısızlıklar serisine bir son vermemiz gerekiyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla tarafından çevrilmiştir.