Erdoğan: Moskova, Şam ve Tahran, Suriye topraklarının bütünlüğünü korumak için önlem almalı

İsrail'in savaşı Şam'a taşımakla tehdit etmesi üzerine Türkiye ile ilgili endişelerini dile getirdi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)
TT

Erdoğan: Moskova, Şam ve Tahran, Suriye topraklarının bütünlüğünü korumak için önlem almalı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (Reuters)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in Şam'a yönelik son saldırısının ardından Rusya, Suriye ve İran'ın Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumak için daha etkin tedbirler alması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, bu ülkelerin üçlü bir iş birliği mekanizmasını harekete geçirmeleri gerektiğini ve PKK'nın Suriye'deki kolu olan Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) en büyük bileşeni olan Halk Koruma Birlikleri (YPG) gibi ABD destekli bazı “terör örgütlerine” karşı daha etkili önlemler alınması gerektiğini, çünkü bu durumun Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelik en büyük tehdit olduğunu belirtti.

Türkiye Cumhurbaşkanı, Arnavutluk ve Sırbistan ziyaretlerinden dönüş yolunda bugün kendisine eşlik eden gazetecilere yaptığı açıklamada, “Türkiye Suriye'de acil ve kalıcı bir barışı savunacaktır, İsrail bölgesel ve küresel barış için somut bir tehdittir... İsrail Lübnan'ı bombalıyor, Beyrut'u bombalıyor, Şam'ı bombalıyor ve açıkça Lübnan'dan sonra Şam'ı işgal edeceklerini söylüyorlar. Şam'ın işgali İsrail askerlerinin Türkiye sınırına gelmesi ve Suriye haritasının tamamen parçalanması anlamına gelecektir” ifadelerini kullandı.

Görsel kaldırıldı.8 Ekim'de Şam'ın Mezzeh mahallesine İsrail baskını sırasında hedef alınan bir bina (EPA)

Erdoğan açıklamasına şöyle devam etti: “Suriye çok acı çekti ve iç savaşın başından bu yana Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı duyduğumuzu söyledik. Suriye'nin egemenliğini korumak için tüm diplomatik yolları kullandık. Türkiye'nin attığı her adım bölgedeki gerilimi azaltmaya ve çözüme zemin hazırlamaya yönelikti. Bugün de diplomatik kanalların etkin bir şekilde kullanılması, çatışmanın tırmanmasını önleyebilir.”

Suriye'de adil, onurlu, kalıcı ve kapsamlı bir barış için iklim yaratma çabalarımızı arttıracağız, başka yerlerde olduğu gibi Suriye'de de acil ve kalıcı barış çağrısında bulunacağız ve İsrail'in en büyük tehdidi oluşturduğu barışın yanında duracağız diyen Erdoğan, “dünya barışını korumakla görevli olanlar bu tehdidi sona erdirmeli ve barışı korumalıdır. Suriye'de iç savaşın başladığı günden beri Rusya'nın atacağı adımları dikkatle takip ettik, çünkü Rusya Suriye ile müşterek çalışıyor” dedi.

Erdoğan açıklamalarına, “İran'la ilgili olarak Rusya, İran ve Suriye üçlü bir mekanizma olarak birlikte çalışıyor, diğer tarafta Amerika, İngiltere ve Almanya'dan oluşan koalisyon güçleri var. Koalisyon güçleri PKK terör örgütünün uzantısı olan YPG terör örgütünü destekliyor ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne en büyük tehdit olan bu duruma karşı Rusya, İran ve Suriye'nin daha etkin bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor” sözleri ile devam etti.

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına paralel olarak Türkiye'nin toplumsal fay hatlarına da saldırılar olduğunu belirten Erdoğan, “Irak'ta da benzer durumlar yaşanıyor, dolayısıyla bir yandan İsrail'in savaşı tüm bölgeye yayma çabaları, diğer yandan terör örgütlerinin bölücü ve yıkıcı faaliyetleri ortadayken, küçük çıkarları bir kenara bırakarak dayanışma içinde bölgeyi kurtarmamız gerekiyor, çünkü yükümüz ağır ve yapacak çok işimiz var” dedi.

Erdoğan, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına paralel olarak Türkiye'deki toplumsal fay hatlarına da saldırılar olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi, “Kirli kampanyalarla sokaklarda protestoları kışkırtmak istiyorlar. İsrail'in bu saldırganlığı görmezden gelinemez, istihbaratımız çalışıyor ve İsrail'in Türkiye'ye yönelik attığı veya atabileceği her türlü adımı A'dan Z'ye kontrol ediyoruz.”

Erdoğan, İsrail'in sadece Filistin ve Lübnan'ın istikrarını hedef almadığını ve Türkiye'nin bu konuları görmezden gelemeyeceğini vurgulayarak ekledi: “Bütün bunların farkındayız, elimiz kolumuz bağlı durmuyoruz. Elbette hükümetimiz toplumu tehdit eden her türlü tehlikeyi tespit etmek ve ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyor.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi, salı günü, içeriği 10 yıl boyunca gizli kalacak olan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Savunma Bakanı Yaşar Güler'in İsrail saldırganlığı ve saldırıların Gazze'den diğer bölgelere yayılması konusundaki gelişmeleri ve Türkiye'ye yönelik potansiyel riskleri sundukları kapalı bir oturum gerçekleştirdi.

Görsel kaldırıldı.Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler, geçtiğimiz salı günü İsrail'in bölgedeki gerilimine ilişkin TBMM'nin kapalı oturumunda (Türk medyası)

Oturum, Erdoğan'ın, İsrail’in Beyrut'un güney banliyölerini bombalayarak Hatay'a (Türkiye'nin güneyi) sadece iki buçuk saat uzaklıkta olduğunu ve Türkiye'ye karşı saldırı planladığını açıklamasının ardından yapıldı.

Ancak Türk muhalefeti İsrail'in Türkiye'ye yönelik tehditlerinin boyutunu küçümsedi ve Erdoğan'ın dikkatleri ekonomik krizden ve Türkiye’nin karşılaştığı zorluklardan başka yöne çekmek için ülkede bir korku atmosferi yaymaya çalıştığını söyledi.

Ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ve diğer muhalefet liderleri, gizli oturumda sunulanların İsrail'den Türkiye'ye yönelik herhangi bir tehdide işaret etmediğini belirtti.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), salı günü Ankara'daki genel merkezinde Erdoğan'ın yanı sıra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi'nin katılımıyla “Filistin'in Geleceği” başlıklı bir konferans düzenleyecek.



Yeni Ortadoğu Lübnan'dan başlamıyor

 Lübnan Sivil Savunma personeli, İsrail'in Beyrut'un Basta mahallesine düzenlediği hava saldırısı sonucu çıkan yangınla mücadele ediyor, 11 Ekim 2024 (AFP)
Lübnan Sivil Savunma personeli, İsrail'in Beyrut'un Basta mahallesine düzenlediği hava saldırısı sonucu çıkan yangınla mücadele ediyor, 11 Ekim 2024 (AFP)
TT

Yeni Ortadoğu Lübnan'dan başlamıyor

 Lübnan Sivil Savunma personeli, İsrail'in Beyrut'un Basta mahallesine düzenlediği hava saldırısı sonucu çıkan yangınla mücadele ediyor, 11 Ekim 2024 (AFP)
Lübnan Sivil Savunma personeli, İsrail'in Beyrut'un Basta mahallesine düzenlediği hava saldırısı sonucu çıkan yangınla mücadele ediyor, 11 Ekim 2024 (AFP)

Refik Huri

İran ile İsrail arasında yaşanan doğrudan savaş anlamında bir savaş değil, daha ziyade karşılıklı mevsimsel bombardımandır. İran, geçen nisan ayında Şam'daki İran konsolosluğunun bombalanması ve Devrim Muhafızları subaylarının öldürülmesi sonrasında olduğu gibi, İsrail'in kendisini bombalamasına yanıt vermek dışında İsrail'i bombalamıyor. Birkaç gün önce de Tahran'da İsmail Heniyye'nin öldürülmesine yanıt olarak İsrail’i bombalamıştı. İsrail ise İran'ın bombalamasına yanıt vermek dışında İran topraklarını bombalamıyor.

İsrail'in ölüm ve yıkım makinesinin Gazze ve Lübnan'da yaptığı hiçbir şey İslam Cumhuriyeti'ni doğrudan savaş sahasına dahil olmaya sevk etmedi. Tahran'ın Siyonist oluşum ile mücadelede Hamas'ı, İslami Cihat'ı, Hizbullah'ı ve Ensarullah-Husileri desteklemek için yaptığı hiçbir şey de İsrail'i İran topraklarının derinliğine saldırmaya itmedi. Her birinin bir “kontrolörü” var; ABD İsrail'i kontrol ediyor ve ABD ile doğrudan bir çatışmadan kaçınma isteği de İran'ı kontrol ediyor. Denklem, her iki taraftaki aşırılık yanlılarının bozulması çağrılarına rağmen bir sonraki duyuruya kadar sabit kalacak. İran Dini Lideri Ali Hamaney'in Devrim Muhafızları'na bağlı örgütlere “direnin" demesinin anlamı da bu değil mi?

Doğrudan savaşa gelince, bu, İsrail ile Devrim Muhafızları'na bağlı örgütler arasında İran adına yapılan bir vekalet savaşıdır ve en az İran ile İsrail arasındaki doğrudan çatışma kadar önemlidir. İran İslam Cumhuriyeti'nin bu ideolojik örgütleri kurarak, silahlandırarak ve finanse ederek yaptığı büyük ve maliyetli yatırımdan vazgeçtiği doğru değil. Örgütlerin İsrail'e karşı direnişteki rolleri de ilk savunma hattını oluşturmak, İran'ı korumak için bir bariyer oluşturmak ve bölgesel projesi için çalışmaktan başka bir şey değil.

Hizbullah'a destek vermek için Beyrut'a gelen Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, “Direniş ekseninin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşenini temsil ettiğini" söyleyerek bir sırrı açıklamış değil. Zira bu örgütler olmasaydı Tahran önemli bir bölgesel rol oynayamazdı, çünkü onlar olmasaydı Tahran, Humeyni Devrimi’nin kuruluş amacına uymayan sıradan bir devlet haline gelirdi. İsrail'in, Savunma Bakanı Yoav Galant'ın “başı Tahran'da olan bir ahtapotun kolları” olarak tanımladığı örgütlerle savaşı da İran rejimini doğrudan vurmanın alternatifi olmanın ötesine geçmiyor.

Netanyahu da her zamanki gibi tepesi atarak “İsrail'in yaptıkları bölgenin çehresini değiştirecek ve Ortadoğu'da gelecek nesillere yansımaları olacak” açıklamasını yapıyor. Ama Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesinden bahseden tek kişi o değil. Ondan önce Şimon Peres, “Yeni Ortadoğu” hakkında yazmıştı. İsrail ile Hizbullah arasındaki 2006 savaşında ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice, “yeni bir Ortadoğu'nun doğum sancılarından” söz etmişti. Hamaney de elbette İran'ın önderliğinde “yeni, İslami, Amerikalı olmayan bir Ortadoğu” vizyonunu duyurmakta gecikmedi ama bu gerçekleşmedi. İsrail eski başbakanı Ehud Olmert de yakın zamanda 2006 savaşı ile ilgili şu itirafta bulunmuştu: “Savaşın gerçek amacı Hizbullah'ı yok etmek değil, İsrail’in caydırıcı gücünü teyit etmekti.” Bu yeni Ortadoğu'nun kurulmasını engelleyen şey İsrail ordusunun hedefe ulaşmadaki askeri ve dolayısıyla stratejik başarısızlığı değildi. İsrail savaşı kazansa bile Ortadoğu değiştirilemezdi ve Hizbullah'ın “ilahi bir zafer” kazandığını duyurması da zor görünüyordu.

Ortadoğu'yu değiştirmek, Lübnan'dan ve oradaki savaştan ya da Gazze'den ve oradaki savaştan başlamıyor, tam aksine Gazze ve Lübnan'da bitiyor. Değişim, Netanyahu'nun Gazze'de Hamas'tan sonra Hizbullah'ın gücünü vurma savaşıyla değil, İran, İsrail ve Türkiye'deki değişimle başlıyor.

Yeni Ortadoğu'daki önemli faktör ise Arap rolünün güçlü bir şekilde geri dönmesidir. Bölgedeki mevcut sahne, Arap dünyasında nüfuz ve rol elde etmek için İran, İsrail ve Türkiye arasındaki bölgesel çatışma veya rekabeti gösteriyor. Ancak bu güç dengesi bir noktada gücün gerçeklerini dayatmaya ne kadar muktedir olursa olsun, eşyanın doğasına aykırıdır. Şarku'l Avsat'ın  Indepenedent Arabia'dan çevirdiği analize göre bölgesel çatışmaya ek olarak ve merkezinde ABD'nin tek taraflı sistemi yerine çoğulcu bir uluslararası sistemi getirme mücadelesi kapsamında, ABD'nin bölgedeki geniş çaplı rolünün bir kısmını elde etmek için Rusya ve Çin ile ABD arasında yaşanan rekabet var.

CIA Direktörü kıdemli diplomat William Burns, “Soğuk Savaş sonrası dönemin Rusya'nın Ukrayna'yı işgal ettiği anda sona erdiğine" inanıyor. NATO destekli Ukrayna savaşının sonucu, yeni dünya düzeninin çehresini belirleyecek ve bu elbette Ortadoğu'daki bölgesel düzenin çehresine de yansıyacak.

Aslında hesaplarda ve gerçeklerin okunmasında hatalar var, zira biz taktik kazanımlardan bağımsız olarak, bir dizi stratejik hatanın yönlendirdiği bir savaşın içindeyiz. Bir tarafta İsrail'in, büyük ve kritik hedeflere ulaşmanın İran ve kollarıyla savaşma yolu ile mümkün olacağına dair yanlış algısı var. Diğer tarafta İran'ın, İslami başlık altında bir Pers imparatorluğu kurmanın ideolojik örgütleri silahlandırmak, belirli bir mezhebi Arap sosyal ve ulusal dokusundan kopararak öne çıkarmak ve İsrail'e savaş sloganını yükseltmekle mümkün olabileceği yönündeki yanlış algısı var.

Kadim Ortadoğu inatçıdır ve Osmanlı İmparatorluğu için ağlayanlar olduğu gibi onun için de ağlayanlar var. Savaşların dışında doğan yeni bir Ortadoğu, kalkınmanın, teknolojinin, iyi yüksek öğrenimin, yapay zekanın ve geleceğe dair umutların Doğusu da var. Öte yandan sosyal demokrat bir Doğu üzerine bahis girmek ise hayaldir. Christopher Phillips gibi bize uzaktan bakanlara gelince, Ortadoğu'yu yeni kılan şeyin, dış müdahalelerin inanılmaz derecede artması, öyle ki yerel güçlerin büyük oyunculara borçlu hale gelmesi olduğunu düşünüyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Indepenedent Arabia'dan çevrilmiştir.