Rusya ve İsrail arasında Suriye'de İran'a karşı yapılan askeri mutabakata ne olacak?

Moskova Tel Aviv'i eleştirirken Ukrayna savaşına ilişkin tutumunu yakından takip ediyor.

Rusya ve İsrail arasında Suriye'de İran'a karşı yapılan askeri mutabakata ne olacak?
TT

Rusya ve İsrail arasında Suriye'de İran'a karşı yapılan askeri mutabakata ne olacak?

Rusya ve İsrail arasında Suriye'de İran'a karşı yapılan askeri mutabakata ne olacak?

Samir İlyas

Ortadoğu'nun bölgesel olarak topyekûn bir savaşa sürüklenmesi ihtimali, Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açmasından bu yana önemli ölçüde soğuyan Rusya-İsrail ilişkilerindeki uçurumu daha da derinleştirdi. İki ülke arasındaki ilişkiler her ne kadar Yahudi devletinin kuruluşundan bu yana inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve yaklaşık çeyrek asırdır kopma noktasına gelmiş olsa da 1991 yılı sonlarında diplomatik temasların yeniden başlamasıyla içinde bulunduğumuz dönemin iki ülke arasındaki ilişkilerin en ciddi sınavı olduğunu söylersek abartmış olmayız.

Tarihe baktığımızda Sovyetler Birliği’nin 1947 yılında Filistin'in bölünmesini desteklediğini ve o zamanlar yeni kurulmuş olan Yahudi devletini tanıyan ve diplomatik temsilci gönderen ilk ülkelerden biri olduğunu görebiliriz. Sovyet liderleri, sosyalizme en yakın devletin kurucularının ideolojik geçmişine dayanarak İsrail'in komünist blokla uyumlu olacağına, İngiltere ve Batı ülkelerinden uzak duracağına ve bölgede bir sosyalizm modeline dönüşeceğine inanıyorlardı. Ancak Moskova, başta Irak, Suriye ve Mısır olmak üzere Arap ülkeleriyle ilişkiler kurduğunda Yahudi devleti konusunda kısa sürede hayal kırıklığına uğradı.

Rusya, 5 Haziran 1967 tarihindeki Altı Gün Savaşı’ndan sonra İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmiş, ancak Sovyetler Birliği'nin 1991 yılının aralık ayında son nefesini vermesinden birkaç gün önce İsrail’in Moskova'daki Büyükelçiliği’ni yeniden açmıştı. Moskova'daki yönetici elitlerinin 1990'lı yıllardaki Batı ve İsrail yanlısı yönelimlerine rağmen, bu dönem Rusya'nın Ortadoğu meselelerinden elini eteğini çektiği bir dönem oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yükselişiyle birlikte Kremlin, gözünü Ortadoğu'ya dikti. Rusya’nın diplomatik makamları İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki tüm taraflarla güçlü bağlar kurmak için aktif çalışmalarda bulundu.

Putin'in 2005 yılında İsrail’e gerçekleştirdiği ilk ziyaretten bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler, ‘uzun soluklu bir balayına’ tanık oldu. Ancak bu süreç Rusya'nın İran'a ve Hamas ve Hizbullah gibi İran destekli örgütlere açık olmasıyla ilgili anlaşmazlıklarla sonuçlandı.

Rusya'nın 2015 sonbaharında Suriye'ye askeri müdahalede bulunması, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihinde bir dönüm noktası oldu. İki taraf, aralarında olası sürtüşmeleri önlemek amacıyla bir mutabakat imzaladı. Moskova, İsrail'in Suriye'deki İran’a ve Hizbullah’a ait mevzilere düzenlediği hava saldırılarını çeşitli açıklamalarla kınasa da hava savunma sistemleri bu saldırılara karşılık vermedi. Temelde kendi askerlerinin ve Suriye rejimi güçlerinin hedef alınmamasını önemseyen Moskova, Hizbullah'a herhangi bir silah tedarikinin ulaşmasını engellemek için İsrail ordusuna atış serbestliği tanımış gibi görünüyor. Rusya'nın Suriye'ye askeri müdahalesinin ilk üç yılında iki ülke arasındaki ilişkiler ‘uzun soluklu bir balayına’ tanık oldu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Moskova ziyaretleri arttı. İki taraf 2018 yazında Suriye'nin güneyinin Şam rejiminin kontrolüne geçmesi konusunda iş birliği yaptı. Putin, Netanyahu'ya o dönemde birkaç seçim kazanmasını sağlayan ‘hediyeler’ verdi. Bunlardan en önemlisi İsrailli asker Zechariah Baumel'in naaşının kalıntılarının bulunmasıydı.

frgbgrf
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriyeli mevkidaşı Beşşar Esed Hmeymim Hava Üssü’ndeki askeri geçit törenini izlerken, 11 Aralık 2017

İsrail-Rusya ilişkileri, 17 Eylül 2018 yılında bir İlyuşin Il-20 tipi Rus keşif uçağının düşmesi ve 15 mürettebatın tamamının hayatını kaybetmesiyle ciddi bir sınavdan geçti. Rusya ordusu olaydan İsrail'i sorumlu tuttu. Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov, İsrail'in Suriye'deki Rus güçleri komutanlığına birkaç dakika içinde Suriye'nin kuzeyinde bir saldırı gerçekleştireceğini bildirdiğini, ancak İsrail’in bu bildirisinden sadece bir dakika sonra batı bölgelerinde hava saldırısı düzenleyerek Rus keşif uçağının düşmesine neden olduğunu açıkladı. Konaşenkov, açıklamasında “Bu tür eylemler, Suriye'de güçlerimiz arasında olası sürtüşmeleri önlemek için 2015 yılında imzalanan mutabakatın doğrudan ihlalidir” ifadelerini kullandı.

Bu olayın ve ardından İsrail'in Suriye'deki mevzileri vurmasının kınandığı açıklamalara rağmen Rusya'nın tepkisi, Türkiye'nin 2015 yılında Suriye-Türkiye sınırında SU-24 tipi bir Rus savaş uçağını düşürmesine verilen tepkinin boyutuyla kıyaslanamaz. İki taraf da krizi oldukça hızlı bir şekilde aşmayı başardı. Öte yandan İsrail, Suriye'nin çeşitli bölgelerinde İran’a ve Hizbullah’a ait mevzilere yönelik saldırılarını sürdürdü. Rusya'nın İsrail saldırılarını önlemek için Suriye'ye transfer edeceğini açıkladığı hava savunma ve elektronik sinyal karıştırma sistemleri, bu saldırılara müdahale etmedi.

İran ve İsrail arasındaki denge

Rusya hem İran hem de İsrail ile ilişkilerinde hassas dengeleri koruyarak Suriye'nin bu iki ülke arasında bir vekalet savaşı arenasına dönüşmesini engellemeye çalıştı ve İsrail'in güvenliğine bağlı olduğunu vurgulamaya özen gösterdi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasının 30’uncu yıldönümü vesilesiyle İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth için kaleme aldığı makalede, “Ortadoğu'da güvenlik ve istikrar konusunda İsrailli ortaklarımızla istişarelerimizi sürdürmek istiyoruz. Bölgedeki sorunlara yönelik kapsamlı çözümlerin mutlaka İsrail'in güvenlik çıkarlarını da dikkate alması gerektiğine her zaman dikkati çekiyoruz. Bu, temel bir nokta” diye yazdı.

Batı basınında 22 Ekim 2021 tarihinde yer alan haberlerde Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmak üzere harekete geçtiği aktarıldı. Dönemin İsrail Başbakanı Naftali Bennett, İsrail'in Suriye'de düzenlediği hava saldırılarına ilişkin Rusya ile imzaladıkları mutabakatı teyit etmek ve İran’ın nükleer programını görüşmek üzere Soçi'ye gitti. Bennett, ziyareti sırasında Rusya-İsrail ilişkilerini ‘benzersiz’ ve ‘karşılıklı güvene dayalı’ olarak tanımlayan Putin'den destek aldı.

İsrail’in kuruluşunda Rusya'nın Sovyetler Birliği'nin varisi olarak oynadığı role işaret eden Bennett, “İsrail, yurtdışında Rusça konuşan en büyük topluluğa ev sahipliği yapıyor” ifadelerini kullandı.

Putin, Bennett hükümetinin İsrail-Rusya ilişkileri konusunda selefi Binyamin Netanyahu'nun yaklaşımını sürdüreceğini umduğunu ifade etti. Suriye konusunun gündemin üst sıralarında yer aldığı anlaşılan görüşmelerde Putin, “Bildiğiniz üzere Suriye'de devlet otoritesini yeniden tesis etmek için çaba sarf ediyoruz ve aramızda azımsanmayacak sayıda anlaşmazlık yaşanan konular var. Ancak özellikle terörle mücadeleye ilişkin konularda fikirlerimizin yakınlaştığı noktalar ve iş birliği fırsatları da var. Genel olarak görüşebileceğimiz ve görüşmemiz gereken pek çok konu söz konusu” diye konuştu.

Yeni imzalanan mutabakatlar, İsrail'in İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve İran destekli milisler tarafından tutulan İran mevzilerine düzenlenen hava saldırıları konusundaki anlaşmazlığa yönelik bir çözüm de içeriyordu. Bennett, anlaşma uyarınca Rusya’ya ‘çok daha önce ve daha doğru bilgi verme’ taahhüdünde bulundu.

Bennett ise Rusya ile ilişkilerin ülkesi için önemini vurguladı. Putin'in son yirmi yılda iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi sürecine öncülük ettiğini belirtti. Bugünkü seviyesine yükseltmeyi başardığını belirtti. Putin’i ‘İsrail'in çok yakın ve gerçek bir dostu’ olarak nitelendiren Bennett, Sovyetler Birliği'nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudileri korumadaki rolüne övgüde bulundu. Bennett, görüşmenin başında yaptığı açıklamada, Putin ile Suriye'deki gelişmeleri ve ‘İran'ın nükleer programının gelişimini durdurma çabalarını’ ele almayı planladığını söyledi.

Daha önce belirlenen süreye üç saat daha ekleyerek beş saat sürmesi görüşmenin önemini gösterdi. Görüşme sonrası Putin, Bennett'i Soçi'deki Başkanlık Sarayı’nın bahçesinde bir tura çıkardı. Bennett, (Yahudilikte Şabat günü olan) cumartesi gününe girilmesi nedeniyle Tel Aviv'e dönüşünü ertelemek zorunda kaldı.

Bennett, Rusya ziyaretinden günler sonra yaptığı bir açıklamada, Putin ile ‘iyi ve istikrarlı anlaşmalara’ vardıklarını ve ‘İsrail'in güvenlik ihtiyaçları konusunda kendisini dinleyen bir kulak’ bulduğunu söyledi. Putin ile görüşmelerinde İran'ın nükleer programıyla ilgili gelişmeleri de ele aldıklarını kaydeden Bennett, bu programın ulaştığı ileri aşamanın ‘herkesi endişelendirdiğini’ vurguladı.

xscvds
Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in hükümetinin ilk kabine toplantısı için Kudüs’e geldiği sırada çekilen bir fotoğrafı, 3 Temmuz 2022

İsrail basını Tel Aviv'deki siyasi kaynaklara dayanarak Suriye konusunda Rusya-İsrail arasındaki görüş ayrılıklarının en aza indirildiğini ve yeni mutabakatın İsrail'in DMO ve İran destekli milisler tarafından kullanılan Suriye’deki İran mevzilerine düzenlenen saldırılarla ilgili anlaşmazlığın çözümünü de içerdiğini yazdı. Bennett, anlaşma uyarınca Rusya’ya ‘çok daha önce ve daha doğru bilgi verme’ taahhüdünde bulundu. Bennett, saldırıların daha spesifik olacağına ve Suriye rejiminden kişileri ve altyapısını hedef almayacağına da söz verdi.

İki taraf, Lübnan’daki Hizbullah Hareketi’ni ve İran destekli milisleri Suriye'nin Golan Tepeleri’nin işgal altındaki bölümüyle olan sınırdan uzak tutma konusunda da anlatı.

Öte yandan Putin, iki ülkenin genelkurmay başkan yardımcıları tarafından yönetilen askeri koordinasyon komitesinin çalışmalarına yeniden başlaması ve Rusya'nın ‘tüm bölge için bir tehdit haline gelen İHA’lara karşı İsrail ile ortak bir ekip kurulması’ önerisini incelemeyi kabul etti.

İsrail basını İran konusundaki görüş ayrılıklarının neredeyse hiç değişmediğini bildirdi. Rusya, İsrail'in İran’ın nükleer bir güç haline gelmesi tehlikesine ilişkin endişelerini paylaşsa da Putin, İsrail'in askeri seçeneğe başvurulmasına ilişkin tutumunu reddetti. Bennett'in tutumunu yeniden gözden geçirme talebini geri çevirerek bu ikilemin tek çözümünün diplomatik bir çaba olduğunu vurguladı.

Esed rejiminin temellerinin yeniden sağlamlaştırılması

Rusya'nın İsrail'in Suriye’deki İran mevzilerini hedef almasını engelleme konusundaki umursamazlığının, iki ülkenin müdahalesiyle Suriye Devlet Başkanı Esed rejiminin temellerinin yeniden sağlamlaştırılmasının ardından İran'ın nüfuzunu sınırlandırma ve siyasi ve ekonomik kazanımları tekeline alma arzusundan kaynaklanmış olabilir. Bununla birlikte Tahran ve Moskova, orduların ve milislerin ülkelerdeki rolü konusunda da farklı görüşlere sahipler. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre Tahran, gerektiğinde kontrol edilebilen ve kullanılabilen güçlü milislere sahip zayıf bir orduyu tercih ederken, Moskova siyasi komuta altında güçlü bir merkezi ordu kurmayı tercih ediyor.

Göz ardı edilmemesi gereken önemli bir faktör olarak Rusya, İran’ın Suriye'deki güçlü varlığının mültecilerin geri dönüşü, ekonominin iyileştirilmesi ve altyapının yeniden inşası için Batı ve Arap ülkelerinin desteğini almanın önünde bir engel olduğu görüşünden yola çıkmış olabilir. Öte yandan İran da tıpkı Rusya gibi Suriye'nin yeniden inşasını finanse edemiyor.

Bununla birlikte Rusya'nın İran dosyasındaki tutumu hiç değişmedi. Moskova, İran'ın nükleer silah edinmesine ve ‘nükleer güçler kulübüne’ girmesine karşı çıkmaya devam ediyor. Fakat aynı zamanda Hazar Denizi, Güney Kafkasya ve Orta Asya'daki güvenlik sistemini ve Basra Körfezi bölgesindeki dengeleri bozabilecek bir saldırıya da karşı. Ayrıca Rusya, İran'a uygulanan yaptırımların kaldırılmasının ardından İran'la çıkarlarını garanti altına alacak ve enerji, altyapı ve diğer alanlardaki yatırımlar konusunda ek kazanımlar elde etmesini sağlayacak diplomatik bir çözüm bulmaya çalışıyor.

Bennett'in ziyaretinin ardından yaşananlar, Rusya-İsrail ilişkilerinin iyiye gittiğini gösterdi. İsrail Suriye'deki saldırılarını istediği gibi sürdürürken Rusya'nın Yahudi devletinin güvenliğine olan bağlılığı eskisi gibi devam etti. Moskova'nın İsrail'in Filistin Yönetimi ile yürüttüğü müzakerelere ev sahipliği yapmaya odaklanmaması da önemli bir faktör.

İran'dan Rusya'ya askeri destek

Moskova ve Tel Aviv arasındaki görüş ayrılıklarının kesin olarak çözüleceğine ve her iki tarafın da diğerinin ihtiyaçlarını ve endişelerini dikkate alarak yakın iş birliğini sürdürmesine dair iyimser bir hava hakim olsa da 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna'yı hedef alan Rus füzeleri ve bombaları, İsrail-Rusya ilişkilerindeki gerilimin daha önce görülmemiş bir düzeye tırmanmasında önemli bir rol oynadı.

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Ukrayna’daki savaşın ilk gününde yaptığı açıklamada, ‘İsrail'in Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü desteklediğini’ vurguladı ve Ukrayna'daki İsraillilere ‘kara geçişleri yoluyla geri dönmeleri’ çağrısında bulundu. Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınayarak bu adımı ‘dünya düzeninin ihlali’ olarak nitelendirdi. Lapid, “İsrail'in Ukrayna ile derin ve iyi ilişkileri var” dedi. Bu iki açıklamanın ardından dönemin İsrail Başbakanı Bennett, hükümetindeki bakanlardan Ukrayna'da olup bitenlerle ilgili herhangi bir açıklama yapmamalarını istedi. Kınamaların ardından İsrail, durumu dengelemek amacıyla Ukrayna'ya silah sağlamayı reddetti.

Çatışmalar şiddetlendikçe İsrail'in Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşı şiddetle kınaması ve Batı'nın yaptırımlarına katılması yönündeki baskılar da arttı. Ukrayna'da 10 bin İsrailli ve 200 bin Yahudi yaşıyor. Bennett, 12 Mart'ta Moskova ve Kiev arasında barış için arabuluculuk girişiminde bulundu ve ülkesinin savaşan taraflardan herhangi birinin yanında yer almak zorunda kalmaması için savaşı sona erdirmeye çalıştı. Zira İsrail’in Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına sessiz kalması hem ABD’yi hem de diğer Batılı ülkeleri kızdıracaktı.

Diğer taraftan Tel Aviv'in, kuzey komşusu Rusya ile başta Suriye, İran'ın nükleer programı ve siyasi ve ekonomik ilişkiler olmak üzere birçok konuda büyük çıkarları olduğu düşünüldüğünde Ukrayna'daki savaş konusunda daha agresif bir tutum sergilemesi oldukça zor görünüyor.

Bennett'in arabuluculuk girişiminin başarısızlığa uğramasının ardından iki ülke arasındaki ilişkiler, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un 2022 yılının mayıs ayı başlarında İtalyan televizyon kanalı Mediaset'e verdiği röportajda “Cumhurbaşkanı Yahudi olan bir Ukrayna nasıl Nazi olabilir?” şeklindeki bir soruya cevaben Hitler'in Yahudi kökenlerine atıfta bulunduğu sözlerinin ardından daha da kötüleşti.

İsrailli yetkililer, Lavrov'un sözlerine büyük tepki gösterdiler. Rusya’nın Tel Aviv Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılarak özür dilemesi istendi.

İki ülke arasındaki ilişkiler daha düşük seviyelere indirildi. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşında İran’ın Şahid model İHA’lar, füzeler ve roketler gibi askeri desteğine giderek daha fazla yönelmesi ve Batı'nın yaptırımlarını delmek için iş birliği yapmaları nedeniyle Moskova ile Tahran arasındaki ilişkiler güçlendi.

7 Ekim bir dönüm noktası

Batılı ülkeler, Hamas Hareketi’nin İsrail’e karşı 7 Ekim 2023 tarihinde düzenlediği saldırıyı kesin bir dille kınarken Rusya Devlet Başkanı Putin saldırının geçmişe uzanan kökenlerine işaret etti. Putin, Hamas’ın saldırısından dört gün sonra Moskova'da düzenlenen bir enerji forumunda katılımcılara hitaben yaptığı konuşmada, “Filistinlilerin her zaman gerçek Filistin olarak gördükleri toprakların bir kısmı İsrail tarafından farklı zamanlarda ve çeşitli şekillerde ama çoğunlukla askeri güç kullanılarak ele geçirildi” ifadelerini kullandı. İsrail işgalinin şiddetini ‘dehşet verici’ olarak nitelendiren Putin, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması gibi konular ele alınmadan savaşın sona erdirilemeyeceğini de sözlerine ekledi.

Rusya, İsrail ordusunun Gazze'de sivillere yönelik muamelesi ve ateşkes anlaşmasına varmayı reddetmesini sık sık eleştiriyor. Rusya, İran’ın Şam'daki konsolosluk yerleşkesini hedef alan hava saldırısı, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin öldürülmesi, Lübnan’daki çağrı cihazı saldırıları, hava saldırıları ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesinin ardından İsrail'i kınadığı açıklamalarını yoğunlaştırdı.

Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından 28 Eylül'de yapılan açıklamada, İsrail'in Hasan Nasrallah'a yönelik suikastı kınanırken Nasrallah'ın hedef alınması ‘siyasi bir suç’ olarak nitelendirildi.

Lavrov'un 4 Ekim'de Russia in World Politics dergisinde yayınlanan makalesi, Rusya'nın Ortadoğu'daki duruma ilişkin tutumunu ortaya koyuyordu. Makalede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından alınan kararların uygulanması gerektiğini vurgulayan Lavrov, bu konudaki en korkunç örneğin, İsrail ile barış ve güvenlik içinde bir arada yaşayan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına ilişkin uzlaşı kararlarının alınmasının üzerinden yaklaşık seksen yıl geçmesine rağmen uygulanmaması olduğunu belirtti. ‘7 Ekim 2023 tarihinde meydana gelen terör eylemlerinin hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ve olamayacağını’ vurgulayan Lavrov, bu trajik olayın ‘Filistinlileri toplu olarak cezalandırılmak için’ kullanılmasını eleştirdi.

Lavrov'un daha önce yaptığı açıklamalar, Rusya-İsrail ilişkilerinin kötüleştiğine, Rusya-İran ilişkilerinin ise güçlendiğine işaret etti. Bunun için iki önemli olaya dikkat etmeniz yeterli. Bunlardan biri Rusya Başbakanı Mihail Mishustin’in İran'ın İsrail'e yönelik saldırılarıyla eş zamanlı olarak geçtiğimiz ayın sonlarında Tahran’a yaptığı ve üst düzey yetkililerle bir araya geldiği ziyaret, diğeri ise Putin'in 8 Ekim Cuma günü Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile bir araya geldiği ve Putin'in kısa süre önce onayladığı stratejik iş birliği anlaşmasının imzalanması için hazırlıkların yapıldığı görüşme.

Rusya-İsrail ilişkilerini gelecekte neyin beklediğini, dünyadaki nüfuz alanlarını yeniden çizmek ve yeni dünya düzenini belirlemek için çeşitli yerlerde Rusya ile Batı ülkeleri arasında açıkça yaşanan çekişmenin sonucunun belirleyeceğine şüphe yok. Ukrayna'daki ‘beka’ savaşının sonucu ve Ortadoğu'daki mevcut dengelerin değişmesi, Rusya'nın yeni küresel rolünün belirlenmesinde önemli bir rol oynayacak. Bu da Rusya’nın 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail'in eylemlerine yönelik eleştirilerinin neden yoğunlaştığını açıklıyor. Zira Ortadoğu'daki savaşın yayılma riskinin arttığı, Rusya'nın Suriye'deki askeri varlığını ve Ortadoğu'da oynamayı umduğu rolü tehdit ettiği ya da İsrail'in savaşta Ukrayna'nın daha fazla yanında yer aldığına dair işaretlerin ortaya çıktığı her durumda, eleştirilerin yoğunluğu ve sıklığı da artmıştır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İsrail stratejisine karşı Filistin stratejisi

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail stratejisine karşı Filistin stratejisi

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Nasır el-Kudva

Biz görmek istemesek de İsrail'in stratejisi açıkça ortada. Filistin ulusal hareketi olarak bizler, geçmişte 1967 sınırlarında küçük bir Filistin devletinin kurulmasını kabul ederek iki devletin bir arada yaşaması konusunda anlaşmaya varmamızın bu çözümün garantisi olacağına inanıyorduk. Çünkü İsrail’in Filistinlilerin ve Arapların onayına muhtaç olduğunu varsayıyorduk. Bu konuda, onaylayanlar ve reddedenler olarak iki kamp arasında bir anlaşmazlık yaşadık. Her iki kamp da aynı varsayıma sahipti ve ne yazık ki kimse bu varsayımın yanlış olduğunu söylemedi. Bu varsayım var olmaya devam etti. Öyle ki, neredeyse bugüne kadar geçerli olduğunu söyleyebilirim. Bu da Filistin Yönetimi’nin Oslo Anlaşmalarına dahil olma kararı ve bunu takip eden olaylar da dahil olmak üzere birçok durum karşısında sergilediği tutumu açıklayabilir.

Gerçekte İsrail hiçbir zaman bölünme ve iki devletin bir arada yaşaması fikrini kabul etmemişti. Hem kamuoyu önünde hem de özelde tüm toprakların ‘İsrail toprağı’ olduğu ve  Yahudi halkının Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria'yı ve Gazze Şeridi'ni (1967'den beri işgal altındaki Filistin toprakları) sömürgeleştirme hakkını elinde tuttuğu konusunda ısrar etti. İsrail’e göre Filistinlilerin varlığı, İsrail içinde sadece bir azınlıktan ibaretti ve dolayısıyla önerilen her türlü çözüm bu azınlığa yönelikti.

İsrail, zaman zaman gönülsüzce yerleşim birimleri inşasının bir süreliğine dondurulmasını kabul etse de topraklarımızdaki sömürgeci yerleşimi durdurmayı asla kabul etmedi. Kudüs ve Gazze Şeridi de dahil olmak üzere Batı Şeria'nın işgal altındaki topraklar olarak yasal statüsünü hiçbir zaman tanımadı. İsrail, iki devletli çözüme de hiçbir zaman sıcak bakmadı.

Anlaşma metninin zayıflığına rağmen, İsrail'in aşırı sağcı kanadı, sırf sonunda bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak öngörülemeyen gelişmelere kapı açabileceği gerekçesiyle anlaşmalara varmanın cezası olarak dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin'e suikast düzenledi. Bu aşırı sağcı kanadın tüm toprakları ele geçirmek, Filistinlileri ya da çoğunu bu topraklardan sürmek ve Filistin topraklarından vazgeçmemek istemesi, o dönemde Yaser Arafat tarafından temsil edilen Filistin Yönetimi’nin bunu kabul ettiği anlamına gelmiyordu. Aslında dönemin Filistin Yönetimi, bağımsız bir Filistin devleti kurulması için mücadele etti ve İsrail tarafının bunu kabul etmeye istekli olmadığını anladığında, Oslo'yu fiilen terk ederek silahlı direnişe yöneldi. Ancak İsrail'in tepkisi çok şiddetli oldu. Filistin Yönetimi’ni ve güvenlik birimini yok etti ve Yaser Arafat'ı fiziksel olarak ortadan kaldırdı.

Arafat'ı çeşitli şekillerde barış sürecinin başarısızlığının sebebi olmakla suçlayan bir sonraki Filistin Yönetimi’nin, İsrail'in yarattığı alternatif oldubittilerin yanı sıra Oslo Anlaşmalarına ve bugüne kadar acısını çektiğimiz özerklik fikrine geri dönmeyi kabul edip etmediği ise belirsizliğini koruyor.  Öyle ki bu durum bugün bile başımıza bela olmaya devam ediyor.

Filistin Yönetimi’nin çöküşü ve yok oluşu, İsrail hükümetindeki aşırı sağcı bakanların ekmeğine yağ sürdü. Yerleşimcilerin Filistin Yönetimi tarafından korunmasından, toprakları ele geçirmeye ve resmen İsrail'e ilhak etmeye geçiş yaptılar.

İsrail, temel pozisyon anlamında olmasa da bu pozisyonun yüzsüzce dile getirilmesi anlamında giderek daha fazla radikalleşmeye devam etti. İsrailli yetkililerin tüm toprakların kendilerine ait olduğunu ve Yahudilerin tüm topraklarda yerleşme ve var olma hakkını elinde bulundurduklarını açıkça teyit ettiklerini duymaya başladık. İsrail hükümetleri iki devletli çözüme yönelik uluslararası baskılardan kaçınmak için Filistin'in bölünmesini ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi'nde iki ayrı yapı olmasını teşvik etmeyi sürdürdü. Ancak İsrailli yerleşimcilerin güvenliğini sağladığı için Filistin Yönetimi’ni faydalı görmeye devam ettiler.

Son zamanlarda, özellikle İsrail hükümetindeki aşırı sağcı bakanların Batı Şeria'nın ya da büyük bir kısmının İsrail'e ilhak edilmesi için bastırmasıyla bu tablo değişmeye başladı. Hükümeti bu yönde ciddi adımlar atmaya ittiler. Böylece Filistin Yönetimi’nin çöküşü ve yok oluşu ekmeklerine yağ sürdü. Yerleşimcilerin Filistin Yönetimi tarafından korunmasından, toprakları ele geçirmeye ve resmen İsrail'e ilhak etmeye geçiş yaptılar.

Tüm bunlar, bazı Filistinliler tarafından önerilen ‘tek devlet’ fikrinin ne kadar yanlış olduğunu vurguluyor. Hala tüm toprakların özgürleştirilmesi çağrısında bulunma cesaretine sahip olanlardan ziyade bireysel haklar ve belki de daha sonraki bir aşamada ‘eşitlik’ için mücadele çağrısında bulunanlarla aynı fikirde olmayabiliriz. Çünkü bu pratikte, bazı haklar karşılığında ‘Büyük İsrail’i kabul etmek anlamına geliyor. Elbette bu durum, Filistinli kimliğinden ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından vazgeçmeyi içeren her türlü tutumu kabul etmeye hazır olan bazı İsrailli çevreleri memnun ediyor. Çünkü sonuç İsrail'in genel stratejisinin değirmenine su taşıyor.

Bazı liberal İsraillilerin (ya da liberal Yahudilerin) bunu desteklemesinin sebebinin Filistinlilerin haklarına verdikleri destek ile Batı Şeria'daki Yahudi varlığını reddetme ya da ayrılmalarını talep etme konusundaki yetersizliklerini uzlaştırmak zorunda olmalarını olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle onların çözümü, ‘tek devletli çözüm’ olarak adlandırılan çözümdür. Çünkü aynı zamanda bu toprakların ‘işgal altındaki topraklar’ olarak yasal statüsünden ve dolayısıyla İsrailli yerleşimci sömürgeciliğinin hukuka aykırılığından ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin bu topraklara uygulanmasından vazgeçmiş oluyorsunuz.

Gerçek bağımsızlığın barışçıl bir şekilde ve müzakereler yoluyla elde edilmesini tercih ediyoruz, aksi takdirde, müzakereler ya da diğer adıyla barış süreci olmaksızın gerçek bağımsızlığa ulaşma yoluna gideceğiz.

Peki bu, (sınırları ne olursa olsun) iki devletli çözüm fikrinin sonu anlamına mı geliyor? Cevap hayır. Ancak bu fikrin İsrail'in tutumu nedeniyle ciddi bir baskı altında olduğu ve en önemlisi de Filistin politikalarının değişmesi gerektiği anlamına geliyor. Filistin topraklarının işgal altındaki topraklar olarak yasal statüsü ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin uygulanabilirliği desteklenmeli. Bu da İsrailli yerleşimci sömürgeciliğinin Sözleşme'nin ağır bir ihlali, yani bir savaş suçu olduğu anlamına geliyor. Ayrıca, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme ve mevcut devletlerinde ulusal bağımsızlık haklarının korunması da hayati önem taşıyor.

Bu nokta çok önemli. Çünkü biz ne bazı Filistinli yetkililerin söylediği gibi bir devlet için mücadele ediyoruz ne de bu devletin kurulmasının İsrail'in onayına bağlı olduğunu kabul ediyoruz. Bizler, dünyadaki tüm halklar gibi, işgal altında ya da yerleşimci sömürgeciliğine maruz kalsa bile, halkımızın tarihi ve doğal hakları sayesinde var olan devletimizde gerçek bağımsızlığımız için mücadele ediyoruz. Filistinliler olarak bizler hala hazırız. Bu fiili bağımsızlığın barışçıl bir şekilde ve müzakereler yoluyla elde edilmesini tercih ediyoruz, ancak bu müzakerelerin yapılabilmesi için İsrail'in 1967 sınırlarında Filistin ve İsrail olmak üzere iki devlet ilkesini açıkça kabul etmesi gerekiyor. Aksi takdirde, müzakereler ya da diğer adıyla barış süreci olmaksızın gerçek bağımsızlığa ulaşma yoluna gideceğiz.

scdvfbg
Gazze'deki İsrailli rehinelerin posterlerinin asılı olduğu Kudüs'teki bir mağazanın önünden geçen bir İsrailli, 13 Ekim 2024 (AFP)

Burada İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve uluslararası hukuka karşı tutumundan bahsedilmesi gerekiyor. İsrail, BM’nin ya da herhangi bir uluslararası grubun çatışmayla ilgili herhangi bir konuya müdahil olmasını kesinlikle reddediyor. Çünkü bu uluslararası gruplara üye ülkelerin ‘normal’ olduğunu ve İsrail'in ‘doğal olmayan’ hedeflerine katılmayabileceklerini biliyor. BM ve diğer uluslararası gruplar iki devletli çözümden yana tutum sergilerken İsrail, yukarıda belirtildiği üzere buna karşı çıkıyor.

Elbette İsrail uluslararası hukuku da kesinlikle reddediyor. Uluslararası insancıl hukukun özü olan Cenevre Sözleşmeleri, İsrail'in yerleşimci sömürgeciliğiyle bağdaşmaz ve hatta bunu bir savaş suçu olarak görür. Gerçekten de İsrail yıllardır uluslararası hukuku etkisiz hale getirmek ve önemsiz kılmak için yorulmaksızın çalıştı. ABD’yi Dördüncü Cenevre Sözleşmesinin 1967 yılında işgal edilen tüm topraklara uygulanabilirliğini teyit eden tutumundan, sözleşmenin uygulanabilirliği konusunda üstü kapalı bir tutum sergilemeye, yerleşim faaliyetlerini desteklemeyen bir tutumdan, bu faaliyetleri barışın önünde bir engel olarak gören bir tutuma ve son olarak da son olarak yerleşim birimlerini Filistinlilerin kışkırtmalarına benzer şekilde tek taraflı bir eylem olarak gören bir tutum sergilemeye (ne yazık ki bazı Filistinli yetkililerin onayıyla) yönlendirmeyi başardı. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre ABD'nin değişen bu tutumları doğal olarak BMGK’daki duruşunu da etkiledi ve ABD zaman zaman sırf bu yüzden veto yetkisini kullandı.

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 2023 İnsan Hakları Raporu’nda bu toprakların işgal altındaki bir bölge olduğuna dair herhangi bir atıfta bulunulmaması, toprağın yasal statüsü konusunda da bir tutum değişikliği olduğuna işaret etti.

İsrail aşırı sağı, tüm toprakları ele geçirmek, Batı Şeria'yı ve hatta Gazze Şeridi'ni ilhak etmek isteyen İsrail'deki ana akımın önemli bir parçası haline geldi.

Örneğin İsrail, Avrupa’nın İsrail ile birlikte bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını destekleyen tutumunu, müzakere edilmiş iki devletli çözümü destekleyen bir tutuma yönlendirdi. İsrail'in böyle bir devletin varlığını kabul etmesini gerektiren bir pozisyona çevirmek için çok çalıştı. Avrupa ise 1967 sınırlarını iki devletli çözümün temeli olarak benimseyerek ve bu sınırlarda yapılacak herhangi bir değişikliğin her iki tarafın da müzakereler yoluyla üzerinde anlaşmaya varmadığı sürece tanınmayacağını vurgulayarak, bunu dengelemeye gayret etti. Tüm bunlar iyi ve güzel olsa da hala sadece bir taahhütten ibaret ve gelecekte değişebilir. Ancak ne olursa olsun Gazze’deki savaşla birlikte işler iyi ya da kötü yönde değişti.

İki stratejiye geri dönecek olursak özetle, İsrail'in stratejisinin net olduğunu ve bahsettiğimiz tutumları barındırdığını söyleyebiliriz. İsrail'deki ana akımın önemli bir parçası haline gelen aşırı sağ arasında bir uyumsuzluk var. İsrail aşırı sağı tüm toprakları ele geçirmek, Batı Şeria'yı ve hatta Gazze Şeridi'ni ilhak etmek ve buraları tamamen ya da en azından kısmen insansızlaştırmak istiyor.

İsrail'in geri kalanı ise İsrail'in yanında bir Filistin devletinin ya da yarı-devletinin kurulmasına hazır. Bu durum ve İsrail'in tutumu Gazze savaşının ve İsrail'in bu savaşın hedeflerine ulaşamamasının bir sonucu olarak değişebilir. Filistinliler olarak bazı şeyleri yanlış anladık ve stratejiyi yüzeysel olarak ele aldık. Bazılarımız stratejinin manipüle edilebileceğini ya da tam olarak tanımlanamayacağını düşündü. Yine de ne olursa olsun Filistin tarafı bahsettiğimiz hususlara bağlı kalmalı. Çünkü bu hususlar İsrail'in stratejisi karşısında sağlam bir stratejinin özünü oluşturmaktadır ve iki devletli bölünme fikrine dayalı gerçek bir barışın inşa edilmesini sağlayabilir.

Burada bu makale ile eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile ortak makalede ifade ettiğim görüşlerim arasında bir çelişki olmadığını belirtmeliyim. Biz 1967 sınırlarında -yani İsrail'in yanında- bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını istiyoruz. Bu konuda iş birliğine hazırız. Fakat bunun için İsrail'in iki devletli çözüm konusunda uzlaşıya varması, ardından iki devletin birbirini tanıması gerekiyor. Olmert gibi herhangi bir İsrailli tarafın iki devletli çözüm ve bu iki devletin bir arada yaşamasını kabul etmesi çok önemli. Bunun olumlu değişikliklere yol açacağına inanıyorum. Bunu kamuoyunun ve ilgili ülkelerin de desteklemesi büyük önem arz ediyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.