Hizbullah çağrı cihazı tuzağına nasıl düştü?

Beyrut'un güney banliyösünde patlayan bir çağrı cihazının kalıntıları (AFP)
Beyrut'un güney banliyösünde patlayan bir çağrı cihazının kalıntıları (AFP)
TT

Hizbullah çağrı cihazı tuzağına nasıl düştü?

Beyrut'un güney banliyösünde patlayan bir çağrı cihazının kalıntıları (AFP)
Beyrut'un güney banliyösünde patlayan bir çağrı cihazının kalıntıları (AFP)

Reuters, bu yılın başlarında Lübnan’a ulaşan bubi tuzaklı çağrı cihazlarının, İsrail'in Lübnan Hizbullahı’nı bir zayıflığına rağmen aldatıcı özellikleriyle yok etme planının bir parçası olduğunu yazdı.

Çağrı cihazları hakkında doğrudan bilgi sahibi olan Lübnanlı bir kaynağa ve Reuters tarafından görülen infilak etmiş çağrı cihazlarının detaylı analiz görüntülerine göre cihazları yapan ajanlar küçük ama güçlü miktarda plastik patlayıcıyı gizleyen bir pil muhafazası ve X ışınlarıyla tespit edilemeyen yeni bir fünye tasarladılar.

Reuters’ın arşivlenmiş çevrimiçi sayfalarda yaptığı araştırmaya göre ajanlar, bu yeni ürün hakkında hiçbir bilgi bulunmamasından kaynaklanan zafiyeti aşmak için çevrimiçi satış mağazaları ve sahte sayfalar oluşturdular. Hizbullah, çağrı cihazları hakkında internette araştırma yaptığında onu kandıracak çevrimiçi sayfalarda yer alan yanıltıcı yazılar yazdılar.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'tan aktardığı habere göre İran destekli Hizbullah’ın daha önce benzerine rastlanmayan darbeler indiren ve Ortadoğu'yu bölgesel bir savaşın eşiğine getiren yıllar süren bir operasyonu gerçekleştirmek için çağrı cihazlarına nasıl patlayıcı yerleştirildiğini ve pil özelliklerini kamufle etmek için özenle örülen hikayeyi ilk kez ortaya koyuyor.

Lübnanlı kaynağa ve ulaşılan görüntülere göre pildeki iki dikdörtgen hücre arasına altı gram beyaz plastik patlayıcı içeren ince kare bir levha yerleştirilmişti.

Kaynak, pil hücreleri arasında kalan boşluğun fotoğraflarda görülemediğini, ancak patlatıcı görevi gören yüksek derecede yanıcı bir madde şeridiyle doldurulmuş olduğunu belirtti.

Görüntüler, üç katmanlı sandviç tasarıma sahip patlayıcının siyah plastik bir ambalajın içine yerleştirildiğini ve bu ambalajın da yaklaşık bir kibrit kutusu büyüklüğünde metal bir muhafazanın içine konulduğunu gösterdi.

Kimliklerinin gizli tutulması şartıyla konuşan kaynak ve iki patlayıcı uzmanı, montaj işleminin alışılmışın dışında olduğunu, çünkü genellikle metal bir silindir olan alışılmış küçük fünye tipinde olmadığını ifade ettiler.

Metal bileşenler olmadığından, patlamayı yaratmak için kullanılan malzeme bir avantaj sağlıyordu. Plastik patlayıcılar gibi X-ışınları tarafından tespit edilemiyordu.

İki kaynak, Hizbullah'ın çağrı cihazlarını şubat ayında teslim aldıktan sonra patlayıcı kontrolü yaptığını, alarm verip vermeyeceğini görmek için havaalanı güvenlik tarayıcılarından geçirdiğini ve şüpheli bir şeye rastlanmadığını söylediler.

Reuters’a konuşan iki patlayıcı uzmanı, cihazların pil muhafazası içinde patlayıcıyı ateşlemeye yetecek bir kıvılcım oluşturacak şekilde tasarlanmış olabileceğini belirttiler.

Uzmanlar, patlayıcıların ve ambalajın hacmin yaklaşık üçte birini oluşturduğunu ve dolayısıyla, pilin 35 gramlık ağırlığıyla tutarlı bir enerji desteği sunduğunu vurguladılar.

İngiltere'deki Newcastle Üniversitesi'nde lityum pil uzmanı olan Prof. Paul Christensen, bubi tuzaklı çağrı cihazlarının pilinde önemli miktarda hesaba katılmamış kütle olduğunu söyledi.

Lübnanlı kaynak, Hizbullah'ın bir noktada pilin beklenenden daha hızlı bittiğini fark ettiğini, fakat bu durumun büyük bir güvenlik endişesine yol açmadığını ve Hizbullah’ın patlamalara saatler kala bile üyelerine çağrı cihazı dağıtmaya devam ettiğini aktardı.

Takvimler 17 Eylül'ü gösterdiğinde Beyrut'un güney banliyölerinde ve Hizbullah'ın diğer kalelerinde binlerce çağrı cihazı eşzamanlı olarak patladı. Birçok vakada patlama öncesinde bir mesaj geldiğine dair bip sesi duyuldu.

Reuters’a konuşan görgü tanıklarına göre hastaneye kaldırılan yaralıların çoğu gözlerinden ya da karın bölgelerinden yaralanmış yahut parmakları kopmuştu. Bu da patlama sırasında cihazların yakınında olduklarını gösteriyordu.

Bu saldırı ve ertesi gün telsizlerin patlatıldığı ikinci saldırı sonucu 39 kişi öldü, 3 bin 400'den fazla kişi yaralandı.

Batılı iki güvenlik kaynağı, söz konusu saldırıların arkasında İsrail istihbarat servisi Mossad’ın olduğunu söylediler.

Reuters, bu cihazların nerede üretildiğini tespit edemezken Mossad üzerinde yetki sahibi olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi yorum talebine yanıt vermedi.

Lübnan Enformasyon Bakanlığı ve Hizbullah Sözcülüğü de haberle ilgili yorum yapmaktan kaçındı.

İsrail, saldırıların arkasında olduğu iddialarını ne reddetti ne de doğruladı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın çağrı cihazı ve telsiz patlamalarından bir gün sonra Mossad’ın elde ettiği ‘çok etkileyici’ sonuçları överken söyledikleri, İsrail'de teşkilatın saldırılardaki rolünün üstü kapalı kabulü olarak yorumlandı. ABD'li yetkililer saldırılardan önceden haberdar edilmediklerini söylediler.

En zayıf halka

Görünüşte çağrı cihazının güç kaynağı binlerce tüketici elektroniği ürününde kullanılan standart bir lityum-iyon pil gibi görünüyordu. Ancak LI-BT783 kodlu pilin bir sorunu vardı. Tıpkı çağrı cihazları gibi, piyasada mevcut değildi. Bu yüzden İsrail ajanları bu ürünler için sıfırdan bir arka plan hikayesi oluşturdular.

Çağrı cihazı saldırısında yer almayan İsrailli eski bir istihbarat ajanı Reuters'a yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın satın aldıkları ürünleri kontrol etmek için sıkı tedarik prosedürleri uyguladığını söyledi.

Kimliğinin gizli tutulması şartıyla konuşan İsrailli eski ajan, “Arama yaptıklarında bir şeyler bulacaklarından emin olmak istersiniz. Ürün hakkında hiçbir şey bulamamak iyi bir şey değildir” yorumunda bulundu.

Kamuflaj hikayeleri ya da efsaneler yaratmak casuslarda olmazsa olmaz becerilerden biri. Ancak burada çağrı cihazı planını olağandışı kılan, bu pillerin popüler elektronik ürünlerde kullanılmış gibi gösterilmiş olması.

Ajanlar, çağrı cihazları için Hizbullah'ı özel olarak tasarlanmış AR-924 modelini mevcut ve tanınmış bir Tayvan markası olan Gold Apollo adı altında satarak kandırdılar.

Gold Apollo'nun kurucusu ve başkanı Hsu Ching-kuang, çağrı cihazı saldırısından bir gün sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, yaklaşık üç yıl önce şirketten ayrılan eski bir çalışan olan Theresa Wu ve ‘Tom adındaki büyük patronun’ lisans anlaşmasını görüşmek üzere kendisine başvurduklarını söyledi.

dsvfg
Altın Apollo Başkanı Hsu Ching-kwang, çağrı cihazı saldırısından bir gün sonra gazetecilere basın açıklamasında bulundu (AFP)

Hsu, Wu'nun patronu hakkında çok az bilgiye sahip olduğunu, ancak onlara kendi ürünlerini tasarlama ve her yerde bulunan Gold Apollo markası altında pazarlamaları için lisans verdiğini açıkladı.

Reuters, büyük patron Tom’un kimliğini ya da Wu'nun İsrail istihbaratıyla çalışıp çalışmadığını tespit edemedi.

Hsu, AR-924'ü gördüğünde etkilenmediğini, ancak şirketinin internet sitesine ürünün fotoğraflarını ve açıklamasını eklediğini, bunun da kendisine görünürlük ve güvenilirlik kazandırdığını söyledi. AR-924, internet sitesi üzerinden doğrudan satın alınamıyordu.

Çağrı cihazlarının ölümcül özellikleri ya da Hizbullah'a yönelik büyük çaplı saldırı hakkında hiçbir şey bilmediğini söyleyen Hsu, şirketinin bir komploya kurban gittiğini vurguladı.

Gold Apollo daha fazla ayrıntı vermeyi reddederken Wu, Reuters’ın çağrılarına ve mesajlarına yanıt vermedi. Ayrıca saldırılardan bu yana medyaya herhangi bir açıklamada da bulunmadı.

“Bu ürünü biliyorum”

Reuters’ın internet kayıtları ve meta veriler üzerinde yaptığı incelemeye göre AR-924 çağrı cihazını ve pili ile ilgili çevrimiçi sayfalar ve görüntüler 2023 yılının eylül ayında Gold Apollo ürünlerinin yanı sıra dayanıklı çağrı cihazı ve bataryası dağıtım lisansına sahip olduğunu söyleyen apollosystemshk.com adlı internet sitesine eklendi.

İnternet sitesinde Apollo Systems HK adlı bir şirketin Hong Kong adresi yer alıyor. Ancak adreste ya da Hong Kong’taki şirket kayıtlarında bu isimde bir şirket bulunmuyor.

Bununla birlikte bu yılın başlarında Taipei'de Apollo Systems adlı bir şirket kuran Tayvanlı iş insanı Wu, Wu, Facebook sayfasında ve şirket kayıtlarında bu siteye yer verdi.

Apollosystemshk.com internet sitesinde bataryanın olağanüstü performansından bahsediliyor. Şirketin internet sitesine ve YouTube'daki 90 saniyelik tanıtım videosuna göre eski nesil cihazlara güç sağlamak için kullanılan pillerin aksine, şirket pilinin 85 gün dayanması ve bir USB kablosuyla şarj edilebilmesiyle övünüyor.

Reuters, 2023 yılı sonlarında bu yeni pilleri satan iki çevrimiçi pil mağazasının ortaya çıktığını tespit etti. Pilin ticari olarak piyasada bulunmamasına rağmen pillerin konu edildiği çevrimiçi iki forumda katılımcıların bu pili tartıştığı ve Mikevog rumuzlu bir kullanıcı aynı yıl nisan ayında yaptığı bir yorumda “Bu ürünü biliyorum... Harika bir veri sayfası ve harika bir performansı var” diye yazdığı görülüyor.

Reuters, Mikevog’un gerçek kimliğini tespit edemedi.

Reuters’a konuşan eski bir İsrail istihbarat görevlisi ve iki Batılı güvenlik görevlisi internet sitesinin, çevrimiçi mağazaların ve forum tartışmalarının Hizbullah’ı kandırma girişimi esintileri taşıdığını belirttiler. Çağrı cihazlarının Lübnan'da havaya uçurulmasından sonra siteler internetten silinse de kaydedilmiş ve arşivlenmiş kopyalar hala görülebiliyor.

Çağrı cihazı patlamasının ardından Hizbullah liderleri aldıkları güvenlik önlemlerinin nasıl aşıldığını ve işin içinde casusların olup olmadığını anlamak için iç soruşturma başlattıklarını duyurdular.

Reuters’ın daha önceki bir haberine göre cep telefonlarının İsrail tarafından gizlice dinlemesi nedeniyle tehlikeli olduğunu fark eden Hizbullah, yılın başlarında çağrı cihazlarına geçiş yaptı.

Konuya ilişkin bilgi sahibi olan bir kaynak, Hizbullah’ın başlattığı iç soruşturmanın İsrailli ajanların Hizbullah'ın satın alma müdürünün AR-924'ü seçmesini sağlamak için nasıl agresif satış taktikleri kullandığını ortaya çıkarmaya yardımcı olduğunu söyledi.

Teklifi ileten satış elemanı çağrı cihazları için çok düşük bir fiyat teklif ettiğini söyleyen kaynak, satış elemanının teklif kabul edilene kadar fiyatı düşürmeye devam ettiğini de sözlerine ekledi.

Lübnanlı yetkililer, Lübnan'ın egemenliğinin ciddi bir ihlali olarak niteledikleri saldırıları kınadılar. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 19 Eylül'de, İsrail tarafından öldürülmeden önce yaptığı son konuşmada, çağrı cihazı saldırılarının bir ‘savaş ilanı’ olduğunu söyledi ve İsrail'i cezalandırma sözü verdi.

Hizbullah, müttefiki Hamas’la dayanışma amacıyla İsrail askeri bölgelerine roket atmaya başladığı 8 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail ile çatışıyor.

Çağrı cihazı saldırılarının ardından Hizbullah'a karşı topyekûn bir savaş başlatan İsrail, Lübnan'ın güneyine karadan girdi ve hava saldırıları düzenleyerek örgütün üst düzey liderlerinin çoğunu öldürdü.

Hizbullah'ın çağrı cihazı saldırılarıyla ilgili olarak halen devam eden iç soruşturması, patlamadan 11 gün sonra, 28 Eylül'de örgütüm satın alma işlerinden sorumlu, Önleyici Güvenlik Birimi komutanı ve Merkez Konseyi üyesi Nebil Kavuk’un bir İsrail hava saldırısında öldürülmesiyle sekteye uğradı.



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.