İşte İran!

 Tahran rejimi bölgesel stratejisini İsrail'i “ateş çemberi” ile kuşatma kavramı üzerine inşa edebildi.

Vladimir Putin ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Aşkabat'ta düzenlenen uluslararası bir forumun oturum aralarında görüştü (AFP)
Vladimir Putin ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Aşkabat'ta düzenlenen uluslararası bir forumun oturum aralarında görüştü (AFP)
TT

İşte İran!

Vladimir Putin ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Aşkabat'ta düzenlenen uluslararası bir forumun oturum aralarında görüştü (AFP)
Vladimir Putin ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Aşkabat'ta düzenlenen uluslararası bir forumun oturum aralarında görüştü (AFP)

Hasan Fahs

1991 yazı, İran'ın Ortadoğu ve Batı Asya bölgesi meseleleri ile ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Bu aşama genel olarak küresel düzeyde, özel olarak ise Ortadoğu'da önemli bir geçişi temsil ediyordu çünkü Sovyetler Birliği'nin yakında çökeceğine dair açık belirtiler taşıyordu. Nitekim çok geçmeden 28 Aralık 1991'de dağıldığı deklare edildi. Bundan önce iki önemli olay yaşandı; bunlardan ilki Ocak 1991'deki Kuveyt’i Kurtarma Savaşı veya Çöl Fırtınasıydı. Bu operasyon Irak'taki Saddam Hüseyin rejiminin Ağustos 1990'ın başlarında  yaptığı Kuveyt'i işgal etme hatasını düzeltmek için düzenlendi. İkincisi, ABD'nin 30 Ekim 1991'de “Madrid Barış Konferansı”nın düzenlenmesi için baskı yapmasıydı.

Bu tarihin Tahran açısından bir dönüm noktası olduğunu söylememizin nedeni ise başından beri Filistin davasının İslam dünyasının temel davası olarak benimsenmesi sloganını öne süren İran rejiminin bu arenaya girme ve istediği alanı işgal etme konusunda zorlanmasıydı. Zira kendisi ile Arap halkları arasında güvenin tesis edilmesi sürecinde olumsuz bir etken olan Irak ile savaşının üzerinden henüz çok uzun bir süre geçmemişti. Dolayısıyla, Kuveyt'in işgali ona, bölgesel ve uluslararası düzeyde saldırıya uğramış bir devlet olarak imajını onarmak için çalışma olanağı sundu. Savaşın ardından Ortadoğu'da Arap-İsrail çatışmasını sona erdirecek, İsrail'in tanınmasının ve onunla normalleşmenin önünü açacak bir barış sürecinin zeminini hazırlamayı amaçlayan Madrid Konferansı geldi.

Tahran o aşamada, bu konferansın, özellikle de Filistin davası kartının elinden çekip alınması durumunda kendisini kuşatma ve tecrit çemberine sokabilecek olumsuz göstergeler taşıdığını gördü. Bu da stratejik düzeyle ilgilenen ve denklemlerini çizen karar alıcı çevreleri ve derin devleti, Tahran'ın çıkarları ve bölgedeki rolünün geleceği pahasına olacak Madrid Süreci’ni bitirmek için enerjilerini ve çabalarını seferber etmeye yöneltti.

Buradan hareketle Temmuz 1993'te Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan Yedi Gün Savaşı veya İsrail'in kendisine verdiği ad ile Hesaplaşma Operasyonu, Tahran'ın bölgesel denklemler hattına ciddi girişinin, kendisini dışlayan veya kendi çıkarlarını dikkate almayan herhangi bir bölgesel çözümü hayata geçirmenin zorluğunu vurgulama çabasının ilk pratik göstergesi olarak değerlendirilebilir. İran’ın bu korkuları, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün İsrail ile yürüttüğü ve Eylül 1993'te Oslo Anlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan gizli müzakere sürecinin ortaya çıkmasıyla daha da güçlendi. Ardından, İsrail'de “Gazap Üzümleri Operasyonu” olarak bilinen ve Tahran'ın kendisini içermeyen veya kendi ve müttefikleri pahasına olacak herhangi bir çözümü reddetme konusundaki ısrarını teyit eden 1996 savaşı geldi. Suriye ile koordineli olarak İran, Tel Aviv ile Hizbullah arasında temel bir caydırıcılık denklemi oluşturmayı veya özellikle sivillere zarar veren veya hedef alan ihlaller karşısında her bir tarafın yanıt verme hakkını garanti eden Nisan Anlaşması olarak bilinen anlaşmayı sağlamayı başardı.

ABD'nin  “tek kutuplu” dünyayı kontrol eden hakim güç haline geldiği gerekçesiyle Ortadoğu'da başlattığı siyasi ve stratejik gelişmelerin dayattığı bu meydan okumalar karşısında, Tahran ve rejimi, bilhassa Nisan Anlaşması ile Lübnanlı müttefikini güvenlik, siyasi ve askeri açıdan Lübnan denkleminde kilit bir oyuncu olarak kabul ettirmeyi başardıktan sonra, bölgede kendisine bağlı ve sadık güçlerin, fraksiyonların rolünü yeniden tanımlama yoluna gitti. Tahran'ın bölgede inşa etmeye çalıştığı bu rol üç dayanağa veya unsura dayanıyordu. Birincisi, Madrid'e katılan eski cumhurbaşkanı Hafız Esed liderliğindeki Suriye rejimiyle muğlak ittifaktı. Tahran ile Şam arasındaki ilişki, Lübnan arenasındaki müttefikleri aracılığıyla birbirlerine karşı yürüttükleri ve 1980'lerin son yıllarında Emel Hareketi ile Hizbullah arasında yaşanan çatışmaların temsil ettiği uzun bir mücadelenin ardından rol dağılımı ilkesi üzerine kuruldu. Emel ve Hizbullah arasındaki çatışmalar, Lübnan sahasında Suriye kararı ile İran kararı arasındaki çatışmanın ifadesiydi ve sonunda siyasi yönü Şam'ın, ideolojik, maddi ve lojistik destek yönünü ise İran’ın üstlenmesi konusunda anlaşmaya varıldı.

İkinci unsuru ise 1983 yılında İran himayesinde kurulan Hizbullah temsil ediyor. İran sınırları dışında kendisine nüfuz alanları inşa etme projesi çerçevesinde Hizbullah’a destek verdi. Bu destek ise Filistin davasının ve Lübnanlı grubun 1982'de Lübnan'ın işgalinin sonucu olan İsrail işgaline direnme çabalarının savunulması sloganıyla tutarlı, ideolojik doktrinsel bir boyuta dayanıyordu. Üçüncü unsura gelince, 1981'de Filistin toplumu içinde kurulan ve çoğunlukla İran vizyonu ile dogmatik ve ideolojik olarak uzlaşmış İslami Cihat Hareketi tarafından temsil edilmektedir. O dönemde hareket, açık ve belirgin etkisi olan bir ağırlık oluşturmadan, Filistin denkleminde kendine bir yer edinmeye çalışıyordu. Zira özellikle Hamas Hareketi ile Tahran arasında 1987'de kurulan ilişkinin ipleri henüz örülmemişti çünkü Tahran bu hareketin yönelimleri, dahası İhvancı (Müslüman Kardeşler) doğası ve onu İran’ın yönelimlerinden ayıran ideolojik ihtilaf nedeniyle kendisine daha güvenmiyordu.

İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilmesi ya da 2000 yılında güneyin özgürleştirilmesinin yanı sıra bu gelişmeler ve bilhassa bu kurtuluşun, Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in bölgesel ve uluslararası siyasi sahneden ayrılması ve oğlu Beşşar'ın Suriye'de liderliği üstlenmesiyle aynı zamana denk gelmesi, Tahran'ı bölgeye yönelik stratejik görüşünü geliştirmeye sevk etti. Suriye yönetimindeki değişiklik, her iki tarafı da ilgilendiren denklemde, babanın zamanında Tahran'ın Suriye’ye ihtiyacının, oğlunun zamanında ise Tahran’ın Suriye için bir ihtiyaç haline gelmesinin temsil ettiği bir değişiklik şeklinde ifade buldu.

İran liderliğinin bölgeyle ilişkilerinde şekillendirdiği ilk adımlar, Suriye ve Lübnan'daki müttefiklerinin askeri varlığını güçlendirmeye, İsrail'in coğrafi çevresi içinde onu kuşatan devletler ve bölgeler oluşturabilmek için içeride faaliyet gösteren Filistinli örgütler ile ilişkilerini derinleştirmeye dayanıyordu. ABD'nin Irak'ı işgal etmesinden ve buradaki Baas rejiminin devrilmesinden sonra, bu strateji, özellikle de ABD'nin İran'ın Irak arenasındaki nüfuzunu güçlendirmesinin ve Irak’ı bölgede inşa edip kurmak istediği hayati alana dahil etmesinin önünü açan performansının gölgesinde, büyük bir ivme kazandı. DEAŞ’ın bölgede ortaya çıkmasının ardından 2014 yılında Haşdi Şabi Güçleri'nin kurulması ile birlikte de bu strateji daha bütünleşmiş bir hal aldı. DEAŞ, Tahran'ın Suriye arenası ve rejimi üzerindeki hakimiyetini güçlendirmesine yardımcı olan örgüttür.

İran'ın bu hayati alanında Yemenli aktörün de görünmesinden önce, İran rejiminin bu yüzyılın ikinci on yılında Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin önderlik ettiği ve denetlediği bölgesel stratejisini inşa edebildiği söylenebilir. Söz konusu strateji, İsrail'in İran'ı hedef almayı düşünmesini engellemek, doğrudan İran’ı hedef almaya yönelmesini önlemek için çevresi ile onu oyalamak amacıyla etrafında bir “ateş çemberi” oluşturma görüşüne dayanıyordu. İran Dini Lideri’nin Şam'ı savunmanın Tahran'ı savunmak olduğunu ifade ederek Suriye'deki savaşa ilişkin deklare ettiği tutumu da bunu açıkça ortaya koyuyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Indepedent Arabia'dan çevrilmiştir.



Netanyahu, İran’da vurulacak hedeflerin listesini onayladı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun dün (Çarşamba) ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında çekilen bir fotoğraf. (Netanyahu'nun ofisi)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun dün (Çarşamba) ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında çekilen bir fotoğraf. (Netanyahu'nun ofisi)
TT

Netanyahu, İran’da vurulacak hedeflerin listesini onayladı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun dün (Çarşamba) ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında çekilen bir fotoğraf. (Netanyahu'nun ofisi)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun dün (Çarşamba) ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında çekilen bir fotoğraf. (Netanyahu'nun ofisi)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Tahran'ın bu ayın başlarında İsrail'e yaklaşık 200 füze fırlatarak saldırı başlatmasının ardından İran’da vurulacak hedeflerin listesini onayladı.

ABC News'e konuşan İsrailli bir kaynak, Netanyahu'nun İran'a yönelik bir misilleme saldırısına onay verdiğini belirtirken, hedefler hakkında daha fazla ayrıntı vermedi. Bu hedeflerin tümüyle askeri hedefler olup olmadığı da belirtilmedi.

İsrail'in Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Danny Danon, Fox News'e verdiği demeçte, İsrail'in cevabının İran'ı gelecekte benzer saldırıları tekrarlamaktan caydırmak için ‘çok acı verici’ olacağını doğruladı.

Danon, İran'a nasıl karşılık verileceğine İsrail hükümetinin karar vereceğini kaydederek, Başkan Biden'ın ‘orantılı’ bir karşılık konusundaki ısrarına fazla aldırış etmeyeceklerini vurguladı.

Danon, “Saldırının zamanlamasını ve yerini biz belirleyeceğiz. İran rejimi zayıf ve onlara hangi mesajı vermek istediğimize karar vermek bize bağlı. Bu, İran rejimi için çok acı verici olacak. Gelecekte İsrail'e saldırmadan önce iki kez düşünecekler” ifadelerini kullandı.

İran'ın nükleer bir güç olmasını engellemek için dünyanın daha fazlasını yapması gerektiğini vurgulayan Danon sözlerini şöyle sürdürdü: “Eğer bir nükleer bombaya sahip olurlarsa, bununla neler yapabileceklerini hepimiz hayal edebiliriz. Bu yüzden o güne kadar beklemememiz gerektiğini düşünüyorum. ABD, Avrupa ve diğer güçlü demokrasilerin İran'a karşı bugün harekete geçmesini bekliyorum.”

Bu gelişme, ABD'li yetkililerin dün (Çarşamba) AP'ye yaptığı açıklamada, Biden yönetiminin, İran'ın son füze saldırısına karşılık olarak İran'ın nükleer veya petrol tesislerinin hedef alınmayacağına dair İsrail'den güvence aldığına inandığını söylemesinin ardından geldi.

ABD yönetimi, THAAD füze savunma sistemi bataryalarının İsrail'de konuşlandırılmasının, İsrail'in İran'ın misillemesi ve genel güvenlik konularıyla ilgili endişelerinin bir kısmının hafifletilmesine katkıda bulunduğuna inanıyor.

xzvd
THAAD füze savunma sistemi Mart 2019'da İsrail'in Nevatim Hava Üssü’ne ulaştı. (AFP)

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) pazar günü, İran'ın nisan ve ekim aylarında İsrail'e yönelik balistik füze saldırılarının ardından Başkan Joe Biden'ın talimatıyla İsrail'in hava savunmasını güçlendirmek üzere THAAD füze savunma sisteminin konuşlandırıldığını duyurdu.

Diplomatik görüşmelerin hassasiyeti nedeniyle isimlerinin açıklanmaması koşuluyla konuşan ABD'li yetkililer, İsrail'in verdiği güvencelerin kesin olmadığı ve koşulların değişebileceği uyarısında bulundu. Yetkililer, İsrail'in verdiği sözleri yerine getirme konusundaki sicilinin karışık olduğunu ve kararlarının genellikle iç politikadan etkilendiğini, bunun da Washington'un beklentilerini zorlaştırdığını belirttiler.

Netanyahu'nun ofisinden salı günü yapılan açıklamada, İsrail'in ABD'yi dinleyeceği, ancak kararlarını ulusal çıkarlarına göre vereceği belirtildi.

Diğer yandan gazetecilere konuşan İran Savunma Bakanı Aziz Nasırzade, THAAD'ın konuşlandırılmasının ülkesinin operasyonları üzerindeki etkisini küçümsedi ve bunun ‘yeni olmadığını, İsrail'de zaten mevcut olduğunu’ söyledi.

Nasırzade, “Düşmanın bu eylemlerini psikolojik savaşın bir parçası olarak görüyoruz. Özel bir sorun yok. Siyonist varlığın oluşturduğu tehditlerin hiçbiri yeni değil” ifadelerini kullandı.

bffgtn
İran'da milliyetçi duyguları harekete geçirmeye çalışan bir propaganda panosunda Fettah-1 füzeleri Pers mitolojisinin kahramanı Rüstem'in yanında gösteriliyor. (EPA)

Sky News, İsrail'in İran'a vereceği yanıtın Ortadoğu'nun dinamiklerini tamamen değiştireceği öngörüsünde bulundu. İsrail saldırısının ‘an meselesi’ olduğunu ve her an gerçekleşebileceğini kaydetti.

ABD'nin İran'ın olası bir tepkisine karşı İsrail'i destekleyeceğini, ancak askeri desteğinin önümüzdeki 30 gün boyunca Gazze Şeridi'ne insani yardım akışına bağlı olduğunu belirten Sky News, süreçle ilgili soru işaretleri olduğunu kaydetti. Şarku’l Avsat’ın Sky News’ten aktardığına göre, Washington'un İsraillilerin umduğundan daha gelişmiş askeri yardım gönderdiği göz önüne alındığında İsrailliler ABD'den gelen tehditlerin boyutu konusunda şüpheci olabilirler.