Lübnan ABD için jeopolitik önemini yitirdi mi?

Başkanlık seçimleri öncesi zaman tükenirken Biden, Gazze'de ateşkes anlaşmasına varılmasını sağlamakta başarısız oldu

Axel Rangel Garcia
Axel Rangel Garcia
TT

Lübnan ABD için jeopolitik önemini yitirdi mi?

Axel Rangel Garcia
Axel Rangel Garcia

Christopher Phillips

İsrail'in Lübnan’a yönelik mevcut işgali ile 2006 yılında Hizbullah'a karşı yürüttüğü savaş arasında birçok benzerlik olsa da son savaş, özellikle Lübnan’daki kayıplar açısından on sekiz yıl önceki savaşı çoktan geride bıraktı. Lübnan Sağlık Bakanlığı tarafından 4 Ekim'de yapılan açıklamaya göre İsrail tarafından düzenlenen saldırılarda 2 binden fazla kişi öldü, 2006 yılında öldürülen sivil sayısı bin 191 olarak açıklanmıştı. Mevcut savaşta ölen sayısı artacak gibi görünüyor.

Ancak Lübnan'da ölenlerin sayısındaki artış, mevcut savaş ile 2006 arasındaki tek önemli fark değil. İsrail tarafındaki kayıplar nispeten daha düşük. İsrail saldırısının doğası ve Hizbullah'ın gücünü budama stratejisi şimdiye kadar kayıp sayısının nispeten düşük olmasına katkıda bulundu. İsrail’in kuzeyinde 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana 33 İsrailli öldürülürken bu sayı 2006 yılında bir aydan biraz fazla bir sürede 165 olarak kayıtlara geçmişti.

Filistin lideri Yaser Arafat’ın Beyrut'ta Filistinli savaşçılarla birlikte , 26 Haziran 1982 (Getty)Filistin lideri Yaser Arafat’ın Beyrut'ta Filistinli savaşçılarla birlikte , 26 Haziran 1982 (Getty)

2006 yılında yaşananlarla en büyük tezat hiç tartışmasız savaş alanından uzakta, uluslararası toplumda gerçekleşti. 2006 yılının temmuz ve ağustos aylarında uluslararası diplomatlar arasında yoğun bir faaliyet yaşandı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) ve başka uluslararası mecralarda sık sık yapılan toplantılarda önde gelen küresel aktörler, savaşı sona erdirecek bir ateşkese nasıl ulaşılabileceğini tartıştılar. Buna karşın 2024 yılında uluslararası toplum sessiz kaldı ve sessiz kalmaya devam ediyor. Ortadoğu ülkelerinin liderleri İsrail saldırılarını kınamakla yetinirken Batılı ülkeler, özellikle İsrail'in Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü (UNIFIL) mevzilerini hedef almasının ardından itidal çağrısında bulundu. ABD’nin en belirgin tutumu ise sağır edici sessizliği oldu.

ABD'nin neredeyse 70 yıldır Lübnan'daki en etkili dış aktör olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. ABD, Lübnan’daki Batı yanlısı hükümetin çöküşünü önlemek için 1958 yılında asker gönderdi. Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan'ın Özel Temsilcisi Philip Charles Habib, 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgalinin ardından baş müzakereci olarak görev yaptı. Bunun sonucunda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) geri çekildi ve ABD'nin öncü rol oynadığı çok uluslu bir güç ülkeye konuşlandırıldı.

ABD, 2006 yılında İsrail'in Hizbullah'a saldırma hakkını desteklediyse de uluslararası toplumun çatışmayı sona erdirme çabalarına öncülük etti. Ardından Başkan George W. Bush yönetimi başlangıçta BMGK’nın çatışmaların derhal durdurulmasına yönelik çabalarını engellemiş olsa da savaştan iki hafta sonra ateşkes için baskı yapmaya başladı. Bu çabalar önceleri Avrupalı ve Arap diplomatların gözünde İsrail lehine olacak şekilde kayırıcı olarak seyretti ama sonunda Washington, BM'nin 1701 sayılı kararı almasıyla sonuçlanan daha dengeli bir çözümü benimsemeye ikna edildi. ABD her ne kadar İsrail'e yakınlığını gizlemese de kendisini hala uluslararası toplumun lideri ve çatışmanın çözümünden sorumlu aktör olarak görüyordu.

Bugün ise Başkan Joe Biden yönetimini bu tür hesaplar yönlendiriyor gibi görünmüyor. Bir yıldır Gazze'de ateşkes anlaşması için müzakereleri başlatmakta başarısız olan Başkan Biden’ın ekibi, Lübnan'da başka bir girişimde bulunma konusunda hevesli olması mantıklı görünmüyor. ABD’nin iç meseleleri de bu yönde bir rol oynuyor. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı Donald Trump'ın Demokrat Partili rakibi Kamala Harris'e kıyasla daha İsrail yanlısı olduğu düşünüldüğünde, Biden, İsrail yanlısı Demokrat oyların bir kısmını Cumhuriyetçilere kaptırma korkusuyla Binyamin Netanyahu'ya baskı yapmakta isteksiz davranabilir.

Eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın Özel Temsilcisi Philip Charles Habib, Washington'da gazetecilere açıklama yaparken (Getty)Eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın Özel Temsilcisi Philip Charles Habib, Washington'da gazetecilere açıklama yaparken (Getty)

Her ne kadar ABD’li herhangi bir yetkilinin bunu açıkça itiraf ettiğini görmesek de ABD'nin jeopolitik öncelikleri, Başkan Biden’ı kısıtlayan iç faktörlerle birlikte 1982 ya da 2006 yıllarından bu yana dramatik bir şekilde değişti. Beyaz Saray’ın sivillerin öldürülmesini kınadığına şüphe yok. Fakat gerçek şu ki, Lübnan artık Washington için eskisi kadar stratejik öneme sahip değil. 2006 yılı eski Başkan Bush yönetiminin Ortadoğu ülkelerini Batı yanlısı demokrasilere dönüştürmeyi amaçlayan 'teröre karşı savaşı’ zirvesindeydi. ABD, bir önceki yıl, yani 2005 yılında Fransa ile birlikte, Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesinin ardından Suriye'yi Lübnan'dan çıkmaya zorlayarak daha Batı yanlısı bir hükümetin kurulmasını sağlayacağını umduğu seçimlerin önünü açtı. Dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2006 yılındaki şiddet olaylarını ‘yeni bir Ortadoğu'nun doğum sancıları’ olarak tanımlarken, Lübnan'ın ABD'nin bölgeye yönelik planları açısından ne kadar önemli olduğunun sinyallerini vermişti. Ancak Hizbullah’ın ayakta kalması, Bush'un gündemini rayından çıkaran bir rol oynadı.

Benzer şekilde Washington, 1982 yılında FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılmasından memnun olsa da Soğuk Savaş dinamikleri ABD'yi bu çıkışın şeklini dikkatli bir şekilde yönetmeye sevk etti. Lübnan'ın Sovyetler Birliği kampına geçmesi Washington'ın en son isteyeceği şeydi. Benzer kaygılar 1958 yılında dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower'ın müdahale etmesinde de rol oynamıştı.

Buna karşın Lübnan bugün böyle bir jeopolitik öneme sahip değil. Hizbullah'a para ve silah akıtmaya devam eden İran dışında Lübnan, önceleri üzerinde nüfuz sahibi olmak için yarışan birçok dış aktör için değerini yitirmiş durumda. Suriye, iç savaşın patlak vermesinden bu yana nüfuzunu yeniden kazanamayacak kadar zayıf. Hiçbir yeni güç, Lübnan’da nüfuzunu arttırmaya çalışmadı. Türkiye uzun zamandır Lübnan'ın içinde bulunduğu kötü durumdan bahsetmekle birlikte ciddi bir nüfuz oluşturmuş değil. Benzer şekilde Rusya ve Çin de buraya çok az yatırım yaptı.

“Dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2006 yılındaki şiddet olaylarını ‘yeni bir Ortadoğu'nun doğum sancıları’ olarak tanımlarken, Lübnan'ın ABD'nin bölgeye yönelik planları açısından ne kadar önemli olduğunun sinyallerini vermişti.

Lübnan'ı yıllardır etkisi altına alan mali kriz, bölgesel bankacılık merkezi olma özelliğini zayıflattığından yabancılar için cazibesini yitirdi. Lübnan, bölgenin bankacılık merkezi olduğu yıllarda, Suriye'deki iç savaş yüzünden yaz aylarında kara yoluyla Körfez ülkelerinden Beyrut'a akın eden turistlerin önünü kapattı. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre tüm bu faktörleri bir arada değerlendirdiğimizde, Lübnan'ın artık Soğuk Savaş ve Terörle Savaş dönemlerindeki gibi büyük bir ödül olmadığını, ABD'nin bugün savaşı durdurmaya yönelik ilgisizliğinin de bunu kanıtladığını görüyoruz.

Elbette bu durum değişebilir. Yeni faktörler Biden'ı ya da halefini savaşı durdurma konusunda yeniden harekete geçirebilir. Gazze'de olduğu gibi, artan can kayıpları yeni diplomatik girişimleri tetikleyebilir. ABD'de özellikle başkanlık seçimlerinden sonra değişen iç durum, Biden'ı görevdeki son aylarında hem Lübnan hem de Gazze Şeridi’ndeki savaşla daha fazla ilgilenmeye itebilir. Ancak jeopolitik hesapların değişmesi pek olası görünmüyor. ABD'nin genel olarak çatışmaları azaltma ve Ortadoğu'yu istikrara kavuşturma arzusunun ötesinde, Lübnan bir zamanlar sahip olduğu önemi kaybetti. Dolayısıyla Washington'ın Lübnanlıları krizle kendi başlarına mücadele etmelerini istemesi kimse için sürpriz olmasa gerek.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Esed, Hamaney'den gerçekten uzaklaştı mı yoksa bu bir manevra mı?

Esed, 2011 yılında Suriye’de savaşın çıkmasından sonra ikinci kez Tahran'ı ziyaret etti (Hamaney'in resmi internet sitesi)
Esed, 2011 yılında Suriye’de savaşın çıkmasından sonra ikinci kez Tahran'ı ziyaret etti (Hamaney'in resmi internet sitesi)
TT

Esed, Hamaney'den gerçekten uzaklaştı mı yoksa bu bir manevra mı?

Esed, 2011 yılında Suriye’de savaşın çıkmasından sonra ikinci kez Tahran'ı ziyaret etti (Hamaney'in resmi internet sitesi)
Esed, 2011 yılında Suriye’de savaşın çıkmasından sonra ikinci kez Tahran'ı ziyaret etti (Hamaney'in resmi internet sitesi)

İbrahim Hamidi

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Hizbullah'ın tercihlerinden uzaklaşmaya istekli olduğuna dair ilk kez sinyaller göndermiyor, o halde son girişimi öncekilerden farklı mı? Stratejisinden sapan müttefiklerine veya vekillerine karşı şimdiye kadar sessiz kalmayan İran, buna sessiz kalacak mı?

İlişkilerinin aşamalarına, bağlamlarına ve testlerine tarihsel bir dönüş, cevaba katkıda bulunabilir. 1979'da İran'da Devrim’in zafere ulaşmasından sonra, muhalefette iken Humeyni'yi ülkesine kabul etmeyen Cumhurbaşkanı Hafız Esed, Tahran'da yeni rejim ile yeni bir sayfa açma girişiminde bulundu. Humeyni Devrimi’nin başarısından sonra Lübnan'da bulunan İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi muhaliflerinin İran’da iktidarı ele geçirmelerinden yararlandı. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdulhalim Haddam'ı yeni hükümetin kurmayları ve onların Dini Liderleri ile görüşmesi için Tahran’a gönderdi.

Gerçekten de aralarında Ortadoğu'da temel bir özellik haline gelen yeni bir sayfa açıldı. Doğuda Saddam Hüseyin, güneyde İsrail ve Muhammed Enver Sedat ile Menahem Begin arasında imzalanan Camp David Anlaşması nedeniyle kuşatılmış, Lübnan iç savaşı ve Sovyetler Birliği’nin şartları içine gömülmüş Esed, 1980'de başlayan 8 yıllık savaşta Saddam Irakı’na karşı Humeyni İranı'nın yanında yer aldı. İsrail 1982'de Lübnan'ı işgal ettiğinde Esed, Humeyni'nin Devrim Muhafızları’nın Suriye sınırının ikinci yakası olan Bekaa Vadisi'nde Hizbullah’ı kurmasının önünü açtı. Burada faaliyete geçen Hizbullah daha sonra İsrail sınırındaki Güney Lübnan’da bulunan Şii kuluçka merkezine taşındı. ABD, Lübnan arenasına dahil olduğunda, Hizbullah’ın parçalarından doğduğu İslami Cihat hücreleri Beyrut'ta ABD Deniz Piyadelerinin bulunduğu kışlayı havaya uçurdu.

Irak-İran savaşında, tankerler savaşında, Lübnan iç savaşında ve daha birçok meselede baba Esed, İran ekseni ile Arap kucağı arasında bir denge kuruyordu. Gücünün, iki rakip arasında denge kurmak, bir oyuncu ve arabulucu olmakta yattığına inanıyordu. Hatta bu nedenle 1991'de geri dönüp Saddam güçlerini Kuveyt'ten sürmek için kurulan uluslararası koalisyona katıldı.

Esed'in ölümü ve Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in iktidara gelmesi, 11 Eylül 2001 olayları ve 2003'te Saddam'ın devrilmesi ile birlikte, bölgesel dengeler ve Suriye’nin hesapları değişti.

Esed'in ölümü, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in iktidara gelmesi, 11 Eylül 2001 olayları ve 2003'te Saddam'ın devrilmesi ile birlikte, bölgesel dengeler ve hesaplar değişti. Suriye Arap kucağından vazgeçerek İran eksenine yerleşti. 2005 yılında Lübnan başbakanı Refik Hariri'ye düzenlenen suikast ve Suriye ordusunun Lübnan'dan çekilmesiyle aradaki mesafe daha da açıldı.

Suriye'yi İran'dan uzaklaştırmak Arap ve Batılı ülkelerin kaygısı olmaya devam etti. Son yıllarda bunun için iki girişimde bulunuldu.

İlki, 2010'da Hariri suikastı, Irak seçimlerinde İyad Allavi’nin listesinin kazanması, Lübnan seçimlerinde de Saad Hariri'nin listesinin kazanması arka planında, Suriye ve Arap kucağından uzaklaşma sayfasının kapanmasından sonra, Arapların Şam'a sunduğu seçenek, hükümetlerini kurmaları için Allavi ve Hariri'yi desteklemesiydi. İran'ın tercihi ise farklı ve karşıttı. Sonuç olarak Şam, vaatlerin aksine Bağdat ve Beyrut'ta Tahran'ın tercihinin yanında yer aldı.

İkincisi, ABD 2011'de Suriye ile İsrail arasında, Şam'ın, Tahran ve Hizbullah ile ittifakından vazgeçmesi karşılığında işgal altındaki Golan'ın tamamının kendisine geri verilmesini içeren bir barış anlaşmasının imzalanması için tüm ağırlığını koydu. Amerikalı arabulucular gerçekten de anlaşmaların taslağını hazırlayıp Şubat 2011'de Esed'e sundular. Şam da İran'dan boşanacağının işaretlerini verdi. Ancak verilen sözlere ve Hamaney'den uzaklaşma sinyallerine paralel olarak Şam, Tahran ve Hizbullah ile arasındaki askeri iş birliği de artıyordu.

2011'den sonra büyük darbe gerçekleşti. Suriye'de ve bölgede köprünün altından çok su aktı. İran ve Hizbullah “rejimi kurtarmak” için askeri, mali, siyasi ve ekonomik müdahalede bulundu.

2011'den sonra büyük darbe gerçekleşti ve bu seçeneğe ilişkin sayfa kapandı. Suriye'de ve bölgede köprünün altından çok su aktı. İran ve Hizbullah “rejimi kurtarmak” için askeri, mali, siyasi ve ekonomik müdahalede bulundu. Diğer karşıt  güçler de müdahale etti. On üç yıl sonra rejim hala iktidarda ve Hizbullah ve İranlı örgütler de dahil olmak üzere beş ordu ve milisler Suriye'de.

Önerilen senaryolardan biri, 2015 yılında müdahale eden Rusya'nın varlığını herkesin kabul ettiği varsayılarak, İran ve Hizbullah'ın çekilmesini, ABD ve Türkiye'nin Suriye'den çekilmelerine bağlamaktı. Ancak asıl sürpriz, Hamas'ın Ekim 2023'teki saldırısının ardından geldi. Şam'ın bunu Tahran'dan ve direniş ekseninin geri kalan üyelerinden farklı bir tutumla ayrışmak için fırsat olarak gördüğü açıktı. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre Şam'ın diğer adımı ise İsrail'in Hizbullah'a yönelik saldırısını, İran’ın abası altından çıkmak ve Hizbullah’ın genişleyen varlığından kurtulmak için bir fırsat olarak görmesiydi.

Son haftalarda İsrail'in Hizbullah'a yönelik saldırısının başlamasıyla birlikte Şam, Hizbullah'a herhangi bir siyasi, askeri veya medya desteği sağlamamak da dahil olmak üzere, bu yeni yönelimini gösteren birçok adım attı. 2006 savaşının aksine Hizbullah için herhangi bir propaganda ve gösteri olmadı, askeri destek verilmedi. Aksine Suriye ordusu, son on yılda binlerce savaşçısını Suriye'ye konuşlandıran Hizbullah'a karşı savaşı ya görmezden geliyor ya da ona karşı savaşı kolaylaştırıyor. Ordu, milislerin ve Hizbullah’ın İsrail'e karşı herhangi bir eylem düzenlemelerini engelledi ve milisler ile Hizbullah’a karşı sıkı önlemler aldı. Buna ilave olarak, askeri durum, Hizbullah üyelerini kendilerini korumak veya Lübnan'daki “ana savaşa” katılmak için gönüllü olarak geri dönmeye sevk etti.

İran Dışişleri Bakanı, Esed'i, İsrail'e karşı direniş ekseni operasyonlarına katılmaya ikna etmeyi başaramadı. Aynı şekilde Suriyeli mevkidaşı ile bir ortak basın toplantısı düzenlemeyi de başaramadı

Tahran'a gelince, Şam’ın kendisinden uzaklaştığını gösteren pek çok işaret var. Bunun son tezahürü olarak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin Esed'i İsrail'e karşı direniş ekseni operasyonlarına katılmaya ikna etmede başarılı olamadığını belirtmek yeterli. Arakçi, Suriyeli mevkidaşı Bessam el-Sabbağ ile ortak tutum sergilemek için bir ortak basın toplantısı düzenlemeyi de başaramadı, bu nedenle İran Büyükelçiliği’nde açıklamalarda bulunmakla yetindi. Buna ek olarak Şam Kitap Fuarı’nı dolduran İran kitapları, uzun yıllardan sonra ilk kez bu yılki fuarda görülmedi ve görülmesine izin verilmedi.

Suriye’nin verdiği işaretler ve attığı adımlar Şam'daki yeni yönelimi gösteriyor. Bu sadece bir yönelim değil, bir bahis ve kumardır. Bu durumda geriye iki soru kalıyor:

Birincisi, Suriye'nin attığı adımlar, Ortadoğu fırtınasının ve İsrail saldırganlığının merkezinde olmaktan kurtulana, yeni Amerikan başkanı Beyaz Saray'daki ofisine yerleşene kadar zaman kazanmaya mı yönelik? Önceki aşamalarda Esed, dış baskıları hafifletmek veya pencereler açmak için İran ile arasına mesafe koymaya istekli olduğunu ima etmişti. Hizbullah'a yönelik mevcut önlemler ve İran Dini Lideri’nin tercihlerinden uzaklaşmak bir manevra mı, yoksa nihai bir hamle mi?

İkincisi, bilhassa İran, kendisine ihanet eden ve stratejilerinden sapan müttefiklerine ve vekillerine karşı sessiz kalmadığı göz önüne alındığında, Irak'taki nüfuzunun arka bahçesi, Lübnan'daki vekili için ikmal hattı ve Filistin kartı için köprüsü olan Suriye'yi kaybetme konusunda sessiz kalır mı? Yoksa Tahran, Suriye’nin manevrası yalnızca Binyamin Netanyahu'nun “kırmızı çizgileri” aşan saldırılarından ve uyarılarından kaçınmayı hedeflediği, ayrıca Suriye'nin ona ihtiyacı olduğu kadar kendisinin de Suriye'ye ihtiyacı olduğu için mi kabul ediyor?

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.