Fransız diplomatik kaynak: 6 Ekim'e geri dönüş yok

70 ülke ve 15 uluslararası kuruluş yarın Lübnan Destek Konferansı’na katılacak

Lübnan Başbakanı Necib Mikati, ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein ile birlikte (EPA)
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein ile birlikte (EPA)
TT

Fransız diplomatik kaynak: 6 Ekim'e geri dönüş yok

Lübnan Başbakanı Necib Mikati, ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein ile birlikte (EPA)
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein ile birlikte (EPA)

Fikrini geçen ay Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ortaya attığı ve Fransa'nın Birleşmiş Milletler (BM) ile ortaklaşa düzenlediği uluslararası konferansa katılmak üzere yarın (Perşembe) 70 ülke ve 15 uluslararası kuruluş Paris'te hazır bulunacak.

Cumhurbaşkanı Macron'un açılış konuşmasının ardından Lübnan Başbakanı Necib Mikati bir konuşma yapacak. Genelkurmay Başkanı Joseph Avn ise telekonferans yoluyla katılımcılara hitap edecek. Fransa Dışişleri Bakanlığı'na göre Lübnan'daki durum Avn'ın ülkeden ayrılmasına izin vermiyor.

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve Rusya'daki BRICS zirvesine katılmaları nedeniyle bazı dışişleri bakanlarının da bulunmayacağı konferansta bir sonuç bildirisi yayınlanması bekleniyor.

Paris çeşitli düzeylerde davetlerde bulundu, ancak Rusya ve İran'ı dışarıda tuttu. Fransa Dışişleri Bakanlığı katılımcıların tam bir listesini vermedi. Ancak geçtiğimiz cuma günü Avrupa Birliği (AB) ülkelerine, İngiltere gibi dış Avrupa ülkelerine, G20 ülkelerine, ilişkilerin olduğu Arap ülkelerine ve Akdeniz'e kıyısı olan ülkelere davet gönderildiği duyuruldu.

BM ve yan kuruluşlarının katılımı ve çok sayıda ülkenin iştirak etmesi, konferansa ‘uluslararası’ statü kazandırıyor. Bu da teorik olarak beklentileri yükseltiyor. Ancak uluslararası ve bölgesel durum ile İsrail ve Hizbullah arasında 8 Ekim'den bu yana devam eden savaş, konferansın sonucu konusunda temkinli olunmasını gerektiriyor. Diğer yandan Paris'teki diplomatik kaynaklar, beklenen mali ve ayni yardım ve taahhütlerin rakamlarına girmemeye özen gösterdiler.

Konferansın dört başlığı

Konferans dört ana başlıktan oluşuyor: Birincisi, yerinden edilenlere ve eğitim ve sağlık gibi etkilenen kilit sektörlere insani yardım sağlamak. İkincisi, Lübnan Silahlı Kuvvetleri’ni desteklemek. Üçüncüsü, mevcut çatışmaya diplomatik bir çözüm bulunması için bastırmak. Son olarak, Lübnan'ın egemenliğini desteklemek ve cumhurbaşkanlığı boşluğu, iki yıldır görevde olmayan bir hükümet ve sadece ara sıra toplanan bir parlamento ile yaşayan devletin yeniden aktif hale getirilmesi için çalışmak.

Paris'e göre konferans, Lübnan'ın, 2 bin kişinin ölümüne, 10 bin kişinin yaralanmasına ve en az 750 bin kişinin yerinden edilmesine yol açan mevcut krizinde uluslararası seferberliğe ihtiyaç duyduğu kritik bir dönemde gerçekleşiyor.

Görülebileceği üzere söz konusu rakamlar her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Pazartesi gecesi Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu ile yapılan röportajda da görüldüğü üzere Fransa'nın Lübnan'daki durumu okuması son derece kasvetli. Lecornu, kitlesel yerinden edilme ve ‘mezhepsel dinamikler’ nedeniyle Lübnan'ın ‘yakın bir iç savaşa’ sürüklendiği uyarısında bulundu.

Paris: Sınırda eski duruma geri dönüş yok

Ancak üst düzey bir diplomatik kaynak, Savunma Bakanı’nın sözlerinin ‘bağlamından koparıldığını’ öne sürdü. Bununla birlikte, ‘Fransa'nın kitlesel göç hareketiyle bağlantılı mezhepsel gerilimlerden endişe duyduğunu’ ve Lübnan'daki durumun ordunun rolünü ve ikili misyonunu artıran ‘büyük kırılganlık’ ile karakterize olduğunu vurguladı.

Paris, bir yandan ordunun ihtiyaç duyduğu mali ve ayni yardımı, diğer yandan da askeri yardımı detaylandırmaktan kaçınmıyor. “Orduya görevlerini yerine getirebilmesi için gerekli kabiliyetleri sağlamalıyız” diyen Paris hükümeti, İsrail saldırıları sonucunda yaşanan ölüm ve yaralanmalara rağmen ordunun ‘devam eden savaşın bir parçası olmadığını ve savaşın dışında kalacağını’ belirtiyor.

İnsani ve askeri desteğin yanı sıra Paris, yüksek katılım düzeyine rağmen konferanstan fazla bir şey beklemiyor. Paris'teki Arap diplomatik kaynaklar, ABD'nin katılım düzeyinin, İsrail ile Hizbullah arasında devam eden savaşa diplomatik bir çözüm bulunması açısından neler çıkabileceğine dair önemli bir işaret olacağını söyledi.

Konferans, Beyaz Saray'ın Özel Temsilci Amos Hochstein ve Dışişleri Bakanı’nı bölgeye gönderdiği sırada gerçekleşiyor. Paris, Macron ve Joe Biden tarafından geçtiğimiz eylül ayı sonunda başlatılan ve çatışmanın çözümü için diplomatik temaslara kapı açan 21 günlük bir ateşkes çağrısında bulunan Fransa-ABD girişimini yeniden harekete geçirmeye çalışıyor. Ancak iki ABD’li diplomatın taşıdığı önerilerde artık söz konusu girişimden bahsedilmiyor.

Üst düzey diplomatik kaynak, Paris'in hareketlerini ABD tarafının yaptıklarıyla ‘koordine ettiğini’ vurguladı. Her halükârda ABD ve Fransa'nın yaklaşımlarının birleştiği bir nokta var: Paris de Washington gibi 2006 tarihli 1701 sayılı BM kararının uygulanmasına bağlı ve ‘6 Ekim'deki (Lübnan-İsrail sınırındaki) duruma geri dönülmeyeceğini’ düşünüyor. Kaynak, bazılarının savaşın durmasının bir yıldan fazla bir süre önce yaşananların silinmesi anlamına geleceğini düşünebileceğini de sözlerine ekledi. Ancak böyle bir şey olmayacak. Paris Hizbullah'a bunu dikkate alması çağrısında bulundu.

Bununla birlikte Fransa, konferansı cumhurbaşkanlığı boşluğunda bir atılım yapmak için kullanmak istiyor ki bu da şüphesiz beklenen açıklamada önemli bir madde olacak.

Bu bağlamda Fransız kaynak, Paris tarafından kabul edilen ve ateşkes olmasa bile bir cumhurbaşkanının hızla seçilmesini öngören önerinin ateşkese ulaşılması için bir katalizör olabileceğini açıkladı. Bu öneri, Lübnan'ın daha sonra tüm Lübnan dosyasıyla ilgili olarak yapılacak temas ve müzakerelerde güçlü bir şekilde yer almasına yardımcı olacak. Kaynak, Paris'in Hizbullah'la iletişim kurmaya devam ettiğini, ancak bugün işlerin daha zor olduğunu kaydetti. Ayrıca Paris, İran'la da çeşitli düzeylerde diyaloğu sürdürüyor. İsrail'le ilişkileri ise son haftalarda yaşanan gerginliğe rağmen, Macron ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki haftalık iletişimin de gösterdiği gibi normal seyrediyor.



Trump kabul etmez ama Çin'le ticaret savaşında gözünü ilk kırpan o oldu

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Trump kabul etmez ama Çin'le ticaret savaşında gözünü ilk kırpan o oldu

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

ABD Masters Turnuvası'nda golf izleme, bu oyunu bizzat oynama, masaları gezme ve Mar-a-Lago'da yemek yiyenleri selamlama arasında Donald Trump'ın Bertrand Russell'ı incelemek için çok az zaman bulduğunu tahmin etmek makul olur.

Bu üzücü çünkü Britanyalı filozofun 1922'de yayımlanan Çin Sorunu kitabını özümsemek, sadece bu pasajla bile ona ve Amerika'ya fayda sağlayabilir:

Çin ulusu dünyadaki en sabırlı ulus, yüzyılları diğer ulusların on yılları gördüğü gibi görüyor. Temelde yok edilemez ve beklemeye gücü yeter.

Mandarin dilinde Donald Trump'ın bile dikkatini çekebilecek bir başka kısa ifade de var: Birebir çevrildiğinde "Acı yemek" anlamına gelen "chi ku", şikayet etmeden acı çekmek manasında kullanılıyor.

Russell'ın gözlemlediği gibi, Çin'in kültürünü ve yaklaşımını böyle özdeyişler tanımlar. Bugün Pekin'in, ABD'nin dünyanın en kalabalık ülkesiyle ekonomik rekabetini çarpıcı bir şekilde tırmandırmasına karşı kullandığı stratejinin ardında onlar yatıyor.

ABD Başkanı halihazırda göz kırptı ya da göz kırpıyormuş gibi göründü. Cuma günü Çin, ABD'den ithal edilen mallara uygulanan vergiyi yüzde 84'ten yüzde 125'e çıkararak Trump'ın tarifelerine karşılık verdi. Hafta sonu ABD'nin akıllı telefonları, bilgisayarları ve diğer tüketici elektroniği ürünlerini kendi vergi artışlarından muaf tuttuğu açıklandı. Bu bir geri adım gibi görünüyordu.

ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick ise "Hayır" dedi. Bu ürünler belirli ülkelere uygulananların haricindeki vergilerle yakında karşılaşacaktı. Daha sonra Trump, bir sosyal medya paylaşımında bu ürünlere muafiyet tanınmadığını iddia ederek kararlı bir tavır sergiledi. Büyük harfler ortaya çıktı:

Tarifelere yönelik yürüteceğimiz ulusal güvenlik soruşturmalarında Yarı İletkenlere ve TÜM ELEKTRONİK TEDARİK ZİNCİRİNE bakıyoruz.

Yine de mevcut muafiyet, bir geri adım gibi görünüyordu.

Başkan Şi her zamanki gibi hiçbir şey söylemedi. Gelecek günlerde ve haftalarda daha fazlasını bekleyebiliriz: Bir tarafta kas gösterme ve bağırma, karşı cephede sakin metanet.

Bu, Çin'in sarsılmayacağı anlamına gelmiyor. Trump ve çevresinin hesaplarına göre Çin'in ABD'ye ihtiyacı var. Trump'ın sürekli atıfta bulunduğu bu devasa ticaret dengesizliği olmadan, Çin'in ihracatı için buna denk bir pazar yok. Şi ve çalışma arkadaşlarının, ülkelerinin hızla artan refahı, nüfusunu beslemesi ve aynı zamanda şişen orta sınıfın servetindeki artışı körüklemesi için ABD'ye bel bağladığını düşünüyorlar.

Ticaret söz konusu olduğunda, ABD-Çin mücadelesi yeni bir mesele değil. Hatta Trump ilk döneminde ikisi arasındaki eşitsizliğin üstesinden gelmeye çalıştı. Çin, dış ticareti teşvik etmeyi sürdürürken iç tüketimi ve kendi kendine yetmeyi artırma anlamına gelen "ikili dolaşım" veya "yeni kalkınma modeliyle" yanıt verdi.

Trump ikinci kez şansını deniyor. Ancak daha az odaklanmış bir şekilde, üç hedefi tek bir saldırıya dönüştürüyor: Federal geliri artırmak, Kanada ve Meksika gibi ülkeleri uyuşturucu tedariki gibi finansal olmayan nedenlerle cezalandırmak ve daha eşit bir ticaret dengesi sağlamak. Bu, üç danışman grubunu içeriyordu ve bir karmaşa reçetesi oluşturdu.

Aynı zamanda ekonomiyi siyasetle harmanlamaya çalıştı ve tarifeler söz konusu olduğunda ikisi birbiriyle kaynaşmıyor. Ekonomistlere her zaman tarifelerin kötü bir fikir olduğu, dayatılmaması ve bunlara cevap verilmemesi gerektiği öğretilir. Ancak Trump, Amerika'nın siyasi onayını aldığına ve çoğu Amerikalının kendisini destekleyeceğine inanıyor.

Trump bu hamlenin yaklaştığının sinyalini defalarca verdi. Çinliler hazırlık yapabilmiştir. Trump ilk salvoyu yaptığına göre, Amerika'nın üç hedefi vurmak için bir füze ateşlemeye çalışmasını izleyebilirler.

Trump, Çin'in ticaret fazlasına odaklanırken, ABD yönetiminin kendilerine önemli miktarda borçlu olmasından kaynaklanan kilit bir karta sahip olduklarının bilincindeki Çin, öncesinde Trump'ı ikinci bir devlet ziyaretine davet ederek muhtemelen eldeki tek kartını oynayan Birleşik Krallık'ın aksine, metanetini koruyup güvende kalabilir.

Çin, Amerikan dolarlarını doğrudan elden çıkarmasa da sertliğini başka yollarla ifade edebilir: ABD yatırımlarını yavaşlatarak, daha az yatırım yaparak ve sermayeyi başka yerlere yönlendirerek. Çin'in elindeki bir diğer güvence de üretimdeki küresel hakimiyetinin Amerika'nın finansal hizmetler ve yapay zekadaki hegemonyasıyla eşleşmesi. Dağınık ABD yaklaşımının artırdığı bölünmeden de faydalanabilirler. Avrupa, Pekin'e yaklaşmaya hazırlanma işaretlerini halihazırda gösteriyor.

Her iki süpergücün de canı yanacaktır, bunu yapmayacak kadar birbirlerine bağımlılar. Ancak ABD'nin yüksekten atmasını da bir zafer olasılığı gibi yorumlamak da bir hata olabilir. Bir uzlaşma sağlamak zorundalar. Bunun her iki lidere de itibar kaybettirmeden başarılması kritik önemde.

Trump ne söylerse söylesin ve Şi de ne söylemezse söylemesin, rekabetlerinin nereye varacağı neredeyse kesin.

Independent Türkçe