İranlı Lübnan kurtuluş savaşına değil, yıkım savaşına mahkûm

Gerçek şu ki, ülke, dayanma veya gölgesinde yaşama gücünün olmadığı kalıcı bir savaş projesinin rehinesi haline geldi.

Beyrut'un güney banliyösünde İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir binada çıkan yangın (AFP)
Beyrut'un güney banliyösünde İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir binada çıkan yangın (AFP)
TT

İranlı Lübnan kurtuluş savaşına değil, yıkım savaşına mahkûm

Beyrut'un güney banliyösünde İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir binada çıkan yangın (AFP)
Beyrut'un güney banliyösünde İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir binada çıkan yangın (AFP)

Refik Huri

Yıllar önce tecrübeli ve önemli bir Hizbullah yetkilisiyle yaptığım görüşmede kendisi açıkça şöyle demişti: “Biz İran'ın vekili değiliz, biz İran'ız” ve İslam Cumhuriyeti'nin Lübnan'ın İslami direnişin kendisi olduğu ve “o olmasaydı ayakta kalamayacağı, bölgede ve dünyada rol oynayamayacağı” temelinde hareket etmesi doğaldır.

Beyrut'u yakın zamanda ziyaret eden iki ziyaretçi İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ve İran Şura Konseyi Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf'ın diplomasiyi göz ardı ederek, Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri ve geçici Başbakan Necip Mikati'ye, direnişi desteklemesi için resmi Lübnan'ın ne yapması gerektiğini bildirmeleri şaşırtıcı değil. İki İranlı yetkili, Meclis Başkanı ile Başbakan’a ayrıca alınacak herhangi bir kararda direnişin onayını şart koştu ve hatta ateşkes ve 1701 sayılı Kararın uygulanması konusunda Lübnan adına müzakereleri üstlenme isteğini duyurdu. Dahası Kalibaf, “Dini Lider, yetkililer ve İran halkı, Lübnan halkının temel direğidir” dedi. Sürpriz olan ise Başbakan Mikati'nin, otoritenin direnişe "bağlı" hale gelmesinin ardından, Lübnan'ın iç işlerine yönelik “bilinçli müdahaleye” karşı olduğunu duyurmasıydı.

 Bazıları her zamanki gibi Başbakan’ın geç de olsa bu tutumu benimsemesini övdü, bazıları da ABD, Fransa, İngiltere ve Körfez müdahalelerine de karşı olunup olunmayacağını sorguladı. Zira Beyrut’un Amerikan, Avrupalı ​​ve Arap rollerinin yanı sıra, Çin ve Rusya'nın rollerine de ihtiyacı olması bunların müdahalelerine maruz kaldığı gerçeğini değiştirmiyor. Keza İran'ın Lübnan'daki rolüne ihtiyaç duyduğu ve Lübnanlı bir grubun İran'ı dış değil “iç güç” olarak görürken, diğer bir grubun ise Lübnan'ın Batı'ya ve Araplara ihtiyacı olduğuna inandığı gerçeğini de değiştirmiyor

İran Dini Lideri Ali Hamaney'in bununla ilgili “direnin ve sağlam durun” yönünde talimat vermesi bir yana, İsrail düşmanına karşı benimsenmesi gereken tutumu ve işgale direnmenin, saldırganlığa karşı koymanın Lübnan'ın ulusal görevi olduğu konusunu tartışmaya ise gerek yok.

Gazze'deki Hamas hareketine yönelik “destek” savaşının Hizbullah ve tabii ki İran tarafından kararlaştırıldığı, açık bir savaşta büyük bir saldırının ise Netanyahu hükümeti tarafından kararlaştırıldığı doğru. Ancak, ulusal mücadele görevinin, amansız bombardıman altında bile ulusal siyasi tartışma hakkıyla eşleştiği de doğru.

Direniş, sahada dahi olsa ülkeden ve şartlardan bağımsız özel bir proje değil, çatışma sonrası siyasi projenin, Tahran merkezli jeopolitik ve stratejik bir yapı içindeki siyasi bir projenin bir parçası.

Bu proje olmasaydı İran, Irak, Suriye ve Lübnan'da ideolojik silahlı gruplar kurmaya çalışmaz, Yemen'de Husileri, Gazze'de Hamas'ı ve İslami Cihat'ı desteklemezdi. Filistin'in kurtuluşu projenin tamamı değil, ona giden yolda bir aşamadır. Abbas Arakçi'nin misyonları İsrail ve ABD'ye direnmekle sınırlı olan “İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşenini temsil ettiğini” düşündüğü “direniş ekseni” de öyledir.

Ve işte Lübnan da Hizbullah aracılığıyla İsrail düşmanıyla tam teşekküllü bir savaş içinde. Ancak arenalar birliği Hizbullah'ı destekleme konusunda olması gerektiği kadar etkili değil. Direniş ekseninin lideri ve “arenalar birliği” stratejisinin sahibi İran, en güçlü kolu ve tacındaki taş olan Hizbullah’ın yanında doğrudan savaşa müdahil değil.

Sanki Hizbullah'tan zaten ideolojisinin bir parçası olan fedakarlıkları sunması, Lübnan ve Lübnanlılardan, özellikle de direnişin kuluçka merkezinden, sıkıntılara, yerinden edilmelere, yıkımlara ve ülkenin her bölgesine yönelik aralıksız hava saldırılarına katlanmaları isteniyor.

Cumhurbaşkanlığı makamındaki iki yıllık boşluğun ardından, cumhurbaşkanın artık acilen seçilmesi ihtiyacı bile gündeme getirilmiyor. Dahası direniş ekibi, sanki bu boşluk siyasi bir plan ya da sadece partiler arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklanan bir çıkmaz değilmiş ve sanki seçim, hedeflerinden biri de İslami direnişin Lübnan'daki hakimiyetini gevşetmek olan düşmanın bir komplosuymuş gibi davranıyor.

Gerçek şu ki Lübnan, dayanma veya gölgesinde yaşama gücünün olmadığı kalıcı bir savaş projesinin rehinesi haline geldi. Kendisini savunma bahanesiyle eskiyen Lübnan’ı bir tür ortadan kaldırma, ordunun Lübnan’ı koruyamadığı bahanesiyle denklemin üçüncü tarafı olan “direniş” lehine “halk ve orduyu” bir tür kenara itme projesinin esiri oldu. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre ancak direniş silahı da önemine ve taşıyıcılarının gücüne rağmen, İsrail'in canını yaksa da Lübnan’ı koruyamadı.

Eğer sahada Filistin'in özgürleştirilmesi yönünde bir ilerleme kaydedilmiyorsa, Hizbullah ile İsrail’in karşılıklı olarak birbirlerine zarar vermesinin ne faydası var? Lübnan’ın Gazze gibi harap olmasının Filistin'e ve davasına ne faydası olacak? İlk talebi ateşkes, ardından yanmış bir toprakta 1701 sayılı BM Kararının veya başka bir kararın dayatılması olduğu bir savaş nasıl bir savaştır?

En tehlikelisi de İsrail'in projesidir. Zira eski askeri istihbarat komutanı General Amos Yadlin, “savaşın hedeflerinin yenilenmesi” çağrısında bulundu. Savaş tam anlamıyla başlamadan önce şu soruyu sordu: “İsrail, kuzeyde yaşayanları evlerine döndürme hedefine mi bağlı kalmalı, yoksa daha iddialı bir hedef olan Hizbullah'ı devirme, İran'ın etrafımızı kuşatan ateş çemberini parçalama, ardından bunu Şam'dan yöneten hücreyi vurma hedefine mi yönelmeliyiz? Esed rejimini vurmayı, onu İranlılara hizmet etmeye devam etmekle varlığını koruma arasında bir seçim yapmaya zorlamayı mı düşünmeliyiz?”

Dünya, savaşı durduramayan ve İran-İsrail çatışmasını etkileyemeyen bir seyirci ile İran'ın Lübnan başta olmak üzere zayıfların harcandığı bir savaşta İsrail veya suç ortağı olma arasında gidip geliyor.

1956'da Kemal Canbolat, Lübnan sempozyumunda bir konferans vermiş ve şöyle demişti: “Lübnan bir akıl ülkesi, rasyonalite ülkesi, Ortadoğu’nun Atina’sı olmak için var oldu. Başkaları aldanabilir veya Sparta rolünü oynama riskine girebilir ama bu bizim rolümüz değil.” Bu bilge bir görüş. Ancak korkutucu ve endişe verici olan, Lübnan'ın Atina rolünü kaybederek yıkılmış bir Sparta'ya dönüşmesidir.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



ABD'de yeni ankete göre ilk oylarda Harris 2'ye 1 önde

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

ABD'de yeni ankete göre ilk oylarda Harris 2'ye 1 önde

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Yeni bir ankete göre ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, oylarını kullanmış seçmenler arasında Donald Trump'a karşı neredeyse 2'ye 1'lik bir üstünlüğe sahip.

USA TODAY/Suffolk Üniversitesi'nin yayımladığı ankete göre Harris, halihazırda oy kullanmış seçmenler arasında Trump'a karşı yüzde 63'e yüzde 34'lük bir farkla, yani neredeyse 2'ye 1'lik bir oranla önde.

Oy vermek için seçim gününe kadar beklemeyi planlayan seçmenler sözkonusu olduğundaysa bu oran tersine dönüyor. Yüzde 52 Trump'a, yüzde 35 ise Harris'e oy vereceğini söylüyor.

Bazı eyaletlerde postayla ve şahsen erken oy verme işlemleri çoktan başladı. Ankete göre, her 7 katılımcıdan biri halihazırda oy kullandığını belirtti. Üçte biri erken oy kullanmayı planladığını söyledi ve bu grup yüzde 52'ye yüzde 39'la Harris'i destekliyor.

Ankete katılanların neredeyse yarısı seçim günü oy vermek için beklemeyi planladığını söyledi.

Anket sonuçlarına göre Harris, yüzde 45'e yüzde 44 gibi son derece düşük bir farkla Trump'ın önünde.
 

Görsel kaldırıldı.
Seçmenler, Helene Kasırgası'ndan kötü etkilenen dağlık ilçelerden birinde, Kuzey Carolina'nın Marion kentinde, oy verme işleminin ilk gününde oylarını şahsen kullanmak için sırada bekliyor (Reuters)


14'le 18 Ekim arasında sabit hat ve cep telefonları üzerinden gerçekleştirilen anket, bin katılımcıyı kapsıyor ve 3,1 artı ya da eksi hata payına sahip.

Halihazırda oy kullandığını söyleyen her 5 katılımcıdan biri en önemli konu olarak "kürtaj hakları/kadın hakları"nı gösterirken, ikinci sırada ekonomi ve enflasyon yer aldı.

Suffolk Siyasi Araştırma Merkezi Direktörü David Paleologos, USA TODAY'e, erken oy kullanma oranlarının Harris lehine çıkmasının Demokratlar için faydalı olduğunu, zira Harris'e seçim günü seçmenlerini kazanmak için daha fazla zaman kazandırdığını ve kasıma güçlü bir liderlikle girdiğini gösterdiğini söyledi.

2020 seçiminde, büyük ölçüde Trump'ın bu oy kullanma yöntemlerinin seçim günü oy kullanmaktan daha az güvenli olduğuna dair temelsiz iddiaları nedeniyle, Demokratların posta yoluyla oy kullanma ya da erken oy kullanma olasılığı Cumhuriyetçilere kıyasla yaklaşık iki kat fazlaydı.

Cumhuriyetçi Parti daha sonra bu konudaki tutumunu değiştirdi ve seçmenlerini sandık başına erken gitmeye teşvik ediyor.

Georgia, oy pusulalarının açıldığı salı gününden bu yana erken oy kullanmada önceki katılım rekorlarını kırdı. Eyalette sandıklar açıldığından bu yana 1,4 milyondan fazla kişi erken oy kullandı. Fox News'e göre 1,3 milyondan fazla oy şahsen kullanıldı ve 80 binden fazla posta oyu kullanıldı.

Erken oy verme işleminden genel seçimin durumu hakkında çok fazla sonuç çıkarmak zor, özellikle de erken oy verme yaşlı seçmenlere yönelme eğiliminde olduğu için. New York Magazine, Election Lab'e göre erken oy kullananların yaşını bildiren 9 eyalette seçmenlerin yüzde 49'unun 65 yaş üzerinde, sadece yüzde 16'sının 40 yaş altında olduğunu aktardı.

Independent Türkçe