Araştırma: AB ülkelerindeki Müslümanların yarısı ayrımcılığa maruz kalıyor

Londra'nın Trafalgar Meydanı'nda Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)
Londra'nın Trafalgar Meydanı'nda Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)
TT

Araştırma: AB ülkelerindeki Müslümanların yarısı ayrımcılığa maruz kalıyor

Londra'nın Trafalgar Meydanı'nda Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)
Londra'nın Trafalgar Meydanı'nda Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)

Bugün (Perşembe) yayınlanan bir araştırmaya göre, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yaşayan Müslümanların neredeyse yarısı günlük yaşamlarında ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve Hamas'ın Ekim 2023'te İsrail'e yönelik saldırısının ardından ‘nefretin keskin bir şekilde arttığını’ bildirdi.

AB Temel Haklar Ajansı Sözcüsü Nicole Roman AFP'ye yaptığı açıklamada, toplanan verilere göre ‘AB'de Müslüman olmanın giderek zorlaştığını’ belirtti.

Ekim 2021 ve Ekim 2022 tarihleri arasında 13 AB ülkesinde 9 bin 600 kişiyle yapılan araştırmaya göre, Müslümanların neredeyse yarısı günlük yaşamlarında ayrımcılıkla karşılaştıklarını söylerken, bu oran 2016'da yapılan son araştırmada yüzde 39'du.

Roman, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail yerleşimlerine saldırması ve Gazze Şeridi'nde savaşın patlak vermesinden bu yana, Ortadoğu'daki çatışmanın körüklediği ‘Müslümanlara yönelik nefrette keskin bir artış’ olduğunu kaydetti.

AB Temel Haklar Ajansı ayrıca, temmuz ayında antisemitizmde belirgin bir artış olduğunu bildirdi.

Yeni araştırmaya göre Müslümanlara yönelik ayrımcılık en yüksek Avusturya'da (yüzde 71) görülürken, onu Almanya (yüzde 68) izledi. Fransa'da bu oran yüzde 39 iken, İspanya ve İsveç'teki ayrımcılık Avrupa'da en düşük seviyede.

Çalışma, özellikle işgücü piyasası ve konut arayışında, başörtüsü takan kadınlara ve daha az oranda da olsa İslami sınırlara uygun kıyafetler giyinen erkeklere karşı ayrımcılıkta ‘keskin bir artış’ olduğunu ortaya koydu.

Araştırmaya göre, ‘Müslümanlar sadece dinleri nedeniyle değil, aynı zamanda ten renkleri ve etnik kökenleri nedeniyle de hedef alınıyor.’

Bu ‘endişe verici’ bulguların bir sonucu olarak ajans, AB'nin Müslümanlara yönelik ırkçılıkla mücadeleye odaklanmasını tavsiye etti. AB Temel Haklar Ajansı Başkanı Serpa Rocio'ya göre bu olgu, ‘kıta genelinde gözlemlenen insanlık dışı söylemler’ nedeniyle daha da kötüleşiyor.

Pew Araştırma Merkezi'nin 2016'da yaptığı son nüfus sayımına göre AB'deki ikinci dini grup olan Müslümanların sayısı 26 milyon, yani 27 ülkeden oluşan bloğun toplam nüfusunun yüzde 5'i. Almanya ve Fransa blokta en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkeler.

Raporda Müslümanların sayısının ‘Afganistan, Irak ve Suriye'deki çatışmalardan kaçanlar nedeniyle son yıllarda önemli ölçüde arttığı’ kaydedildi.

AB Temel Haklar Ajansı’nın yayınladığı ilk rapora, Avrupa Komisyonu'nun Müslüman karşıtı nefretle mücadele için bir koordinatör pozisyonu oluşturması eşlik etti.



İran rejimi ölümcül bir darbe ile devrilir mi?

İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)
İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)
TT

İran rejimi ölümcül bir darbe ile devrilir mi?

İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)
İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)

Badiya Fahs

Her ne kadar İsrail, İran'a askeri yanıtı için uygun zaman ve yeri henüz belirlememiş, vuracağı hedeflerin mahiyetini, hedefinde nükleer veya petrol tesisleri mi yoksa askeri üsler mi olacağını henüz belirlememiş olsa da, yaygın kanaat, İsrail'in bu kez yanıt verme fırsatını değerlendirerek İran'a karşı büyük bir stratejik saldırı gerçekleştireceği ve bunun rejime yönelik ölümcül bir darbe olabileceği yönünde.

Pek çok kişi, 40 yılı aşkın bir süredir kendisi ile bölge halkları ve ülkeleri arasında derin rekabet ve düşmanlıklar biriktirme konusunda başarılı olan İran rejiminin, kendisine merhamet dileyecek kimseyi bulamayacağına, tam tersine, kendisini devrilmesi konusunda hevesli ve bunu teşvik eden kişilerle çevrili bulacağına inanıyor. İsrail'in, elde ettiği Amerikan teknolojilerine dayanarak hazırlandığı olası saldırısına herhangi bir dayanışma veya destek bulamadan, tek başına karşı koyacağını düşünüyor.

Lübnan Hizbullahı'nın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Kayseriye kentindeki evini hedef alarak İsrail içinde gerçekleştirdiği güvenlik ihlali ve İran'ın, inkar etmesine rağmen bu saldırının sorumlusu olarak suçlanmasının ardından, görünen o ki İsrail, İran'a sınırlı bir askeri saldırı düzenlemek ile yetinmeyecek; her zaman olduğu gibi ve sızdırılan bilgilere göre bu seferki yanıt tahripkar ve can yakıcı olacak.

İsrail’in yanıtını hevesle bekleyenler, İran rejimini devirecek ya da en azından devrilmesi için geri sayımı başlatacak ölümcül bir İsrail saldırısının, altyapıyı veya petrol tesislerini yerle bir etmesi durumunda iç ekonomik durumu daha da kötüleştireceği gerçeğine dayanıyor. Saldırı, nükleer tesisleri hedef alır ve insanlar hayatlarının doğrudan tehdit altında olduğunu hissederlerse, bu durum kaçınılmaz olarak rejimin kontrol etmesi zor olacağı isyanlara ve halk protestolarına yol açabilir, çünkü saldırı rejimi zayıflatacak ve sokağa dikkatini vermesini engelleyecektir. Bu aynı zamanda İsrail'i hedef listesini genişletmeye ve saldırılarını yoğunlaştırmaya teşvik edecek, böylece saldırı kapsamlı bir savaşa dönüşecek ve rejimin devrilmesi arzu edilen ilk sonucu olacaktır.

Görünen o ki İsrail, İran'a sınırlı bir askeri saldırı düzenlemekle yetinmeyecek; her zaman olduğu gibi ve sızdırılan bilgilere göre bu seferki yanıt tahripkar ve can yakıcı olacak.

Bu beklentiler dakik ve gerçekçi olmasa da, İsrail'in İslam rejiminin ana ekonomik damarlarını kesmeye yönelik olası şiddetli saldırılar düzenlemesi durumunda, bunun öncelikli sonuçlarından birinin bir iç ekonomik kriz yaşanması olacağı inkar edilemez. Bu da kuşkusuz rejimin baskıcı gücünü zayıflatacak ve sokakta kaosa yol açacak, ancak bu, başka herhangi bir rejim gibi mutlaka İran rejiminin de devrilmesine yol açmayacaktır. Örgütlenmeye, önderlik etmeye, iktidarda oluşacak boşluğu doldurmaya hazır bir taraf yoksa, rejimin devrilmesi için sokak tek başına yeterli olamaz. Protestolar düzenlemek bir şey, iktidarı devralmak başka bir şeydir ve hem içeride hem de dışarıda İran muhalefetinde eksik olan şey de budur. Ayrıca diğer diktatör rejimler gibi İran rejiminin de kendini zayıf hissettiğinde baskı ve zulüm yöntemleri daha da baskıcı ve zalim olacaktır. İran rejimi içeride kırılgan olduğundan baskı ile halkıyla savaşırken, dışarıda böyle bir çatışmaya hazırlık olarak eğittiği, finanse ettiği ve donattığı vekil güçler aracılığıyla oluşturduğu caydırıcı güce dayanarak savaşıyor. Kendisine yakın bir tehlike olduğunu hissettiğinde, bir parola ile vekillerine, düşman veya komplocu olarak gördüğü her ülkeyi etkileyecek kapsamlı sabotaj operasyonlarını başlatmalarını isteyebilir.

Yurtdışındaki İran muhalefeti, İsrail'in İran'a karşı geniş çaplı bir savaş başlatması halinde İran ordusunun, devrimin  zafer kazandığı 1979'da olduğu gibi muhtemelen ikiye bölüneceğine inanıyor. Bölünme, hazır veya uyumlu bir siyasi alternatifin yokluğunda, rejimi destekleyenler ile onu değiştirmek isteyenler arasında iç çatışmanın patlak vermesine yol açacaktır. Bu ya kısa vadeli, en güçlünün kontrolü ele geçirdiği ya da rejimi tüketip zayıflatana kadar devam edecek, rejimin yapısında bazı değişikliklere yol açabilecek ama tamamen çöküşüne yol açmayacak bir iç mücadele olacaktır.

Tarihsel olarak savaş durumunda iktidarın değişmesi mümkündür. Almanya'nın Nazizmin çöküşünden sonra yaşadığı deneyim bunun bir örneğidir. Ancak Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan iki atom bombası dışında -ki bu elbette mümkün değil- hiçbir rejim hava saldırıları ile yıkılamaz

Ortadoğu'ya gelince yabancı bir askeri güç ülkelerine müdahale ettiğinde durum hep daha da kötüleşmiş ve kaos yaşanmıştır. Somali'den Afganistan, Irak, Libya ve Suriye'ye bunun örnekleri çoktur. Ortadoğu'daki çatışmalara tüm gücüyle müdahale eden ve ülkeleri kasıtlı olarak kaos ve çatışma içinde bırakarak geri çekilen ABD başta olmak üzere, eski rejimi devirmek veya iç çatışmayı sona erdirmek amacıyla müdahale eden hiçbir yabancı güç bu ülkelerin hiçbirinde istikrarı sağlayamadı.

Her halükarda, İran rejiminin devrilmesi, tıpkı DEAŞ’ın bitirilmesinin Sünni Müslümanları radikalizm ve kan dökme tuzağından kurtarması gibi, bölgedeki diğer bileşenlerden çok Arap Şiilere hizmet edecektir. İsrail'in parçalanması da dünyadaki Yahudilerin çıkarına olacak, onun devrilmesi ya da çöküşü Filistin'i ve Filistin halkından geride kalanları yok olmaktan kesinlikle koruyacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.