İran rejimi ölümcül bir darbe ile devrilir mi?

Saldırının ilk sonucu bir iç ekonomik kriz yaşanması olacaktır

İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)
İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)
TT

İran rejimi ölümcül bir darbe ile devrilir mi?

İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)
İran'ın 1 Ekim'de İsrail'e fırlattığı 180 füzeden birinin İsrail’in güneyindeki enkazı (EPA)

Badiya Fahs

Her ne kadar İsrail, İran'a askeri yanıtı için uygun zaman ve yeri henüz belirlememiş, vuracağı hedeflerin mahiyetini, hedefinde nükleer veya petrol tesisleri mi yoksa askeri üsler mi olacağını henüz belirlememiş olsa da, yaygın kanaat, İsrail'in bu kez yanıt verme fırsatını değerlendirerek İran'a karşı büyük bir stratejik saldırı gerçekleştireceği ve bunun rejime yönelik ölümcül bir darbe olabileceği yönünde.

Pek çok kişi, 40 yılı aşkın bir süredir kendisi ile bölge halkları ve ülkeleri arasında derin rekabet ve düşmanlıklar biriktirme konusunda başarılı olan İran rejiminin, kendisine merhamet dileyecek kimseyi bulamayacağına, tam tersine, kendisini devrilmesi konusunda hevesli ve bunu teşvik eden kişilerle çevrili bulacağına inanıyor. İsrail'in, elde ettiği Amerikan teknolojilerine dayanarak hazırlandığı olası saldırısına herhangi bir dayanışma veya destek bulamadan, tek başına karşı koyacağını düşünüyor.

Lübnan Hizbullahı'nın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Kayseriye kentindeki evini hedef alarak İsrail içinde gerçekleştirdiği güvenlik ihlali ve İran'ın, inkar etmesine rağmen bu saldırının sorumlusu olarak suçlanmasının ardından, görünen o ki İsrail, İran'a sınırlı bir askeri saldırı düzenlemek ile yetinmeyecek; her zaman olduğu gibi ve sızdırılan bilgilere göre bu seferki yanıt tahripkar ve can yakıcı olacak.

İsrail’in yanıtını hevesle bekleyenler, İran rejimini devirecek ya da en azından devrilmesi için geri sayımı başlatacak ölümcül bir İsrail saldırısının, altyapıyı veya petrol tesislerini yerle bir etmesi durumunda iç ekonomik durumu daha da kötüleştireceği gerçeğine dayanıyor. Saldırı, nükleer tesisleri hedef alır ve insanlar hayatlarının doğrudan tehdit altında olduğunu hissederlerse, bu durum kaçınılmaz olarak rejimin kontrol etmesi zor olacağı isyanlara ve halk protestolarına yol açabilir, çünkü saldırı rejimi zayıflatacak ve sokağa dikkatini vermesini engelleyecektir. Bu aynı zamanda İsrail'i hedef listesini genişletmeye ve saldırılarını yoğunlaştırmaya teşvik edecek, böylece saldırı kapsamlı bir savaşa dönüşecek ve rejimin devrilmesi arzu edilen ilk sonucu olacaktır.

Görünen o ki İsrail, İran'a sınırlı bir askeri saldırı düzenlemekle yetinmeyecek; her zaman olduğu gibi ve sızdırılan bilgilere göre bu seferki yanıt tahripkar ve can yakıcı olacak.

Bu beklentiler dakik ve gerçekçi olmasa da, İsrail'in İslam rejiminin ana ekonomik damarlarını kesmeye yönelik olası şiddetli saldırılar düzenlemesi durumunda, bunun öncelikli sonuçlarından birinin bir iç ekonomik kriz yaşanması olacağı inkar edilemez. Bu da kuşkusuz rejimin baskıcı gücünü zayıflatacak ve sokakta kaosa yol açacak, ancak bu, başka herhangi bir rejim gibi mutlaka İran rejiminin de devrilmesine yol açmayacaktır. Örgütlenmeye, önderlik etmeye, iktidarda oluşacak boşluğu doldurmaya hazır bir taraf yoksa, rejimin devrilmesi için sokak tek başına yeterli olamaz. Protestolar düzenlemek bir şey, iktidarı devralmak başka bir şeydir ve hem içeride hem de dışarıda İran muhalefetinde eksik olan şey de budur. Ayrıca diğer diktatör rejimler gibi İran rejiminin de kendini zayıf hissettiğinde baskı ve zulüm yöntemleri daha da baskıcı ve zalim olacaktır. İran rejimi içeride kırılgan olduğundan baskı ile halkıyla savaşırken, dışarıda böyle bir çatışmaya hazırlık olarak eğittiği, finanse ettiği ve donattığı vekil güçler aracılığıyla oluşturduğu caydırıcı güce dayanarak savaşıyor. Kendisine yakın bir tehlike olduğunu hissettiğinde, bir parola ile vekillerine, düşman veya komplocu olarak gördüğü her ülkeyi etkileyecek kapsamlı sabotaj operasyonlarını başlatmalarını isteyebilir.

Yurtdışındaki İran muhalefeti, İsrail'in İran'a karşı geniş çaplı bir savaş başlatması halinde İran ordusunun, devrimin  zafer kazandığı 1979'da olduğu gibi muhtemelen ikiye bölüneceğine inanıyor. Bölünme, hazır veya uyumlu bir siyasi alternatifin yokluğunda, rejimi destekleyenler ile onu değiştirmek isteyenler arasında iç çatışmanın patlak vermesine yol açacaktır. Bu ya kısa vadeli, en güçlünün kontrolü ele geçirdiği ya da rejimi tüketip zayıflatana kadar devam edecek, rejimin yapısında bazı değişikliklere yol açabilecek ama tamamen çöküşüne yol açmayacak bir iç mücadele olacaktır.

Tarihsel olarak savaş durumunda iktidarın değişmesi mümkündür. Almanya'nın Nazizmin çöküşünden sonra yaşadığı deneyim bunun bir örneğidir. Ancak Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan iki atom bombası dışında -ki bu elbette mümkün değil- hiçbir rejim hava saldırıları ile yıkılamaz

Ortadoğu'ya gelince yabancı bir askeri güç ülkelerine müdahale ettiğinde durum hep daha da kötüleşmiş ve kaos yaşanmıştır. Somali'den Afganistan, Irak, Libya ve Suriye'ye bunun örnekleri çoktur. Ortadoğu'daki çatışmalara tüm gücüyle müdahale eden ve ülkeleri kasıtlı olarak kaos ve çatışma içinde bırakarak geri çekilen ABD başta olmak üzere, eski rejimi devirmek veya iç çatışmayı sona erdirmek amacıyla müdahale eden hiçbir yabancı güç bu ülkelerin hiçbirinde istikrarı sağlayamadı.

Her halükarda, İran rejiminin devrilmesi, tıpkı DEAŞ’ın bitirilmesinin Sünni Müslümanları radikalizm ve kan dökme tuzağından kurtarması gibi, bölgedeki diğer bileşenlerden çok Arap Şiilere hizmet edecektir. İsrail'in parçalanması da dünyadaki Yahudilerin çıkarına olacak, onun devrilmesi ya da çöküşü Filistin'i ve Filistin halkından geride kalanları yok olmaktan kesinlikle koruyacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



AB'de ırkçılık ve ayrımcılık hızla artıyor: Müslümanlar tehdit altında

Almanya'da radikal sağcı AfD'nin yükselişine karşı binlerce kişi protesto düzenlemişti (AFP)
Almanya'da radikal sağcı AfD'nin yükselişine karşı binlerce kişi protesto düzenlemişti (AFP)
TT

AB'de ırkçılık ve ayrımcılık hızla artıyor: Müslümanlar tehdit altında

Almanya'da radikal sağcı AfD'nin yükselişine karşı binlerce kişi protesto düzenlemişti (AFP)
Almanya'da radikal sağcı AfD'nin yükselişine karşı binlerce kişi protesto düzenlemişti (AFP)

Avrupa Birliği (AB) Temel Haklar Ajansı (FRA), Avrupa'daki Müslümanların "her zamankinden daha fazla ırkçılık ve ayrımcılıkla" karşı karşıya olduğunu bildiriyor. 

FRA'nın bugün yayımladığı rapora göre Müslümanlar okulda zorbalığa maruz kalıyor, iş fırsatlarına erişimde eşitsizlik yaşıyor ve ev kiralamakta ya da satın almakta önyargılarla karşılaşıyor.  

Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İspanya ve İsveç'te yaşayan yaklaşık 9 bin 600 Müslümanın katılımıyla gerçekleştirilen ankette, AB'deki her iki Müslümandan birinin günlük yaşamında ırkçılık ve ayrımcılıkla karşılaştığı belirtiliyor. Bu oran, FRA'nın 2016'da yaptığı araştırmada yüzde 39'du. Raporda, Müslümanlara yönelik ırkçılıkta "keskin artış gözlemlendiği" vurgulanıyor. 

Viyana merkezli FRA, Müslümanlara ırkçılığın özellikle iş piyasasında belirgin hale geldiğini ve bunun "barınma, eğitim veya sağlık hizmetleri gibi hayatın diğer alanlarında da zincirleme etki yarattığını" bildiriyor. Söz konusu ülkelerden ankete katılan Müslümanların yüzde 39'u iş piyasasında ayrımcılığa uğradığını, yüzde 41'iyse gereğinden fazla nitelikli oldukları işlerde çalışmak zorunda kaldığını belirtiyor. 

Katılımcıların üçte biri, ayrımcılık nedeniyle ev satın almalarının veya kiralamalarının engellendiğini söylüyor. Yüzde 35'e denk gelen bu oran, 2016'da yüzde 22'ydi. 

Avrupa'da doğan Müslümanların yüzde 55'i son 5 yıl içinde iş ararken ırkçılığa uğradığını söylüyor. Diğer çalışan adaylarıyla aynı seviyede dil becerilerine ve benzer niteliklere sahip olmalarına rağmen eşit muamele görmediklerini belirtiyorlar. 

Başörtülü kadınlar da işgücü piyasasında daha çok ayrımcılıkla karşılaştığını ifade ediyor. Dini kıyafet giyen 16-24 yaşındaki kadınların yüzde 58'i ırkçılığa uğradığını söylüyor.

FRA, Müslümanlara yönelik ırkçılığın en çok Avusturya, Almanya ve Finlandiya'da arttığına dikkat çekiyor. 

Nazi kökenli göçmen karşıtı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), 29 Eylül'de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 28,8'ini alarak tarihinde ilk kez birinci olmuştu. Ancak SS Tümgenerali Anton Reinthaller tarafından 1956'da kurulan FPÖ'yle hiçbir partinin ittifak yapmak istememesi nedeniyle hükümet henüz oluşturulamadı. Rapora göre, Avusturya'da Müslümanların yüzde 71'i yakın zamanda ırkçılıkla karşılaştığını bildiriyor. 

Avusturya'nın komşusu Almanya'da da radikal sağcı Almanya için Alternatif (AfD) 1 Eylül'deki eyalet seçimlerinde ülkenin doğusundaki Thüringen ve Saksonya'da büyük yükseliş yakalamıştı. Thüringen'de oyların yaklaşık yüzde 33'ünü alarak net galibiyet elde eden göçmenlik karşıtı parti, Nazilerden bu yana ülkede eyalet seçimi kazanan ilk radikal sağcı parti olmuştu. Saksonya'da yarışı yüzde 30 oyla ikinci sırada bitirmişlerdi. FRA raporuna göre Almanya'da yaşayan Müslümanların yüzde 68'i ırkçılığa maruz kaldığını söylüyor. 

Rapor, 7 Ekim 2023'te başlayan Gazze savaşından önce hazırlandı. FRA Direktörü Sirpa Rautio, Ortadoğu'daki çatışmalarla ırkçılığın daha da arttığına dikkat çekerek şunları söylüyor: 

Avrupa'da Müslümanlara yönelik ırkçılık ve ayrımcılıkta endişe verici bir artış görüyoruz. Bu durum Ortadoğu'daki çatışmalardan besleniyor ve kıta genelinde gördüğümüz dehümanize edici Müslüman karşıtı söylemlerle daha da kötüleşiyor.

FRA Sözcüsü Nicole Romain, bu artışın Gazze savaşından önce başladığına işaret ederek, "Bundan önce bile AB'de Müslüman olmak giderek zorlaşmaya başlamıştı" diyor. 

Independent Türkçe, Guardian, Arab News, BBC, CNN