Ben Gvir: İran tehdidini ortadan kaldırmak “tarihi bir görev”

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir (DPA)
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir (DPA)
TT

Ben Gvir: İran tehdidini ortadan kaldırmak “tarihi bir görev”

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir (DPA)
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir (DPA)

Aşırı sağcı İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir dün yaptığı açıklamada, ülkesinin İran'daki askeri hedeflere yönelik saldırılarını memnuniyetle karşıladı, ancak İran tehdidini ortadan kaldırmanın İbrani devleti için "tarihi bir görev" olmaya devam ettiğini vurguladı.

Ben Gvir, "X" platformunda "İran'a yönelik saldırının, İran'ın stratejik çıkarlarına zarar verecek ilk saldırı olarak önemli olduğunu" belirtti ve "İran tehdidinin ülkeyi yok etmesini engellemek İsrail'e düşen tarihi bir görevdir" ifadelerini kullandı.

Diğer yandan, eski Savaş Konseyi Bakanı Benny Gantz da saldırılara övgüde bulundu.

Gantz’ın açıklamasında, "İran rejimine karşı savaşımızda yeni bir aşamayı temsil ediyor ve onların İsrail'e zarar verme yönündeki başarısız girişimlerine karşılık olarak büyük hasara neden oluyor. Aynı zamanda gelecekteki operasyonların da önünü açıyor" ifadeleri yer aldı.

Ganz, İran'a yönelik saldırılar, “saldırganlığını sürdürmeyi seçmesi halinde İsrail'in rejime verebileceği zararın sadece bir kısmıdır” dedi.

Gantz, haziran ayında Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin Gazze'deki savaş sonrası döneme ilişkin bir planı olmaması nedeniyle istifa etti. İsrail ordusu, 7 Ekim 2023'te İsrail'e yönelik saldırısından bu yana Hamas'a yönelik kanlı bir askeri operasyon sürdürmeye devam ediyor.



Direniş liderlerinin siyasi algıları üzerine

Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)
Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)
TT

Direniş liderlerinin siyasi algıları üzerine

Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)
Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)

Macid Kayali

Direniş örgütlerinin ve özellikle de Hamas ve Hizbullah’ın liderleri, sempatizanları ve destekçileri, İsrail ile mücadeleye ilişkin görüşlerine ve mücadeleyi azami sınıra kadar zorlama gerekçelerine (örneğin Muhammed Ed-Dayf'ın 07.10.2023 tarihli konuşması) bu devletin zayıflığını, içini dolduran birçok kriz ve bölünmeyi kanıt göstermeye alıştılar.

Elbette bu krizler, bölünmeler eski, derin, güçlü ve 2023 yılında, Aksa Tufanı öncesinde Netanyahu, Smotrich ve Ben Gvir üçlüsünün liderliğindeki aşırı sağcı hükümetin, Yüksek Mahkeme tarafından temsil edilen yargı otoritesini zayıflatma  girişiminin arka planında zirveye ulaşmıştı. Söz konusu girişim üç otoriteye (yürütme, yasama ve yargı) hakim olmayı ve dolayısıyla bir Yahudi ve din devleti karakterinin, İsrail'in Filistin halkıyla olan ilişkisinde değil (Yahudi vatandaşları için) liberal demokratik sisteme bağlı laik bir devlet olma karakterine üstün gelmesini sağlamayı amaçlıyordu.

İsrail toplumunda “hükümet koalisyonu” kampı ile muhalefet kampı ve aynı zamanda İsrail toplumundaki dini ve laik akımlar arasındaki gerilimden kaynaklanan bölünmenin arka planında, o zamanlar İsrailliler, (örneğin Ilan Pappé'nin dediği gibi) İsrail'in iç savaşın, hatta çöküşün eşiğinde olduğundan bahsediyorlardı. Nitekim o dönemde pek çok analist, Netanyahu döneminin sona erebileceğini ve sonraki genel seçimlerde onun siyasi arenanın dışında kalacağını ileri sürüyordu.

Hatırlatmak gerekirse, bu güçlü bölünmenin sarsıntıları ve etkileri, yedek olarak askeri hizmete katılmayı reddetme, istifalar, askerlik yapmamakla tehdit etme, (dini okulların öğrencileri olan) Haredimlerin diğer İsrail vatandaşları gibi askeri hizmeti yerine getirmelerinin gerekliliği üzerinde diretme üzerinden İsrail'in en önemli eritici potası olan askeri kuruma da uzanmıştı.

Bu görüşün sorunu, İsrail'in uzun bir savaşa dayanma gücünün zayıf olduğu, insani, ekonomik ve siyasi açıdan büyük kayıplara yol açacak bir savaşa dayanamayacağı ve İsraillilerin kendi sınırları içinde bir savaşla yaşamaya dayanamayacakları ile ilgili ön önermeler içermesidir.

Ancak bu görüşün en tehlikeli tezahürleri, İsrail'in çöküşün eşiğinde olduğu, örümcek ağından bile daha zayıf olduğu, iç krizlerin ve çatışmaların onu zayıflattığı konusunda aceleci ve neredeyse tam bir kesinlikle yapılan konuşmalarda ortaya çıkıyor. Bu, rasyonellikten, gerçekçilikten, objektiflikten uzak, temennici ve kaderci bir bakış açısıdır.

İsrail'in çöküşün eşiğinde olduğu ve örümcek ağından daha zayıf olduğu konusunda aceleyle ve neredeyse kesin bir biçimde konuşmak tehlikelidir.

Sonuç olarak bu tehlike, Filistin halkının yaşadığı tüm felaketlere ve İsrail'in özellikle Gazze'deki Filistinlilere karşı 13 aydır acımasız soykırım savaşını sürdürmesine, ardından güneyde, Beyrut’un güney banliyösünde ve Bekaa’da Lübnan’a karşı yürüttüğü yıkıcı savaşa rağmen, “bizim kayıplarımız taktik, İsrail'in kayıpları stratejiktir, İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı ve direnişin iyi olduğu” gibi yanlış ve aceleci algılara veya çıkarımlara yol açtı. Bu tam bir çıkarım ya da ikincil bir detay değil, çünkü İsrail'in söz konusu bölgelerdeki insanları, ağaçları, taşları yok etme sürecine yönelik korkunç ve tehlikeli bir umursamazlık içeriyor.

Aslında bu kesinlikler, İsrail'in siyasi sisteminin biçimi, insan kaynağını ve toplumu, ekonomik gücünü ve ileri teknolojinin dünyadaki en önemli merkezlerinden biri olarak teknolojik üstünlüğünü yönetme şekliyle somutlaşan sürekli ve derin gücüne ilişkin etkenleri gözden kaçırıyor. İsrail bunların yanı sıra güvenliğini, istikrarını ve çevresine karşı çeşitli açılardan üstünlüğünü garantiye alma açısından da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin güvencelerine sahip bulunuyor.

Sorun aynı zamanda İsrail'in krizlerinden ve iç anlaşmazlıklarından bahsedenlerin, kendi güç dengelerini hesaplamadaki zayıflıklarını, iç krizlerini, toplum ve çevreyle ilişkilerinin zayıflığını görmezden gelmeleridir. Aynı zamanda Lübnan, Filistin, Arap dünyasındaki devlet ve toplumsal çevrelerdeki çatırdamaları, bölünmeleri, sorunları ve krizleri, ek olarak Yemen'de ve Arap Maşrık (Levant) ülkelerinde artan İran etkisi tehdidiyle yüzleşmek de dahil olmak üzere diğer meydan okumaları ve endişeleri de unutmuş görünüyorlar.

Ayrıca, yüzölçümü, nüfusu ve kaynakları az olan İsrail'in, kendi koşullarını yönetme ve İran ile Türkiye gibi kendisinden daha büyük bölgesel güçler karşısında bile kendisini bölgesel bir güç olarak kabul ettirme konusundaki üstünlüğü gerçeğini de görmezden geliyorlar.

Liderlerin siyasi tercihlerini arzuların, duyguların ve sloganların kontrol ettiği bir inat, kibir ve inkar durumu, İsrail'i sözlü olarak veya söylemlerle tehdit etmek, buna karşılık sahada güç denklemlerini stratejik açıdan kendi lehine değiştirememek arasındaki büyük uçurumun da açıklaması olabilir.

Bu inat, kibir ve inkar durumu, İsrail'i sözlü olarak veya söylemlerle tehdit etmek, buna karşılık güç denklemlerini stratejik açıdan değiştirememek arasındaki büyük uçurumun açıklaması olabilir.

Belki de Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah örneği, bunu çok iyi gösteriyor; kendisi İsrail'i tehdit ettikten ve İsrail'i tek ayak üzerinde tutmakla tehdit ettikten yalnızca bir hafta sonra (19 ile 27.09.2024 tarihleri ​​arasında) öldürüldü. Bu, önemli bir etkisi olmayan direniş füzeleri ile binaları veya birkaç katlı kuleleri yok eden ve şehirlerin çehresini tamamen değiştiren İsrail füzeleri arasındaki fark için de geçerli.

Aynı bağlamda İsrail Gazze'de Filistinlilere karşı imha savaşını sürdürürken, Lübnan savaş arenasına dahil olurken ve iki cephede savaş, bir gün burada diğer gün başka bir yerde yaşanan bombardıman ve çatışmaların şiddetini hafifletmez veya sınırlandırmazken, direnişin iyi olduğu, İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı konuşuluyor. Oysa Hamas ile Hizbullah'ın ve hatta bu savaşa katılmaktan mümkün olduğu kadar uzak durmayı tercih eden İran’ın gücü ile uluslararası ilişkilerine dayanan İsrail’in kendi gücü arasında her türlü denge eksikliğinin olduğu açıkça görülen bir gerçeklik.

Bu liderlerin dayandığı diğer fikir, ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki kişisel antipati bahanesi altında, İsrail'in Batılı ülkelerle, özellikle de ABD ile ilişkilerinin doğasına ilişkin algılarındaki kusur veya yüzeysellikle ilgilidir. Zira bu hem kişisel hem de politik anlamda gerçek bir antipatidir, ancak pratik açıdan küçük ve ikincil istisnalar dışında tüm İsrail politikalarını destekliyor gibi görünen ABD'nin gözünde İsrail'in stratejik konumuna zarar vermemektedir. İsrail'in güvenliğini ve üstünlüğünü garanti etmeye, onu siyasi, askeri ve mali açıdan desteklemeye devam etmesi de bunun pratik kanıtıdır. Kibri, inkarı ve inadı bırakıp, onunla baş etmeyi bilmek, sonuçlarından ve tehlikelerinden korunmak için bunu idrak etmek gerekir.

*Bu makale Şarku’l  Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.