Direniş liderlerinin siyasi algıları üzerine

Bir örümceğin ağından daha zayıf

Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)
Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)
TT

Direniş liderlerinin siyasi algıları üzerine

Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)
Tahran'da dün düzenlenen protestoda, İsrail saldırısında öldürülen Nasrallah'ın selefi Haşim Seyfettin'in posterleri binalara asıldı (Reuters)

Macid Kayali

Direniş örgütlerinin ve özellikle de Hamas ve Hizbullah’ın liderleri, sempatizanları ve destekçileri, İsrail ile mücadeleye ilişkin görüşlerine ve mücadeleyi azami sınıra kadar zorlama gerekçelerine (örneğin Muhammed Ed-Dayf'ın 07.10.2023 tarihli konuşması) bu devletin zayıflığını, içini dolduran birçok kriz ve bölünmeyi kanıt göstermeye alıştılar.

Elbette bu krizler, bölünmeler eski, derin, güçlü ve 2023 yılında, Aksa Tufanı öncesinde Netanyahu, Smotrich ve Ben Gvir üçlüsünün liderliğindeki aşırı sağcı hükümetin, Yüksek Mahkeme tarafından temsil edilen yargı otoritesini zayıflatma  girişiminin arka planında zirveye ulaşmıştı. Söz konusu girişim üç otoriteye (yürütme, yasama ve yargı) hakim olmayı ve dolayısıyla bir Yahudi ve din devleti karakterinin, İsrail'in Filistin halkıyla olan ilişkisinde değil (Yahudi vatandaşları için) liberal demokratik sisteme bağlı laik bir devlet olma karakterine üstün gelmesini sağlamayı amaçlıyordu.

İsrail toplumunda “hükümet koalisyonu” kampı ile muhalefet kampı ve aynı zamanda İsrail toplumundaki dini ve laik akımlar arasındaki gerilimden kaynaklanan bölünmenin arka planında, o zamanlar İsrailliler, (örneğin Ilan Pappé'nin dediği gibi) İsrail'in iç savaşın, hatta çöküşün eşiğinde olduğundan bahsediyorlardı. Nitekim o dönemde pek çok analist, Netanyahu döneminin sona erebileceğini ve sonraki genel seçimlerde onun siyasi arenanın dışında kalacağını ileri sürüyordu.

Hatırlatmak gerekirse, bu güçlü bölünmenin sarsıntıları ve etkileri, yedek olarak askeri hizmete katılmayı reddetme, istifalar, askerlik yapmamakla tehdit etme, (dini okulların öğrencileri olan) Haredimlerin diğer İsrail vatandaşları gibi askeri hizmeti yerine getirmelerinin gerekliliği üzerinde diretme üzerinden İsrail'in en önemli eritici potası olan askeri kuruma da uzanmıştı.

Bu görüşün sorunu, İsrail'in uzun bir savaşa dayanma gücünün zayıf olduğu, insani, ekonomik ve siyasi açıdan büyük kayıplara yol açacak bir savaşa dayanamayacağı ve İsraillilerin kendi sınırları içinde bir savaşla yaşamaya dayanamayacakları ile ilgili ön önermeler içermesidir.

Ancak bu görüşün en tehlikeli tezahürleri, İsrail'in çöküşün eşiğinde olduğu, örümcek ağından bile daha zayıf olduğu, iç krizlerin ve çatışmaların onu zayıflattığı konusunda aceleci ve neredeyse tam bir kesinlikle yapılan konuşmalarda ortaya çıkıyor. Bu, rasyonellikten, gerçekçilikten, objektiflikten uzak, temennici ve kaderci bir bakış açısıdır.

İsrail'in çöküşün eşiğinde olduğu ve örümcek ağından daha zayıf olduğu konusunda aceleyle ve neredeyse kesin bir biçimde konuşmak tehlikelidir.

Sonuç olarak bu tehlike, Filistin halkının yaşadığı tüm felaketlere ve İsrail'in özellikle Gazze'deki Filistinlilere karşı 13 aydır acımasız soykırım savaşını sürdürmesine, ardından güneyde, Beyrut’un güney banliyösünde ve Bekaa’da Lübnan’a karşı yürüttüğü yıkıcı savaşa rağmen, “bizim kayıplarımız taktik, İsrail'in kayıpları stratejiktir, İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı ve direnişin iyi olduğu” gibi yanlış ve aceleci algılara veya çıkarımlara yol açtı. Bu tam bir çıkarım ya da ikincil bir detay değil, çünkü İsrail'in söz konusu bölgelerdeki insanları, ağaçları, taşları yok etme sürecine yönelik korkunç ve tehlikeli bir umursamazlık içeriyor.

Aslında bu kesinlikler, İsrail'in siyasi sisteminin biçimi, insan kaynağını ve toplumu, ekonomik gücünü ve ileri teknolojinin dünyadaki en önemli merkezlerinden biri olarak teknolojik üstünlüğünü yönetme şekliyle somutlaşan sürekli ve derin gücüne ilişkin etkenleri gözden kaçırıyor. İsrail bunların yanı sıra güvenliğini, istikrarını ve çevresine karşı çeşitli açılardan üstünlüğünü garantiye alma açısından da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin güvencelerine sahip bulunuyor.

Sorun aynı zamanda İsrail'in krizlerinden ve iç anlaşmazlıklarından bahsedenlerin, kendi güç dengelerini hesaplamadaki zayıflıklarını, iç krizlerini, toplum ve çevreyle ilişkilerinin zayıflığını görmezden gelmeleridir. Aynı zamanda Lübnan, Filistin, Arap dünyasındaki devlet ve toplumsal çevrelerdeki çatırdamaları, bölünmeleri, sorunları ve krizleri, ek olarak Yemen'de ve Arap Maşrık (Levant) ülkelerinde artan İran etkisi tehdidiyle yüzleşmek de dahil olmak üzere diğer meydan okumaları ve endişeleri de unutmuş görünüyorlar.

Ayrıca, yüzölçümü, nüfusu ve kaynakları az olan İsrail'in, kendi koşullarını yönetme ve İran ile Türkiye gibi kendisinden daha büyük bölgesel güçler karşısında bile kendisini bölgesel bir güç olarak kabul ettirme konusundaki üstünlüğü gerçeğini de görmezden geliyorlar.

Liderlerin siyasi tercihlerini arzuların, duyguların ve sloganların kontrol ettiği bir inat, kibir ve inkar durumu, İsrail'i sözlü olarak veya söylemlerle tehdit etmek, buna karşılık sahada güç denklemlerini stratejik açıdan kendi lehine değiştirememek arasındaki büyük uçurumun da açıklaması olabilir.

Bu inat, kibir ve inkar durumu, İsrail'i sözlü olarak veya söylemlerle tehdit etmek, buna karşılık güç denklemlerini stratejik açıdan değiştirememek arasındaki büyük uçurumun açıklaması olabilir.

Belki de Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah örneği, bunu çok iyi gösteriyor; kendisi İsrail'i tehdit ettikten ve İsrail'i tek ayak üzerinde tutmakla tehdit ettikten yalnızca bir hafta sonra (19 ile 27.09.2024 tarihleri ​​arasında) öldürüldü. Bu, önemli bir etkisi olmayan direniş füzeleri ile binaları veya birkaç katlı kuleleri yok eden ve şehirlerin çehresini tamamen değiştiren İsrail füzeleri arasındaki fark için de geçerli.

Aynı bağlamda İsrail Gazze'de Filistinlilere karşı imha savaşını sürdürürken, Lübnan savaş arenasına dahil olurken ve iki cephede savaş, bir gün burada diğer gün başka bir yerde yaşanan bombardıman ve çatışmaların şiddetini hafifletmez veya sınırlandırmazken, direnişin iyi olduğu, İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı konuşuluyor. Oysa Hamas ile Hizbullah'ın ve hatta bu savaşa katılmaktan mümkün olduğu kadar uzak durmayı tercih eden İran’ın gücü ile uluslararası ilişkilerine dayanan İsrail’in kendi gücü arasında her türlü denge eksikliğinin olduğu açıkça görülen bir gerçeklik.

Bu liderlerin dayandığı diğer fikir, ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki kişisel antipati bahanesi altında, İsrail'in Batılı ülkelerle, özellikle de ABD ile ilişkilerinin doğasına ilişkin algılarındaki kusur veya yüzeysellikle ilgilidir. Zira bu hem kişisel hem de politik anlamda gerçek bir antipatidir, ancak pratik açıdan küçük ve ikincil istisnalar dışında tüm İsrail politikalarını destekliyor gibi görünen ABD'nin gözünde İsrail'in stratejik konumuna zarar vermemektedir. İsrail'in güvenliğini ve üstünlüğünü garanti etmeye, onu siyasi, askeri ve mali açıdan desteklemeye devam etmesi de bunun pratik kanıtıdır. Kibri, inkarı ve inadı bırakıp, onunla baş etmeyi bilmek, sonuçlarından ve tehlikelerinden korunmak için bunu idrak etmek gerekir.

*Bu makale Şarku’l  Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İsrail medyası Gazze savaşı söylemini değiştirdi

İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir bölgeye düzenlediği hava saldırısında ölen çocukların cenazeleri, 25 Ekim 2024 (AFP)
İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir bölgeye düzenlediği hava saldırısında ölen çocukların cenazeleri, 25 Ekim 2024 (AFP)
TT

İsrail medyası Gazze savaşı söylemini değiştirdi

İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir bölgeye düzenlediği hava saldırısında ölen çocukların cenazeleri, 25 Ekim 2024 (AFP)
İsrail'in Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bir bölgeye düzenlediği hava saldırısında ölen çocukların cenazeleri, 25 Ekim 2024 (AFP)

Emel Şehade

İsrail medyası, bir yılı aşkın bir süredir istisnasız olarak İsrail’in siyasi ve askeri kurumlarının Hamas tarafından gerçekleştirilen 7 Ekim 2023 saldırısının detaylarına ilişkin hakim söylemi sürdürme politikasını destekliyor. Saldırının en az bin 200 İsraillinin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına yol açtığı üstüne basa basa ifade edilirken saldırının ardından İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne açtığı savaşın Gazzeliler üzerindeki etkisine ise değinilmiyor.

İsrail Hava Kuvvetleri tarafından düzenlenen bombardımanlar sonucunda Gazze'de yıkılan binaları ve tahribatı gösteren görüntüler, ‘İsrail ordusunun gücünü’ yansıtan teknik terimler ve ifadeler eşliğinde ekranlara yansıtılıyor.

Bugün bile, İsrail'in çeşitli cephelerde bir savaşla karşı karşıya olduğu, her gün daha fazla askerinin öldüğü, çok sayıda can kaybının yaşandığı ve çoğu şehrin büyük ölçüde tahrip olduğu gerçeğine rağmen televizyon kanalları, halen 7 Ekim’i hem halkın maruz kaldıkları açısından hem de onları uzun saatler boyunca savunmasız bırakan siyasi ve askeri liderlerin başarısızlıkları açısından haber yapıyor.

Bir yılı biraz aşkın bir süre önce Hamas üyelerinin çığlık atan İsraillileri rehin aldıkları ve güney sakinlerinin evlerini terk ettikleri sahneler, halen İsraillilerin zihinlerinde tazeliğini korurken ekranlara hakim olmaya devam ediyor.

Gazeteler de aynı politikayı izledi, ancak ABD'nin, Tel Aviv'in Gazze Şeridi'ne insani yardımlar sağlamaması halinde İsrail'e silah vermeyeceği tehdidinde bulunmasının ardından, Gazze'de ölü sayısının 43 bine yükseldiği ve bunların büyük bölümünün masum kadın ve çocuklardan oluştuğu gerçeği karşısında son günlerde Gazze'deki insani boyuta ilişkin söylem ve görsellerde değişiklikler oldu.

İsrailliler çok kısa bir süredir ‘toplu katliam’, ‘soykırım’ ve benzeri terimler kullanmaya başladılar. Sicha Mekomit adlı haber sitesinde ve Haaretz gazetesinde yer alan ürkek bir dille yazılmış makaleler dışında İsrail basını Gazze’deki katliamlara hiç değinmedi.

Şarku’l Avsat’ın Haaretz gazetesinden aktardığı habere göre İsrail ordusu tarafından yayınlanan raporlar ve yapılan açıklamalar, ‘yalan propaganda’ olarak nitelendirildi.

Haberde şu ifadeler yer aldı:

“Bir yandan ordunun stratejisi ve bu stratejinin sonuçlarıyla ilgili bilgilerin gizlenmesi, diğer yandan ordunun yalan propagandayı sürdürmesi, Gazze'ye yönelik saldırının bir savunma savaşı olarak lanse edilmesine ve Gazzelilere yönelik soykırım yasağının kaldırılması sonucunu doğurmasına açık bir şekilde katkıda bulundu. İsrail medyası yayınlarında aynı bilgileri saklayarak ve Hamas ve Gazze Şeridi’ndeki Hamas’a yakın sağlık ve yardım kuruluşlarından gelen bilgileri gri kutuya alarak kamuoyuna ulaşmasına engel oldu. İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ndeki eylemlerini ve bu eylemlerinin sonuçlarını tahrif etmeden haberleştiremedi. İsrail medyası tek vücut olarak İsrail ordu adına sözcülük yaptı ve propagandasını kamuoyuna aktardı.”

Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin durumu üzerine kapsamlı yazılar kaleme alan İsrail-Filistin işleri uzmanı Carolina Lindsman, “İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği büyük yıkıma ilişkin görüntülerin İsrail kamuoyundan saklanması ve konunun kamuoyu önünde tartışılmasının yasaklanması, Hamas'ın 7 Ekim'de bize yaptıklarının görüntüleriyle kasıtlı olarak ağır bir şekilde eleştirilmesinin diğer yüzüdür. İsrailliler Gazze'nin yıkımına kayıtsız kalırken, kurbanların tanıklıklarıyla her geçen gün daha fazla ilgileniyorlar” ifadelerini kullandı.

Lindsman, şöyle devam etti:

“Bu mağdurların kendileri de etkileyici bir kişisel dayanıklılık sergiliyor. Esir alındıktan sonra serbest bırakılan yaşlı kadınlar, stüdyolarda onlarla röportaj yapan yayıncılardan daha sağlam duruyorlar. Yahudi toplumunun mağdurlarla aynı duruşu sergileme istekliliği göz ardı edilemez. İsrail, ‘Felaket Günü’ çerçevesinde bir yılı aşkın bir süredir çalışıyor. Kampların tasvirlerinin ve hayatta kalanların tanıklıklarının yerini 7 Ekim'in görüntüleri ve o günün tanıklıkları aldı. Ancak film müziği aynı. Duygusal açıdan niyet de aynı. Bu duygu azalmadı, aksine artıyor.”

Filistinlilerin öldürülmesinin meşrulaştırılması

ABD Başkanı Joe Biden'a hitaben yazılan mektubu imzalayan İsrailli akademisyenlerden biri olan öğretim görevlisi Maya Rosenfeld, savaş sırasında İsrail'e silah ve para ambargosu uygulanması çağrısında bulundu.

Rosenfeld, açık ve net bir şekilde “Gazze Şeridi'ndeki soykırım ve toplu yıkım, Filistinlileri insan tozuna dönüştürerek herhangi bir siyasi çözümü engellemeyi amaçlayan bir stratejinin parçasıdır” ifadelerini kullandı.

İsrail’in saldırıları sonucunda Gazze Şeridi’nde öldürülen Filistinlilerin sayısının 11 binden fazlası çocuk olmak üzere 42 bini aştığını söyleyen Rosenfeld, “Tüm bunlar göklere haykıran ve sütunları sarsması gereken rakamlar. Bu bir cinayet. Korkunç çığlıklarla gökyüzünü delen bir sayı” diye konuştu.

dvrf
Kudüs'ün merkezindeki bir caddede rehinelerin aileleri tarafından düzenlenen bir gösteri sırasında rehinelerin fotoğraflarını tutan İsrailli protestocular, 24 Ekim 2024 (AFP)

Rosenfeld, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği ve açıkça ‘insanlığa karşı suç ve tüm uluslararası yasaların ihlali’ olarak nitelendirdiği katliamların ciddiyetini yansıtan rakamlara dikkati çekti.

Rosenfeld, şunları söyledi:

“Temel eğitim almış, kültür sahibi herkes, binlerce çocuğu öldürmek için ölümcül araçların büyük bir güçle ve hiç duraksamadan kullanılması gerektiğini bilir. Yirminci yüzyılda yaşanan korkunç olaylara tanıklık eden ya da bu olayları öğrenen herkes, sivil bir nüfusa yönelik soykırımın insanlığa karşı işlenmiş bir suç ve yardıma muhtaçları korumak ve daha da korkunç bir duruma dönüşmesini engellemek için yazılmış uluslararası yasaların bir ihlali olduğunu bilir. Ancak İsrail'de ordu izin verdiği sürece Gazzelileri öldürmek serbest. 7 Ekim'den bu yana hükümet karşıtı protestolarda toplu katliamdan neredeyse hiç söz edilmemesi, bu yasağın kaldırıldığının belki de en açık göstergesidir. Öldürmenin herhangi bir meşruiyeti var mı? Öldürmenin meşruiyeti olmasaydı, devam etmezdi. Ancak daha da önemlisi, İsrail'deki Yahudi kamuoyunun çoğunluğunun Gazzelileri modern uygarlığın sivillere yönelik soykırıma getirdiği uluslararası yasağın dışında tutmasının sebebi ne?”

Rosenfeld'e göre bu sorunun yanıtının bir kısmı hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da Filistinliler için insan hayatına verilen değerin sürekli olarak düşürüldüğü İsrail işgal rejiminden kaynaklanıyor.

Rosenfeld, şöyle devam etti:

“İsrail, Filistinlileri işgali altındaki topraklarından atmak ve kaynaklarını çalmak, onları duvarların ve kontrol noktalarının ardındaki küçük yerleşim alanlarına hapsetmek, emekleriyle geçimlerini sağlamalarını engellemek, özgür sosyal, siyasi ve kamusal yaşamdan mahrum bırakmak ve bağımsızlıklarını ve ulusal kurumlarını kurmalarını engellemek için sistematik olarak askeri güç, askeri yargı ve askeri mahkemeyi kullandı. Bu politika Filistinlilerin yaşamının her alanına zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda İsrail'deki Yahudi kamuoyunun gözündeki değerlerini de önemli ölçüde azaltmıştır.”

Toplu katliamı meşrulaştırmak

Rosenfeld'e göre İsraillilerin gözünde Filistinlilerin hayatlarının değersiz olmasının temelleri, İsrail’in işgalinin sona ermesi ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına dayanan barışa tamamen sırtını dönmesine, işgal altındaki toprakların askeri güç kullanılarak sonsuza kadar elde tutulabileceği görüşünün güçlenmesine ve komutanlarının ve askerlerinin temel uzmanlık alanı işgal altındaki toprakları ve sakinlerini kontrol etmek ve her türlü Filistin direnişini bastırmak olan bir ordu yaratmasına dayanıyor.

Bu görevi çok uzun süre yerine getirmenin İsrail ordusunu kullandığı şiddeti tırmandırmaya ve bundan etkilenen Filistinlilerin sayısını artırmaya ittiğini söyleyen Rosenfeld, “Zorunluluk bahanesiyle Filistinlilerin kitlesel olarak öldürülmesinin gerekçesi İsraillilerin boğazından kolayca geçirildi” ifadelerini kullandı.

“Kahretsin, henüz yeterince öldürmedim”

Lindsman ise Filistinlilerin hayatlarının değeri ya da İsrail ordusunun Filistinli çocukları, kadınları ve sivilleri öldürmesinin ötesinde ordunun Filistinlileri öldürmesinin meşrulaştırılması sorununun durdurulamaz hale geldiğini belirtti.

Lindsman, şöyle devam etti:

“Şu anda Gazze'de doyumsuz bir insan gibi savaşıyorlar. Kaygıyla hareket ediyorlar. Bu yüzden hiçbir askeri başarı ve ölüm, İsrail'e zafer duygusu getirmeyecek. ‘Savaş böyle bir şey' diyerek Gazze'deki soykırımı, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar da dahil olmak üzere sivillere verilen ağır kayıpları ve topyekûn yıkımı haklı göstermeye çalışıyorlar.”

Lindsman'a göre ‘savaş böyle bir şey’ demek sadece İsrail'e mahsus bir lüks ve Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği eylemlere atıfta bulunmaya cüret eden herkes vatan haini ilan ediliyor.

Güvenlik odasında ve gaz odalarında ölüm

Lindsman, Gazzelilerin toplu katliamları karşısında İsraillilerin içinde bulundukları ruh halini şöyle tasvir etti:

“Eğer Gazze'de yaşananlar bir film olsaydı, bir arkadaşımız ayağa kalkar, elimizi tutar, omzumuzu sıvazlar ve bizi içinde bulunduğumuz trans halinden çıkarmak için şiddetle sarsarak ‘Yeter artık, o öldü’ derdi. Fonda ise ‘Kahretsin, henüz yeterince öldürmedim’ şarkısı çalardı.”

İsraillilerin ‘artık yeter’ ifadesini Gazze için kullanmayacaklarını söyleyen Lindsman, İsrail'in (Hamas lideri) Yahya es-Sinvar'ın ölümünden sonra savaşı sürdürmeye ve hatta İran'a doğru genişletmeye kararlı olmasının, İsrail'in kendisini durduracak iç güce sahip olmadığı hissini güçlendirdiğini vurguladı. İsrail’in nasıl duracağını bilmediğini belirten Lindsman’a göre İsrail şöyle diyor: “Kahretsin, henüz yeterince öldürmedim.”