Hizbullah'ın hayatta kalacak olmasının iki nedeni

Hizbullah yerel ile küresel arasındaki bir buluşmayı temsil ediyordu

Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)
Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)
TT

Hizbullah'ın hayatta kalacak olmasının iki nedeni

Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)
Beyrut Havaalanı’na giden yolda Nasrallah'ın fotoğrafları (AP)

Husam İtani

Geçtiğimiz birkaç ayda aldığı ağır darbelere rağmen, Hizbullah'ın öngörülebilir gelecekte Lübnan arenası ile bölgesel sahada güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesini sağlayacak iki neden var. Birinci neden, Lübnan'ın mezhepsel yapısıyla ilgilidir. Pek çok kişinin yanlış bir şekilde sadece İran'ın kolu ve uzantısı olarak tanımladığı Hizbullah, Lübnanlı Şiilerin toplumsal farkındalığında derinlemesine niteliksel bir değişim oluşturuyor. Söz konusu değişim, mutlaka daha yüksek bir farkındalık yönünde olmasa da geçen yüzyılın altmışlı ve yetmişli yıllarında aralarında hâkim olandan farklı. Bu dönemlerde Şiiler arasında 1943’teki bağımsızlığın ürettiği Lübnan devletine zayıf bir konum ile tamamen entegre olan Al-Es’ad, Al-Asiran, Al- Halil aileleri gibi gevşemiş ailelerin temsil ettiği feodal kontrole karşı görülen isyan ile bu değişim ve farkındalık açıkça görülmüştü. Şiiler, geleneksel liderlikler yoluyla iktidara zayıf bir şekilde katılmayı reddettikleri gibi, kendi safları arasında yayılan sol, Marksist ve milliyetçi partilerin, Şiileri dini bir gruba dönüştüren Yüksek Şii İslam Konseyi’ni kurarak, siyasi açıdan bağımsız hale getiren İmam Musa Sadr'ın dile getirdiği şekilde kaygılarını dillendirmediklerini de düşünüyorlardı.

İmam Sadr'ın mirasçısı olan Emel Hareketi, ilgisini Lübnan'daki mezhepsel denklem içinde ganimetleri dağıtmak ile sınırlamasının, Humeyni projesinin “beynelmilel” emelleriyle doğrudan çatıştığını fark edemeyince ciddi bir gerileme yaşadı. Humeyni projesi, Marksizmin kurtuluş vaatlerini ve evrenselliğini, aynı zamanda Oniki İmam Şiiliğinin dünyadaki en önemli kalelerinden biri ve Şii mezhebinin en önde gelen fakihlerinden bazılarının memleketi olan Cebel Amel'de sağlam bir şekilde yerleşmiş dini kimliği taşıyan bir doktrin arayan Lübnanlı Şiiler arasında geniş yankı buldu.

Hizbullah'ın temsil ettiği bu yerel ile küresel arasındaki buluşma, özellikle Hizbullah’ın yükselişine Sovyetlerin gerilemesinin eşlik etmesi nedeniyle, sol kesimin sahip olduğu çekiciliği kaybetmesine yol açtı. Hizbullah’ı işgale karşı düşmanlık ve “mazlumlar” için adalet talebinin yanı sıra dini ve kırsal unsurların da somutlaştığı yeni bir tür “ulusal kurtuluş hareketi” olarak sundu.

Buna ilave olarak Hizbullah, İsrail'in 2000 yılında Güney Lübnan'dan çekilmesinden Suriye'deki savaşa Beşşar Esed rejiminin yanında katılmasına kadarki dönemde büyük bir itibar kazandı. Suriye savaşına katılması ile birlikte pek çok Arap, Hizbullah’ın mezhepçi yüzünü keşfetti. Elbette 2005'ten sonra Lübnan'ı kasıp kavuran suikastlar ve yerel çatışmalardaki rolünden bahsetmiyoruz bile. Lübnanlı Şiilerin, Suriye ordusuyla omuz omuza verdikleri mücadelede verdikleri ve 5 bini aştığı söylenen ağır insani kayıplara rağmen Hizbullah’tan vazgeçmediklerini belirtmekte de fayda var. Çünkü bu kaybın Lübnan'daki rolleri ve statüleri için bir yatırım ve garanti olduğunun farkındaydılar ve 2024 yılına kadar gerçekten de böyle oldu.

Lübnanlı Şiiler, Suriye ordusuyla omuz omuza verdikleri mücadelede ağır insani kayıplar vermelerine rağmen Hizbullah’tan vazgeçmediler

Dahası Hizbullah, Taif Anlaşması ile yerleşen formüle memnuniyetle bakmamıştı. İstikrarsız olmayı sürdüreceğini, İsrail ile Arap devrimlerinin somutlaştırdığı “tekfirci akım”a karşı mücadeledeki fedakarlıkları sayesinde kendisine ve diğer Şiilere hak ettikleri güç payını vermediğini düşünüyordu. Bu nedenle, Hizbullah’ın eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, gücün mezhepler arasında yeniden dağıtılacağı bir “ulusal konferans” düzenlenmesi çağrısını birkaç kez yinelemişti. Bu çağrı, yönetim formülünün yeniden gözden geçirilmesi sırasında güç dengesindeki dengesizliğin Hizbullah’ın lehine yansımalarının olması korkusuyla, Sünniler ve Hıristiyanların bir kesimi tarafından geniş çaplı itirazla karşılandı.

Şimdi İsrail Hizbullah'ı hedef almaya başladıktan sonra, siyasi çıkar elde etmek ve bu önemli Şii gücü Lübnan denkleminin dışında bırakmak için acele edenler büyük bir hata yapıyorlar. Şiilerin bugün Lübnan'da işgal ettikleri statüyü ve istisnai durumu koruma takıntısını taşıma konusunda Hizbullah’ın yerini alacak kimse ufukta görünmüyor. Yerinden edilen Şiilerin sığındıkları yerlerde yaşadıkları yoğun baskıya rağmen, bu takıntıdan ve statüden vazgeçmeleri kolay olmayacak. Lübnan’daki bilindik hassasiyetler nedeniyle, Şiilerin diğer dini gruplar tarafından aşağılanmaya ve küçük düşürülmeye maruz kalma korkusu katlanarak, statülerini, rollerini ve ayrıcalıklarını korumak için İsrail'e karşı mücadele başta olmak üzere, onları her cephede kıyasıya mücadeleye itecek boyuta ulaşacaktır.

Hizbullah’ın rolünü sürdürecek olmasının ikinci nedeni ise İsrail'in mevcut savaştaki hedefinin, en önemlisi Hizbullah olan kollarını ve ajanlarını yok etmek olduğu söylenen İran'ın, Husilerden, Haşdi Şabi Güçlerinden ve Lübnanlı Hizbullah’tan vazgeçerek, Kuzey Kore'nin yaptığı gibi Tahran'daki rejimi korumak için nükleer cephanelik inşa etmeye yöneleceği alternatif stratejisi için yeni bir vizyon geliştirmeyi henüz tamamlamamış olmasıdır.

İran rejiminin şu anda kollarının ve ajanlarının oluşturduğu dış koruma sistemini değiştirmenin, kendisini tesis etmek, idare etmek ve birçok Arap devletinin hayati öneme sahip kısımlarını kontrol etmesini sağlamak için onlarca yıl ve büyük meblağlarda paralar harcadıktan sonra kolay olmadığı bir sır değil. Ayrıca nükleer cephanelik, tek bir bombanın başarıyla patlatılmasıyla sınırlı olmayıp, balistik füzeler, denizaltılar veya stratejik bombardıman uçakları gibi “taşıyıcı araçları” da kapsıyor. Bu ise İran'ın füze programı dışında kayda değer ilerleme kaydedemediği bir alan. Ayrıca, İran'ın ekonomik durumu, ABD ve İsrail'in daha önce başarılı olmasını engelleme sözü verdiği askeri nükleer program için büyük meblağlarda para tahsis edilmesine şu anda imkân tanıyor gibi de görünmüyor.

Tüm bunlara ilave olarak, yerli ya da yabancı hiçbir tarafın güvenebileceğimiz bir siyasi projesi yok. İsrail'in talepleri özetle, Hizbullah’ın ortadan kaldırılması ve üyelerinin sınırlarına yaklaşmasının engellenmesidir. Rakipleri ise Hizbullah'ın sahneden çekilmesi halinde neler başarabileceklerine dair pembe hayaller içinde yaşıyorlar. Her iki tasavvur da hem hayal hem de gerçeklik açısından zayıf.

Dolayısıyla Hizbullah, Lübnanlıların İsrail'in neden olduğu yıkımı yeniden inşa etmek için uzun bir zamana ihtiyaç duyacakları bir dönemde, bölgesel ve yerel rolünü oynamaya devam edecek.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Lodra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Uydu görüntüleri, İsrail'in İran'ın büyük bir füze üretim tesisini vurduğunu gösteriyor

İran'ın Tahran dışındaki Hocir Askeri Üssü’nde hasar görmüş binaları gösteren uydu görüntüsü, 8 Ekim 2024. (AP)
İran'ın Tahran dışındaki Hocir Askeri Üssü’nde hasar görmüş binaları gösteren uydu görüntüsü, 8 Ekim 2024. (AP)
TT

Uydu görüntüleri, İsrail'in İran'ın büyük bir füze üretim tesisini vurduğunu gösteriyor

İran'ın Tahran dışındaki Hocir Askeri Üssü’nde hasar görmüş binaları gösteren uydu görüntüsü, 8 Ekim 2024. (AP)
İran'ın Tahran dışındaki Hocir Askeri Üssü’nde hasar görmüş binaları gösteren uydu görüntüsü, 8 Ekim 2024. (AP)

Yeni uydu görüntüleri, İsrail ordusunun cumartesi günü İran'a düzenlediği saldırıda aralarında önemli bir füze üretim tesisinin de bulunduğu bir dizi hassas askeri alanın vurulduğunu gösteriyor.

Saldırılarda çok sayıda hayati petrol ve petrokimya rafinerisini korumak için kurulan hava savunma sistemlerinin yanı sıra büyük bir gaz sahasını ve İran'ın güneyindeki önemli bir limanı koruyan sistemler de imha edildi. Ayrıca Tahran'daki bazı askeri üsler de vuruldu.

Şarku’l Avsat’ın New York Times'tan aktardığına göre mart ayında ve salı günü çekilen uydu görüntüleri, İran'ın Simnan eyaletinde bulunan ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından denetlenen Şahrud Uzay Merkezi'nin İsrail'in son saldırısı sırasında vurulduğunu gösteriyor.

Merkezi 2017'den beri takip eden Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nden (IISS) Fabian Haines, merkezin uzay teknolojisinde kullanılabilen ancak balistik füzelerde de yaygın olarak kullanılan katı yakıtlı roket motorlarının yapımında kullanıldığını söyledi.

ABD'li ve İsrailli yetkililer saldırının özellikle İran'ın füzeler için katı yakıt üretme kabiliyetini hedef aldığını söyledi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu pazar günü yaptığı konuşmada, İsrail'in İran'ın füze üretim kapasitesine güçlü bir darbe indirdiğini ve tüm hedeflerine ulaştığını ifade etti.

Haines, Şahrud Uzay Merkezi'nin İsrail'i hedef almak için kullanılabilecek orta menzilli balistik füzelerin seri üretimi için kullanıldığını söyledi. Mart ayı ve salı günlerine ait görüntüleri karşılaştıran uzman, İsrail'in ‘katı yakıtlı füzelerin üretimiyle ilişkili olan merkez binayı bombaladığını’ belirtti.

Haines, DMO'nun son yıllarda İran silahlı kuvvetlerinden ayrı bir füze geliştirme programı geliştirdiğini ifade etti. Şahrud Uzay Merkezi'nin uzay programının altyapısını içerdiğini, ancak katı yakıt tesislerinin ‘doğası gereği çok yönlü’ olduğunu ve kolayca füze yapımına uyarlanabileceğini söyledi.

Mart ayında çekilen fotoğrafta balistik füze motoru kutuları ve depolama için çok sayıda sığınak da dahil olmak üzere füze üretimine dair işaretler olduğunu belirten Haines, “Bir uzay programı için çok fazla depolama sığınağına ihtiyacınız yok” dedi.

Washington'daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'nde (CSIS) görüntü analizi uzmanı olan Joseph Bermudez, tesisin tasarımının da mühimmat için katı yakıtlı roket yapımında kullanıldığını gösterdiğini ifade etti.

Bermudez, görüntülerdeki merkez binanın büyük bir toprak setle çevrili olduğunu ve yakınlardaki binaların etrafında da benzer ve daha küçük setlerin (belki de patlamaları emmek için) ve sığınakların bulunduğunu kaydetti.

Bermudez katı yakıtın silah sistemleri için faydalı olduğunu, çünkü daha uzun süre depolanabildiğini ve bunu kullanan füzelerin sıvı yakıta dayananlara göre daha hızlı fırlatılabildiğini belirtti.

İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının kapsamının sınırlı, ancak ‘çok etkili’ olduğunu belirten Haines, saldırıların ‘İran'ın katı yakıtlı balistik füze altyapısını üretimden çıkarmak’ amacıyla üretim sürecindeki kilit noktaları hedef almış gibi göründüğünü söyledi.

İlk raporlar, İran'ın dört füze üretim tesisinden üçünün cumartesi günü vurulduğunu gösteriyor. Hasarın boyutu henüz net olmasa da Haines saldırının ‘önemli’ olduğuna inanmak için yeterince delil gördüğünü belirtti.

İran bu ayın başlarında İsrail'e saldırdı ve bunu Hamas lideri İsmail Heniyye'nin temmuz ayında Tahran'da öldürülmesine ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın eylül sonunda Beyrut yakınlarında bir İsrail hava saldırısında öldürülmesine yanıt olarak nitelendirdi.

İran devlet medyasının bildirdiğine göre İran Dini Lideri Ali Hamaney, pazar günü İsrail saldırısıyla ilgili olarak kamuoyuna yaptığı ilk açıklamada, saldırının etkilerinin ‘büyütülmemesi ya da küçültülmemesi’ gerektiğini söyledi.

Diğer taraftan İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi salı günü yaptığı açıklamada, İran'ın İsrail'i tekrar vurması halinde “Bu zamana kadar kullanmadığımız imkânlarla İran'a nasıl ulaşacağımızı bir kez daha göstereceğiz ve İran mevzilerini büyük bir güçle vuracağız” dedi.