İsrail tarihinin en büyük askeri bütçesini onayladı

Hamas ateşkes için öne sürdüğü şartlara sadık kalıyor… Yazılı mesajlar, Kassam komutanının öldürüldüğünü doğruluyor

İsrailli siyasetçi Benny Gantz, 1 Kasım'da Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine düzenlenen saldırıda ölen bir çiftçinin ailesine başsağlığı diledi. (Reuters)
İsrailli siyasetçi Benny Gantz, 1 Kasım'da Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine düzenlenen saldırıda ölen bir çiftçinin ailesine başsağlığı diledi. (Reuters)
TT

İsrail tarihinin en büyük askeri bütçesini onayladı

İsrailli siyasetçi Benny Gantz, 1 Kasım'da Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine düzenlenen saldırıda ölen bir çiftçinin ailesine başsağlığı diledi. (Reuters)
İsrailli siyasetçi Benny Gantz, 1 Kasım'da Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine düzenlenen saldırıda ölen bir çiftçinin ailesine başsağlığı diledi. (Reuters)

İsrail hükümeti dün (cuma), gizli olarak kabul edilen istihbarat bütçesi hariç olmak üzere güvenlik ödeneklerinde 6 milyar dolarlık bir artış karşılığında eğitim, sağlık, ulaşım ve sosyal hizmetler sektörlerinde büyük kesintiler içeren 2025 bütçesini onayladı. Söz konusu artış, 16 milyar dolarlık bir artış talep eden ordunun isteklerini karşılamadı.

Altı bakan, İbrani devletinin tarihindeki en büyük askeri bütçe olan yeni bütçeye karşı çıktı.

Bu arada Hamas'tan bilgi sahibi kaynaklar, hareketin Gazze Şeridi içindeki ve dışındaki liderliğinin, geçen temmuz ayında İzzeddin el-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed ed-Dayf'ın öldürüldüğünü doğrulayan yazılı mesajlar da dahil olmak üzere yeni göstergeler aldığını açıkladı. Bu gelişme, Hamas’ın Gazze Şeridi'nde ateşkes için İsrail'in bölgeden çekilmesi, yerinden edilmiş kişilerin geri dönmesi ve kuşatmanın kaldırılması gibi şartlarına bağlı kaldığı bir dönemde yaşandı.



İdeolojik savaşların dönüşü: Nekbe ve Nekse’den sonra ne olacak?

Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
TT

İdeolojik savaşların dönüşü: Nekbe ve Nekse’den sonra ne olacak?

Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)

Refik Huri

Pek çok savaş yaşandı ama işin püf noktası aynıydı; zaferle yenilgiyi birbirine karıştırmak için dilsel “nakışa” başvurmak.

1948 savaşından sonra “Nekbe” (Büyük Felaket) tabiri yaygınlaştı. 1967 savaşından sonra “Nekse” (Büyük Yenilgi) tabiri kullanılmaya başlandı. 1973 savaşı ise “zafer” tabirini geri getirdi.

Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 1982'deki İsrail işgalinin ardından Lübnan'dan ayrılmak zorunda kalması, örgüt liderlerinin “zafer” işareti yapmalarına engel olmadı. 2006'da İsrail ile yapılan savaş Hizbullah tarafından “ilahi bir zafer” olarak sınıflandırıldı.

Şimdi soru şu; Gazze Savaşı ve Üçüncü Lübnan Savaşı'ndan sonra işlenecek tabir ne olacak? Ama bu ifadeler gerçeği özetlemiyorlar.

1948 savaşı İsrail'in kuruluşunu engellemek için Filistin'e giren Arap orduları için bir yenilgi olmuştu ve İsrail ile ateşkes anlaşmalarıyla sonuçlanmıştı. Arap ordularının siyasi liderleri uluslararası hesapları ve çıkarları okuyamamışlardı, bazıları da Siyonistlerle gizli bir anlaşma içindeydi. Askeri liderleri, Haganah örgütünün sayısından çok daha az sayıda ordularla savaşmışlardı.

Dr. Constantine Zarif, “Nekbe'nin Anlamı” kitabı ile diğerlerinde Nekbe tabirini neden garipsediğini açıklamaya çalışır, çünkü Nekbe bir kez yaşanır, Arapların Filistin'deki yenilgileri ise sürekliydi ve tekrarlanıyordu.

1967 savaşı ezici bir yenilgiydi ama Şam'daki iktidar partisi şöyle bir denklem icat etti: “Toprağı kaybettik, ama önemli olan rejimin ayakta kalmasıdır.” Cumhurbaşkanı Abdunnasır ve diğer Arap liderler bir sonraki savaşa hazırlanmaya başladılar, ancak çıtayı düşürdüler ve Filistin'in özgürleştirilmesinden “savaşın etkilerinin ortadan kaldırılması" ve 1967 savaşı öncesi sınırlara dönüş amacına geçiş yaptılar.

1973 Ekim zaferi, zafer ve yenilginin bir karışımıydı; Cumhurbaşkanı Sedat'ın muhalifleri onun savaşını “kurtuluş değil, hareketlendirme savaşı” olarak adlandırdılar.

Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı geçip Sina'daki İsrail tugaylarını yerle bir etmesine karşılık, General Şaron kanalın batı yakasına geçerek Kahire yolu üzerinde “101. kilometreye” kadar ilerledi. Savaşın başında Suriye'nin Hermon Dağı'na doğru ilerleyişini ise, İsrail'in Sa'sa'ya yönelik karşı saldırısının baskısı altındaki geri çekilme izledi. Her iki cephede de yaşananlar, Mısır ile İsrail arasındaki barış anlaşması öncesinde yapılan savaşı durdurma anlaşmalarıydı.

1982 Lübnan işgali, yıllar sonra Oslo Anlaşması’nda zayıf bir zafere götüren bir kayıptı. 2006 savaşındaki “ilahi zafer” 1701 sayılı kararın alınmasını ve Lübnan cephesinin 8 Ekim 2023’teki destek savaşına kadar sükunete kavuşmasını sağladı. Gazze ve Lübnan savaşıyla ilgili nihai bir karar vermek içinse henüz çok erken, çünkü devam ediyor ve İran ile ABD'nin dahil olacağı kapsamlı bir savaşa dönüşmesi muhtemel.

Zira İsrail'in Gazze ve Lübnan'da uyguladığı acımasız yıkım tüm sahneyi kaplamış durumda. Savaş, ülkelerin orduları arasında değil, Gazze ve Lübnan'da meşruiyetin dışındaki silahlı örgütler ile bir ülkenin ordusu arasında dönüyor. Böyle bir savaşta tam kazanç ya da tam kayıp diye bir şey yoktur. İran asıllı Fransız siyaset bilimci Bertrand Badie, “1973'ten bu yana sömürgeci bir devlet ile toplumların sömürgeci işgal ve kontrolden kurtulma arzusunu ifade eden savaşçılar arasındaki hiçbir asimetrik savaş, sonunda devletin zaferiyle sonuçlanmadı” diyor.

“Jeopolitiğin”, “uluslararası oyunun”, krallar ve başkanlar tarafından kararlaştırıldığı söylenen savaşların sona erdiğini kaydediyor. Ancak çağdaş bir Çinli akademisyen, günümüzde jeopolitiğin bir “hayatta kalma” mücadelesi olduğuna inanıyor.

Francis Fukuyama, Berlin Duvarı'nın ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından “tarihin sonu”nu deklare etmekte hızlı davranmışken, Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü William MacAskill ise tam aksine “tarihin başlangıcı”ndan bahsediyor ve “insanlığın bugün büyüyen bir çocuk olduğunu ve bizlerin de tarihin ilk kuşaklarından biri olduğumuzu” düşünüyor.

Arap dünyasına gelince, burada tarihin başı ya da sonu yok; sadece olayların, krizlerin ve savaşların tekrarı ve dönüşümü var. Tarih yazmaya çalışanlar ise bedelini davanın ödediği bir hayalin içinde yaşıyorlar.

Tarihçi Malcolm Kerr, Arapların Soğuk Savaşı adlı kitabında şu önemli tespitte bulunuyor; “sınır ötesi ideolojik soğuk savaş yolculuğu sona erdi ve hayatta kalmaya odaklanmaya geçiş yapıldı.”  Ancak bu, İran'da İmam Humeyni liderliğindeki İslam Devrimi'nden önceydi. Zira İmam Humeyni, anayasaya Devrim Muhafızlarına bölgeye ve dünyaya “devrimi yayma” görevi veren bir ibareyi de kaydetmişti. Bu, Tahran ile Arap başkentleri arasında soğuk bir ideolojik savaşa, Arapların İsrail ile ideolojik savaştan vazgeçmelerinin ardından İsrail ile Tahran arasında sıcak bir ideolojik savaşa yol açtı. Araplar savaştan vazgeçip,  2002'deki Beyrut Arap Zirvesi'nde, 1967 sınırlarına çekilme, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurma karşılığında İsrail'in tanımaya ve onunla her türlü ilişkiyi kurmaya dayalı bir Arap Barış Girişimi sundular.

Bundan sonra yapılan “İbrahim Anlaşmaları” ideolojik savaşların sona erdirilmesi ve bir Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkilerin başlatılması konusunda daha ileri gitmekten başka bir şey değildi.  İran'ın, uygulamasa da, Filistin'i denizden nehre özgürleştirme sloganını yükseltmesiyse, İsrail ile yaşanan çatışmadaki ideolojik faktörün güçlü bir şekilde geri dönüşünden başka bir şey değildi.

Sorun şu ki, silahlardaki teknolojik gelişmelere bağlı olarak savaşın yönetimi de değişti. Füzeler, insansız hava araçları ve hava saldırılarıyla yürütülen savaşların en büyük kurbanları siviller olurken, askeri kayıplar ise çok daha az. Wall Street Journal gazetesi Yahya Sinvar’a Filistinli sivillerin ölümünün “gerekli fedakarlıklar” olduğu sözünü atfederken, direniş ekseninin tamamı sivil fedakarlıkların “zaferin bedeli” olduğu temelinde hareket ediyor. Geçen yüzyılın altmışlı yıllarının sonunda üst düzey bir Filistinli liderin “şehitler istiyorum” dediği bir sır değil.

Savaşların pek çok tehlikesi arasında en tehlikelisi, tarihi Filistin'in özgürleştirilmesinden Büyük İsrail'in kurulmasına, Arap dünyasının Velayet-i Fakih’e dahil edilmesinden küçüklerin, büyüklerin çıkarına olmayan hayalleri gerçekleştirmede büyüklerin tam desteğini almaya oynadıkları bahislere kadar büyük hedeflerin peşinde koşmak ve bu hedeflerin güç ile gerçekleştirilebileceği algısıdır. Biz büyük bir hedefler savaşının içindeyiz ve kimse nerede, nasıl, neyle sonuçlanacağını ve ne sonuçlar üreteceğini bilmiyor. Buradaki ironi, büyükler “belirsizlik dünyasından” bahsederken, küçüklerin kendileri için aldatıcı bir kesinlik dünyası inşa etmeleridir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.