Netanyahu'nun ofisinden gizli istihbarat bilgilerinin sızdırılmasına ilişkin soruşturma… Şüpheliler gözaltına alındı

Yargıç Menachem Mizrahi, sızıntının Gazze Şeridi'ndeki savaş hedeflerine zarar verdiğini söyledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (solda) İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile birlikte (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (solda) İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile birlikte (Reuters)
TT

Netanyahu'nun ofisinden gizli istihbarat bilgilerinin sızdırılmasına ilişkin soruşturma… Şüpheliler gözaltına alındı

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (solda) İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile birlikte (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (solda) İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile birlikte (Reuters)

İsrailli bir yargıç dün (Cuma), İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisinden gizli belgelerin sızdırıldığı iddiasıyla devam eden soruşturma kapsamında bir dizi şüphelinin sorgulanmak üzere gözaltına alındığını açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Times of Israel'den aktardığı habere göre Yargıç Menachem Mizrahi, yetkililerin sızıntının İsrail'in savaş hedeflerine zarar verdiğinden şüphelendiğini ve ‘güvenlik davası’ olarak adlandırılan olayla ilgili yayın yasağını kısmen kaldırdığını bildirdi.

Mizrahi, geçtiğimiz hafta iç istihbarat teşkilatı Şin Bet, İsrail polisi ve İsrail Savunma Kuvvetleri'nin ‘gizli bilgilerin yasadışı yollardan temin edilmesinden kaynaklanan şüpheli bir ulusal güvenlik ihlali’ konusunda ortak soruşturmalarının ‘açık aşamasına’ başladıklarını doğruladı.

Mizrahi ayrıca, sızıntının ‘hassas bilgi ve istihbarat kaynaklarını’ tehlikeye attığını ve ‘Gazze Şeridi'ndeki savaş hedeflerine’ ulaşma çabalarına zarar verdiğini belirtti.

“Bir dizi şüpheli sorgulanmak üzere gözaltına alındı ve soruşturma devam ediyor” diyen Mizrahi, şüphelilerin kimlikleri ya da içlerinde Başbakan’ın yardımcıları olup olmadığı konusunda daha fazla ayrıntı vermedi.

Duyuru üzerine Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamada, soruşturma kapsamında hiçbir personelin gözaltına alınmadığı vurgulandı. Ancak bazı analistler, Başbakan’ın yanında çalışan ancak resmi olarak ofisi tarafından istihdam edilmeyen yardımcıları olduğuna dikkat çekti.

Kanal 12'ye göre söz konusu savaş hedefleri olası bir esir değişimi anlaşmasıyla bağlantılıydı. Raporda, davadaki şüphelilerin İsrail ordusu tarafından elde edilen Hamas'ın esir görüşmelerindeki stratejisine ilişkin belgeleri seçerek sızdırdıkları belirtildi.

İddia edilen sızıntılar, Alman Bild ve İngiliz Jewish Chronicle gazetelerinde Hamas'ın stratejisine ilişkin haberlerin çıkmasına neden oldu. Bu haberler, Netanyahu'nun kısa bir süre önce verdiği röportajlarda ve basın toplantılarında dile getirdiği hususlarla neredeyse aynıydı ve Hamas'ın İsrailli esirleri Philadelphia Koridoru üzerinden Gazze'den kaçırmaya çalıştığı iddiasını da içeriyordu.

Netanyahu temmuz ayında İsrail'in esirlerle ilgili daha önceki bir önerisine koşullar ekleyerek, İsrail'in Mısır-Gazze sınırında asker bulundurmasını talep etti. Eleştirmenler bunun Hamas'la bir anlaşmayı engelleme girişimi olduğunu iddia etti.

İsrail'in güvenlik kurumları yeni talebe karşı çıkarken, Başbakan aşırı sağcı koalisyon ortakları tarafından desteklendi.

Kanal 12'nin gözaltında olduğunu doğruladığı isimlerden birine yakın bir kaynak, şahsın başbakan tarafından ‘gözden çıkarıldığını’ söyledi.

Kaynak, “Netanyahu için çalıştı ve geçtiğimiz bir buçuk yıl boyunca onun danışmanlığını yaptı. Hayatını Başbakan’a adadı ve her zaman onun için kendini tehlikeye atmaya hazırdı. Skandal ortaya çıkar çıkmaz Netanyahu onu gözden çıkardı ve hatta onunla çalışmadığını söyleyerek yalan söyledi” ifadelerini kullandı.

Kanal, diğer bakanlık ofislerinden de sızıntı olabileceğine dair şüpheler olduğunu belirtti, ancak daha fazla ayrıntı verilmedi.



İdeolojik savaşların dönüşü: Nekbe ve Nekse’den sonra ne olacak?

Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
TT

İdeolojik savaşların dönüşü: Nekbe ve Nekse’den sonra ne olacak?

Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)

Refik Huri

Pek çok savaş yaşandı ama işin püf noktası aynıydı; zaferle yenilgiyi birbirine karıştırmak için dilsel “nakışa” başvurmak.

1948 savaşından sonra “Nekbe” (Büyük Felaket) tabiri yaygınlaştı. 1967 savaşından sonra “Nekse” (Büyük Yenilgi) tabiri kullanılmaya başlandı. 1973 savaşı ise “zafer” tabirini geri getirdi.

Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 1982'deki İsrail işgalinin ardından Lübnan'dan ayrılmak zorunda kalması, örgüt liderlerinin “zafer” işareti yapmalarına engel olmadı. 2006'da İsrail ile yapılan savaş Hizbullah tarafından “ilahi bir zafer” olarak sınıflandırıldı.

Şimdi soru şu; Gazze Savaşı ve Üçüncü Lübnan Savaşı'ndan sonra işlenecek tabir ne olacak? Ama bu ifadeler gerçeği özetlemiyorlar.

1948 savaşı İsrail'in kuruluşunu engellemek için Filistin'e giren Arap orduları için bir yenilgi olmuştu ve İsrail ile ateşkes anlaşmalarıyla sonuçlanmıştı. Arap ordularının siyasi liderleri uluslararası hesapları ve çıkarları okuyamamışlardı, bazıları da Siyonistlerle gizli bir anlaşma içindeydi. Askeri liderleri, Haganah örgütünün sayısından çok daha az sayıda ordularla savaşmışlardı.

Dr. Constantine Zarif, “Nekbe'nin Anlamı” kitabı ile diğerlerinde Nekbe tabirini neden garipsediğini açıklamaya çalışır, çünkü Nekbe bir kez yaşanır, Arapların Filistin'deki yenilgileri ise sürekliydi ve tekrarlanıyordu.

1967 savaşı ezici bir yenilgiydi ama Şam'daki iktidar partisi şöyle bir denklem icat etti: “Toprağı kaybettik, ama önemli olan rejimin ayakta kalmasıdır.” Cumhurbaşkanı Abdunnasır ve diğer Arap liderler bir sonraki savaşa hazırlanmaya başladılar, ancak çıtayı düşürdüler ve Filistin'in özgürleştirilmesinden “savaşın etkilerinin ortadan kaldırılması" ve 1967 savaşı öncesi sınırlara dönüş amacına geçiş yaptılar.

1973 Ekim zaferi, zafer ve yenilginin bir karışımıydı; Cumhurbaşkanı Sedat'ın muhalifleri onun savaşını “kurtuluş değil, hareketlendirme savaşı” olarak adlandırdılar.

Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı geçip Sina'daki İsrail tugaylarını yerle bir etmesine karşılık, General Şaron kanalın batı yakasına geçerek Kahire yolu üzerinde “101. kilometreye” kadar ilerledi. Savaşın başında Suriye'nin Hermon Dağı'na doğru ilerleyişini ise, İsrail'in Sa'sa'ya yönelik karşı saldırısının baskısı altındaki geri çekilme izledi. Her iki cephede de yaşananlar, Mısır ile İsrail arasındaki barış anlaşması öncesinde yapılan savaşı durdurma anlaşmalarıydı.

1982 Lübnan işgali, yıllar sonra Oslo Anlaşması’nda zayıf bir zafere götüren bir kayıptı. 2006 savaşındaki “ilahi zafer” 1701 sayılı kararın alınmasını ve Lübnan cephesinin 8 Ekim 2023’teki destek savaşına kadar sükunete kavuşmasını sağladı. Gazze ve Lübnan savaşıyla ilgili nihai bir karar vermek içinse henüz çok erken, çünkü devam ediyor ve İran ile ABD'nin dahil olacağı kapsamlı bir savaşa dönüşmesi muhtemel.

Zira İsrail'in Gazze ve Lübnan'da uyguladığı acımasız yıkım tüm sahneyi kaplamış durumda. Savaş, ülkelerin orduları arasında değil, Gazze ve Lübnan'da meşruiyetin dışındaki silahlı örgütler ile bir ülkenin ordusu arasında dönüyor. Böyle bir savaşta tam kazanç ya da tam kayıp diye bir şey yoktur. İran asıllı Fransız siyaset bilimci Bertrand Badie, “1973'ten bu yana sömürgeci bir devlet ile toplumların sömürgeci işgal ve kontrolden kurtulma arzusunu ifade eden savaşçılar arasındaki hiçbir asimetrik savaş, sonunda devletin zaferiyle sonuçlanmadı” diyor.

“Jeopolitiğin”, “uluslararası oyunun”, krallar ve başkanlar tarafından kararlaştırıldığı söylenen savaşların sona erdiğini kaydediyor. Ancak çağdaş bir Çinli akademisyen, günümüzde jeopolitiğin bir “hayatta kalma” mücadelesi olduğuna inanıyor.

Francis Fukuyama, Berlin Duvarı'nın ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından “tarihin sonu”nu deklare etmekte hızlı davranmışken, Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü William MacAskill ise tam aksine “tarihin başlangıcı”ndan bahsediyor ve “insanlığın bugün büyüyen bir çocuk olduğunu ve bizlerin de tarihin ilk kuşaklarından biri olduğumuzu” düşünüyor.

Arap dünyasına gelince, burada tarihin başı ya da sonu yok; sadece olayların, krizlerin ve savaşların tekrarı ve dönüşümü var. Tarih yazmaya çalışanlar ise bedelini davanın ödediği bir hayalin içinde yaşıyorlar.

Tarihçi Malcolm Kerr, Arapların Soğuk Savaşı adlı kitabında şu önemli tespitte bulunuyor; “sınır ötesi ideolojik soğuk savaş yolculuğu sona erdi ve hayatta kalmaya odaklanmaya geçiş yapıldı.”  Ancak bu, İran'da İmam Humeyni liderliğindeki İslam Devrimi'nden önceydi. Zira İmam Humeyni, anayasaya Devrim Muhafızlarına bölgeye ve dünyaya “devrimi yayma” görevi veren bir ibareyi de kaydetmişti. Bu, Tahran ile Arap başkentleri arasında soğuk bir ideolojik savaşa, Arapların İsrail ile ideolojik savaştan vazgeçmelerinin ardından İsrail ile Tahran arasında sıcak bir ideolojik savaşa yol açtı. Araplar savaştan vazgeçip,  2002'deki Beyrut Arap Zirvesi'nde, 1967 sınırlarına çekilme, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurma karşılığında İsrail'in tanımaya ve onunla her türlü ilişkiyi kurmaya dayalı bir Arap Barış Girişimi sundular.

Bundan sonra yapılan “İbrahim Anlaşmaları” ideolojik savaşların sona erdirilmesi ve bir Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkilerin başlatılması konusunda daha ileri gitmekten başka bir şey değildi.  İran'ın, uygulamasa da, Filistin'i denizden nehre özgürleştirme sloganını yükseltmesiyse, İsrail ile yaşanan çatışmadaki ideolojik faktörün güçlü bir şekilde geri dönüşünden başka bir şey değildi.

Sorun şu ki, silahlardaki teknolojik gelişmelere bağlı olarak savaşın yönetimi de değişti. Füzeler, insansız hava araçları ve hava saldırılarıyla yürütülen savaşların en büyük kurbanları siviller olurken, askeri kayıplar ise çok daha az. Wall Street Journal gazetesi Yahya Sinvar’a Filistinli sivillerin ölümünün “gerekli fedakarlıklar” olduğu sözünü atfederken, direniş ekseninin tamamı sivil fedakarlıkların “zaferin bedeli” olduğu temelinde hareket ediyor. Geçen yüzyılın altmışlı yıllarının sonunda üst düzey bir Filistinli liderin “şehitler istiyorum” dediği bir sır değil.

Savaşların pek çok tehlikesi arasında en tehlikelisi, tarihi Filistin'in özgürleştirilmesinden Büyük İsrail'in kurulmasına, Arap dünyasının Velayet-i Fakih’e dahil edilmesinden küçüklerin, büyüklerin çıkarına olmayan hayalleri gerçekleştirmede büyüklerin tam desteğini almaya oynadıkları bahislere kadar büyük hedeflerin peşinde koşmak ve bu hedeflerin güç ile gerçekleştirilebileceği algısıdır. Biz büyük bir hedefler savaşının içindeyiz ve kimse nerede, nasıl, neyle sonuçlanacağını ve ne sonuçlar üreteceğini bilmiyor. Buradaki ironi, büyükler “belirsizlik dünyasından” bahsederken, küçüklerin kendileri için aldatıcı bir kesinlik dünyası inşa etmeleridir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.