İdeolojik savaşların dönüşü: Nekbe ve Nekse’den sonra ne olacak?

Buradaki ironi, büyükler “belirsizlik dünyasından” bahsederken, küçüklerin kendileri için aldatıcı bir kesinlik dünyası inşa etmeleridir.

Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
TT

İdeolojik savaşların dönüşü: Nekbe ve Nekse’den sonra ne olacak?

Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)
Beyrut'un güney banliyösündeki el-Kafaat mahallesine yönelik İsrail hava saldırılarının hedef aldığı yerde alevler içindeki enkazın ortasında duran bir itfaiyeci, 1 Kasım 2024 (AFP)

Refik Huri

Pek çok savaş yaşandı ama işin püf noktası aynıydı; zaferle yenilgiyi birbirine karıştırmak için dilsel “nakışa” başvurmak.

1948 savaşından sonra “Nekbe” (Büyük Felaket) tabiri yaygınlaştı. 1967 savaşından sonra “Nekse” (Büyük Yenilgi) tabiri kullanılmaya başlandı. 1973 savaşı ise “zafer” tabirini geri getirdi.

Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 1982'deki İsrail işgalinin ardından Lübnan'dan ayrılmak zorunda kalması, örgüt liderlerinin “zafer” işareti yapmalarına engel olmadı. 2006'da İsrail ile yapılan savaş Hizbullah tarafından “ilahi bir zafer” olarak sınıflandırıldı.

Şimdi soru şu; Gazze Savaşı ve Üçüncü Lübnan Savaşı'ndan sonra işlenecek tabir ne olacak? Ama bu ifadeler gerçeği özetlemiyorlar.

1948 savaşı İsrail'in kuruluşunu engellemek için Filistin'e giren Arap orduları için bir yenilgi olmuştu ve İsrail ile ateşkes anlaşmalarıyla sonuçlanmıştı. Arap ordularının siyasi liderleri uluslararası hesapları ve çıkarları okuyamamışlardı, bazıları da Siyonistlerle gizli bir anlaşma içindeydi. Askeri liderleri, Haganah örgütünün sayısından çok daha az sayıda ordularla savaşmışlardı.

Dr. Constantine Zarif, “Nekbe'nin Anlamı” kitabı ile diğerlerinde Nekbe tabirini neden garipsediğini açıklamaya çalışır, çünkü Nekbe bir kez yaşanır, Arapların Filistin'deki yenilgileri ise sürekliydi ve tekrarlanıyordu.

1967 savaşı ezici bir yenilgiydi ama Şam'daki iktidar partisi şöyle bir denklem icat etti: “Toprağı kaybettik, ama önemli olan rejimin ayakta kalmasıdır.” Cumhurbaşkanı Abdunnasır ve diğer Arap liderler bir sonraki savaşa hazırlanmaya başladılar, ancak çıtayı düşürdüler ve Filistin'in özgürleştirilmesinden “savaşın etkilerinin ortadan kaldırılması" ve 1967 savaşı öncesi sınırlara dönüş amacına geçiş yaptılar.

1973 Ekim zaferi, zafer ve yenilginin bir karışımıydı; Cumhurbaşkanı Sedat'ın muhalifleri onun savaşını “kurtuluş değil, hareketlendirme savaşı” olarak adlandırdılar.

Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı geçip Sina'daki İsrail tugaylarını yerle bir etmesine karşılık, General Şaron kanalın batı yakasına geçerek Kahire yolu üzerinde “101. kilometreye” kadar ilerledi. Savaşın başında Suriye'nin Hermon Dağı'na doğru ilerleyişini ise, İsrail'in Sa'sa'ya yönelik karşı saldırısının baskısı altındaki geri çekilme izledi. Her iki cephede de yaşananlar, Mısır ile İsrail arasındaki barış anlaşması öncesinde yapılan savaşı durdurma anlaşmalarıydı.

1982 Lübnan işgali, yıllar sonra Oslo Anlaşması’nda zayıf bir zafere götüren bir kayıptı. 2006 savaşındaki “ilahi zafer” 1701 sayılı kararın alınmasını ve Lübnan cephesinin 8 Ekim 2023’teki destek savaşına kadar sükunete kavuşmasını sağladı. Gazze ve Lübnan savaşıyla ilgili nihai bir karar vermek içinse henüz çok erken, çünkü devam ediyor ve İran ile ABD'nin dahil olacağı kapsamlı bir savaşa dönüşmesi muhtemel.

Zira İsrail'in Gazze ve Lübnan'da uyguladığı acımasız yıkım tüm sahneyi kaplamış durumda. Savaş, ülkelerin orduları arasında değil, Gazze ve Lübnan'da meşruiyetin dışındaki silahlı örgütler ile bir ülkenin ordusu arasında dönüyor. Böyle bir savaşta tam kazanç ya da tam kayıp diye bir şey yoktur. İran asıllı Fransız siyaset bilimci Bertrand Badie, “1973'ten bu yana sömürgeci bir devlet ile toplumların sömürgeci işgal ve kontrolden kurtulma arzusunu ifade eden savaşçılar arasındaki hiçbir asimetrik savaş, sonunda devletin zaferiyle sonuçlanmadı” diyor.

“Jeopolitiğin”, “uluslararası oyunun”, krallar ve başkanlar tarafından kararlaştırıldığı söylenen savaşların sona erdiğini kaydediyor. Ancak çağdaş bir Çinli akademisyen, günümüzde jeopolitiğin bir “hayatta kalma” mücadelesi olduğuna inanıyor.

Francis Fukuyama, Berlin Duvarı'nın ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından “tarihin sonu”nu deklare etmekte hızlı davranmışken, Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü William MacAskill ise tam aksine “tarihin başlangıcı”ndan bahsediyor ve “insanlığın bugün büyüyen bir çocuk olduğunu ve bizlerin de tarihin ilk kuşaklarından biri olduğumuzu” düşünüyor.

Arap dünyasına gelince, burada tarihin başı ya da sonu yok; sadece olayların, krizlerin ve savaşların tekrarı ve dönüşümü var. Tarih yazmaya çalışanlar ise bedelini davanın ödediği bir hayalin içinde yaşıyorlar.

Tarihçi Malcolm Kerr, Arapların Soğuk Savaşı adlı kitabında şu önemli tespitte bulunuyor; “sınır ötesi ideolojik soğuk savaş yolculuğu sona erdi ve hayatta kalmaya odaklanmaya geçiş yapıldı.”  Ancak bu, İran'da İmam Humeyni liderliğindeki İslam Devrimi'nden önceydi. Zira İmam Humeyni, anayasaya Devrim Muhafızlarına bölgeye ve dünyaya “devrimi yayma” görevi veren bir ibareyi de kaydetmişti. Bu, Tahran ile Arap başkentleri arasında soğuk bir ideolojik savaşa, Arapların İsrail ile ideolojik savaştan vazgeçmelerinin ardından İsrail ile Tahran arasında sıcak bir ideolojik savaşa yol açtı. Araplar savaştan vazgeçip,  2002'deki Beyrut Arap Zirvesi'nde, 1967 sınırlarına çekilme, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurma karşılığında İsrail'in tanımaya ve onunla her türlü ilişkiyi kurmaya dayalı bir Arap Barış Girişimi sundular.

Bundan sonra yapılan “İbrahim Anlaşmaları” ideolojik savaşların sona erdirilmesi ve bir Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkilerin başlatılması konusunda daha ileri gitmekten başka bir şey değildi.  İran'ın, uygulamasa da, Filistin'i denizden nehre özgürleştirme sloganını yükseltmesiyse, İsrail ile yaşanan çatışmadaki ideolojik faktörün güçlü bir şekilde geri dönüşünden başka bir şey değildi.

Sorun şu ki, silahlardaki teknolojik gelişmelere bağlı olarak savaşın yönetimi de değişti. Füzeler, insansız hava araçları ve hava saldırılarıyla yürütülen savaşların en büyük kurbanları siviller olurken, askeri kayıplar ise çok daha az. Wall Street Journal gazetesi Yahya Sinvar’a Filistinli sivillerin ölümünün “gerekli fedakarlıklar” olduğu sözünü atfederken, direniş ekseninin tamamı sivil fedakarlıkların “zaferin bedeli” olduğu temelinde hareket ediyor. Geçen yüzyılın altmışlı yıllarının sonunda üst düzey bir Filistinli liderin “şehitler istiyorum” dediği bir sır değil.

Savaşların pek çok tehlikesi arasında en tehlikelisi, tarihi Filistin'in özgürleştirilmesinden Büyük İsrail'in kurulmasına, Arap dünyasının Velayet-i Fakih’e dahil edilmesinden küçüklerin, büyüklerin çıkarına olmayan hayalleri gerçekleştirmede büyüklerin tam desteğini almaya oynadıkları bahislere kadar büyük hedeflerin peşinde koşmak ve bu hedeflerin güç ile gerçekleştirilebileceği algısıdır. Biz büyük bir hedefler savaşının içindeyiz ve kimse nerede, nasıl, neyle sonuçlanacağını ve ne sonuçlar üreteceğini bilmiyor. Buradaki ironi, büyükler “belirsizlik dünyasından” bahsederken, küçüklerin kendileri için aldatıcı bir kesinlik dünyası inşa etmeleridir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.



Birleşmiş Milletler, kadınlara yönelik ayrımcılık nedeniyle Taliban'ı Uluslararası Adalet Divanı'na sevk ediyor

 Richard Bennett BM İnsan Hakları Özel Raportörü (BM)
 Richard Bennett BM İnsan Hakları Özel Raportörü (BM)
TT

Birleşmiş Milletler, kadınlara yönelik ayrımcılık nedeniyle Taliban'ı Uluslararası Adalet Divanı'na sevk ediyor

 Richard Bennett BM İnsan Hakları Özel Raportörü (BM)
 Richard Bennett BM İnsan Hakları Özel Raportörü (BM)

BM İnsan Hakları Özel Raportörü Richard Bennett, uluslararası toplumu Afganistan'daki ağır insan hakları ihlallerine ortak tepki vermemekle suçladı. Bennett, bu durumun Afgan Taliban'ını çabalarını iki katına çıkarmaya teşvik ettiğine inanıyor.

 Afgan kadınlarının Başkent Kabil'deki gösterisi (Getty) Afgan kadınlarının Başkent Kabil'deki gösterisi (Getty)

Eşi benzeri görülmemiş bir insan hakları krizi

Afganistan'daki Birleşmiş Milletler temsilcisi, ülkenin şu anda benzeri görülmemiş ve giderek kötüleşen bir insan hakları krizine tanık olduğunu, medyanın, sivil toplum üyelerinin ve etnik azınlıkların tehdit altında olduğunu belirtti. BM yetkilisi, Taliban yönetimi altında sosyal, ekonomik ve kültürel haklardan yararlanmanın keskin bir şekilde azaldığını vurguladı.

Uluslararası hukukun ihlali

BM özel temsilcisi Taliban'ın kadınlara yönelik ayrımcılığını uluslararası hukukun ihlali olarak Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) taşımayı planlıyor.

BM temsilcisi bu konuda Taliban'a dair herhangi bir umut dile getirmedi. Ancak uluslararası topluma "Afganistan'daki insan hakları ve toplumsal cinsiyet meselelerine odaklanan kapsamlı bir eylem planı geliştirip uygulama" çağrısında bulundu.

Afgan halkına yönelik, genellikle Taliban hükümetinin mekanizmaları aracılığıyla yönlendirilen insani yardımın ana kaynağının Birleşmiş Milletler olduğunu belirtmekte fayda var.

Kandahar'daki bir atölyede mendil işleyen burka giyen Afgan kadınlar (EPA)Kandahar'daki bir atölyede burka giyen ve mendil işleyen  Afgan kadınları (EPA)

Birleşmiş Milletler, Afgan halkına insani yardım sağlanmasını, toplumdaki insan hakları durumuyla ilişkilendirmiyor. Washington, Afgan halkının insan haklarını savunma konusunda sesini en çok duyuran ülke ama aynı zamanda Afgan halkına insani yardım sağlamaya da devam ediyor.

Hem Birleşmiş Milletler hem de ABD, Afgan toplumu içinde insan haklarını güçlü bir şekilde savunmalarına rağmen, Afgan halkının insani çabalarına zarar vermemeyi amaçlıyor.

BM İnsan Hakları Özel Raportörü Richard Bennett, BM Genel Kurulu Üçüncü Komitesi'ne Afganistan'daki insan hakları durumuyla ilgili bir rapor sundu.

Bu rapor, Taliban'ın cinsel baskıları, “Erdemin Teşviki ve Ahlaksızlığın Önlenmesi Kanunu”nun yansımaları, Hazara toplumu başta olmak üzere etnik gruplara karşı ayrımcılık ve adaletin reddi ile eşitlik, hukukun üstünlüğü, sivil alan ve medya özgürlüğü düzeylerindeki ihlaller gibi konulara dikkat çekmektedir. Raporda ayrıca bedensel cezaların artması, çocuk istismarı, cinsel azınlıkların haklarına riayet edilmemesi ve diğer insan hakları ihlalleri de ele alınmaktadır.

Bennett konuşmasında, uluslararası toplumun zayıf ve parçalı tepkisinin Taliban'ı cesaretlendirdiğini iddia etti. Küresel liderleri Afganistan'daki insan hakları ve toplumsal cinsiyet konularına odaklanan kapsamlı bir eylem planı geliştirip, uygulamaya çağırdı. Taliban'ı sorumlu tutmak için Lahey'deki UAD da dahil olmak üzere tüm uluslararası mekanizmaların kullanılmasının önemini vurguladı.

Birleşmiş Milletler Özel Raportörü, Taliban'ın kadınlara yönelik ayrımcı politikalarının dört ülkenin desteğiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşınmasının Afganistan'daki mağdurların seslerini güçlendireceği yönündeki iyimserliğini dile getirdi. Afganistan'ın bugün insan hakları alanında benzeri görülmemiş ve giderek kötüleşen bir krize tanık olduğunu, medyanın, sivil toplum üyelerinin ve etnik azınlıkların tehdit altında olduğunu belirtti. Sosyal, ekonomik ve kültürel haklara erişimin önemli ölçüde azaldığını belirtti.

 Başkent Kabil'de Taliban'a karşı gösteri yapan Afgan kadınları (Afgan medyası)Başkent Kabil'de Taliban'a karşı gösteri yapan Afgan kadınları (Afgan medyası)

Bennett’ın Üçüncü Komite'ye sunduğu rapora göre, Afganistan'da sadece kız çocukları ve kadınlar çalışma ve eğitim haklarından mahrum bırakılmıyor, aynı zamanda erkek çocukları da kendilerini günümüz dünyası için temel bilgileri edinme yeteneklerini engelleyen kısıtlayıcı bir eğitim ortamında buluyor.

BM Özel Raportörü konuşmasında, Taliban'ı sorumlu tutmaya yönelik pratik araç ve stratejileri ele alarak, ülkelerin bu gruba karşı Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurulu aracılığıyla sahip oldukları yetkilerden faydalanmaları gerektiğini vurguladı. Afganistan nüfusunun yarısını oluşturan kadınların genel toplumdan dışlandığına dikkat çekti.

Bennett, geçtiğimiz cuma günü New York'ta düzenlenen basın toplantısında, "Dünyanın eylemsizliği Taliban'ı cesaretlendirdi. Yaygın insan hakları ihlallerinin sonuçları olacağını anlamalılar" dedi. BM Özel Raportörü, "İnsan hakları durumunda önemli bir iyileşme sağlanana kadar, ilişkilerde normalleşme veya uluslararası meşruiyet olmayacağını mevcut Taliban yetkililerine açıkça bildirmeliyiz" ifadelerini kullandı.

Bennett, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Afganistan'daki insan hakları ihlallerine ilişkin soruşturmalara başladığını duyurdu. Hükümetlerin bu ihlallere karışan Taliban yetkililerini "evrensel yargı yetkisi" ilkesine dayanarak kendi mahkemelerinde takip etmelerini önerdi.

Bir Taliban savaşçısı, Kabil yakınlarındaki halka açık infaz alanını koruyor (Afgan medyası)Bir Taliban savaşçısı, Kabil yakınlarındaki halka açık infaz alanını koruyor (Afgan medyası)

Bu talep, Almanya, Avustralya, Kanada ve Hollanda dışişleri bakanlarının yakın zamanda Afganistan'daki kadın ve kız çocuklarının durumlarında iyileşme olmazsa ve üzerlerindeki kısıtlamalar kaldırılmazsa, Taliban'a karşı UAD’a şikâyette bulunacakları yönünde uyarı yaptığı bir dönemde geldi. Şarku'l Avsat'ın aldığı bilgiye göre daha sonra dünya çapında 23'ten fazla ülke bu girişimi destekledi.

Afgan kadınları için şu anda altıncı sınıftan sonra eğitim yok, çoğu işyerinde çalışmak yok, parklar, spor salonları ve güzellik salonları gibi halka açık yerlere erişim yok, bir erkek akraba veya mahrem olmadan uzun mesafelere seyahat etmek yok ve baştan aşağı örtünmeden evden çıkmak yok.

Taliban'ın Ağustos 2021'de yeniden iktidara gelmesinden bu yana, yetkililerin 20 yıl süren Amerikan işgali sırasında kadınların- özellikle daha az muhafazakâr eğilimlere sahip şehir merkezlerinde- kazandığı hakları sistematik olarak ortadan kaldırdığını belirtmekte fayda var. Uzmanlar, Afganistan'ın bugün dünyada kadınlar açısından en kısıtlayıcı ülke olduğuna ve kızların orta öğretimini yasaklayan tek ülke olduğuna inanıyor.