Trump ve Ortadoğu'nun ABD dış politikasındaki yeri

“Proje 2025”, ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin İran'ı caydırmada daha büyük bir rol oynaması gerektiğini belirtiyor

Görsel: Nigel Buchanan
Görsel: Nigel Buchanan
TT

Trump ve Ortadoğu'nun ABD dış politikasındaki yeri

Görsel: Nigel Buchanan
Görsel: Nigel Buchanan

Robert Ford

‘Trumpizm’in tek bir tanımı bulunmuyor. Donald Trump'ın kendisi de bir entelektüelden ziyade, kişisel yargılarına dayanarak doğaçlama kararlar almayı ve eylemlerde bulunmayı seven bir adam. Bununla birlikte Trumpizm bir harekettir. Öyle ki artık kendi içinde bir siyasi partiye dönüşmüş durumda. Şiddetle Trump’ı destekleyen bu hareket, başkanlık seçimlerini kazanması halinde Trump'ın kendilerine vereceği fırsatı kullanarak ABD’yi elli yıl önceki toplum haline getirmeyi amaçlayan entelektüelleri de barındırıyor.

Anne, baba ve çocuklardan oluşan geleneksel aile kavramını yeniden vurgulamayı istiyorlar. Evanjelik Hıristiyanlar tarafından desteklenen bu geleneksel aile anlayışının yanı sıra Trumpist entellektüeller, özel imalat ve endüstriyel süreçlerin yurtdışından, özellikle de Çin'den yeniden ABD'ye getirilmesini sanayileşmiş Amerikan ekonomisini canlandırmayı hedefliyorlar. Bunun istihdam sayısını ve maaşları arttıracağına inanıyorlar. Aynı zamanda Trump ve Cumhuriyetçi Parti, küçülen Amerikan orta sınıfının korkularını yansıtarak göçü önemli ölçüde yavaşlatmayı planlıyor. Göçmen işçileri ekonomiden kısmen çıkarmak istiyorlar. Çünkü bu işçilerin oranını azaltmanın ABD vatandaşlarının maaşlarını yükselteceğine inanıyorlar.

xcdfgthy
Çin savaş gemisi Luoyang 3, Tayvan Boğazı'nda ABD destroyeri USS Chung Hoon'a yakın seyrediyor, 3 Haziran 2023 (Reuters)

Bu stratejistler dış politikada barışı ‘güç yoluyla’ sağlamanın ve potansiyel düşmanları caydırabilecek önemli bir askeri ve ekonomik güce sahip olmanın önemini vurguluyorlar. Trump’ın önceki yönetiminde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi olan Richard Goldberg, geçtiğimiz temmuz ayında Fox News'e verdiği demeçte, gözlemcilerin Donald Trump'ın popülist söylemini izolasyonizm ya da güç kullanma isteksizliği ile karıştırmamaları gerektiğini söyledi. Goldberg, İran Trump'ı test etmek istediğinde General Kasım Süleymani'nin başına gelenleri hatırlattı.

Trump'ın dış politikasının temelleri

Trump ve uzun süredir birlikte çalıştığı danışmanları, seçim kampanyalarında Çin'i her zaman ABD'nin ulusal güvenliğine yönelik en büyük tehdit olarak gördüler. Trump'ın bir önceki yönetimde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevini üstlenen son isim olan Robert O'Brien, geçtiğimiz haziran ayında CBS News'e yaptığı açıklamada, Çin'in ABD'nin en büyük ulusal güvenlik önceliği olduğunu söyledi. O'Brien, ABD’nin en önemli ulusal güvenlik önceliğinin Çin'in Tayvan'ı işgal etmesini önlemek olduğunu vurguladı. Fox News'e konuşan Goldberg de bunu vurgulamış ve Trump yönetiminin, ‘ABD’nin Çin Komünist Partisini yenebilmesini sağlamak’ ve Çin'in küresel nüfuzunu sınırlamak için yapay zeka ve uzay silahları gibi ileri teknolojileri de dahil ederek ABD ordusunu güçlendireceğini ve modernize edeceğini söylemişti.

Trump'ın danışmanları ve Kongre'deki Cumhuriyetçiler, Çin'le mücadeleye öncelik vermelerine rağmen İran'ı büyük bir sorun olarak görüyorlar.

O dönem Trump da sık sık ABD’nin müttefiklerinin ortak savunma için askeri güçlerine daha fazla harcama yapmaları gerektiğini savundu. O'Brien CBS'e konuşurken “Amerikan vergi mükellefleri tek başına Çin'i caydıramaz” dedi. ABD’nin büyük bir bütçe açığı ve başka sorunları olduğunu ifade eden O'Brien, bundan dolayı Japonya, Güney Kore ve Filipinler gibi ülkelerin Çin'i caydırmak için daha fazlasını yapmaları gerektiğini, Avrupa ülkelerinin de aynı şeyi Rusya’ya karşı yapmaları gerektiğini vurguladı. Buna Ukrayna'ya yönelik askeri yardımların arttırılmasının da dahil olduğunu ifade eden O'Brien, “Çünkü Rusya Avrupa'nın arka bahçesinde Ukrayna ile savaşıyor” diye vurguladı.

Ortadoğu'ya yansımaları

Aynı mantık Ortadoğu için de geçerli. Trump’ın yeni yönetimi için büyük ölçüde Trump’ın eski yönetimde yer alan yetkililer tarafından hazırlanan ve 2022 yılında Trump tarafından övülen kapsamlı bir plan olan Proje 2025, ABD’nin bölgesel ortaklarının İran'ı caydırmada daha büyük bir rol üstlenmesini öngörüyor. Proje 2025'in savunma stratejisinin büyük bölümünü yazan ve Trump'ın 2020 yılında sona eren yönetiminin son savunma bakanı olarak görev yapan Chris Miller, Körfez ülkelerinin bireysel ve toplu olarak ‘kıyı, hava ve füze savunmasında liderliği ele almaları’ tavsiyesinde bulundu. Bu sayede Çin'e karşı Asya'ya konuşlandırılacak yeterli sayıda ABD askerinin mevcut olacağını belirten Miller, Washington’ın aynı zamanda, savunmalarını güçlendirmek için bölgesel müttefiklerine daha gelişmiş askeri ekipman satması gerektiğini, bunun ABD sanayisine fayda sağlayacağını kaydetti.

Bu yaklaşım, örneğin Trump'ın 2019 yılında, Suudi Arabistan'a Yemen'deki askeri harekatı sırasında ABD’den askeri destek verilmesini engelleyecek yasayı veto etme kararını haklı çıkarıyor. (Kamala Harris, ABD Senatosu’nda Suudi Arabistan'a silah satışlarını engelleyen yasa lehinde oy kullanmıştı)

İran ile çatışma

Ancak Trump'ın danışmanları ve Senato’daki Cumhuriyetçiler, Çin'le mücadeleye öncelik vermelerine rağmen İran'ı büyük bir sorun olarak görüyorlar. Trump, geçtiğimiz temmuz ayında Cumhuriyetçi Parti Ulusal Kongresi’nde yaptığı konuşmada, İran'ın nükleer silah üretmeye yaklaştığını, geçtiğimiz nisan ayı itibariyle 230 milyar dolardan fazla nakit rezervi olduğunu ve İran'ın arka bahçesi haline gelen Irak'ın da 300 milyar doları kontrol ettiğini iddia etti.

Trump’ın ekibi, ilk yönetim döneminde bürokrasinin, projelerinin çoğunu engellediğine inanıyor. Seçimleri kazandıklarında, ‘derin devlet’ olarak adlandırdıkları yapıyla mücadele etmek için çalışacaklarına şüphe yok.

Cumhuriyetçiler, İran'a daha güçlü yaptırımlar uygulanması çağrısında bulunurken, Proje 2025'in diplomatik stratejisi ülkede özgürlüğün yeniden tesis edilmesi için ‘İran halkını’ desteklemeye çağırıyor. Yeni Trump yönetimini Ortadoğu'yu terk etmemeye çağıran proje, ABD'nin liderlik rolünü terk etmesi halinde bölgenin ‘daha fazla kaosa sürüklenebileceği ya da ABD’nin düşmanlarının kurbanı olabileceği’ uyarısında bulunuyor. Proje, İran'ı caydırmak için Çin'in saldırganlığına karşı koymayı amaçlayan ABD, Japonya, Güney Kore ve Hindistan arasında yapılan ittifaka benzer yeni bir dörtlü ittifak kurulmasını öneriyor. Söz konusu öneride dörtlü ittifak İsrail, Mısır, Körfez ülkeleri ve ABD'den oluşuyor.

sadfrgt
Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (ortada) Mısır'ın yeni idari başkentinde yeni açılan el-Fettah el-Alim Camii'ni gezerken gazetecilere konuştu, 10 Ocak 2019 (AFP)

Burada Mike Pompeo yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı'nın 2018-2019 yıllarında bölge ülkelerinden oluşan böyle bir ittifak kurmaya çalıştığını, ancak kamusal bir koalisyon oluşturma konusunda çok az ilerleme kaydettiğini hatırlamak faydalı olabilir.

İsrail'e daha güçlü destek

Trump'a geçtiğimiz nisan ayında Time dergisine verdiği bir röportaj sırasında, İsrail'i korumak için savaşa girip girmeyeceği soruldu. Trump’ın yanıtı “İsrail'e her zaman çok sadık oldum. İsrail'i koruyacağım” oldu. Mart ayında İsrail hükümetini Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaşta azami güç kullanmadığı için eleştiren ve itidalli olmaktan vazgeçmesini isteyen Trump, İsrail'in halkla ilişkiler savaşını kaybettiğini ve askeri çabalarını artırması gerektiğini de sözlerine ekledi. Senato'daki Cumhuriyetçiler ve Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefini güçlü bir şekilde destekliyor ve İsrail'e daha fazla siyasi ve askeri destek verilmesini istiyorlar. Proje 2025'in diplomatik stratejisine göre Washington, İsrail'i İran'ın yanı sıra Hamas, Hizbullah ve İslami Cihad Hareketi gibi vekillerine karşı kendini savunabilmesini desteklemeli.

Bu arada, Biden yönetiminin İsrail ve Filistinliler arasında iki devletli bir çözüme verdiği sözlü desteğin aksine Trump, Time dergisine verdiği röportajda iki devletli çözüm olasılığına şüpheyle yaklaştığını belirtti. Şu an bu fikri beğenenlerin sayısı dört yıl öncesine göre daha az olduğunu söyleyen Trump, şüphecilerin kimler olduğuna değinmezken çözüme giden alternatif bir yol önerisinde de bulunmadı. (Trump’ın Damadı Jared Kushner, mart ayında İsrail'in Gazzelileri Necef Negev Çölü’ne yerleştirmesi gerektiği ve Gazze sahilindeki mülklerin son derece değerli olabileceği yönündeki görüşünü paylaşmıştı.)

Öte yandan Trump'ı ilk tebrik eden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu. Netanyahu, dün sabaha karşı X platformundaki hesabından şunları yazdı:

“Sevgili Donald ve Melania Trump, tarihin en büyük geri dönüşünü kutluyoruz. Beyaz Saray'a tarihi dönüşünüz, ABD için yeni bir başlangıç ve İsrail ile ABD arasındaki büyük ittifaka güçlü bir yeniden bağlılık sunuyor. Bu çok büyük bir zafer.”

Türkiye ve Suriye

Burada Proje 2025’in diplomatik stratejisinin, Filistin Yönetimi ile ilişkilerin azaltılmasını önerdiğini, ancak Türkiye ile ilişkilerin güçlendirilmesini teşvik ettiğini belirtmekte fayda var. ABD, Rusya ve Çin arasındaki küresel rekabette ABD'nin Türkiye'nin Batı kampında kalmasını sağlaması gerektiği vurgulanan planda bunun için Ankara’nın ‘bekasına yönelik tehdit oluşturduğuna inandığı’ YPG/PKK'ya desteğini keseceğine dair Washington ile bir anlaşmaya varması gerekebileceği kabul ediliyor.

Trump, 2018 yılında DEAŞ’ın son kalesinin de ele geçirilmesinin ardından Suriye'nin doğusunda konuşlu tüm ABD birliklerini geri çekmek istedi. Ancak Dışişleri Bakanlığı ve savunma yetkilileri, bugün hala orada bulunan ABD askerlerinin sayısını azaltmanın yol açacağı zorluklar konusunda onu ikna etti.

Trump ekibini kimlerden oluşturacak?

Trump’ın ekibi, ilk yönetim döneminde projelerinin bazılarının bürokrasisi tarafından engellediğine inanıyor. Bu yüzden yeni dönemde Trump'a ‘sadık olmayan’ ve Trump'ın planlarını hızla uygulamayı reddeden binlerce hükümet çalışanını işten çıkararak ‘derin devlet’ dedikleri yapıyla mücadele etmeye çalışacaklarına şüphe yok. İşçi sendikalarının kamu çalışanlarını işten çıkarma hamlelerine karşı mahkemelerde dava açması normal olsa da Trump’ın ekibi stratejilerinin mahkemeleri kazanmalarını sağlayacağından emin.

Mike Pompeo, Trump'ın kabinesine girmeyi başarırsa, karakterinin ve deneyiminin onu etkili bir isim haline getireceği kesin. Pompeo, Çin'le yüzleşmek bir yana, İran'a karşı özellikle katı bir yaklaşımı savunabilir.

Sadakat takıntısıyla bilinen Trump'ın kabinesinde kimlerin yer alacağı konusunda şimdiden spekülasyonlar yapılmaya başladı. Trump’ın bir adayın sadakatine ilişkin algısının, kararlarında birincil faktör olacağı kesin. Trump aynı zamanda ani kararlar vermesiyle de tanınıyor, bu yüzden kabinesine kimleri seçeceğini kestirmek zor. Basında yer alan haberlere göre Trump'ın sevdiği ve güvendiği pek çok isim var. Dışişleri Bakanı olarak atanmadan önce 2017-2018 yıllarında Trump döneminde Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) direktörlüğünü yapan Mike Pompeo, Trump yönetiminin Savunma Bakanlığına aday olabilecek bir isim olarak değerlendiriliyor. Eğer Pompeo, Trump'ın kabinesine girmeyi başarırsa, karakterinin ve deneyiminin onu etkili bir isim haline getireceği kesin. Pompeo, Çin'le yüzleşmek bir yana, İran'a karşı özellikle katı bir yaklaşımı savunabilir. Pompeo'nun pratik bir yönü de var.

ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi konusunda Trump'ın talimatıyla Taliban'la müzakereleri yürüten de Pompeo’ydu.

Basında yer alan haberlere göre Trump yönetiminde Savunma Bakanlığı görevini üstlenen son isim olan Chris Miller da bu görev için potansiyel bir aday olabilir. Burada Miller'ın Proje 2025'teki savunma stratejisini yazan kişi olduğu belirtilmeli. Dışişleri Bakanlığı konusunda ise adaylardan biri önceki Trump yönetiminin Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’nı yapan son isim olan Robert O'Brien. Politico dergisinde ocak ayında yayınlanan bir makalede O'Brien'ın Dışişleri Bakanı olmayı çok istediği belirtildi.

O'Brien, Trump’ın önceki yönetiminde Cumhuriyetçi Partili politikacılara danışmanlık yapmış ve Ulusal Güvenlik Konseyi'ne geçmeden önce Türkiye’de tutuklu bulunan ve Yemen'de alıkoyulan Amerikalıların serbest bırakılmasında müzakereci olarak başarılı işler çıkarmıştı.  O'Brien, basına verdiği demeçlerde Çin'in yarattığı tehdidin altını çizmişti.

O'Brien, ABD'nin NATO'dan ayrılmayacağını ancak Avrupa ülkelerinin harcamalarını arttırması ve Ukrayna'ya yardımda daha büyük bir rol oynaması gerektiğini vurgulamasıyla biliniyor. Yine basındaki haberlere göre Dışişleri Bakanı ya da Hazine Bakanı olmak isteyen bir diğer isim ise Trump döneminde ABD’nin Tokyo Büyükelçiliğini yapan Senatör Bill Hagerty. Trump, 2020 ABD Senato Seçimleri esnasında Hagerty'ye seçim kampanyasında yardımcı olmuştu.

Kesin olan bir şey varsa o da bu adamların, Trump'ın Çin’e ve İran'a karşı katı bir tutum sergilenmesi ve İsrail'in güçlü bir şekilde desteklenmesi yönündeki direktiflerini takip etmekte hiç tereddüt etmeyecekleri. Müttefikleri, dostları ve ortaklarıyla ticari faaliyetlerin yanı sıra ABD'nin Avrupa, Asya ve Ortadoğu'daki askeri konuşlanmalarının maliyetleri konusunda zorlu pazarlıklar yapacaklar. Hiçbiri ciddi bir meydan okumayla karşılaştıklarında düşmanlarına karşı hızla karşılık vermekten kaçınmayacak. Çok sayıda Amerikan askerinin geniş çaplı ve pahalı bir askeri operasyona dahil olabileceği büyük bir savaşa girme konusunda daha temkinli davranacaklar.

Bu görüş, Proje 2025’in beyni Heritage Vakfı Başkanı Kevin Roberts tarafından da dile getirilmişti. Roberts, Trump’ın yeni yönetiminin ‘ABD’nin hazinesinde büyük açıkların olmasını ya da Amerikan kanının dökülmesini haklı çıkarmayacak savaşların içine çekilmeme konusunda dikkatli olması gerektiği’ uyarısında bulundu.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Yeni video ortaya çıktı: Sydney saldırısında silahsız direnen çift hayatını kaybetti

Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)
Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)
TT

Yeni video ortaya çıktı: Sydney saldırısında silahsız direnen çift hayatını kaybetti

Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)
Adli tıp uzmanları, Sidney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırı olay yerinde kurbanlardan birinin cesedini inceliyor (EPA)

Sydney’de Hanuka Bayramı kutlamalarını hedef alan kanlı saldırıya ilişkin yeni görüntüler yayımlandı. Kısa süre önce paylaşılan video, bir çiftin saldırganlardan biriyle silahsız şekilde boğuştuğunu ve silahını kısa süreliğine ele geçirmeyi başardığını ortaya koydu. Ancak saldırganın silahın kontrolünü yeniden sağlaması üzerine çift vurularak öldürüldü.

Bu yeni video, saldırganlardan biriyle yüzleşen kahraman Ahmed Elhamad'ın eyleminin ardından geldi.

İsrail güvenlik yetkilileri, dünya çapındaki çeşitli istihbarat teşkilatlarına uyarıda bulunduklarını, Yahudi mekanlarını hedef alan potansiyel terör saldırıları konusunda uyardıklarını ve uluslararası yetkilileri daha yüksek güvenlik önlemleri almaya çağırdıklarını söyledi.

Avustralya Yayın Kurumu (ABC) tarafından yayınlanan yeni görüntülerde, çiftin silahsız bir teröristle karşı karşıya geldiği görülüyor. Videoda, teröristle boğuşup onu silahsızlandırmaya çalıştıkları ve kısa süreliğine de olsa başarılı oldukları görülüyor.

Şarku'l Avsat'ın Daily Mail'den aktardığı habere göre terörist daha sonra silahının kontrolünü yeniden ele geçirdi ve ölümcül saldırısına devam etti. Çift, terör saldırısında hayatını kaybeden kurbanlar arasındaydı.

Sajid Akram ve oğlu Naveed, Yahudi Hanuka kutlamasını hedef alan toplu bir silahlı saldırıda 15 kişiyi öldürdü. Yetkililer saldırıyı Yahudi karşıtı bir terör eylemi olarak nitelendirdi, ancak saldırganın daha derin motifleri hakkında şimdiye kadar çok az ayrıntı verdi.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese dün yaptığı açıklamada, saldırının "DEAŞ ideolojisinden kaynaklanmış gibi göründüğünü" söyledi.

Avustralya polisi ise dün yaptığı açıklamada, Bondi Plajı'ndaki saldırıyı gerçekleştirdiği şüphesiyle suçlanan baba ve oğulun kullandığı araçta iki DEAŞ bayrağı ve bomba bulunduğunu belirtti.

Yeni Güney Galler Polis Komiseri Mal Lanyon, gazetecilere yaptığı açıklamada, Sidney sahili yakınlarında bulunan aracın oğlunun adına kayıtlı olduğunu ve içinde "iki adet el yapımı DEAŞ bayrağı" ile birlikte patlayıcı düzenekler bulunduğunu söyledi.


48 Filistinlileri, İsrail’in suç örgütlerini “terör örgütü” olarak sınıflandırma tuzağıyla karşı karşıya

İsrailli yetkililer, bu örgütlerin güvenliklerini tehdit etmeye başlaması üzerine harekete geçti (Reuters)
İsrailli yetkililer, bu örgütlerin güvenliklerini tehdit etmeye başlaması üzerine harekete geçti (Reuters)
TT

48 Filistinlileri, İsrail’in suç örgütlerini “terör örgütü” olarak sınıflandırma tuzağıyla karşı karşıya

İsrailli yetkililer, bu örgütlerin güvenliklerini tehdit etmeye başlaması üzerine harekete geçti (Reuters)
İsrailli yetkililer, bu örgütlerin güvenliklerini tehdit etmeye başlaması üzerine harekete geçti (Reuters)

Emel Şehade

İsrail'deki 48 Filistinlileri, İsrail parlamentosu Knesset'teki çoğunluğun aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve kontrolündeki polis gücünün yetkilerini genişleten yeni bir yasa tasarısını onaylamasının ardından, belki de Nekbe'den (Büyük Felaket) bu yana en zor ve tehlikeli olan, varlıkları için belirleyici bir savaş veriyorlar.

Aynı durum terörle mücadele araçlarını, Arap toplumunu ve ilerici güçleri bastırmak ve siyasi görüşleri suç saymak için bir araç haline getiren İç İstihbarat Teşkilatı Şin-Bet (Şabak) ve diğer güvenlik kurumları için de geçerli.

Çete savaşları

Bu yasa, Arap toplumunda suç örgütlerinin yaygınlaşmasının ardından önerildi. Bu örgütlerin faaliyetleri, suçları, tehlikeliliği ve operasyonları, İsrail makamları tarafından uzun süredir görmezden geliniyordu. Bu faaliyetler sadece cinayetlerle sınırlı değildi, Arap yerel makamları, altyapı projeleri ve diğer konularda da kontrol sağlamaya yönelikti. Ancak bu örgütler İsrail'in güvenliği için tehdit oluşturmaya başladığında, hükümet ve sorumlu makamlar harekete geçti.

Verilere göre yılın başlarından bu yana, 1948 Filistin topraklarından 240'tan fazla genç Filistinli erkek ve kadın, küçük bir kısmı kazara olmak üzere suç örgütleri arasındaki hesaplaşmalarda öldürüldü. En sonuncusu, mahallesinde oynarken içinde gençlerin oturduğu bir aracı hedef alan maskeli adamlar tarafından vurularak öldürülen 15 yaşlarında bir çocuktu.

Bu ve diğer suçlar, suç örgütlerinin faaliyetlerinin çirkinliğini ortaya çıkarırken İsrailli aşırı sağcı milletvekillerinin geçirmeyi amaçladıkları yasaya karşı protestolar da dahil olmak üzere çeşitli düzeylerde yaygın olarak protesto edildi.

Üstü kapalı hükümler ve hedefler

Suç örgütlerini terör örgütleri olarak sınıflandıran tasarı, ilk okumadan geçti ve ikinci ve üçüncü okumalarda oylama bekliyor. Tasarının nihai olarak onaylanması bekleniyor. Bu durum, 48 Filistinlileri (İsrail vatandaşı Filistinliler) liderliğini, tasarıdaki ‘üstü kapalı’ hükümler ve hedefler nedeniyle harekete geçmeye sevk etti.

Bu yasaya karşı çıkmak için bir çerçeve oluşturma girişiminde bulunan Knesset Üyesi Aida Touma-Suleiman’ın belirttiği gibi, bu yasa suçla mücadeleyi amaçlamıyor, aksine Arap toplumunda yaygın olan suçları, Arap toplumunu baskı altına almayı amaçlayan yasalar çıkarmak için kullanıyor.

Bu yasa, polis ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in İsrail'deki Filistinlilere karşı baskıcı operasyonlar yürütme ve uygulama yetkilerini genişletmeye hizmet ediyor. Bu da ona bireyleri ve hatta ulusal partileri ‘terör örgütleri’ olarak etiketleme, ardından terör örgütlerine yönelik önlemler alarak, bu kişilerin en temel haklarını ve hatta kendi topraklarında var olma haklarını ellerinden alma özgürlüğü verebilir.

Tehlikeli yasaların dalgasıyla yüzleşmek

Touma-Suleiman, 48 Filistinlileri arasında suç oranlarının iki katına çıktığını ve güvenlik ve emniyetin eksik olduğunu gösteren veriler çerçevesinde acil bir oturum çağrısında bulundu. 240'tan fazla genç erkek ve kadının öldürüldüğü yerde tutuklananların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Öte yandan 48 Filistinlileri liderliği, gelecekte risk oluşturavak yasalar dalgasıyla mücadele etmek için toplantıda ortaya konulan çeşitli pratik önerileri inceliyor. Bu öneriler arasında parlamento ve kamuoyu eylemleri, bu tür yasaların yerel, İsrail solu ve uluslararası düzeyde yaratacağı sonuçlara ilişkin farkındalık kampanyaları düzenlenmesi yer alıyor.

Silah ticareti

İsrail Arapları arasındaki suç örgütleri, dört yılı aşkın bir süredir, İsrail polisi ve güvenlik güçlerinin sessizliğiyle neredeyse her gün bir veya daha fazla kişinin öldürüldüğü bir iç savaş yürütüyorlar. Ardından, Gazze'de savaş patlak vermeden önce, faaliyetleri çıkarların kontrolü ve ‘kardeşlik’ (yasadışı ücretler) talepleriyle zirveye ulaştı. Aylık ödeme taleplerine uymayanları öldürmekle tehdit ederek faaliyetlerini ayyuka çıkardılar.

Polise yapılan şikayetlere ve İsrail Araplarının protestolarına rağmen, iki aydan fazla bir süre önce bu örgütlerin, bazıları İsrail ordusunun askeri kışlalarından çalınan silahları sınırdan kaçırarak Batı Şeria'da fahiş fiyatlara sattığı ortaya çıkana kadar hiçbir yetkili harekete geçilmedi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre silahların bir başka kaynağı da Suriye sınırından yapılan kaçakçılık faaliyetleriydi. Güvenlik güçleri geçtiğimiz ay, İsrail ordusundan beş kişi de dahil olmak üzere, Suriye'nin güneyinden silah kaçakçılığına iş birliği yapan ve bunu kolaylaştıran patlayıcılar, roketler, tüfekler ve büyük miktarda mühimmat da dahil olmak üzere bu silahların suç örgütlerine aktarılmasını sağlayan bir dizi şüpheliyi tutukladı.

İsrail’in güvenliğine yönelik tehdit

Bazı Arap yetkililer tarafından da doğrulandığı üzere İsrailli yetkililer, bu örgütlerin güvenliklerine tehdit oluşturmaya başlaması nedeniyle harekete geçti. Knesset kürsüsünden konuşan bazı sağcı milletvekilleri, Batı Şeria'ya silah satmanın Hamas'ı veya İsrail'e karşı ‘direnişi’ desteklemek anlamına geldiğini söyledi. Bu adım, İsrail’in siyasi ve güvenlik liderlerini alarma geçirdi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, tutuklama kampanyaları yürütmek ve suç örgütlerini ortadan kaldırmak için özel bir çaba göstereceğine söz verdi. Böylece bu örgütleri ‘terör örgütleri’ olarak sınıflandıracak ve onları terör örgütlerine uygulanan tüm yasal önlemlere tabi tutacak bir yasa tasarısının önü açıldı.

İsrail'deki Filistinli liderlerin engellemeye çalıştığı yasa, Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in, faaliyetleri sistematik silah kullanımı, yetkililere veya seçilmiş görevlilere yönelik tehditler veya terör örgütleriyle iş birliği yapmak olan bir suç örgütünün terör örgütü ilan edilebileceğini öngörüyor.

Bu mesele, suç örgütleri meselesinin ötesinde. Zira yasa, milliyetçi bir tutum sergileyen ve İsrail hükümetinin politikasına, hatta Ulusal Güvenlik Bakanı'nın politikasına karşı çıkan herkesi ‘terör örgütü üyesi’ olmakla suçlamak için kullanılıyor.

Güvenlik kurumları için 670 bin dolarlık bütçe

48 Filistinlilerinin liderleri, İsrailli yetkililerden daha önce ortadan kaldırdıkları Yahudi toplumundaki suç örgütleriyle mücadele ettikleri gibi, suçla mücadele etmek ve örgütleri ortadan kaldırmak için gerekenleri yapmalarını istediler. İsrail hükümeti pazar günü gerçekleştirdiği oturumda, Arap toplumundaki suçlarla mücadele için 670 bin dolarlık bir bütçe onayladı. Hükümet tarafından yapılan açıklamada bunu ‘İsrail polisi, Şin-Bet ve Cezaevi Servisi'nin (IPS) kanun uygulama ve istihbarat kapasitelerinin güçlendirilmesi’ olarak nitelendirdi. İsrail hükümeti, bu bütçeyi Arap toplumunda suç, şiddet ve yasadışı silahlarla mücadeleye yönelik ulusal planda kararlı ve kader belirleyici bir adım olarak değerlendirdi.

İsrail'deki Filistinli liderler, bu adımların İsrail Arapları arasındaki suç örgütlerini ortadan kaldırmak için yetersiz olduğunu düşünüyor ve uygulanması için yeterli finansman içeren kapsamlı bir plan çağrısında bulunuyorlar. Ayrıca, tutuklanan onlarca kişinin birkaç saat içinde serbest bırakıldığının ortaya çıkmasının ardından, İsrail mahkemelerinden sanıklara ağır cezalar verilmesi için baskı yapıyorlar.

Öte yandan polis teşkilatı mensuplarının suç örgütleriyle iş birliği yaptığı da ortaya çıktı. Polis teşkilatında yolsuzluk suçlarıyla mücadele için kurulan Lahav 433 birimi komutanı, Arap toplumunda yerel yönetimlerdeki onlarca vakadan birinde, suç örgütleriyle iş birliği yapmak, onları belediyeye sokmak ve yönetimini kontrol etmek suçlamasıyla tutuklanan Nasıra Belediye Başkanı Ali Selam ile iş birliği yaptığı gerekçesiyle tutuklandı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Sidney saldırısının failleri geçen ay Filipinler'de askeri eğitim almış

Saldırıyı gerçekleştiren iki silahlı kişiyi gösteren videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)
Saldırıyı gerçekleştiren iki silahlı kişiyi gösteren videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)
TT

Sidney saldırısının failleri geçen ay Filipinler'de askeri eğitim almış

Saldırıyı gerçekleştiren iki silahlı kişiyi gösteren videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)
Saldırıyı gerçekleştiren iki silahlı kişiyi gösteren videodan alınan ekran görüntüsü (AFP)

Güvenlik kaynakları, Avustralya Yayın Kurumu’na (ABC) yaptıkları açıklamada, Bondi Plajı’nda Hanuka Bayramı kutlamasına düzenlenen saldırıyı gerçekleştiren silahlı kişiler Sajid Akram ve oğlu Naveed Akram’in geçen ay yoğun bir askerî eğitim almak üzere Filipinler’e gittiğini doğruladı.

Bondi saldırısının failleri ile DEAŞ arasındaki bağlantı

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Pazar günü gerçekleşen ve yaklaşık 30 yıldır Avustralya’daki en ölümcül toplu silahlı saldırı olarak kayda geçen olayda 15 kişi hayatını kaybetti. Saldırının Yahudileri hedef alan bir terör eylemi olduğu yönünde soruşturma yürütülüyor.

Yetkili bir güvenlik kaynağı, o dönemde 18 yaşında olan Naveed’in DEAŞ ile ‘endişe verici bağlantılar’ sergilediğini ve bunun ASIO tarafından soruşturulduğunu, ancak o sırada daha fazla incelemeye gerek görülmediğini bildirdi.

Soruşturmayı yürüten yetkililer, Sajid Akram ve oğlunun uluslararası bir terör ağıyla bağlantılarını araştırıyor. Bu kapsamda, ikilinin kasım ayı başında Manila’ya yaptıkları seyahatin tespit edildiği kaydedildi.

Filipinler Göç Bürosu bugün yaptığı açıklamada, Sidney’deki saldırıyı gerçekleştiren Sajid Akram ve oğlu Naveed’in 1 Kasım’da Filipinler’e seyahat ettiklerini duyurdu. İkili, Philippine Airlines’ın PR212 seferiyle Sidney’den Manila’ya, oradan da terörist grupların aktif olduğu Davao şehrine gitmiş; bu gruplar arasında DEAŞ bağlantılı unsurlar da bulunuyor.

Göç Bürosu Sözcüsü, Avustralya’da ikamet eden 50 yaşındaki Hint vatandaşı Sajid Akram’in Hint pasaportu, 24 yaşındaki oğlu Naveed Akram’in ise Avustralya pasaportu kullandığını belirtti. Baba-oğul birlikte uçuş yaptı ve 28 Kasım’da aynı güzergâhla Davao’dan Manila’ya oradan da Sidney’e geri döndü.

Avustralya’dan isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir terörle mücadele yetkilisi, ikilinin Filipinler’in güneyinde askeri eğitim aldığını doğruladı.

Filipinler, 1990’ların başından itibaren, Pakistan-Afganistan sınırında faaliyet gösteren terör yapılanmalarının yeniden oluşturulmasıyla birlikte aşırıcılığın merkezi haline geldi.

2017’de DEAŞ etkisindeki silahlı gruplar, Filipinler’in güneyindeki Marawi kentinin bazı bölgelerini ele geçirerek beş ay boyunca ellerinde tutmuştu. Ordunun kara ve hava operasyonlarına rağmen süren bu çatışma, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ülkedeki en büyük savaş olarak kayda geçti ve yaklaşık 350 bin kişinin yerinden edilmesine, bin 100’den fazla kişinin ölümüne yol açtı.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese bugün yaptığı açıklamada, saldırının DEAŞ ideolojisi tarafından yönlendirildiğini söyledi.

Avustralya polisi, saldırıda kullanılan araçta DEAŞ’a ait iki bayrak ve bombaların bulunduğunu açıkladı.

Sajid Akram ve oğlu Naveed, pazar akşamı gerçekleştirilen saldırıda 15 kişiyi öldürdü.