Trump ve Ortadoğu'nun ABD dış politikasındaki yeri

“Proje 2025”, ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin İran'ı caydırmada daha büyük bir rol oynaması gerektiğini belirtiyor

Görsel: Nigel Buchanan
Görsel: Nigel Buchanan
TT

Trump ve Ortadoğu'nun ABD dış politikasındaki yeri

Görsel: Nigel Buchanan
Görsel: Nigel Buchanan

Robert Ford

‘Trumpizm’in tek bir tanımı bulunmuyor. Donald Trump'ın kendisi de bir entelektüelden ziyade, kişisel yargılarına dayanarak doğaçlama kararlar almayı ve eylemlerde bulunmayı seven bir adam. Bununla birlikte Trumpizm bir harekettir. Öyle ki artık kendi içinde bir siyasi partiye dönüşmüş durumda. Şiddetle Trump’ı destekleyen bu hareket, başkanlık seçimlerini kazanması halinde Trump'ın kendilerine vereceği fırsatı kullanarak ABD’yi elli yıl önceki toplum haline getirmeyi amaçlayan entelektüelleri de barındırıyor.

Anne, baba ve çocuklardan oluşan geleneksel aile kavramını yeniden vurgulamayı istiyorlar. Evanjelik Hıristiyanlar tarafından desteklenen bu geleneksel aile anlayışının yanı sıra Trumpist entellektüeller, özel imalat ve endüstriyel süreçlerin yurtdışından, özellikle de Çin'den yeniden ABD'ye getirilmesini sanayileşmiş Amerikan ekonomisini canlandırmayı hedefliyorlar. Bunun istihdam sayısını ve maaşları arttıracağına inanıyorlar. Aynı zamanda Trump ve Cumhuriyetçi Parti, küçülen Amerikan orta sınıfının korkularını yansıtarak göçü önemli ölçüde yavaşlatmayı planlıyor. Göçmen işçileri ekonomiden kısmen çıkarmak istiyorlar. Çünkü bu işçilerin oranını azaltmanın ABD vatandaşlarının maaşlarını yükselteceğine inanıyorlar.

xcdfgthy
Çin savaş gemisi Luoyang 3, Tayvan Boğazı'nda ABD destroyeri USS Chung Hoon'a yakın seyrediyor, 3 Haziran 2023 (Reuters)

Bu stratejistler dış politikada barışı ‘güç yoluyla’ sağlamanın ve potansiyel düşmanları caydırabilecek önemli bir askeri ve ekonomik güce sahip olmanın önemini vurguluyorlar. Trump’ın önceki yönetiminde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi olan Richard Goldberg, geçtiğimiz temmuz ayında Fox News'e verdiği demeçte, gözlemcilerin Donald Trump'ın popülist söylemini izolasyonizm ya da güç kullanma isteksizliği ile karıştırmamaları gerektiğini söyledi. Goldberg, İran Trump'ı test etmek istediğinde General Kasım Süleymani'nin başına gelenleri hatırlattı.

Trump'ın dış politikasının temelleri

Trump ve uzun süredir birlikte çalıştığı danışmanları, seçim kampanyalarında Çin'i her zaman ABD'nin ulusal güvenliğine yönelik en büyük tehdit olarak gördüler. Trump'ın bir önceki yönetimde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevini üstlenen son isim olan Robert O'Brien, geçtiğimiz haziran ayında CBS News'e yaptığı açıklamada, Çin'in ABD'nin en büyük ulusal güvenlik önceliği olduğunu söyledi. O'Brien, ABD’nin en önemli ulusal güvenlik önceliğinin Çin'in Tayvan'ı işgal etmesini önlemek olduğunu vurguladı. Fox News'e konuşan Goldberg de bunu vurgulamış ve Trump yönetiminin, ‘ABD’nin Çin Komünist Partisini yenebilmesini sağlamak’ ve Çin'in küresel nüfuzunu sınırlamak için yapay zeka ve uzay silahları gibi ileri teknolojileri de dahil ederek ABD ordusunu güçlendireceğini ve modernize edeceğini söylemişti.

Trump'ın danışmanları ve Kongre'deki Cumhuriyetçiler, Çin'le mücadeleye öncelik vermelerine rağmen İran'ı büyük bir sorun olarak görüyorlar.

O dönem Trump da sık sık ABD’nin müttefiklerinin ortak savunma için askeri güçlerine daha fazla harcama yapmaları gerektiğini savundu. O'Brien CBS'e konuşurken “Amerikan vergi mükellefleri tek başına Çin'i caydıramaz” dedi. ABD’nin büyük bir bütçe açığı ve başka sorunları olduğunu ifade eden O'Brien, bundan dolayı Japonya, Güney Kore ve Filipinler gibi ülkelerin Çin'i caydırmak için daha fazlasını yapmaları gerektiğini, Avrupa ülkelerinin de aynı şeyi Rusya’ya karşı yapmaları gerektiğini vurguladı. Buna Ukrayna'ya yönelik askeri yardımların arttırılmasının da dahil olduğunu ifade eden O'Brien, “Çünkü Rusya Avrupa'nın arka bahçesinde Ukrayna ile savaşıyor” diye vurguladı.

Ortadoğu'ya yansımaları

Aynı mantık Ortadoğu için de geçerli. Trump’ın yeni yönetimi için büyük ölçüde Trump’ın eski yönetimde yer alan yetkililer tarafından hazırlanan ve 2022 yılında Trump tarafından övülen kapsamlı bir plan olan Proje 2025, ABD’nin bölgesel ortaklarının İran'ı caydırmada daha büyük bir rol üstlenmesini öngörüyor. Proje 2025'in savunma stratejisinin büyük bölümünü yazan ve Trump'ın 2020 yılında sona eren yönetiminin son savunma bakanı olarak görev yapan Chris Miller, Körfez ülkelerinin bireysel ve toplu olarak ‘kıyı, hava ve füze savunmasında liderliği ele almaları’ tavsiyesinde bulundu. Bu sayede Çin'e karşı Asya'ya konuşlandırılacak yeterli sayıda ABD askerinin mevcut olacağını belirten Miller, Washington’ın aynı zamanda, savunmalarını güçlendirmek için bölgesel müttefiklerine daha gelişmiş askeri ekipman satması gerektiğini, bunun ABD sanayisine fayda sağlayacağını kaydetti.

Bu yaklaşım, örneğin Trump'ın 2019 yılında, Suudi Arabistan'a Yemen'deki askeri harekatı sırasında ABD’den askeri destek verilmesini engelleyecek yasayı veto etme kararını haklı çıkarıyor. (Kamala Harris, ABD Senatosu’nda Suudi Arabistan'a silah satışlarını engelleyen yasa lehinde oy kullanmıştı)

İran ile çatışma

Ancak Trump'ın danışmanları ve Senato’daki Cumhuriyetçiler, Çin'le mücadeleye öncelik vermelerine rağmen İran'ı büyük bir sorun olarak görüyorlar. Trump, geçtiğimiz temmuz ayında Cumhuriyetçi Parti Ulusal Kongresi’nde yaptığı konuşmada, İran'ın nükleer silah üretmeye yaklaştığını, geçtiğimiz nisan ayı itibariyle 230 milyar dolardan fazla nakit rezervi olduğunu ve İran'ın arka bahçesi haline gelen Irak'ın da 300 milyar doları kontrol ettiğini iddia etti.

Trump’ın ekibi, ilk yönetim döneminde bürokrasinin, projelerinin çoğunu engellediğine inanıyor. Seçimleri kazandıklarında, ‘derin devlet’ olarak adlandırdıkları yapıyla mücadele etmek için çalışacaklarına şüphe yok.

Cumhuriyetçiler, İran'a daha güçlü yaptırımlar uygulanması çağrısında bulunurken, Proje 2025'in diplomatik stratejisi ülkede özgürlüğün yeniden tesis edilmesi için ‘İran halkını’ desteklemeye çağırıyor. Yeni Trump yönetimini Ortadoğu'yu terk etmemeye çağıran proje, ABD'nin liderlik rolünü terk etmesi halinde bölgenin ‘daha fazla kaosa sürüklenebileceği ya da ABD’nin düşmanlarının kurbanı olabileceği’ uyarısında bulunuyor. Proje, İran'ı caydırmak için Çin'in saldırganlığına karşı koymayı amaçlayan ABD, Japonya, Güney Kore ve Hindistan arasında yapılan ittifaka benzer yeni bir dörtlü ittifak kurulmasını öneriyor. Söz konusu öneride dörtlü ittifak İsrail, Mısır, Körfez ülkeleri ve ABD'den oluşuyor.

sadfrgt
Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo (ortada) Mısır'ın yeni idari başkentinde yeni açılan el-Fettah el-Alim Camii'ni gezerken gazetecilere konuştu, 10 Ocak 2019 (AFP)

Burada Mike Pompeo yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı'nın 2018-2019 yıllarında bölge ülkelerinden oluşan böyle bir ittifak kurmaya çalıştığını, ancak kamusal bir koalisyon oluşturma konusunda çok az ilerleme kaydettiğini hatırlamak faydalı olabilir.

İsrail'e daha güçlü destek

Trump'a geçtiğimiz nisan ayında Time dergisine verdiği bir röportaj sırasında, İsrail'i korumak için savaşa girip girmeyeceği soruldu. Trump’ın yanıtı “İsrail'e her zaman çok sadık oldum. İsrail'i koruyacağım” oldu. Mart ayında İsrail hükümetini Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaşta azami güç kullanmadığı için eleştiren ve itidalli olmaktan vazgeçmesini isteyen Trump, İsrail'in halkla ilişkiler savaşını kaybettiğini ve askeri çabalarını artırması gerektiğini de sözlerine ekledi. Senato'daki Cumhuriyetçiler ve Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefini güçlü bir şekilde destekliyor ve İsrail'e daha fazla siyasi ve askeri destek verilmesini istiyorlar. Proje 2025'in diplomatik stratejisine göre Washington, İsrail'i İran'ın yanı sıra Hamas, Hizbullah ve İslami Cihad Hareketi gibi vekillerine karşı kendini savunabilmesini desteklemeli.

Bu arada, Biden yönetiminin İsrail ve Filistinliler arasında iki devletli bir çözüme verdiği sözlü desteğin aksine Trump, Time dergisine verdiği röportajda iki devletli çözüm olasılığına şüpheyle yaklaştığını belirtti. Şu an bu fikri beğenenlerin sayısı dört yıl öncesine göre daha az olduğunu söyleyen Trump, şüphecilerin kimler olduğuna değinmezken çözüme giden alternatif bir yol önerisinde de bulunmadı. (Trump’ın Damadı Jared Kushner, mart ayında İsrail'in Gazzelileri Necef Negev Çölü’ne yerleştirmesi gerektiği ve Gazze sahilindeki mülklerin son derece değerli olabileceği yönündeki görüşünü paylaşmıştı.)

Öte yandan Trump'ı ilk tebrik eden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu. Netanyahu, dün sabaha karşı X platformundaki hesabından şunları yazdı:

“Sevgili Donald ve Melania Trump, tarihin en büyük geri dönüşünü kutluyoruz. Beyaz Saray'a tarihi dönüşünüz, ABD için yeni bir başlangıç ve İsrail ile ABD arasındaki büyük ittifaka güçlü bir yeniden bağlılık sunuyor. Bu çok büyük bir zafer.”

Türkiye ve Suriye

Burada Proje 2025’in diplomatik stratejisinin, Filistin Yönetimi ile ilişkilerin azaltılmasını önerdiğini, ancak Türkiye ile ilişkilerin güçlendirilmesini teşvik ettiğini belirtmekte fayda var. ABD, Rusya ve Çin arasındaki küresel rekabette ABD'nin Türkiye'nin Batı kampında kalmasını sağlaması gerektiği vurgulanan planda bunun için Ankara’nın ‘bekasına yönelik tehdit oluşturduğuna inandığı’ YPG/PKK'ya desteğini keseceğine dair Washington ile bir anlaşmaya varması gerekebileceği kabul ediliyor.

Trump, 2018 yılında DEAŞ’ın son kalesinin de ele geçirilmesinin ardından Suriye'nin doğusunda konuşlu tüm ABD birliklerini geri çekmek istedi. Ancak Dışişleri Bakanlığı ve savunma yetkilileri, bugün hala orada bulunan ABD askerlerinin sayısını azaltmanın yol açacağı zorluklar konusunda onu ikna etti.

Trump ekibini kimlerden oluşturacak?

Trump’ın ekibi, ilk yönetim döneminde projelerinin bazılarının bürokrasisi tarafından engellediğine inanıyor. Bu yüzden yeni dönemde Trump'a ‘sadık olmayan’ ve Trump'ın planlarını hızla uygulamayı reddeden binlerce hükümet çalışanını işten çıkararak ‘derin devlet’ dedikleri yapıyla mücadele etmeye çalışacaklarına şüphe yok. İşçi sendikalarının kamu çalışanlarını işten çıkarma hamlelerine karşı mahkemelerde dava açması normal olsa da Trump’ın ekibi stratejilerinin mahkemeleri kazanmalarını sağlayacağından emin.

Mike Pompeo, Trump'ın kabinesine girmeyi başarırsa, karakterinin ve deneyiminin onu etkili bir isim haline getireceği kesin. Pompeo, Çin'le yüzleşmek bir yana, İran'a karşı özellikle katı bir yaklaşımı savunabilir.

Sadakat takıntısıyla bilinen Trump'ın kabinesinde kimlerin yer alacağı konusunda şimdiden spekülasyonlar yapılmaya başladı. Trump’ın bir adayın sadakatine ilişkin algısının, kararlarında birincil faktör olacağı kesin. Trump aynı zamanda ani kararlar vermesiyle de tanınıyor, bu yüzden kabinesine kimleri seçeceğini kestirmek zor. Basında yer alan haberlere göre Trump'ın sevdiği ve güvendiği pek çok isim var. Dışişleri Bakanı olarak atanmadan önce 2017-2018 yıllarında Trump döneminde Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) direktörlüğünü yapan Mike Pompeo, Trump yönetiminin Savunma Bakanlığına aday olabilecek bir isim olarak değerlendiriliyor. Eğer Pompeo, Trump'ın kabinesine girmeyi başarırsa, karakterinin ve deneyiminin onu etkili bir isim haline getireceği kesin. Pompeo, Çin'le yüzleşmek bir yana, İran'a karşı özellikle katı bir yaklaşımı savunabilir. Pompeo'nun pratik bir yönü de var.

ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi konusunda Trump'ın talimatıyla Taliban'la müzakereleri yürüten de Pompeo’ydu.

Basında yer alan haberlere göre Trump yönetiminde Savunma Bakanlığı görevini üstlenen son isim olan Chris Miller da bu görev için potansiyel bir aday olabilir. Burada Miller'ın Proje 2025'teki savunma stratejisini yazan kişi olduğu belirtilmeli. Dışişleri Bakanlığı konusunda ise adaylardan biri önceki Trump yönetiminin Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’nı yapan son isim olan Robert O'Brien. Politico dergisinde ocak ayında yayınlanan bir makalede O'Brien'ın Dışişleri Bakanı olmayı çok istediği belirtildi.

O'Brien, Trump’ın önceki yönetiminde Cumhuriyetçi Partili politikacılara danışmanlık yapmış ve Ulusal Güvenlik Konseyi'ne geçmeden önce Türkiye’de tutuklu bulunan ve Yemen'de alıkoyulan Amerikalıların serbest bırakılmasında müzakereci olarak başarılı işler çıkarmıştı.  O'Brien, basına verdiği demeçlerde Çin'in yarattığı tehdidin altını çizmişti.

O'Brien, ABD'nin NATO'dan ayrılmayacağını ancak Avrupa ülkelerinin harcamalarını arttırması ve Ukrayna'ya yardımda daha büyük bir rol oynaması gerektiğini vurgulamasıyla biliniyor. Yine basındaki haberlere göre Dışişleri Bakanı ya da Hazine Bakanı olmak isteyen bir diğer isim ise Trump döneminde ABD’nin Tokyo Büyükelçiliğini yapan Senatör Bill Hagerty. Trump, 2020 ABD Senato Seçimleri esnasında Hagerty'ye seçim kampanyasında yardımcı olmuştu.

Kesin olan bir şey varsa o da bu adamların, Trump'ın Çin’e ve İran'a karşı katı bir tutum sergilenmesi ve İsrail'in güçlü bir şekilde desteklenmesi yönündeki direktiflerini takip etmekte hiç tereddüt etmeyecekleri. Müttefikleri, dostları ve ortaklarıyla ticari faaliyetlerin yanı sıra ABD'nin Avrupa, Asya ve Ortadoğu'daki askeri konuşlanmalarının maliyetleri konusunda zorlu pazarlıklar yapacaklar. Hiçbiri ciddi bir meydan okumayla karşılaştıklarında düşmanlarına karşı hızla karşılık vermekten kaçınmayacak. Çok sayıda Amerikan askerinin geniş çaplı ve pahalı bir askeri operasyona dahil olabileceği büyük bir savaşa girme konusunda daha temkinli davranacaklar.

Bu görüş, Proje 2025’in beyni Heritage Vakfı Başkanı Kevin Roberts tarafından da dile getirilmişti. Roberts, Trump’ın yeni yönetiminin ‘ABD’nin hazinesinde büyük açıkların olmasını ya da Amerikan kanının dökülmesini haklı çıkarmayacak savaşların içine çekilmeme konusunda dikkatli olması gerektiği’ uyarısında bulundu.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Aşırıcılığın yeniden yükselişi ve İsrail istismarı arasında Sydney saldırısı

Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
TT

Aşırıcılığın yeniden yükselişi ve İsrail istismarı arasında Sydney saldırısı

Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık

Elie Kuseyfi

Avustralya'daki Bondi Plajı'nda Yahudi Hanuka bayramı kutlamasını hedef alan ve 15 kişinin ölümüne, 40 kişinin yaralanmasına yol açan terör saldırısının, zamanlaması, faillerin DEAŞ ile bağlantısı hakkındaki şüpheler ve kurbanların Yahudi olması açısından çok karmaşık bir saldırı olduğuna şüphe yok.

Saldırıyla bağlantılı tüm bu unsurlar, bir yandan potansiyel etkileri ve siyasi olarak olası istismarı, diğer yandan, terör saldırılarının ve “yalnız kurtların” geri dönüşü bağlamında, küresel olarak yeni bir “güvenlik aşamasının” göstergesi olması açısından son derece önemli.

Bilhassa DEAŞ ve bağlantılı örgütlerin olası bir yeniden dirilişi hakkındaki spekülasyonları daha da körükleyen, pazar günü Sydney'deki saldırının, cumartesi günü Suriye'nin Palmira kentinde Suriye güvenlik güçleri ve ABD ordusunun yürüttüğü ortak devriyeyi hedef alan ve iki Amerikalı asker ile tercümanlarının ölümüne, ayrıca birçok kişinin yaralanmasına neden olan saldırıyla aynı zamana denk gelmesiydi. DEAŞ ayrıca salı günü, Suriye'nin kuzeybatısında (İdlib'in güneyinde) dört güvenlik görevlisinin ölümüne neden olan pazar günkü saldırının sorumluluğunu da üstlendi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre pazartesi günü Halep ve Deyrizor kırsalında, DEAŞ amblemi taşıyan askeri üniformalar giyen silahlı kişiler tarafından kontrol edilen geçici kontrol noktaları gözlemlendi.

Sydney saldırısı, terör örgütlerinin Gazze'ye yönelik soykırımcı savaşının ardından İsrail'e karşı oluşan eşi benzeri görülmemiş küresel muhalefeti kullanarak Yahudileri hedef almaya yönelip yönelmediği sorusunu gündeme getiriyor

Gündeme gelen ilk soru, Suriye ve Avustralya'daki saldırılar arasında bir bağlantı olup olmadığıdır. Resmi ve güvenilir soruşturmaların henüz bu bağlantıyı kurmaması nedeniyle bu soruyu cevaplamak zor, hatta imkansız olsa da bu saldırılardan her biri hakkında sorular sormak yine de gereklidir. Suriye'deki saldırılar, DEAŞ’ın veya onunla bağlantılı diğer örgütlerin, yeni yönetimin başta ABD olmak üzere Batı'ya açılma politikalarını ve İsrail ile müzakereleri başlatmasını, yeniden aktif hale gelmek için mi kullandığı, bu politikalara karşı çıkma bahanesini mi kullandığı sorularını gündeme getiriyor. Keza Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'ya karşı İsrail karşıtı bir söylem benimseyerek ve bu Suriye politikalarına karşı çıkarak cihatçı çevrelerde yeni bir “meşruiyet” kazanmaya mı çalışıyorlar sorusu da gündeme geldi.

sdfvgthy
Sydney'deki Bondi Plajı saldırısının kurbanlarını anmak için yas tutanlar tepki gösteriyorlar, 16 Aralık (AFP)

Sydney saldırısına gelince, terör örgütlerinin, özellikle DEAŞ’ın, Gazze Şeridi'ne yönelik soykırımcı savaşının ardından İsrail'e karşı oluşan eşi benzeri görülmemiş küresel muhalefeti kullanarak Yahudileri hedef almaya yönelip yönelmediği sorusunu gündeme getiriyor. Diğer bir deyişle DEAŞ’ın çeşitli ülkelerde Yahudilere yönelik saldırılar düzenleyerek ve bunları İsrail'in Gazze'deki soykırımcı savaşına bir yanıt şeklinde göstererek, küresel İsrail karşıtı duyguları istismar etmeyi amaçlayan yeni bir strateji benimsemiş olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Ne var ki bu, dünya genelinde Filistin haklarına yönelik destek için olağanüstü bir tehdit oluşturuyor. Zira aşırılıkçı grupların bu küresel İsrail karşıtı duyguların arasından sızarak Yahudileri hedef alma girişimi, özellikle Yahudileri hedef almayı, Gazze savaşının ardından İsrail'e karşı uluslararası muhalefetin yükselişini antisemitizmle ilişkilendirmeye odaklanmış İsrail anlatısının baskısı altında, İsrail politikalarına karşı çıkanların söylemlerini zorda bırakabilir.

Bu tür saldırıların aslında, İsrail'in uluslararası sahnedeki mağdur imajını yeniden üretmeyi amaçlayan mevcut İsrail anlatısına hizmet ettiği tereddütsüz söylenebilir

Ayrıca, bu terör saldırılarının yalnızca Binyamin Netanyahu ve hükümetinin politikalarına hizmet ettiği son derece açık; zira bu saldırılar, yeni gerekçeler ile politikalarına karşı çıkmayı Yahudi karşıtlığıyla ilişkilendiren, sağcı İsrail hükümetine karşı çıkmakla dünyanın dört bir yanındaki Yahudilere yönelik bireysel saldırılar arasında hiçbir fark olmadığı önermesine dayanan mevcut anlatılarına hizmet ediyor. Bu nedenle, Binyamin Netanyahu Sydney saldırısını, hemen anlatısını desteklemek için kullanmaya çalıştı. Saldırı gerçekleşir gerçekleşmez, “Bibi” bunun Avustralya hükümetinin Yahudi karşıtlığına karşı hoşgörüsünün bir sonucu olduğunu iddia etti. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ise daha da ileri giderek, saldırının Avustralya'nın Filistin Devleti'ni tanımasının bir sonucu olduğunu ileri sürdü.

Bu nedenle, bu tür saldırıların aslında, özellikle Batı dünyasında aldığı ağır darbelerden sonra İsrail'in uluslararası sahnedeki mağdur imajını yeniden üretmeyi amaçlayan mevcut İsrail anlatısına hizmet ettiği tereddütsüz söylenebilir. Bu imaj, İsrail’in onlarca yıldır Avrupa'da Yahudilerin maruz kaldığı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler döneminde doruğa ulaşan sistematik zulüm ve Yahudi karşıtlığı dalgalarına dayanarak tarihsel mağduriyet iddiasında bulunduğu bir dönemde bahsi geçen darbeleri aldı. En az 70 bin Filistinlinin öldürüldüğü Gazze savaşı, İsrail'in cellada dönüşen mağdur olduğunu veya en azından tek tarihsel mağdur olmadığını gösterdi. Filistin halkının da İsrail'in askeri ve siyasi makinesinin kurbanı olduğunu gösterdi ve bu, Gazze savaşından kaynaklanan ve İsrail'in hafife almadığı ve karşı koymaya çalıştığı önemli bir değişimdir. Bu nedenle, İsrail'de bugün bazıları, İsrail'in Ortadoğu'da açtığı yedi askeri cepheye ek olarak sekizinci bir cepheden bahsediyor. Bu sekizinci cephe, Gazze Şeridi'ndeki savaş nedeniyle İsrail'e karşı çıkan popüler ve siyasi akımları kontrol altına alma ve engelleme ile ilgili küresel cephedir. İsrail için en tehlikeli olan husus, küresel algıdaki bu değişimin, İsrail'i destekleyen yerel hükümetlere karşı muhalefetin bir parçası olarak Tel Aviv’e karşı muhalefeti körükleyen Batı ülkelerindeki ekonomik ve sosyal gerilimlerle aynı zamana denk gelmesidir. Bu nedenle, herhangi bir Batı şehrinde hükümetin ekonomik politikalarına karşı yapılan gösterilerde Filistin bayrağının dalgalandırılması artık şaşırtıcı değil.

Netanyahu, Sydney saldırısını “Diaspora Yahudilerinin” artık güvende olmadığını ve İsrail'in bir kez daha onların güvenli sığınağı olduğunu iddiasını desteklemek için kullanmaya çalıştı

Bu, Sydney saldırısından dolayı tehdit altında hissetmek ve bunun dünya çapında Yahudilere karşı daha fazla terör saldırısının habercisi olup olmadığını sorgulamak için bir başka neden. Zira bu durum, İsrail'in mevcut politikalarına karşı muhalefeti antisemitizmle eşitleyerek, İsrail aşırı sağının karşı bir anlatı oluşturmasını destekliyor. Böylece İsrail hükümetini eleştiren herhangi bir görüş veya politika fiilen antisemitizmle eşdeğer hale geliyor. Dünya genelinde, özellikle ABD’de, birçok Yahudi’nin İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşına karşı gösteriler düzenlediğini ve bu savaşa karşı olduklarını dile getirdiğini belirtmekte fayda var. Filistin haklarının savunucusu Zohran Mamdani'nin Yahudi toplumunun büyük bir kesimi tarafından New York Belediye Başkanı seçilmesi, Amerikan Yahudileri arasında artan İsrail karşıtı duygunun açık bir kanıtıydı. Bu nedenle, Sydney saldırısı, Netanyahu ve hükümetinin İsrail’e karşı muhalefet ile antisemitizmi eşdeğer tutma girişimleri karşısında hem İsrail'e muhalif tutumunu hem de antisemitizme karşı muhalefetini aynı anda yeniden ortaya koyamazsa, dünya çapındaki İsrail karşıtı akıma zorluklar çıkarabilir. Bu arada, tarihsel olarak antisemitik olan Avrupa aşırı sağı, bugün İsrail'in zaferini Batı medeniyetinin zaferi olarak görerek, İsrail'in en güçlü destekçileri arasında yer alıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu durum, işleri zorlaştırabilecek ilave bir faktör oluşturuyor çünkü göçmenlere ve “Avrupa İslamına” karşı çıkan bu aşırı sağcı grup da bu tür terör saldırılarını kampanyalarını yoğunlaştırmak ve taraflı söylemlerini güçlendirmek için kullanabilir.

dfrgthy
Fransa'nın kuzeyindeki Le Bourget'de, Sydney'deki Bondi Plajı saldırısının kurbanlarından Dan Elkeam için düzenlenen anma törenine katılanlar mum yaktı, 16 Aralık (AFP)

Öte yandan, son savaşın İsrail'in artık Siyonist hareketin tarihsel olarak öngördüğü gibi dünya Yahudileri için “güvenli bir sığınak” olmadığını gösterdiği bir dönemde, kendisini İsrail'in tek kurtarıcısı olarak sunmaya çalışan Netanyahu, Sydney saldırısını “Diaspora Yahudilerinin” artık güvende olmadığı ve İsrail'in bir kez daha onların güvenli sığınağı olduğu iddiasını desteklemek için kullanmaya çalıştı. Diğer yandan, Sydney saldırısı ile İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşı arasında kurulan ve bu saldırının İsrail'e karşı misilleme ve Filistin halkının öcünü alma eylemi olduğunu öne süren her türlü bağlantı, İsrail'in her zaman düşmanlarına karşı kendini savunma amacıyla hareket ettiği ve asla saldırgan veya işgalci olmadığı yönündeki anlatısına da hizmet ediyor. Oysa İsrail, tarihi Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarındaki işgallerini genişletiyor ve Gazze ile Batı Şeridi'ndeki Filistinlilere yönelik baskısını sürdürüyor. Bu arada İsrail hükümetinin Filistin, Suriye ve hatta Lübnan'daki ajandası ile ABD yönetiminin bölgesel ajandası arasındaki ayrışma hem İsrail içinden hem de politikaları artık bölgedeki ABD çıkarlarına zarar verdiği için Washington'dan gelen, Gazze'deki ateşkes anlaşmasına uyma yönündeki baskılara karşı Netanyahu'yu, Yahudileri hedef alan herhangi bir küresel olayı siyasi bir fırsat olarak kullanmaya daha yatkın hale getiriyor.

Sydney saldırısıyla aynı zamana denk gelen Suriye'deki son DEAŞ saldırıları ciddi soru işaretleri yaratıyor

Tüm bunlar sebebiyle, Sydney saldırısı hem tehlikeli hem de son derece anlamlı. Bu saldırı, özellikle DEAŞ gibi terör örgütlerinin Yahudileri hedef alan yeni bir strateji benimsemiş olabileceği ihtimali göz önüne alındığında, dünya çapında benzer saldırıların habercisi olup olamayacağı sorusunu gündeme getiriyor. Buna ilave olarak, Gazze savaşı sonrasında ABD de dahil olmak üzere İsrail'e yönelik küresel algılarda değişimin yaşandığı olağanüstü bir uluslararası dönemde gerçekleşmesi, kartları yeniden karıştırabilir ve sağcı İsrail hükümeti ile dünya çapındaki müttefiklerinin, politikalarına karşı muhalefet ile antisemitizmi ilişkilendirmeye yeniden odaklanmalarını sağlayabilir. Bunu Batı'daki İsrail karşıtı kamuoyunu kontrol altına alma ve karşı bir anlatı oluşturma çabasıyla, “Medeniyetler Çatışması” anlatısı ile de ilişkilendirebileceklerinden bahsetmiyoruz bile. Siyasi düzeyde, Sydney saldırısı, İsrail'i Filistin Devleti'nin uluslararası alanda geniş çapta tanınmasını baltalamaya, Filistin'i tanıyan ülkeleri antisemitizme müsamaha göstermekle suçlamaya ve bu tanınmayı antisemitizmin yükselişi ve Yahudilere yönelik saldırılarla ilişkilendirmeye teşvik edebilir. Bu bağlamda, Netanyahu'nun Sydney saldırganlarından birinin elinden silahını alarak etkisiz hale getiren Ahmed el-Ahmed'i hemen “Yahudi kahraman” olarak nitelendirmesi, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese'nin de onu hemen “Avustralyalı kahraman” olarak adlandırması, bu arada kendisinin İdlibli bir Suriyeli olduğunun ortaya çıkması, son derece anlamlıydı. Bu durum, Netanyahu'nun söylem ve politikalarına karşı uluslararası düzeydeki hoşnutsuzluğun boyutunu gerçekten yansıtıyor.

Suriye'ye dönecek olursak, Sydney saldırısıyla aynı zamana denk gelen son DEAŞ saldırıları, bu saldırılar arasındaki bağlantı ve bunların birleşik bir DEAŞ stratejisinin parçası olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor. Bu durum tehlikeyi ikiye katlıyor ve birçok soruyu cevapsız bırakıyor. İsrail'in İran'ın Sydney saldırısının arkasında olduğu yönündeki suçlamalarından ise bahsetmiyoruz bile. Zira bu, İsrail'in İran'a karşı yeni bir saldırı için bahaneler toplama girişiminin ötesine geçerek; terör örgütlerinin İran ve bölgede müttefiki olan örgütlerin konumunun arkasına saklanmasına ve kendi ajandalarına göre hareket ederek İsrail'e karşı misilleme saldırıları düzenlemesine de olanak tanıyabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir


Trump, Pakistan’ın en güçlü komutanına baskıyı artıyor: Gazze’ye asker gönderin

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
TT

Trump, Pakistan’ın en güçlü komutanına baskıyı artıyor: Gazze’ye asker gönderin

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)

ABD Başkanı Donald Trump, Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir'e Gazze'deki güvenlik gücüne asker göndermesi için baskıyı artırıyor.

Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla Reuters'a konuşan yetkililer, Mareşal Münir'in gelecek haftalarda Beyaz Saray'da Trump'la bir araya geleceğini söylüyor. Toplantının düzenlenmesi halinde Trump ve Münir, son 6 ay içinde üçüncü kez görüşmüş olacak.

Pakistan Dışişleri Bakanı Muhammed İshak Dar, geçen ayki açıklamasında, Gazze'de oluşturulacak Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) katılmak istediklerini ancak Hamas'ın silahsızlandırılmasının Filistin kolluk kuvvetlerinin meselesi olduğunu söylemişti.

Münir, mayısta mareşalliğe terfi ettirildikten sonra hava kuvvetleri ve donanmanın başına da atanmıştı. Savunma Kuvvetleri Komutanı olarak ordudaki en güçlü isme dönüşen 56 yaşındaki Münir'in görev süresi 2030'a kadar uzatılmıştı.

Ayrıca Parlamento'nun geçen ay kabul ettiği yasayla mareşal unvanını ömür boyu koruyacak ve hakkında hiçbir cezai kovuşturma yapılmayacak.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi'nden Michael Kugelman, Münir'in "Anayasal koruma altında sınırsız bir güce sahip olduğuna" dikkat çekiyor.

Trump'ın bu güçlü pozisyonu nedeniyle Münir'i kendi tarafında tutmak istediği belirtiliyor.

Ancak Washington destekli plan kapsamında Gazze'ye asker gönderme kararının, Pakistan'daki ABD ve İsrail karşıtı İslamcı partilerin protestosuna yol açabileceğine işaret ediliyor.

Singapur'daki S. Rajaratnam Uluslararası Çalışmalar Okulu'ndan Abdul Basit, Gazze'ye asker gönderilmesi halinde eylemlerin hızla yayılabileceğini söylüyor:

Halk 'Asım Münir İsrail'in emirlerini yerine getiriyor' diyecek. Bunu öngöremeyenler aptalca davranmış olur.

Öte yandan Münir'in, Trump'ın Gazze'ye birlik gönderme talebini geri çevirmesi, Pakistan-ABD ilişkilerine zarar verebilir.

Kugelman, İslamabad yönetiminin Washington'dan yatırım ve güvenlik desteği almayı sürdürmek için ISF'ye katılması gerekeceğini belirtiyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Türkiye de güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamıştı ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti. Trump'ın bu konudaki tutumunu değiştirmesi için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya baskı yaptığı aktarılmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Times of Israel


ABD’nin Venezuela’ya petrol ablukası: Nicolas Maduro’nun günleri sayılı

Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)
Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)
TT

ABD’nin Venezuela’ya petrol ablukası: Nicolas Maduro’nun günleri sayılı

Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)
Chevron'a ait tankerler Venezuela açıklarında ticarete devam ediyor (Reuters)

ABD'nin Venezuela açıklarındaki tankere el koymasıyla tırmanan gerginlik sürerken, Latin Amerika ülkesinin petrol nakliyat ağı felç oldu.

ABD Başkanı Donald Trump, 11 Aralık'taki açıklamasında Venezuela açıklarında petrol taşıyan bir tankere el koyduklarını duyurmuştu. Beyaz Saray, Skipper adlı tankerin "yasadışı petrol taşımacılığı" yaptığını öne sürmüştü.

Venezuela lideri Nicolas Maduro ise tankerin ülkeden çıkarılan 1 milyon 900 bin varil petrolü taşıdığını belirterek ABD'nin hamlesini "hırsızlık ve korsanlık" diye nitelemişti. Karakas yönetimi, olayla ilgili dün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) resmi mektup da gönderdi.

Trump ise Venezuela limanlarında yaptırıma tabi olan petrol tankerlerinin ablukaya alınacağını dün duyurdu.

ABD Başkanı, Maduro yönetimini "yabancı terör örgütü" olarak gördüklerini belirtip şöyle devam etti:

Venezuela, Güney Amerika tarihinin en büyük donanması tarafından tamamen kuşatılmıştır. Bu donanma giderek büyüyecek ve onlara daha önce hiç görmedikleri bir şok yaşatacaktır.

Wall Street Journal'ın aktardığına göre Washington'ın son hamleleri nedeniyle Venezuela'nın petrol nakliyat ağı felce uğradı. Abluka ve yaptırımlar yüzünden tanker trafiğinin büyük ölçüde sınırlandırıldığı belirtiliyor.

Bu durumun uzaması halinde Karakas yönetiminin önemli bir gelir kaynağından yoksun kalacağına dikkat çekiliyor. Venezuela'nın ihracat gelirinin yüzde 90'ından fazlası ham petrol satışlarından elde ediliyor.

Venezuela devletine ait enerji şirketi PDVSA'nın eski direktörü Evanan Romero, ambargonun Maduro rejiminin sonunu getirebileceğini söylüyor:

Uyuşturucu gelirlerini halihazırda kestiyseniz, bir de üzerine petrol gelirlerini devreden çıkarırsanız o zaman nihai çöküş başlar. Gemileri ele geçirirseniz günleri sayılıdır.

Romero, muhalefet lideri Maria Corina Machado'ya petrol sektörünü kurtarma planı konusunda danışmanlık yapıyor.

Diğer yandan ülkedeki durumdan Amerikan petrol devi Chevron'un etkilenmediğine işaret ediliyor. Venezuela'da faaliyet gösteren tek ABD'li firma olan Chevron'la PDVSA'nın çıkardığı petrolden elde edilen gelirlerin yarısı Maduro yönetimine gidiyor.

Washington, Amerikan şirketlerinin ülkede petrol ticareti yapmasını yasaklayan yaptırımlar uygulamıştı. Ancak Trump'ın selefi Joe Biden, Chevron'a 2022'de muafiyet sağlamıştı.

Chevron yetkilileri, ülkedeki faaliyetlerin sorunsuz şekilde sürdüğünü ve firmanın varlığının Venezuela ekonomisine istikrar kazandırdığını savunuyor.

Trump yönetimi uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele gerekçesiyle Güney Mızrağı Operasyonu'nu başlattığını geçen ay duyurmuştu. Amerikan ordusu, dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un da aralarında bulunduğu çok sayıda savaş gemisiyle birlikte 15 bin askerini bölgeye sevk etmişti.

Halihazırda ABD'nin 11 savaş gemisi ve çok sayıda savaş jeti bölgede. 

Bölgede eylülden bu yana en az 25 operasyon düzenleyen Amerikan ordusu, uyuşturucu kaçakçılığına karıştığını iddia ettiği 95 kişiyi öldürdü.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, New York Times