Trump yeni bir Ortadoğu için yakaladığı fırsatı kullanacak mı?

Trump yeni bir Ortadoğu için yakaladığı fırsatı kullanacak mı?

ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)
TT

Trump yeni bir Ortadoğu için yakaladığı fırsatı kullanacak mı?

ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)

James Jeffrey

Yeniden başkan seçilen Donald Trump, artık 2017-2021 yılları arasındaki başkanlık dönemi sırasında ilgilendiğinden farklı bir Ortadoğu ile karşı karşıya. Çünkü bölge şu anda savaş halinde ve geleceğiyle ilgili ciddi soru işaretleri söz konusu. Buna rağmen İran'ı kontrol altına almayı ve ABD’nin bölgeye daha az müdahale etmesini gerektiren istikrarlı bir bölgesel ittifak kurmayı amaçlayan önceki politikalarını geliştirmek için önemli bir fırsat yakaladı. Trump, bu fırsat çerçevesinde bölgede devam eden savaşı, 7 Ekim saldırısına benzer tehditlerin tekrarlanmamasını sağlayacak şekilde sona erdirmeli ve İbrahim (Abraham) Anlaşmaları geliştirilmeli.

Ancak Trump’ın bunu başarması için zor kararlar alınması ve bazı risklerin üstlenilmesi gerekecek. Zira İran ve vekilleri henüz bölgenin ihtiyaç duyduğu türden bir barışa hazır olmayabileceği ve İbrahim Anlaşmalarının geliştirilmesi, belki Trump yönetiminin ve kesinlikle mevcut İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik tutumlarında değişiklik yapılmasını gerektirebilir, ancak ancak bu hala mümkündür.

xscdvfg
Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray’da Ortadoğu barış planının açıklandığı sırada, 28 Ocak 2020 (AFP)

Bu iyimserlik sadece gözlemcilere değil, aynı zamanda The Economist'in ekim ayında ‘Ortadoğu depremi yılı’ olarak tanımladığı dönemde İsrail, Gazze ve Lübnan halklarına da yersiz görünebilir fakat bölgeyi anlamak ve Donald Trump'ın yakaladığı fırsatı kavramak için 7 Ekim 2023 günü değil, yirmi yıl önce başlayan bu ‘depremin’ doğasını anlamak gerekiyor. Yahudiler ve Filistinliler, Şiiler ve Sünniler, Kürtler ile Türkler ve Araplar, Hindular ve Müslümanlar arasındaki dini ve etnik gerilimlerden terörizme ve Rusya ile Çin'in müdahalesine kadar bölge birçok sorunla boğuşuyor. Ancak bugün İran, Ortadoğu'daki en önemli mesele olmaya devam ediyor. İran’ın nasıl böyle bir tehdit haline geldiğini ve buna nasıl karşı koyacağımızı anlamak için 2003 yılına geri dönmemiz gerekiyor.

İran'ın yükselişi ve düşüşü

İran 2003 yılında savunmasız bir konumdaydı. Önce Irak'ta sonra da Tanker Savaşı’nda aldığı yenilgilerin yaralarını sarmaya çalışıyordu. İranlı liderler, ılımlı olma eğilimindeydi. İran, Arjantin’de Yahudi merkezine düzenlenen terör saldırısı ve el-Huber Kuleleri Saldırısı gibi bazı terör saldırıları dışında, son on yılda çok az etkili olmuştu. Sadece bir bölgesel vekili olarak Lübnan Hizbullah'ı ve tek müttefiki olarak izole edildiği dünyada büyük ölçüde bağımlı olduğu Suriye'deki Esed rejimi vardı. Ancak İran bölgeyi hakimiyeti altına alma, İsrail'i yok etme, ABD'yi bölgeden kovma ve gizli bir nükleer program geliştirme hedeflerinden asla vazgeçmedi. Buna karşın o dönemde İran'ın kontrol altında tutulduğu görülüyordu.

İran ve vekillerinin stratejisi temkinli asimetrik savaş üzerine kurulu. Bu hamlelerin hiçbiri tek başına bölgesel düzen için ciddi bir tehdit oluşturmuyor.

İran, 7 Ekim 2023 tarihinden sonra birçok bakımdan en etkili bölgesel güç haline geldi. Nükleer silah sahibi olmaya yaklaşan ve binlerce uzun menzilli füze elde eden İran, güçlü vekilleri aracılığıyla Gazze, Lübnan ve Yemen'de kontrolünün kapsamını genişletti, Irak ve Suriye'de nüfuzunu güçlendirdi. Bunların hiçbiri gizlice olmadı. Çünkü Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, 2005 yılından bu yana ülkelerine ziyarete gelen ABD’lileri bölgede ‘Şii Hilali’ projesi çerçevesindeki gelişmelere karşı sık sık uyarıyordu.

Herkes bu ihmal yüzünden suçlu olsa da en büyük sorumluluk, (yeni Trump yönetimi dışında) ABD’de birbiri ardına göreve gelen dört yönetime ait. Washington, 11 Eylül'den bu yana bölgesel terörizmle mücadele, rejim değişikliği ve demokratikleşme programlarını dayatmakla meşgul olurken, Çin'e ve ardından Rusya'ya daha fazla odaklanmaya başladı. ABD, İran'ın nükleer programıyla ilgilenirken, Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi ve İsrail'in Lübnan ve Gazze'den çekilmesi gibi kararlar İran'ın bölgede yayılmacı politikasını uygulamasını kolaylaştırdı.

xc dv
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi ve İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami (sağda) 14 Kasım'da Tahran'da ortak bir basın toplantısı düzenlediler (AFP)

Washington diğer meydan okumalara güçlü bir şekilde karşılık verirken, söz konusu dönem boyunca geleneksel bir yaklaşıma bel bağlayarak İran'ın etrafını sarma görevini eline yüzüne bulaştırdı. Bu yaklaşımın temel unsurları ilk olarak, İran ve vekillerinin girişimlerine tepkisini ya meseleyi inkar ederek (Başkan Obama'nın ‘bölgeyi İran'la paylaşmaktan’ bahsederken yaptığı gibi) ya da askeri güç kullanmaktan kaçınarak (tıpkı 2019 yılında Suudi Aramco tesislerine yapılan saldırıda olduğu gibi) gösterdi. Güç kullanıldığında ise (Husilere karşı yürütülen Kızıldeniz operasyonu gibi) etkisi sınırlı oldu.

İran ve vekillerinin stratejisi temkinli asimetrik savaş üzerine kurulu. Bu hamlelerin hiçbiri tek başına bölgesel düzen için ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Örneğin Washington, 2006-2021 yılları arasında İsrail'e Hizbullah, Suriye ve Hamas'a karşı beş kez tansiyonu düşürmesi için baskı yaptı ve 2004-2008 yılları arasında Irak hükümetine İran yanlısı milisler lehine baskı yaptı.

Ortakları çoğu zaman bu baskılara boyun eğmiş olsa da İsrail'in 2007 yılında Suriye'deki bir nükleer tesisi vurması istisnai olarak önemli bir olaydı. Bu saldırının Washington'ın uyardığı gibi bölgesel bir felaketle sonuçlanmaması dikkati çekerken, sadece Suriye'nin tehlikeli bir girişimi sona erdirilmiş oldu.

İran'ın vekillerinden Hamas, 7 Ekim 2023 tarihinde bu temkinli asimetrik savaş stratejisini terk etti ve bölgesel düzeni değiştirmeyi başardı. İsrail, ABD stratejisinin gerçek sonuçlarının farkına vardı, ancak Biden yönetimi bunu fark edemedi. İsrail'in varlığı tehlikedeydi. Amerikan gazetesi New York Times’ın (NYT) haberine göre Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar, en güçlü müttefikleri olan Hizbullah ve İran'ı İsrail'e karşı saldırının içine çekmeye çalıştı. İsrail, Gazze Şeridi’ne şiddetli bir karşı saldırı başlattı.

Başkan Trump'ın, önceki başkanlık döneminde imzalanan İbrahim Anlaşmalarını genişleterek Biden yönetiminin kazanımlarını geliştirmeye çalışacağına şüphe yok.

ABD sivil kayıplardan endişe duysa da (Husilerin Kızıldeniz'deki saldırılarında ve Amos Hochstein’ın yürüttüğü müzakereler sırasında Hizbullah'a karşı açıkça başarısız olan) ‘yaklaşımını’ sürdürürken İsrail’in askeri operasyonunu gönülsüzce onayladı.

Askeri açıdan Hamas’ın askeri yeteneklerinin ve Gazze Şeridi'nin büyük bölümü geri dönüşsüz şekilde yok edildi. Hizbullah'ın lider kadrosu ve savaş gücünün büyük bölümü geçici de olsa ortadan kaldırıldı. Olaylar, İran'ın Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki vekillerinin yok edilmesine uzun süre izin veren bir ‘kağıttan kaplan’ olduğunu gösterdi. İran, misilleme olarak nisan ve ekim aylarında İsrail'e karşı büyük füze saldırıları düzenledi ama saldırılar etkili olmadı. İsrail'in ekim ayındaki karşı saldırısı, onun İran karşısındaki askeri üstünlüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koydu.

Bölgenin istikrara kavuşturulması: Kısa vadede

Trump yönetiminin karşılaşacağı yeni jeopolitik durum işte bu. Bazı raporlarda Trump'ın önceliğinin, tıpkı şu an Biden yönetimi için olduğu gibi, Gazze’deki ve Lübnan'daki çatışmaları sona erdirmek ve İsrail güçlerini geri çekmek olduğu öne sürüldü. Ancak bu, yalnızca İsrail'in Hamas ve Hizbullah'ın önümüzdeki yıllarda kendisine tehdit oluşturacak şekilde yeniden güçlenemeyeceğini garanti etmesi halinde mümkün olabilir.

xcdvf
Gazze Şeridi'nin kuzeyinden kaçan yerlerinden edilmiş Filistinliler, 12 Kasım 2024 (Reuters)

David Ignatius'un Washington Post gazetesinde yayınlanan 7 Kasım tarihli makalesine göre Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) önerdiği gibi Gazze'de barışı ve istikrarı korumak için uluslararası güçlerin konuşlandırılmasını ve Filistin Yönetimi'nin geçici istikrar ve uzun vadeli yeniden inşa süreci için bir rol üstlenmesini istiyor. Ignatius, Washington'ın aynı zamanda Lübnan'da Hizbullah'ın, Lübnan-İsrail sınırından uzak tutulmasını sağlayacak ve muhtemelen Suriye'den Hizbullah'a silah akışını sınırlayacak şekilde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 tarihli ve 1701 sayılı kararının daha katı bir şekilde yeniden yürürlüğe konmasını da istediğini yazdı.

Bir sonraki adım olarak İran'ın nükleer programının kısıtlanması gündemde. Bu adım için Trump yönetiminin, Başkan Biden'ın 2021 yılında İran'ın nükleer silah edinmesini önlemek için gerekirse güç kullanacakları açıklamasını yinelemesi gerekiyor. Ancak bu, aynı zamanda er ya da geç Tahran ile müzakere masasına oturulmasını da gerektirecek.

Bölgenin istikrara kavuşturulması: Uzun vadede

Başkan Trump'ın, önceki başkanlık döneminde Suudi Arabistan ve İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulması gibi daha büyük bir başarıya ulaşmak amacıyla imzalanan İbrahim Anlaşmalarını genişleterek, Biden yönetiminin kazanımlarını geliştirmeye çalışacağına şüphe yok. Bunun için İsrailliler ve Filistinliler arasında gerçek bir barışa doğru ilerleme kaydedilmeli. Her ne kadar Trump'ın önceki döneminde yürürlüğe koyduğu barış planı başarılı olmamış olsa da en azından daha kapsamlı bir çözümü düşünmeye istekli olduğunu gösterdi.

İsrail caydırıcılık kabiliyetini yeniden kazandığında ve sınırlarındaki tehditleri belki de kalıcı olarak ortadan kaldırdığında, doğru bir yönetim altında Filistinlilerle barış için risk almaya istekli olabilir. Bu bağlamda Arap ülkeleri kilit bir rol oynuyor. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre İran'ın Suriye ve Irak üzerinden Ürdün'e uyguladığı baskı, Husilerin Arap dünyasındaki seyrüsefer güzergahlarını kapatması ve bunun Mısır'ın Süveyş Kanalı gelirleri üzerindeki etkisi gibi son olaylar, onlara İran ve vekillerinin yarattığı tehlikeyi hatırlattı. Bu yüzden hem kendi aralarında hem de İsrail ve ABD ile askeri ve ticari ilişkileri geliştirmeye çalışabilirler.

“Gerçek tehlike ise İran'ın diplomatik arenada çalışmalarını sürdüren Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın temsil ettiği ‘resmi’ yüzünü terk edip, gerçek güç merkezleri olarak Dini Lider ve DMO tarafından temsil edilen ‘gayri resmi’ yayılmacı gündemlerini sürdürmeye devam etmesi ihtimalinde yatıyor.

Trump yönetimi, bu iyimser senaryonun gerçekleşmesi için Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki çatışmaların sona ermesi ve İsrail-Filistin barış sürecinde ileriye dönük net bir yol çizilmesi gerektiğinin farkına varmalı.

NYT'nin 11 Kasım tarihli bir haberine göre İran’daki hükümet çevreleri, Çin, Suudi Arabistan, Irak ve diğerlerinin de dahil olduğu son girişimlere dayanarak sadece Arap ülkeleriyle değil, ABD ile diyaloğu da kapsayacak şekilde diplomatik hamleleri yeniden gözden geçiriyor. İran, komşuları ve ABD arasında ,1990'lı yıllarda özellikle de İran'ın askeri maceralara atılması için gerekli imkanlarını yok eden kararlı saldırılardan sonra hüküm süren nispeten sakin ilişkilere geri dönülebilir. Bu potansiyel kesinlikle var.

Gerçek tehlike ise İran'ın diplomatik arenada çalışmalarını sürdüren Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın temsil ettiği ‘resmi’ yüzünü terk edip, gerçek güç merkezleri olarak Dini Lider (Rehber) ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından temsil edilen ‘gayri resmi’ yayılmacı gündemlerini sürdürmeye devam etmesi ihtimalinde yatıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama'nın İran'a yönelik girişimi, büyük ölçüde İran ‘devletinin’ bu resmi ve gayri resmi yüzlerini birbirinden ayırt edememesi nedeniyle başarısız oldu.

Her ne kadar teokratik rejimin İran halkı tarafından devrilmesi ihtimali düşük görünse ve Trump yönetimi de dahil olmak üzere hiç kimse ciddi bir şekilde savaş ya da rejim değişikliği arayışında olmasa da İran'ın baskın dış politikalarında kademeli bir yumuşama ve buna paralel olarak iç yönetiminde liberalleşme ihtimali var ve bu ihtimalin memnuniyetle karşılanacağı kesin. Bu değişikliklerin gerçekleşmesi ve DMO’nun devam eden yayılmacı politikalarını maskeleyen bir propagandadan ibaret olmaması için Arap ülkeleri, ABD ve İsrail arasında kurulacak bir ittifakın İran'ı alternatif seçenek olarak militarizmden kalıcı olarak uzaklaştırması gerekiyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Gazze ve Lübnan'da Golan senaryosu

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Gazze ve Lübnan'da Golan senaryosu

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

İbrahim Hamidi

Golan senaryosu, Gazze'nin kuzeyi ve Lübnan'ın güneyi için olası çözümlerden biri olarak sunuluyor. Bu senaryo ile tam olarak kastedilen, İsrail'in güneyindeki yerleşimciler ile Gazze Şeridi'nin kuzeyini birbirinden ayıran ve İsrail'in kuzeyindeki yerleşimciler ile Lübnan'ın güneyini birbirinden ayıran bir “askerden arındırılmış bölge” oluşturulmasıdır. Senaryo, çatışmaya dahil olan ve çatışmanın geleceğiyle ilgilenen aktif uluslararası ve bölgesel güçlerden oluşan BM gücünün gözetiminde uygulanacak.

Bu nasıl olacak? Farklı arenalar arasındaki benzerlikler nelerdir? Bu mümkün mü?

1973 Ekim Savaşı'ndan sonra Mısır ile İsrail arasında kuvvetleri ayırma anlaşması yapıldı ve bu anlaşma daha sonra 1978'de varılan Camp David Anlaşması’nın önünü açtı. Şam ile Tel Aviv arasında da “çatışmayı sona erdirme” anlaşması imzalandı. Bu, Golan Cephesi'nin tarafsız hale gelmesi ve Şam'daki siyasi rejimin istikrara kavuşması ile sonuçlandı, ancak doğrudan ve dolaylı müzakere turları ve aşamalarına rağmen tam bir barış anlaşması ile sonuçlanmadı.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın liderliğinde Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ile İsrail Başbakanı Golda Meir arasında yapılan “çatışmayı sona erdirme” görüşmeleri, en karmaşık müzakereler arasında yer alıyordu. Kissinger, Washington'dan uzakta Ortadoğu'da kaldığı haftalar içinde Şam ile Tel Aviv arasında mekik dokudu. İsrail, her ateşkes veya anlaşma teklifi ve Kissinger'ın her ziyaretinden önce, şu anda Lübnan'daki ateşkes görüşmelerinde olduğu gibi, (Lübnan’ı kapsayan) hava saldırıları ile bombardımanlarını artırıyordu.

O dönemde ana düğüm noktaları arasında “tampon bölgenin” ve silahtan arındırılmış bölgelerin derinliği, BM güçlerinin rolü ve Golan'daki Filistinli grupların varlığı yer alıyordu. Esed ile Kissinger'ın 19 Mayıs 1974'teki görüşmesine ilişkin gizli bir rapora göre, yaklaşık iki saat süren ve bir çıkmaza giren münakaşanın ardından, Esed, “anlaşmayı bozmak istemiyorum ve belirlenecek ayrım hattını kabul ediyorum” demiş. Buna şaşırıp kalan Kissinger, Esed’in bu tutumu karşısında hayrete düşmüş ve danışmanlarıyla birkaç dakika yalnız görüşmek istemiş. O anda umulmadık bir şey olmuş, salonun sonuna doğru giderken tökezleyen Kissinger az kalsın düşüyormuş.

Esed ile Meir arasında Kissinger'ın himayesinde yapılan “çatışmayı sona erdirme” anlaşmasının ardından Golan Tepeleri, ister Suriyeliler ister Filistinliler tarafından olsun, doğrudan askeri çatışmaların dışında bırakıldı

Anlaşma askeri açıdan şunları içeriyordu; Golan'ın yüzölçümü 1.860 kilometrekare olup, bunun 1.260 kilometrekaresi 1967'den bu yana işgal altındadır. Mayıs 1974 sonunda komutanlar tarafından resmi olarak imzalanan anlaşma, 80 kilometre uzunluğunda üç şeritli bir “tampon bölge” kurulmasını öngörüyordu.

Birinci şerit, Suriye'nin “kurtuluş” ve İsrail “yıkımının” sembolü olan Kuneytra şehri hariç, Golan'ın Suriye tarafında uzanan, genişliği 10 kilometreye varan 235 kilometrekarelik bir alana sahip tampon bir bölge.

İkinci şerit, 10 kilometre derinlikte Suriye ordusunun 350 tankı ve 3 bin hafif silahlı askerinin bulunduğu bölge.

Üçüncü şerit, Suriye ordusunun 10 ila 20 kilometre derinlikte sınırlı sayıda ve 650 tankı, 4 bin 500 askeri, hafif silah ve ilk aşamayı aşmayacak menzilde topçusunun bulunduğu bölge.

Anlaşmanın önemi mürekkebinden ve paragraflarından daha önemli. Zira o tarihten bu yana Golan, ister Suriyeliler ister Filistinliler tarafından olsun, doğrudan askeri çatışmaların dışında bırakıldı. Askeri polis ve Suriye ordusunun iş birliğiyle 1.250 askerin görev yaptığı Uluslararası Ateşkes Güçleri (UNDOF), bu tarafsızlığın sağlanmasında, silah sayısının teyit edilmesinde ve militanların buraya girişinin engellenmesinde rol oynadı. Gerçekten de Golan cephesi o zamandan beri sakin kaldı, Şam ise onlarca yıl boyunca istikrarını korudu.

Gazze Şeridi'nde Generallerin Planı önerilirken, Lübnan'da Hochstein Planı öneriliyor ve ikisinde de amaç tampon bölgeler oluşturmak

Büyük olasılıkla, şu anda uygulanmakta olan bu planın değiştirilmiş bir versiyonudur. Gazze Şeridi'nde önerilen, İsrailli General Giora Eiland'ın Eylül 2024'te Binyamin Netanyahu'ya önerdiği “Generallerin Planı”dır. Amacı Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yaşayanları zorla göç ettirmek, kuşatma altına almak ve burayı “kapalı askeri bölgeye”, militanlardan ve tünellerden arındırılmış bir tampon bölgeye dönüştürmek. Yani Tel Aviv sınırlarından sızma ve topraklarına füze atmak yok.

Aynı şey Güney Lübnan için de geçerli. Hava bombardımanları ve Güney Lübnan'daki yoğun kara operasyonları “Hochstein Planı” ile uyumlu. Teorik olarak 1701 sayılı kararın uygulanması, pratikte ise militanlardan ve tünellerden arındırılmış, üç kilometre derinliğinde bir “tampon bölge” oluşturulması amaçlanıyor. Bunun arkasında, Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve kimi zaman 30 kilometre derinliğe kadar uzanan bir şerit içinde militanların varlığını kontrol altına almak, tünellerden ve füze platformlarından arındırılmış bir alan oluşturmak için Litani Nehri'nin güneyinde uluslararası bir izleme gücü, Lübnan ordusu ve  güçlendirilmiş “Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü”nün (UNIFIL) konuşlandırıldığı askerden arındırılmış bir bölge olacak.

Elli yıl önce müzakerelerin ve mekik diplomasinin zorluğuna rağmen ana müzakereci Kissinger’dı ve iki karar verici, Esed ve Meir ile konuşuyordu

Ayrıca, Suriye’nin Golan Tepeleri’nde 7 Ekim 2023 Gazze senaryosunun yaşanmasını önleme amacıyla Golan ile ilgili “çatışmayı sona erdirme” anlaşmasının pratik bir güncellemesi üzerinde de çalışılıyor. İsrail ordusu son haftalarda bu “tampon bölgeyi” genişletti ve tünellerin kazılması ihtimalini ortadan kaldıran kara harekâtları gerçekleştirdi.

Bunun sebebi Kissinger’ın öncülük ettiği anlaşmanın metni değil, son 10 yılda Hizbullah ve İranlı milislerin Golan'da yayılmasıdır. 2018'deki ABD-Rusya anlaşmasında İran milislerinin Ürdün sınırından ve Golan'daki “ayrım” hattından doğuya doğru 140 kilometre çekilmesi, Şam'dan 85 kilometre uzaklıkta olması gerekiyordu. İran'a ait 1.050 personel, 24 füze rampası ve 145 adet diğer silah ve askeri teknoloji sistemleri geri çekilecekti.

Anlaşmaya dönecek olursak, 50 yıl önce müzakerelerin ve mekik diplomasinin zorluğuna rağmen ana müzakereci Kissinger’dı ve iki karar verici, Esed ve Meir ile konuşuyordu. Dahası müzakerelere katılmak için defalarca Şam'ı ziyaret eden rakibi Sovyet Dışişleri Bakanı Andrey Gromiko'yu müzakerelerin dışında bırakmayı başarmıştı.

Dünya değişti, bölge değişti, liderlerin yapısı değişti. Şu anda müzakerelerin zorluğunun pek çok yönü var; buna Beyaz Saray'ın giden Joe Biden ile yeni gelen Donald Trump arasında bir geçiş aşamasında olması, Netanyahu'nun kişisel ve İsrail'in varoluşsal hedeflerinden oluşan uzun bir listesinin bulunması da dahil.

Ama en önemlisi müzakerelerin ülkelerle değil, savaş ve barış konusunda karar verme yetkisi olmayan muhataplarla ve örgütlerle, rejimlerle değil milislerle yürütülmesidir. Bütün bunların içinde siviller iki uç, senaryolar ve öncelikler arasında sıkışıp kalmışlar.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.