Trump yeni bir Ortadoğu için yakaladığı fırsatı kullanacak mı?

Trump yeni bir Ortadoğu için yakaladığı fırsatı kullanacak mı?

ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)
TT

Trump yeni bir Ortadoğu için yakaladığı fırsatı kullanacak mı?

ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)
ABD Başkanı Joe Biden, yeniden başkan seçilen Donald Trump ile Beyaz Saray Oval Ofis'te bir araya geldi, 13 Kasım 2024 (AFP)

James Jeffrey

Yeniden başkan seçilen Donald Trump, artık 2017-2021 yılları arasındaki başkanlık dönemi sırasında ilgilendiğinden farklı bir Ortadoğu ile karşı karşıya. Çünkü bölge şu anda savaş halinde ve geleceğiyle ilgili ciddi soru işaretleri söz konusu. Buna rağmen İran'ı kontrol altına almayı ve ABD’nin bölgeye daha az müdahale etmesini gerektiren istikrarlı bir bölgesel ittifak kurmayı amaçlayan önceki politikalarını geliştirmek için önemli bir fırsat yakaladı. Trump, bu fırsat çerçevesinde bölgede devam eden savaşı, 7 Ekim saldırısına benzer tehditlerin tekrarlanmamasını sağlayacak şekilde sona erdirmeli ve İbrahim (Abraham) Anlaşmaları geliştirilmeli.

Ancak Trump’ın bunu başarması için zor kararlar alınması ve bazı risklerin üstlenilmesi gerekecek. Zira İran ve vekilleri henüz bölgenin ihtiyaç duyduğu türden bir barışa hazır olmayabileceği ve İbrahim Anlaşmalarının geliştirilmesi, belki Trump yönetiminin ve kesinlikle mevcut İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik tutumlarında değişiklik yapılmasını gerektirebilir, ancak ancak bu hala mümkündür.

xscdvfg
Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray’da Ortadoğu barış planının açıklandığı sırada, 28 Ocak 2020 (AFP)

Bu iyimserlik sadece gözlemcilere değil, aynı zamanda The Economist'in ekim ayında ‘Ortadoğu depremi yılı’ olarak tanımladığı dönemde İsrail, Gazze ve Lübnan halklarına da yersiz görünebilir fakat bölgeyi anlamak ve Donald Trump'ın yakaladığı fırsatı kavramak için 7 Ekim 2023 günü değil, yirmi yıl önce başlayan bu ‘depremin’ doğasını anlamak gerekiyor. Yahudiler ve Filistinliler, Şiiler ve Sünniler, Kürtler ile Türkler ve Araplar, Hindular ve Müslümanlar arasındaki dini ve etnik gerilimlerden terörizme ve Rusya ile Çin'in müdahalesine kadar bölge birçok sorunla boğuşuyor. Ancak bugün İran, Ortadoğu'daki en önemli mesele olmaya devam ediyor. İran’ın nasıl böyle bir tehdit haline geldiğini ve buna nasıl karşı koyacağımızı anlamak için 2003 yılına geri dönmemiz gerekiyor.

İran'ın yükselişi ve düşüşü

İran 2003 yılında savunmasız bir konumdaydı. Önce Irak'ta sonra da Tanker Savaşı’nda aldığı yenilgilerin yaralarını sarmaya çalışıyordu. İranlı liderler, ılımlı olma eğilimindeydi. İran, Arjantin’de Yahudi merkezine düzenlenen terör saldırısı ve el-Huber Kuleleri Saldırısı gibi bazı terör saldırıları dışında, son on yılda çok az etkili olmuştu. Sadece bir bölgesel vekili olarak Lübnan Hizbullah'ı ve tek müttefiki olarak izole edildiği dünyada büyük ölçüde bağımlı olduğu Suriye'deki Esed rejimi vardı. Ancak İran bölgeyi hakimiyeti altına alma, İsrail'i yok etme, ABD'yi bölgeden kovma ve gizli bir nükleer program geliştirme hedeflerinden asla vazgeçmedi. Buna karşın o dönemde İran'ın kontrol altında tutulduğu görülüyordu.

İran ve vekillerinin stratejisi temkinli asimetrik savaş üzerine kurulu. Bu hamlelerin hiçbiri tek başına bölgesel düzen için ciddi bir tehdit oluşturmuyor.

İran, 7 Ekim 2023 tarihinden sonra birçok bakımdan en etkili bölgesel güç haline geldi. Nükleer silah sahibi olmaya yaklaşan ve binlerce uzun menzilli füze elde eden İran, güçlü vekilleri aracılığıyla Gazze, Lübnan ve Yemen'de kontrolünün kapsamını genişletti, Irak ve Suriye'de nüfuzunu güçlendirdi. Bunların hiçbiri gizlice olmadı. Çünkü Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, 2005 yılından bu yana ülkelerine ziyarete gelen ABD’lileri bölgede ‘Şii Hilali’ projesi çerçevesindeki gelişmelere karşı sık sık uyarıyordu.

Herkes bu ihmal yüzünden suçlu olsa da en büyük sorumluluk, (yeni Trump yönetimi dışında) ABD’de birbiri ardına göreve gelen dört yönetime ait. Washington, 11 Eylül'den bu yana bölgesel terörizmle mücadele, rejim değişikliği ve demokratikleşme programlarını dayatmakla meşgul olurken, Çin'e ve ardından Rusya'ya daha fazla odaklanmaya başladı. ABD, İran'ın nükleer programıyla ilgilenirken, Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi ve İsrail'in Lübnan ve Gazze'den çekilmesi gibi kararlar İran'ın bölgede yayılmacı politikasını uygulamasını kolaylaştırdı.

xc dv
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi ve İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami (sağda) 14 Kasım'da Tahran'da ortak bir basın toplantısı düzenlediler (AFP)

Washington diğer meydan okumalara güçlü bir şekilde karşılık verirken, söz konusu dönem boyunca geleneksel bir yaklaşıma bel bağlayarak İran'ın etrafını sarma görevini eline yüzüne bulaştırdı. Bu yaklaşımın temel unsurları ilk olarak, İran ve vekillerinin girişimlerine tepkisini ya meseleyi inkar ederek (Başkan Obama'nın ‘bölgeyi İran'la paylaşmaktan’ bahsederken yaptığı gibi) ya da askeri güç kullanmaktan kaçınarak (tıpkı 2019 yılında Suudi Aramco tesislerine yapılan saldırıda olduğu gibi) gösterdi. Güç kullanıldığında ise (Husilere karşı yürütülen Kızıldeniz operasyonu gibi) etkisi sınırlı oldu.

İran ve vekillerinin stratejisi temkinli asimetrik savaş üzerine kurulu. Bu hamlelerin hiçbiri tek başına bölgesel düzen için ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Örneğin Washington, 2006-2021 yılları arasında İsrail'e Hizbullah, Suriye ve Hamas'a karşı beş kez tansiyonu düşürmesi için baskı yaptı ve 2004-2008 yılları arasında Irak hükümetine İran yanlısı milisler lehine baskı yaptı.

Ortakları çoğu zaman bu baskılara boyun eğmiş olsa da İsrail'in 2007 yılında Suriye'deki bir nükleer tesisi vurması istisnai olarak önemli bir olaydı. Bu saldırının Washington'ın uyardığı gibi bölgesel bir felaketle sonuçlanmaması dikkati çekerken, sadece Suriye'nin tehlikeli bir girişimi sona erdirilmiş oldu.

İran'ın vekillerinden Hamas, 7 Ekim 2023 tarihinde bu temkinli asimetrik savaş stratejisini terk etti ve bölgesel düzeni değiştirmeyi başardı. İsrail, ABD stratejisinin gerçek sonuçlarının farkına vardı, ancak Biden yönetimi bunu fark edemedi. İsrail'in varlığı tehlikedeydi. Amerikan gazetesi New York Times’ın (NYT) haberine göre Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar, en güçlü müttefikleri olan Hizbullah ve İran'ı İsrail'e karşı saldırının içine çekmeye çalıştı. İsrail, Gazze Şeridi’ne şiddetli bir karşı saldırı başlattı.

Başkan Trump'ın, önceki başkanlık döneminde imzalanan İbrahim Anlaşmalarını genişleterek Biden yönetiminin kazanımlarını geliştirmeye çalışacağına şüphe yok.

ABD sivil kayıplardan endişe duysa da (Husilerin Kızıldeniz'deki saldırılarında ve Amos Hochstein’ın yürüttüğü müzakereler sırasında Hizbullah'a karşı açıkça başarısız olan) ‘yaklaşımını’ sürdürürken İsrail’in askeri operasyonunu gönülsüzce onayladı.

Askeri açıdan Hamas’ın askeri yeteneklerinin ve Gazze Şeridi'nin büyük bölümü geri dönüşsüz şekilde yok edildi. Hizbullah'ın lider kadrosu ve savaş gücünün büyük bölümü geçici de olsa ortadan kaldırıldı. Olaylar, İran'ın Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki vekillerinin yok edilmesine uzun süre izin veren bir ‘kağıttan kaplan’ olduğunu gösterdi. İran, misilleme olarak nisan ve ekim aylarında İsrail'e karşı büyük füze saldırıları düzenledi ama saldırılar etkili olmadı. İsrail'in ekim ayındaki karşı saldırısı, onun İran karşısındaki askeri üstünlüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koydu.

Bölgenin istikrara kavuşturulması: Kısa vadede

Trump yönetiminin karşılaşacağı yeni jeopolitik durum işte bu. Bazı raporlarda Trump'ın önceliğinin, tıpkı şu an Biden yönetimi için olduğu gibi, Gazze’deki ve Lübnan'daki çatışmaları sona erdirmek ve İsrail güçlerini geri çekmek olduğu öne sürüldü. Ancak bu, yalnızca İsrail'in Hamas ve Hizbullah'ın önümüzdeki yıllarda kendisine tehdit oluşturacak şekilde yeniden güçlenemeyeceğini garanti etmesi halinde mümkün olabilir.

xcdvf
Gazze Şeridi'nin kuzeyinden kaçan yerlerinden edilmiş Filistinliler, 12 Kasım 2024 (Reuters)

David Ignatius'un Washington Post gazetesinde yayınlanan 7 Kasım tarihli makalesine göre Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) önerdiği gibi Gazze'de barışı ve istikrarı korumak için uluslararası güçlerin konuşlandırılmasını ve Filistin Yönetimi'nin geçici istikrar ve uzun vadeli yeniden inşa süreci için bir rol üstlenmesini istiyor. Ignatius, Washington'ın aynı zamanda Lübnan'da Hizbullah'ın, Lübnan-İsrail sınırından uzak tutulmasını sağlayacak ve muhtemelen Suriye'den Hizbullah'a silah akışını sınırlayacak şekilde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 tarihli ve 1701 sayılı kararının daha katı bir şekilde yeniden yürürlüğe konmasını da istediğini yazdı.

Bir sonraki adım olarak İran'ın nükleer programının kısıtlanması gündemde. Bu adım için Trump yönetiminin, Başkan Biden'ın 2021 yılında İran'ın nükleer silah edinmesini önlemek için gerekirse güç kullanacakları açıklamasını yinelemesi gerekiyor. Ancak bu, aynı zamanda er ya da geç Tahran ile müzakere masasına oturulmasını da gerektirecek.

Bölgenin istikrara kavuşturulması: Uzun vadede

Başkan Trump'ın, önceki başkanlık döneminde Suudi Arabistan ve İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulması gibi daha büyük bir başarıya ulaşmak amacıyla imzalanan İbrahim Anlaşmalarını genişleterek, Biden yönetiminin kazanımlarını geliştirmeye çalışacağına şüphe yok. Bunun için İsrailliler ve Filistinliler arasında gerçek bir barışa doğru ilerleme kaydedilmeli. Her ne kadar Trump'ın önceki döneminde yürürlüğe koyduğu barış planı başarılı olmamış olsa da en azından daha kapsamlı bir çözümü düşünmeye istekli olduğunu gösterdi.

İsrail caydırıcılık kabiliyetini yeniden kazandığında ve sınırlarındaki tehditleri belki de kalıcı olarak ortadan kaldırdığında, doğru bir yönetim altında Filistinlilerle barış için risk almaya istekli olabilir. Bu bağlamda Arap ülkeleri kilit bir rol oynuyor. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı analize göre İran'ın Suriye ve Irak üzerinden Ürdün'e uyguladığı baskı, Husilerin Arap dünyasındaki seyrüsefer güzergahlarını kapatması ve bunun Mısır'ın Süveyş Kanalı gelirleri üzerindeki etkisi gibi son olaylar, onlara İran ve vekillerinin yarattığı tehlikeyi hatırlattı. Bu yüzden hem kendi aralarında hem de İsrail ve ABD ile askeri ve ticari ilişkileri geliştirmeye çalışabilirler.

“Gerçek tehlike ise İran'ın diplomatik arenada çalışmalarını sürdüren Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın temsil ettiği ‘resmi’ yüzünü terk edip, gerçek güç merkezleri olarak Dini Lider ve DMO tarafından temsil edilen ‘gayri resmi’ yayılmacı gündemlerini sürdürmeye devam etmesi ihtimalinde yatıyor.

Trump yönetimi, bu iyimser senaryonun gerçekleşmesi için Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki çatışmaların sona ermesi ve İsrail-Filistin barış sürecinde ileriye dönük net bir yol çizilmesi gerektiğinin farkına varmalı.

NYT'nin 11 Kasım tarihli bir haberine göre İran’daki hükümet çevreleri, Çin, Suudi Arabistan, Irak ve diğerlerinin de dahil olduğu son girişimlere dayanarak sadece Arap ülkeleriyle değil, ABD ile diyaloğu da kapsayacak şekilde diplomatik hamleleri yeniden gözden geçiriyor. İran, komşuları ve ABD arasında ,1990'lı yıllarda özellikle de İran'ın askeri maceralara atılması için gerekli imkanlarını yok eden kararlı saldırılardan sonra hüküm süren nispeten sakin ilişkilere geri dönülebilir. Bu potansiyel kesinlikle var.

Gerçek tehlike ise İran'ın diplomatik arenada çalışmalarını sürdüren Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın temsil ettiği ‘resmi’ yüzünü terk edip, gerçek güç merkezleri olarak Dini Lider (Rehber) ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından temsil edilen ‘gayri resmi’ yayılmacı gündemlerini sürdürmeye devam etmesi ihtimalinde yatıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama'nın İran'a yönelik girişimi, büyük ölçüde İran ‘devletinin’ bu resmi ve gayri resmi yüzlerini birbirinden ayırt edememesi nedeniyle başarısız oldu.

Her ne kadar teokratik rejimin İran halkı tarafından devrilmesi ihtimali düşük görünse ve Trump yönetimi de dahil olmak üzere hiç kimse ciddi bir şekilde savaş ya da rejim değişikliği arayışında olmasa da İran'ın baskın dış politikalarında kademeli bir yumuşama ve buna paralel olarak iç yönetiminde liberalleşme ihtimali var ve bu ihtimalin memnuniyetle karşılanacağı kesin. Bu değişikliklerin gerçekleşmesi ve DMO’nun devam eden yayılmacı politikalarını maskeleyen bir propagandadan ibaret olmaması için Arap ülkeleri, ABD ve İsrail arasında kurulacak bir ittifakın İran'ı alternatif seçenek olarak militarizmden kalıcı olarak uzaklaştırması gerekiyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca
TT

Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca

Steve Hewitt

18 Haziran'da, Beyaz Saray'a iki yeni bayrak direği dikilirken, Başkan Donald Trump ülkenin bayrağını değil, diplomatik aldatmacanın bayrağını göndere çekiyordu. Trump, İsrail'in İran'ı hedef alan saldırılarının ardından İran'a yönelik politikası hakkında belirsiz ifadeler kullanmak için bu anı kullandı. Bayrak direklerinden birinin yanında, kask takmış inşaat işçileriyle çevrili bir şekilde konuşurken, muhabirlerle dallanıp budaklanan bir iletişimde bulundu.

Sahneyi incelerken “Önümüzdeki hafta çok büyük olacak, belki bir haftadan az, belki de daha az” dedi gizemli bir ses tonuyla ve İran ile nükleer programı hakkında diplomatik görüşmelerin hâlâ mümkün olduğuna işaret etti.

Ertesi gün, Beyaz Saray Basın Sekreteri Trump'ın “önümüzdeki iki hafta içinde savaşa girip girmeme konusunda bir karar vereceğini” söyleyen bir açıklamasını okudu.

Bu, kasıtlı bir aldatmacaydı, çünkü karar çoktan verilmişti ve Amerikan B-2 bombardıman uçaklarına iki gün sonra Missouri'deki üslerinden kalkış yaparak, yaklaşık 30 bin pound ağırlığında birkaç bombayı İran nükleer tesislerinin üzerine bırakmak üzere 37 saatlik bir gidiş-dönüş görevine hazır olmaları emri verilmişti.

Bu Amerikan aldatmacası, İsrail aldatmacasının ardından geldi; İsrail, Tahran'ın ABD ile görüşmeleri devam ederken ve saldırıdan iki gün sonra bir toplantı planlanmışken İran’ın nükleer programını hedef almıştı.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var

Buradaki soru şu: Devletler arasında bu tür aldatıcı diplomatik davranışlar ne kadar yaygındır? Bu davranışlar kesinlikle nadir ve bu örnek, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana büyüyen ve uluslararası ilişkilerdeki yerleşik normlardan giderek daha fazla sapan bir hareketin varlığına dair bir kanıt daha sunuyor.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var. Ancak önemli fark, aldatmanın tarihsel örneklerinin (daha sonra ele alacağım birkaç istisna dışında) genellikle farklı taraflar arasındaki veya son birkaç yüzyılda ulus devletler arasındaki devam eden çatışmalar sırasında uygulanmış olmasıdır.

grtyuı
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)

Savaşta düşmanı aldatmanın en ünlü örneği binlerce yıl öncesine dayanan ve İngilizcede aldatmanın yaygın bir simgesi haline gelen Truva Atı'dır. Truva ile savaşan Yunan orduları savaş alanını terk etmiş ve Truvalı düşmanlarına bir barış hediyesi olarak büyük bir tahta at bırakmış gibi yaparlar. Elbette atın içinde Yunan askerleri saklanmışlardı, bunlar daha sonra ortaya çıkıp, Truvalıları yenerek şehirlerini ele geçirdiler.

Tiyatro ve filmler yoluyla popüler kültürde kendisine yer bulan önemli bir çağdaş örnekse, İkinci Dünya Savaşı'ndaki Mincemeat (Kıyma) Operasyonu'dur. Bu operasyonda İngiliz istihbaratı Nazi Almanyası'nı 1943'te planlanan Sicilya işgali konusunda yanıltmayı amaçlıyordu. Kraliyet Donanması subayı üniforması giydirilmiş bir serserinin cesedi İspanya kıyılarına atılmış ve cebine Almanları işgalin gerçek hedefinin Sicilya değil Sardunya olduğuna ikna etmek için sahte planlar yerleştirilmişti. Bir yıl sonra, Müttefikler Nazileri benzer bir şekilde aldatmaya çalışarak, uzun zamandır beklenen Fransa çıkarmasının 6 Haziran 1944'te gerçekleştiği gibi Normandiya sahillerinden değil, Pas de Calais'den gerçekleşeceğine ikna etmeye çalışmışlardı.

Bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki?

Peki ya aldatıcı diplomasi? Diplomasi doğası gereği, müzakereler sırasında güvenilirliği sağlamak için aldatma riskini azaltmalıdır. Ne de olsa, bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki? Bu durumda bu tür örneklerin nadir görülmesi belki de şaşırtıcı değil. Zira tarihi model, bu tür diplomatik aldatmaya en istekli ülkelerin doğası gereği otoriter olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.

ghyjukı
Haziran 1940’da Fransa-Belçika sınırındaki Nazi birliklerini ziyareti sırasında, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerleri onurlandırmak için Alman Langemark Mezarlığı’na yaptığı ziyaret sırasında Hitler (AFP)

Nazi Almanyası bu tür uygulamalarda ön saflardaydı, yüzyıllardır süregelen normları sürekli ihlal etti ve Holokost sırasında büyük ölçekte kitlesel cinayetler işledi. 1939'da savaşın patlak vermesinden önce Naziler aldatıcı diplomasiye başvurdular. 1938 Münih Konferansı bu tür uygulamaların başlıca örneği olarak öne çıkmaktadır ve 21. yüzyılda kendisine sıklıkla atıfta bulunulmaya devam edilmektedir.

Bilindiği üzere Münih Konferansı Çekoslovakya ve ülkenin nüfusun çoğunluğunun Almanca konuştuğu Sudetenland olarak bilinen bölümüne odaklanmıştı. Adolf Hitler liderliğindeki Naziler, Büyük Almanya projelerinin bir parçası olarak bölgeyi ilhak etmeye çalıştılar. Nazi Almanyası'nı kontrol altına almak ve bir Avrupa savaşından kaçınmak amacıyla Fransa ve Birleşik Krallık liderleri Eylül 1938'in sonlarında Münih'te Hitler ile bir araya geldiler.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi

Çekoslovak hükümetini görmezden gelerek, liderler Sudetenland'ı Almanya'ya devretme konusunda bir anlaşmaya vardılar. Hitler, Almanya'nın Avrupa'da hiçbir toprakta emelleri olmayacağına söz verdi.

Tarihin bize anlattığı gibi, memnun etme politikası Hitler'i Nazi saldırganlığından vazgeçiremedi. Nitekim Münih toplantısından aylar önce, daha büyük bir Avrupa çatışması için daha geniş askeri hazırlıklarla birlikte Çekoslovakya'yı işgal etme planlarını onaylamıştı. Mart 1939'da Almanya, Çekoslovakya'nın geri kalanını da işgal etti.

Ağustos 1939'da, Naziler Polonya'yı işgal etmeye hazırlanırken Hitler'in elinde başka bir diplomatik numara daha vardı. Hükümeti, Joseph Stalin ve Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'yı paylaşmaya yönelik iki ülke arasında gizli bir anlaşmayı içeren bir saldırmazlık paktı imzaladı. Ancak Hitler, anlaşmayı yalnızca geçici bir önlem olarak görüyordu, zira Nazi ideolojisi uzun zamandır Sovyetler Birliği'nin bazı kısımları da dahil olmak üzere Doğu Avrupa topraklarını kapsayacak Büyük Almanya idealini benimsiyordu. Sonuç olarak, anlaşmaya yalnızca Sovyetler Birliği'ne yönelik Alman saldırısı ve 22 Haziran 1941'de başlayan Barbarossa Harekatı hazırlıklarına dair istihbarat raporlarına ve diğer kanıtlara inanmayı defalarca reddeden Stalin kanmış görünüyor.

ymum
Tahran'ın merkezinde, hizmette olan İran balistik füzelerini tasvir eden ve Farsça “İsrail bir örümcek ağından daha zayıftır” yazan bir reklam panosu, 15 Nisan 2024 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre geçmişteki dersler göz önüne alındığında, ABD'nin İran'a karşı eyleminin korkunç sonuçları olabilir. Askeri saldırılar düzenlemek için bir kamuflaj olarak görüşmelerin kullanıldığı İran örneği göz önüne alındığında, herhangi bir hükümet, hatta ABD'ye karşı sınırlı bir düşmanlığı olan bir hükümet bile neden diplomatik görüşmelere katılsın ki? Örneğin Kuzey Kore, Trump yönetimi de dahil olmak üzere ABD yönetimleri ile gelecekte herhangi bir diplomatik görüşmede bulunmaya meyilli olur mu? Bilhassa İsrail'e olan mutlak desteği göz önüne alındığında, ABD'nin dürüst bir aracı olduğu fikri uzun zamandır sorgulanırken, bugünkü eylemleri bu fikri tam anlamıyla paramparça ediyor.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi. İkinci döneminde ise yakın çevresi pozisyonlarını neredeyse yalnızca Trump'a olan mutlak sadakatleri sayesinde koruyor. Yönetiminin hem içeride hem de uluslararası alandaki yaklaşımı, gittikçe Trump'ın kişisel değerlerini yansıtıyor.