Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Hizbullah ve İran'ın gerileyen rolü karşısında ülke yeni bir doğuşla mı karşı karşıya?

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
TT

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)

İbrahim Hamidi

ABD ve Fransa'nın sponsorluğunda İsrail ile Hizbullah arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının metnine göre Lübnan bir dönüm noktasının eşiğinde. Bu doğum sancıları cumhuriyetin kanının tazelenmesine mi, yoksa yeni üçüncü ya da dördüncü bir cumhuriyetin doğuşuna mı yol açacak?

Bu, el-Mecelle'nin Aralık ayı sayısının kapak haberi ve ateşkesten senaryolar, ordunun rolü, Hizbullah yenilgisinden sonra Şiilerin geleceği, mültecilerin geri dönüşü ve toplum mühendisliğine kadar konuyu her yönüyle ele alıyoruz.

Lübnan, 60 günlük ateşkes, Hizbullah ile İsrail'in güneyden çekilmesi, boşluğu Lübnan ordusu ile BM’ye bağlı UNIFIL güçlerinin doldurması, her iki taraftan da yerinden edilenlerin geri dönmesi, Meclis'in cumhurbaşkanını seçmek için toplanması, başbakanın atanması, hükümetin kurulması ve yeniden imar ile karşı karşıya bulunuyor.

Aylarca süren müzakereler ve bir yılı aşkın süredir Gazze için sürdürülen “destek savaşı”nın ardından gelen anlaşma uygulanırsa, ülke, cumhuriyetin temellerine dönüşe ya da yeni bir doğuşa tanık olacak. Lübnan Cumhuriyeti, şu anda bildiğimiz mezhepçi kotaların öncesinde, Fransız Mandası döneminde doğmuştu. İlk anayasa hazırlanıp 1926 yılında Katolik hukukçu Şarl Debbas cumhurbaşkanı seçildiğinde doğdu. O dönemde başbakanlık da Maruni Hıristiyanların elindeydi.

Bazıları, Birinci Cumhuriyet'in 1926'da doğduğuna ve 1943'te cumhurbaşkanı seçilen Şeyh Bişara el-Huri’ye kadar bir dizi Hıristiyan cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğine inanıyor. Huri Sünni olan başbakanı Riyad el-Sulh ile ittifak kurdu ve ikisi birlikte, cumhurbaşkanlığını Marunilere, başbakanlığı Sünnilere ve meclis başkanlığını Şiilere tahsis eden sözlü bir ulusal uzlaşının temelini attılar. Saib Selam'ın anılarında, 1943'te Sabri Hamada’nın Şii olduğu için değil, en yaşlı milletvekili olduğu için yasama organının başına getirildiğini söylediğine de dikkat çekelim.

Bu nedenle pek çok kişi Birinci Cumhuriyet'in ulusal sözleşme ile doğduğuna inanıyor ve kendisi 21 Kasım 1943'teki bağımsızlık ilanına da tanıklık etti. Birinci Cumhuriyetin 1926 Anayasası ile değil de 1943 yılında doğduğunu düşünürsek, bu cumhuriyet 1975 yılında iç savaşın başlamasıyla mı yıkıldı yoksa savaşın sonuna ve 1989'daki İkinci Cumhuriyet'in başlangıcı olan Taif Konferansı’na kadar mı devam etti?

Birinci cumhuriyet 1943'ten 1975'e, ikincisi 1975'ten 1989'a ve üçüncüsü o zamandan bu yana mı?

Adı ne olursa olsun, mevcut cumhuriyetin belki de en belirgin özelliği, Taif Anlaşması’nın Hıristiyan cumhurbaşkanı pahasına Sünni başbakanı güçlendirmesiydi. Başbakan Refik Hariri'nin 2005'te suikasta kurban gitmesiyle sona eren Suriye varlığını kabul etmesiydi. Temmuz 2006 savaşı ve Hizbullah’ın İran'ın nüfuzunu genişletmek için ülke içinde ve bölgesel olarak artan rolü ile sonuçlanmasıydı.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya?

Zafer sloganları bir yana, Hizbullah'ın büyük bir yenilgiye uğradığı tartışılamaz. Zira Lübnan süreci Gazze sürecinden ayrıldı. İsrail, aralarında Hasan Nasrallah'ın da bulunduğu askeri ve sembolik liderlerini öldürdü, iletişim ve liderlik yapısını dağıttı. 1701 sayılı kararın uygulanmasını, Litani Nehri'nin arkasına çekilmeyi, dahası belki de bir İsrail tampon bölgesinin oluşturulmasını, silah tedarikinin kesilmesini ve füze üretiminin engellenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bunlara bir de Hizbullah’ın kuluçka ortamının ödediği muazzam insani ve ekonomik bedel ekleniyor.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya? Netanyahu, (bu sayımızda ona da özel bir dosya ayırdığımız) ABD başkanı seçilen Trump ile olan ilişkisinden ve Beyaz Saray'ın başına geçmeden önce “savaşları bitirmesi” için ona verdiği “armağan”dan destek alarak şunlarda ısrar ediyor; Hizbullah'ın kendisini yeniden silahlandırmamasını veya askeri yapısını yeniden inşa etmemesini garanti altına almak için Lübnan'da bir gözetim mekanizması kurulması, en büyük düşman olan İran'ın denetim ve “maksimum baskı” altında tutulması. Odağını özellikle Gazze Şeridi'ne kaydıran İsrail, Lübnan’da herhangi bir ihlal ile başa çıkılmaması durumunda Lübnan'a müdahale etme olanağına sahip olmak istiyor. Tel Aviv bu “haktan” vazgeçmezken, Hizbullah ve Lübnan da bunu kabul edemez.

Milisler ve rejimler bir noktada buluşmaktadır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır

Burada şu sorular ortaya çıkıyor; bu durum Lübnan'da siyasi olarak nasıl ifade bulacak? Eski siyasi sözleşmenin yeniden canlandırılmasında veya yenisinin formüle edilmesinde bölgesel ve uluslararası güçlerin rolü nedir? Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın Haziran 1967 savaşından sonra çıkıp “yenilgiyi” kabul etmesi gibi, Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım da neden çıkıp yenilgiyi kabul etmekte gecikti? Neden Hizbullah ve İran'a sadık olanlar yaşananları bir “zafer” veya “direniş” olarak değerlendirmekte ısrar ediyor?

Herhangi bir savaşın insani ve ekonomik maliyeti konusunda devlet ile milislerin farklı davrandıkları doğru, ancak devletler ile örgütlerin zaman ve tarihle ilişkilerinde farklı oldukları da doğrudur. En tehlikelisi ise milislerin ve rejimlerin bir noktada buluşmasıdır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır.

Kapak konusu olan Lübnan dosyası ve Başkan Donald Trump'ın seçilmesi ve bunun Ortadoğu ve dünyadaki yansımalarına ilişkin özel dosyaya ek olarak, Aralık sayısında siyaset, ekonomi, bilim ve kültür üzerine yazılar, analizler ve röportajlar da yer alıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trump, Biden'ın oğlunu affetmesini yerden yere vurdu

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Trump, Biden'ın oğlunu affetmesini yerden yere vurdu

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Pazar gecesi Hunter Biden'ın başkanlık affı haberine tepki göstermekte gecikmeyen Donald Trump, kararı "Adaletin suiistimal edilmesi ve yanlış uygulanması" diye sertçe eleştirdi.

Resmi açıklamanın üzerinden bir saat geçmeden sosyal medya platformunda kısa bir paylaşımda bulunan Başkan, 6 Ocak 2021'deki şiddetli ayaklanmada hüküm giyenlere yönelik aflar üzerine düşündü.

"Joe'nun Hunter'a verdiği af, yıllardır hapiste olan J-6 (6 Ocak) rehinelerini de kapsıyor mu? Bu, adaletin son derece suiistimal edimesi ve yanlış uygulanması!" diye yazdı.

Pek çok yorumcu, Trump'ın ocakta göreve gelir gelmez 2021'de Kongre Binası'ndaki isyanda rol oynadıkları gerekçesiyle tutuklananların çoğunu affedeceğini öne sürüyor.

Yaklaşık 4 yıl önce Trump'ın bir grup destekçisini çılgınlığa ittiği olayla ilgili 1500'den fazla kişiye dava açılmıştı.

Trump marttaki genel seçim kampanyasını sadece bu isyanın tarihini yeniden yazmaya çalışarak değil, aynı zamanda şiddetli kuşatmayı ve 2020 seçimini tersine çevirmeye yönelik başarısız girişimi Beyaz Saray'a geri dönme uğraşının bir köşe taşı olarak konumlandırarak başlatmıştı.

Bunun bir parçası olarak isyancıları "inanılmaz yurtseverler" diye nitelemiş ve "göreve geldiği ilk gün" onlara yardım edeceğine söz vermişti.

Başkan olarak Trump, federal mahkemede, Columbia Bölgesi Yüksek Mahkemesi'nde ya da askeri mahkemede hüküm giyen herkesi affedebilir. Başsavcısına geri çekilmesini söyleyerek isyancıların yargılanmasını durdurabilir.

Trump martta sosyal medya platformunda bu vaadini açıklarken "Birçoğunu affetme eğilimindeyim" demişti.

Bunu her biri için diyemem çünkü birkaçı muhtemelen kontrolden çıktı.

sh
Joe Biden, oğlu Hunter'ı affedeceğini pazar günü duyurdu (AFP)

Biden'ın oğlunu resmen affettiği, Başkan'ın oğlunun davasının sonucunu kabul edeceğine dair uzun süredir devam eden inancına rağmen, pazar günü Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamayla duyuruldu.

Başkan yaptığı açıklamada oğlunun Adalet Bakanlığı tarafından "seçici ve haksız bir şekilde yargılandığını" ve Amerikan halkının bir baba olarak kararını anlayacağını umduğunu söyledi.

Af, Hunter'ın haziranda federal silah suçlamalarından dolayı 12 Aralık'ta hüküm giymesine iki haftadan az bir süre kala geldi. Hunter ayrıca eylülde federal vergi kaçakçılığı suçlamalarını kabul etmesinin ardından 16 Aralık'ta ayrı bir ceza davasında hüküm giyecekti.

Independent Türkçe