DMO Komutanı: Ders alınmalı… Suriye dış müdahale yeri değil

İran'ın kayıplarının yüzde 90'ını gençler oluşturuyor

İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami, Tahran'da düzenlenen bir tören sırasında konuştu. (ISNA)
İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami, Tahran'da düzenlenen bir tören sırasında konuştu. (ISNA)
TT

DMO Komutanı: Ders alınmalı… Suriye dış müdahale yeri değil

İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami, Tahran'da düzenlenen bir tören sırasında konuştu. (ISNA)
İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami, Tahran'da düzenlenen bir tören sırasında konuştu. (ISNA)

İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı Hüseyin Selami, Beşşar Esed'in devrilmesi ve güçlerinin Suriye'den çekilmesinden bu yana yaptığı üçüncü konuşmada, Suriye'nin İran için ‘acı bir ders’ olduğunu ve ‘dış müdahaleye uygun bir yer olmadığını’ söyledi. Selami ayrıca, İsrail'i ‘ağır bir bedel ödemekle’ tehdit etti.

Suriye'de yaşananlardan ders çıkarılması çağrısında bulunan Selami, Esed rejiminin muhalif güçler tarafından devrilmesine ve İsrail'in Suriye'ye yönelik bombardımanına atıfta bulundu. Selami, “Suriye bizim için acı bir ders… Yaşananlardan ders almalıyız” ifadelerini kullandı.

İran, savaş sırasında Beşşar Esed'i desteklemek için milyarlarca dolar harcadı ve iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana müttefikini iktidarda tutmak için Suriye'ye DMO güçlerini gönderdi.

Selami bir kez daha güçlerinin Suriye'deki varlığını savundu. Şarku’l Avsat’ın Fars Haber Ajansı’ndan aktardığına göre Selami, “Herkes gördü ki biz oradayken Suriye halkı onurlu bir şekilde yaşıyordu. Çünkü biz onların onurunu yükseltmeye çalışıyorduk” dedi.

Tahran'da düzenlenen bir tören sırasında konuşan Selami şunları söyledi: “Biz Suriye topraklarının bir kısmını kendi topraklarımıza katmak için oraya gitmedik. Suriye'yi hırslı çıkarlarımızı gerçekleştirmek için bir alan haline getirmek için de gitmedik.”

Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından İsrail'in son günlerde Suriye ordusu mevzilerine düzenlediği saldırılara da değinen Selami şu ifadeleri kullandı: “Suriye rejimi düştüğünde yaşanan talihsiz olayları gördük. Siyonistler silaha ihtiyaç duymadan Şam halkının evlerinin içini görebildiler; bu kabul edilemez.”

“Şimdi anlıyoruz ki, eğer ordu direnmezse ve silahlı kuvvetler karşı koymazsa, tüm ülke bir anda işgal edilebilir” diyen Selami, ‘Şam'daki insanların direnişçilerin değerini anladığına, onlar varken ne kadar değerli olduklarının ve yokluklarının ne kadar felaket olacağının farkına vardıklarına’ inandığını ifade etti.

Dini Lider Ali Hamaney'in birkaç gün önce Suriye ile ilgili yaptığı açıklamalara atıfta bulunan Selami, “Liderimizin dediği gibi, Suriye kahraman gençleri tarafından kurtarılacak ve İsrail ağır bir bedel ödeyerek bu topraklara gömülecektir” dedi.

“Bunun için zaman, büyük bir sebat, sağlam bir kararlılık ve güzel bir inanç gerekir” diyen Selami, bu özellikleri ‘İslam dünyasındaki mücahit gençlerin’ nitelikleri olarak tanımladı.

Selami sözlerini şöyle sürdürdü: “Güvenliğimizi, bağımsızlığımızı, sistemimizi, çıkarlarımızı, tarihimizi ve dinimizi kararlılıkla savunuyoruz. Bu topraklar yabancıların uygunsuz bir şekilde bakabileceği topraklar değildir.”

Selami geçen hafta parlamenterlere ve kuvvet komutanlarına iki kez konuştu. Salı günü Selami, İranlı milletvekillerinin karşısına ilk kez kapalı bir oturumda çıktı ve İranlı milletvekilleri tarafından İran'ın bölgesel olarak ‘zayıflamadığını’ söylediği aktarılan DMO Dış Operasyonlar Şefi İsmail Kaani bu oturuma katılmadı.

Perşembe günü Selami bir grup kuvvet komutanına hitaben şunları söyledi: “Bazıları İran rejiminin bölgesel silahlarını kaybettiği fikrini yayıyor ama bu doğru değil, rejim silahlarını kaybetmedi. Şimdi direniş eksenini desteklemenin yolları açık. Destek sadece Suriye ile sınırlı değil ve oradaki durum yavaş yavaş yeni bir şekil alabilir.”

Selami'nin açıklamaları, perşembe günü ‘İslam Cumhuriyeti'ne bağlı güçlerin stratejik derinliğindeki dengesizlikten’ bahseden, ancak Hizbullah'ın yeni koşullara uyum sağlayabileceğini öngören Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf'la tezat oluşturdu.

Selami'nin son yaptığı açıklamalar, DMO medya organlarının Suriye'deki iç savaşta İran'ın varlığını meşrulaştırma kampanyasına ve Beşşar Esed rejiminin düşüşü ile bunun İran ve bölgesel vekilleri üzerindeki etkilerine odaklandığı bir dönemde geldi.

frgt
Abbas Nilfuruşan'ın 15 Ekim 2024 tarihinde Tahran'da düzenlenen cenaze töreninde DMO Dış Operasyonlar Şefi İsmail Kaani (AP)

İran medyasının Suriye'de, özellikle de Şam'da rejimin düşüşünün kutlanmasına ilişkin 48 saatten fazla süren sessizliğinin ardından, İran gazetelerinin hiçbiri kutlamalara ilişkin birinci sayfa fotoğrafları yayınlamadı. Bazı gazeteler ise İsrail'in Suriye'deki askeri bölgeleri bombalamasının ardından yaşananları ve Türkiye ile Suriye muhalefetinden üst düzey yetkililerin fotoğraflarını öne çıkardı.

Resmi düzeyde, Esed'in düşüşünün ilk anlarından itibaren İran, müttefikinin düşüşünden Suriye ordusunu, Türkiye'yi, ABD'yi ve İsrail'i sorumlu tuttu.

‘Eli boştu’

Ulusal Güvenlik Komitesi'nin askeri dosyasından sorumlu milletvekili İsmail Kevseri, “Beşşar Esed'in eli boştu ve ordunun desteğini kazanamadı” dedi.

DMO komutanlarından olan Kevseri, Beşşar Esed'in ‘kaynak yetersizliği ve zayıf destek nedeniyle ordunun desteğini kazanamadığını ve bunun da ordunun çöküşüne yol açtığını’ söyledi. Kevseri, İran'la iletişimin son dakikaya kadar devam ettiğini, ancak Esed'in etrafındaki başbakan ve ordu komutanları gibi bazı kişilerin bu iletişimi engellediğini bildirdi.

Kevseri, Suriye'nin Hizbullah'ı desteklemek için önemli bir geçiş noktası ve güzergâh olduğunu, ancak Suriye hükümetinin girişe izin vermemesi üzerine İran'ın güç kullanarak müdahale edemediğini söyledi. Kevseri, DEAŞ döneminde İran'ın resmi talep üzerine Suriye'ye girdiğini ve örgütün ortadan kaldırılmasına katkıda bulunarak İran sınırına doğru yayılmasını engellediğini ifade etti.

fevgt
Geçtiğimiz nisan ayında Şam'daki İran Büyükelçiliği'nde düzenlenen bir taziye toplantısında Muhammed Rıza Zahidi ve yardımcısı Muhammed Hadi Hacı Rahimi'nin posterleri (AFP)

Kevseri, mevcut durumla ilgili olarak ise Suriye'nin halen ‘Siyonist varlığın, Amerika'nın ve onların ajanlarının’ kontrolü altında olduğunu belirtti. Gelecekle ilgili olarak da ‘ABD fonlarıyla bir araya gelen güçler arasında’ anlaşmazlıkların ortaya çıkacağı ve bunun da Suriye halkını aldatmacanın farkına varmaya ve güvenliği sağlayabilecek ve ekonomiyi iyileştirebilecek taraflar aramaya zorlayacağı öngörüsünde bulundu.

DMO kayıpları

Konuyla ilgili olarak Fars haber ajansına açıklamalarda bulunan Suriye savaşına katılmış General Mehdi Faraci, İran'ın 2011 yılında Suriye’ye ‘danışman’ güçler göndermeye başladığını belirterek, ‘o dönemde Suriye'de var olan koşulların açıklanması’ gerektiğini vurguladı.

Faraci, İran'ın varlığını, DEAŞ'ın ortaya çıkması ve İran sınırlarına ulaşmasının engellenmesiyle gerekçelendirdi. 2020'nin başlarında bir ABD saldırısında öldürülen eski dış operasyonlar şefi Kasım Süleymani'nin rolüne atıfta bulunan Faraci, “Suriye ordusunu koordine etmek çok değerli bir işti. O zamanlar Suriye ordusu bu kadar lekeli değildi, ancak bu on yıl boyunca düşmanın Suriye ordusu üzerindeki etkisi tam hale geldi” ifadelerini kullandı.

Faraci ayrıca, Suriye eski Devlet Başkanı Hafız Esed'in 1980'lerdeki İran-Irak savaşı sırasında Tahran'a verdiği desteğe de değindi. Beşşar Esed'in “Hafız Esed'in emriyle mühimmat gönderdim” dediğini aktardı. Hafız Esed oğlu Beşşar'a şunu tavsiye etmişti: “İran'la birlikte olduğun sürece varsın.”

DMO komutanlarına atıfta bulunan Faraci, 30 yaşın altındaki gençlerin İran kuvvetlerinin yüzde 90'ını ve 1980'lerdeki savaşın gazilerinin yaklaşık yüzde 10'unu oluşturduğunu söyledi.

Faraci, “Türbelerin savunulması sırasında öldürülen 540 kişinin yüzde 90'ından fazlasını gençler oluşturuyordu” dedi.

İlk kez bir DMO komutanı Suriye savaşında öldürülen 500'den fazla İranlıdan söz ediyor. Bu rakam geçen hafta İranlı bir milletvekilinin dile getirdiği 6 binden fazla ölü sayısından çok daha az.

Kum Milletvekili Muhammed Menan Reisi, İran'ın Suriye'deki iç savaşta 6 bin askerini kaybettiğini söyledi. Bu rakam, İranlı yetkililerin ‘türbelerin savunucuları’ olarak adlandırdığı güçlerin ölü sayısı için bir İranlı yetkilinin açıkladığı en yüksek rakam.

Şimdiye kadar ki en yüksek resmi rakam ise İran Şehitler Örgütü Başkanı Muhammed Ali Şehidi'nin Suriye ve Irak'ta 2 bin 100 İran askerinin öldürüldüğünü açıkladığı 2017 yılına ait.

DMO, insan ve maddi kayıpları konusunda net istatistikler vermeyi reddediyor.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.