Suriye'nin İsrail karşısında “askeri olarak karşılık verme hakkını” kaybetmesi ne anlama geliyor?

Gözlemciler: Ben Gurion'un bölgenin başlıca ordularını ezip geçme hayali gerçeğe dönüşürken Netanyahu'nun Ortadoğu haritasını değiştirme vaadi adım adım gerçekleşiyor

Şam'ın dışındaki Mezze Askeri Üssü’nde bir uçaksavar silahı ateşleyen bir muhalif unsur (AFP)
Şam'ın dışındaki Mezze Askeri Üssü’nde bir uçaksavar silahı ateşleyen bir muhalif unsur (AFP)
TT

Suriye'nin İsrail karşısında “askeri olarak karşılık verme hakkını” kaybetmesi ne anlama geliyor?

Şam'ın dışındaki Mezze Askeri Üssü’nde bir uçaksavar silahı ateşleyen bir muhalif unsur (AFP)
Şam'ın dışındaki Mezze Askeri Üssü’nde bir uçaksavar silahı ateşleyen bir muhalif unsur (AFP)

Bahaddin İyad

ABD Başkanı George W. Bush 2001 yılı yazında, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i arayarak Şam'ı itidalli davranmaya ve İsrail'in Lübnan'da Suriye’ye ait bir radar üssüne düzenlediği saldırılara karşılık vermemeye ikna etti. İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasında uçması, 1974 tarihli Ayrılma Anlaşması'ndan bu yana iki düşman ülke arasındaki ateşkesi tehdit eden askeri bir provokasyondu. Oysa durumun yatıştırılması ve Şam rejiminin İsrail'e uygun zamanda ve yerde ‘Suriye'nin askeri olarak karşılık hakkını saklı tuttuğunu’ tekrarlayarak İsrail'e misillemede bulunma tehdidi çerçevesinde itibarının korunması için daha fazla diplomatik eylemde bulunulması gerektiriyordu.

Bu açıklama hem yurtiçindeki hem de yurtdışındaki muhalifler tarafından alaya alındı. Esed ailesinin yönetimindeki Şam, onlarca yıldır İsrail'in bombardımanına karşılık vermeyerek ve işgal altındaki Golan Tepeleri için tek bir kurşun bile atılmasını engelleyerek İsrail'e boyun eğmekle suçlandı.

Oğul Esed'in iktidarda olduğu yıllar geçtikçe, İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırıları, yirmi yıl boyunca ara sıra ve çoğunlukla Tel Aviv tarafından haber verilmeksizin daha sık hale gelecekti. 2003 yılında psikolojik savaşın bir parçası olarak İsrail savaş uçaklarının Beşşar Esed'in evinin üzerinden uçmasından iki ay sonra, Şam yakınlarındaki Ayn es-Sahib bölgesine bir saldırı düzenlendi. Bu saldırıdan dört yıl sonra 2007 yılında, Deyrizor’daki reaktörün bombalanması gibi stratejik hedeflere yönelik saldırılar yapıldı.

Arap Baharı” diye adlandırılan sürecin kıvılcımı Suriye'ye sıçrayınca İsrail, Suriye'nin devasa askeri cephaneliğini hedef almaya başladı.

Beşşar Esed'e karşı devrim yıllarında hava üsleri, askeri araştırma merkezleri, ordu mevzileri, İran’ın füze fabrikaları ve depoları ile milislerin kalelerine onlarca saldırı düzenlendi. Esed rejiminin kınamakla yetindiği ve Suriye'nin ‘uygun zamanda, yerde ve fırsatta karşılık verme hakkını saklı tuttuğu’ şeklindeki olumsuz tutumunu sürdürdü. Bu uygun zaman gözlemcileri şaşırtan nadir bir olay dışında hiç gelmedi. İsrail'e ait bir F16 savaş uçağı 2018 yılında Suriye içinde düzenlenen bir saldırı sırasında Suriye hava savunma sistemi tarafından vurulduktan sonra düştü. Suriye, İran'ın Hizbullah'a silah sevkiyatının yapıldığı bir kanaldı. Uçağının düşürülmesine misillemede bulunmak için fazla beklemeyen İsrail, uçağın düşürülmesinden iki saat sonra Suriye hava savunma sisteminin konuşlu olduğu mevziler ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) kullandığı askeri üsler de dahil olmak üzere Suriye’deki birçok hedefi vurmaya başladı.

Gözlemciler, İsrail’in yaklaşık 500 yıkıcı hava saldırısı düzenleyerek ve Suriye donanmasının gemi filosunu yok ederek 48 saat içinde Suriye Arap Ordusu’nun geriye kalan tüm askeri kabiliyetlerini ve altyapısını ortadan kaldırılabileceğine inanıyor.

İsrail'in ilk başbakanı olan Siyonist lider David Ben-Gurion'un Irak, Suriye ve Mısır orduları olmak üzere üç büyük Arap ordusunu ortadan kaldırma ve ülkelerini parçalama kehanetinin bir adımı daha gerçekleşti ve Suriye bölgedeki askeri güç denkleminden kalıcı olarak çıkarılabilir noktaya itildi. Tel Aviv, Hamas Hareketi tarafından 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Ortadoğu haritasını değiştirme vaadini uygulamaya devam ederken, Suriye muhalefetinin İsrail saldırılarına ilişkin mevcut tutumunun niteliği ve yeni Suriye rejiminin İsrail saldırıları ve Golan Tepeleri'nin işgali konusundaki tutumunun belirsizliği hakkındaki sorular yanıtsız kalmaya devam ediyor.

Arap ulusal güvenliğinin tehdit edilmesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Mısır Askeri İstihbaratı eski Başkan Yardımcısı Tümgeneral Ahmed İbrahim Kamil, her ne kadar Beşşar Esed yönetimindeki Suriye Arap Ordusu’nun Mısır ve Suriye'nin 6 Ekim 1973'te İsrail'e karşı başlattığı 6 Ekim 1973 Arap–İsrail Savaşı’nda (Yom Kippur Savaşı) savaşan orduyla aynı olmadığını vurgulasa da İsrail'in Suriye'nin stratejik öneme sahip askeri kabiliyetlerini yok etmesinin ve Suriye'yi yıllardır güç hesaplarından ve dengelerinden uzaklaştırmasının, Şam'ın onlarca yıldır bu hesaplarda neredeyse hiç yer almamasına rağmen Arap bölgesinin ulusal güvenliğini tehdit ettiği uyarısında bulundu.

İsrail'in Ben Gurion'un 1955 yılında Irak, Suriye ve Mısır orduları olmak üzere üç büyük Arap ordusunu Irak, Suriye ve Mısır orduları olmak üzere üç büyük Arap ordusunun yok edilmesi gerektiğini söylediği kehanetini gerçekleştirdiğini düşünen Tümgeneral Kamil, İsrail'in, onlarca yıl boyunca reddin, kararlılığın, direnişin ve direniş cephesinin ifadesi olarak kalan Suriye Arap Ordusu’nu 48 saat içinde yok etmeyi başarmasının, bir bütün olarak Arap ulusal güvenliği üzerinde somut etkisi olacağını söyledi.

Suriye'den sonra yeni bir cephe açılabileceğini belirten Tümgeneral Kamil’e göre İsrail, Netanyahu ve onun hükümeti 8 Ekim 2023 tarihinde Ortadoğu haritasını değiştirme hedefiyle ilgili söylediklerini gerçekleştiriyor. Hamas’ın kabiliyetlerinin çoğunu ve Hizbullah'ın silahlarının yüzde 50'sinden fazlasını ortadan kaldırdıktan ve Suriye ordusunun tüm kabiliyetlerini yok ettikten, Irak'ın ve Yemen’in de askeri kabiliyetlerini etkisiz hale getirdikten sonra İran'ın gücü budanmaya ve bölgedeki silahlı kolları yok edilmeye başlandı. İsrail içine silah sızdırma ve Batı Şeria'daki direnişi destekleme bahanesiyle Ürdün, ufuktaki sekizinci cephe olabilir.

rfgthy
Bir tankın Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgenin çitlerini geçmesini izleyen İsrail askerleri (AFP)

Savunma politikaları uzmanı Muhammed Hasan, 1973 Yom Kippur Savaşı’nın Ortadoğu'da yeni bir güç dengesi kurduğunu ve bu dengenin tüm Arap ülkelerinin askeri kapasitesini temsil eden bir Arap üçlüsüne, yani Mısır, Irak ve Suriye'ye dayandığı değerlendirmesinde bulundu. Ancak Hasan’a göre 2003 yılında Irak'ın işgaliyle başlayan kaos dalgaları ve 2011 yılında Suriye'de patlak veren savaş onları bu güç denkleminden çıkardı. Ancak Suriye, asıl amaçları Suriye'nin askeri kapasitesini yok etmek olan onlarca terör örgütüyle çatışmaya başladığında bile İsrail'e karşılık verme kabiliyetini korudu.

Hasan, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Şam, savaş boyunca İsrail'e karadan ve denizden karşılık verme kabiliyetini korudu. Bu da İsrail'in iki nedenden ötürü takıntısı haline geldi. Bunlardan ilki İsrail'in Suriye'deki savaştan faydalanarak Suriye'yi stratejik Arap gücü denkleminden tamamen çıkarma çabasıydı. Bu, Suriye'yi siyasi ve askeri olarak saldırıya karşılık verme ya da saldırıyı püskürtme hakkından mahrum bırakmak anlamına geliyordu. Suriye giderek, işgal altındaki Golan Tepeleri'ne 80 kilometre uzaklıktaki sınır boyunca İran'ın askeri altyapısının yer aldığı bir platforma dönüştü. Dolayısıyla İsrail, Suriye devletinin çöküşü ve Suriye ordusunun Suriye topraklarını ve ülke kaynaklarını savunma rolünün sona ermesiyle birlikte Suriye'nin askeri yeteneklerini stratejik düzeyde yok etmek için yüzlerce saldırı düzenlemeye başladı.

Neden İsrail müdahalesi?

Beşşar Esed'in pazar günü sabaha karşı Şam'ı terk etmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail ordusu bu boşluktan faydalanmakta gecikmedi. Suriye ordusunun sahip olduğu askeri imkanlarının, altyapısının ve başlıca silahlarının yüzde 80'inden fazlasını hedef alan 480 hava saldırısı düzenledi. Bazı haritalar İsrail'in Suriye'nin güneyine yaptığı askeri saldırının başkent Şam'ın yaklaşık 25 kilometre güneybatısına ulaştığını, stratejik öneme sahip Hermon Dağı zirvesini ve Suriye topraklarının 18 kilometre içine kadar bazı köyleri ve kasabaları kontrol altına aldığını gösterdi.

İsrail'in müdahalesinin asıl amacının sadece ordusunu yok etmek değil, Suriye devletinin yeniden şekillendirilmesinde baskın bir rol oynamak olduğunu düşünen Tuğgeneral Kamil, Suriye’deki bir sonraki hükümet ile Tel Aviv arasında gergin ve düşmanca ilişkiler olmayacağını, İsrail'in Suriye'de iktidardaki rejimi seçeceğine dair bir ipucu olduğunu ve Suriye halkının imkanlarına rağmen Heyet Tahrir Şam (HTŞ) tarafından İsrail'in eylemlerini kınayan bir açıklama yapılmadığını söyledi.

İsrail'in askeri başarılarına rağmen şimdiye kadarki kazanımlarının taktiksel kaldığını, ancak bölgede gelecekteki statüsü açısından en büyük stratejik kaybeden olduğunu belirten Tuğgeneral Kamil, yeni gerçekliklerin İsrail’e ve ABD'ye yeni güvenlik ve askeri yükler getireceğini ifade etti. İsrail'in 14 ay boyunca Arap ülkelerinin çoğuna karşı yürüttüğü savaşta yaptıklarından sonra, özellikle de ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'ın Netanyahu'yu bölgede iyi komşuluk ilişkileri olması gerektiği konusunda uyarmasının ardından tüm Arap ülkelerinin İsrail ile ilişki kurulması ve barış konusundaki hesaplarını yeniden yapacaklarının altını çizen Mısırlı eski yetkili, “İsrail'in baş düşmanı barıştır. Çünkü İsrail halkı, yalnızca savaşlar sebebiyle hükümetlerinin arkasında birleşir. Dahası, Suriye'deki gelişmeler, radikal İslamcı bir rejimle sonuçlanırsa, İsrail, sadece doğru zamanda ve doğru yerde karşılık verme hakkını saklı tutan ve bunu nadiren yapan Suriye ordusundan daha büyük bir tehditle karşı karşıya kalacak” değerlendirmesinde bulundu.

Savunma politikası uzmanı Hasan, İsrail, Suriye'nin geriye kalan askeri kabiliyetlerini yok etmek için Suriye ordusuna ait silahların ve askeri imkanların radikal grupların eline geçmesini önleme bahanesini öne sürüyor. Ancak İsrail'in fark edemediği nokta, Suriye'deki tüm devletin artık bir süredir El Kaide'ye doğrudan bağlı olarak Nusra Cephesi’nden ayrılan HTŞ tarafından yönetiliyor olması ve bu durumun, ‘Saldırılar Suriye'nin askeri yeteneklerinin yok edilmesinin ötesine geçer mi? İsrail'in bir Arap ülkesinin topraklarını ihlal etmesi ve 6 Ekim 1973 Arap–İsrail Savaşı'ndan sonra imzalanan çekilme anlaşmalarına uymaması ne ölçüde engellenebilir? Suriye ve İsrail arasındaki düşmanca ilişki devam edecek mi?’ gibi birçok soruyu beraberinde getirmesi. Dolayısıyla Suriye yavaş yavaş askerden arındırılmış bir Suriye'yi faydalı bir ülke olarak gören Batı ülkelerince ortaya atılmış bir terim olan ‘faydalı Suriye’ olmaya doğru ilerliyor. Bu da Suriye'yi askerden arındırma kararının devletin çöküşünden çok daha  önce alındığı anlamına geliyor.

Lübnan ordusu modeli

Peki, Suriye ordusu gelecekte nasıl görünecek? Suriye askerden arındırılmış olarak mı kalacak, yoksa Lübnan örneğini mi takip edecek? Bu, Beyrut'un Suriye’deki topçularına ve tanklarına bir taş atımı mesafede olduğu onlarca yıldan sonra gelen bir anakronizm. Savunma politikaları uzmanı Hasan, Suriye'nin askeri imkanlarını kaybetmesinin ilk sonuçlarının, askeri rolünün yetenekler ve görevler açısından Lübnan ordusu modeline benzer bir hale dönüşmesi olduğunu söyledi. Hasan’a göre bu durum uzun vadede gerçekleşebilir, çünkü askeri kabiliyetlerin yeniden inşası onlarca yıllar alabilir. Bu, Suriye'nin ulusal bir hükümetin yönetiminde silah anlaşmaları yapmasına bile izin verilmesi durumunda söz konusu olabilir.

Tuğgeneral Kamil ise kesin senaryonun İsrail'in Suriye ordusunun yeniden kurulmasına izin vermeyeceği, belki de askerden arındırılmış Lübnan ordusunun yeniden oluşturulacağı yönünde olduğunu belirtiyor. Dahası, Suriye ordusu siyasi bir süreç başlatılmadan yeniden kurulamaz. Öyleyse kime silah ve destek verecek? Silahlandırma süreci, Suriye'nin gelecekteki müttefikine ve milislerin bölgesel ve uluslararası güçlere olan bağımlılıkları çerçevesinde, grupların tek bir ordu altında ne ölçüde toplanabileceğine bağlı olacak. Ortaya atılan senaryolar aynı zamanda Suriye'nin bölünmesine yol açabilecek çatışma ve savaşa dönüş ihtimalini de kapsıyor. Golan Tepeleri’nin işgal edilmesi, güvenlik kuşağının kontrol altına alınması ve Tel Aviv ile Şam arasında 5 Haziran 1974 tarihinde imzalanan Kuvvetlerin Çekilme Anlaşması, Suriye'nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyi kabul etmesi halinde, Golan Tepeleri’ndeki durumu Esed rejiminin düşüşünden önceki haline getirecek bir tür normalleşmeyi kabul etmesi için Suriye hükümetine bir tür baskı yapan kartlardır. Çünkü böylece ‘işgal altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nin iadesi’ hayali de ortadan kalkmış olacak.

vfgb
Suriye'nin batısındaki Tartus'ta bulunan ve Rusya tarafından kullandılan deniz üssüne havadan bir bakış (AFP)

Tuğgeneral Kamil'e göre ordusuz bir Suriye modelinin alternatifi, Şam'ın kendisine koruma sağlayacak yeni bir müttefik araması olabilir. Buradaki tek seçenek de ABD ve İsrail'in kucağına düşmek. Ancak ideal senaryonun, ordunun mezhepçilikten uzak, ulusal bir temelde yeniden kurulması olacağını düşünen Tuğgeneral Kamil, “Suriye ordusu son yıllarda halkın ordusu ya da ulusal bir ordu değil, Beşşar Esed’in ordusu haline gelmişti. Suriye'yi bu noktaya getiren Baas rejimiydi. Başka bir ülkeye gönderilse bile uçaklarını ve stratejik silahlarını koruyabilirdi. Örneğin, 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında Irak uçaklarını muhafaza etmiş ve kısa bir süre öncesine kadar düşman olduğu İran'a göndermişti” diye konuştu.

Lübnanlı askeri uzman Tuğgeneral Tarık Sukkariye, şunları söyledi:

“Bazı askeri personelin ve ordu çalışanlarının maaşlarının ayda 10-18 doların altına düşmesinin, 2011 yılından bu yana isyancılarla girdiği savaşlarda başarısız olmasının ve gelişmiş füze ya da savunma sistemlerine sahip olamaması, ordunun moralini bozdu. Ne kadar çok silaha sahip olursa olsun, ordular mideleri üzerinde yürür. Suriye, 48 saat içinde 450'den fazla saldırı düzenleyerek ordunun altyapısını tamamen tahrip eden İsrail karşısında tamamen savunmasız kaldı. İsrail isteseydi Şam'ı bir ya da iki saat içinde işgal edebilirdi. Bunun da Beşşar Esed'in öngörüsüzlüğünden ya da kötü niyetinden kaynaklandığını düşünüyorum. Şimdi İsrail askeri açıdan çok rahat bir konumda ve yaklaşık 2 bin 700 tankı, bin 500 topçusu, biraz eski de olsa 450 uçağı ve 100 savaş jeti olan bu orduyu yeniden inşa etmenin Suriye devletine neye mal olacağını ve Suriye'nin yeniden inşasının ne kadar süreceğini bir düşünelim. Modern bir savaş uçağının 50-100 milyon dolar, bir tankın 5-10 milyon dolar olduğu düşünüldüğünde, Suriye'nin 500 milyar dolar olarak tahmin edilen yeniden inşası ne kadar sürecek? Suriye bu parayı nereden bulacak?”

Sahte direniş sloganları

Birçok gözlemciye göre İsrail, Suriye ordusunu yok ederek ve tüketerek Esed'in yıllardır sürdürdüğü çabayı tamamladı. Tuğgeneral Sukkariye, Beşşar Esed’in Suriye'yi sadece yıllarca halkın karşısına çıkararak değil, muhalefetle siyasi bir çözüme ulaşma ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarını uygulama şansına sahip olduğu son iki ayda da kasıtlı olarak ordusuz bıraktığını düşünüyor.

Suriye’nin İsrail'e tek başına karşı koyamayacağını bildiğini belirten Tuğgeneral Sukkariye, “Bu yüzden Suriye’nin 1973’teki savaştan ve Mısır'la yapılan barıştan bu yana, kaygısı kendi bekasını korumak olmuş ve İsrail karşısında yalnız kalmıştır. ABD’nin Irak’ı işgali, işleri daha da kötüleştirdi. Bu durum rejimin son yıllardaki yenilgilerini doğru zamanda ve yerde karşılık vereceğini iddia ederek pazarlamasına yol açtı. Başka bir deyişle, doğrudan bir çatışmaya girmeden İsrail’in çıkarlarını vurarak ya da direniş örgütlerini destekleyerek karşılık verebilirdi. Rejimin ekonomik abluka, terör örgütleri, küresel bir savaş ve İsrail'in neredeyse her gün gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla karşı karşıya olması, karşılık verme kabiliyetini zayıflattı” yorumunda bulundu.

dfvbgnh
En kesin senaryo olarak, İsrail'in Suriye ordusunun yeniden kurulmasına izin vermeyeceği tahmin ediliyor (AFP)

Tikrit Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası Çalışmalar alanında uzman Musenna el-Ubeydi Suriye'nin karşılık verme hakkının Suriye rejimi tarafından desteklenen sahte direniş sloganları içinde kaldığını, bu yüzden İsrail'in uluslararası durumu kullanması ve ABD ile bazı Batılı ülkelerin desteği çerçevesinde Suriye'nin İsrail’in saldırılarına ve işgaline karşılık vermesinin beklenmediğini ve bunun bölgede bir güç dengesizliğine yol açacağını söyledi. Ubeydi’ye göre İsrail, Hizbullah'ı etkisiz hale getirip çatışmadan uzaklaştırarak, Suriye'ye müdahalenin önünü açmayı ve Beşşar Esed kaçtığında, belki de önceden hazırlanmış olan bir senaryo dahilinde, Suriye rejiminin kontrolünden sonra muhalefetin kontrolüne geçebilecek her türlü askeri altyapıyı ortadan kaldırmak için Suriye'deki durumdan faydalanmayı başardı.

Ubeydi, sözlerine şöyle devam etti:

“Muhalefet uluslararası topluma güven vermeye ve yönetim için ABD'den yeşil ışık almaya çalışırken, komşu ülkelerin ve bazı Arap ülkelerinin Suriye'deki dönüşümden duyduğu endişeyi de göz önünde bulunduran İsrail, gelecekte kendisine tehdit oluşturabilecek her türlü kabiliyeti ortadan kaldırmak istiyor.”

İsrail’in Suriye’deki yeni yönetimden ya da bu yeni yönetimin gelecekte tutum değiştirmesinden korktuğunu söyleyen Ubeydi, “Rejimin dini yönelimi ve bölgesel stratejik dengenin İsrail'in lehine dramatik bir şekilde değişmesi ve İran'ın vekillerini ortadan kaldırması çerçevesinde Suriye'de aşırı dinci bir politika geçmişine sahip düşman bir rejimden başka yeni bir düşmanı olmayabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye'nin karşılık verme hakkı

Suriye caydırıcılık yeteneğini kaybetmiş olsa da bu, İsrail’in saldırısına karşılık verme hakkı olmadığı anlamına gelmiyor. İsrail'in yıkıcı saldırıları gevşek önleyici gerekçeler ve saldırganlık için açık bahaneler altında gerçekleşiyor. Bunlar ne ‘meşru müdafaa’ olarak sınıflandırılabilecek müdahaleler ne de BMGK kararına uygunlar. Suriye'nin askeri müdahale talebine yanıt olarak yapılmadığı da kesin.

İsrail'in 1970'li yıllardan bu yana Suriye topraklarına art arda saldırılar düzenlerken onlarca yıldır dillendirilen “Suriye uygun zamanda ve yerde karşılık verme hakkını saklı tutar” ifadesi, Suriye-İsrail dosyasını takip eden herkes için oldukça tanıdık. Bu hakka vurgu yapmayı hiç bırakmayan siyasi açıklamalara rağmen Şam'ın pratik bir şekilde karşılık veremediği açıktı. Bu durumda İsrail'in Suriye ordusunun stratejik öneme sahip imkanlarının çoğunu yok etmesiyle Suriye'nin ‘cevap verme hakkı’ fiilen ve hukuken sona mı erdi?

Süveyş Kanalı Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası Hukuk alanlarında öğretim görevlisi Heysem Umran, İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarının, 2’nci maddesinde devletlerin egemenliğine karşı güç kullanımının yasak olduğu belirtilen BM Şartı'nın açık bir ihlali olduğunu belirtti.

Umran, değerlendirmesinde şunları söyledi:

“İsrail'in Suriye topraklarına yönelik saldırıları 1973’teki savaştan bu yana devam ediyor. İsrail güvenlik kaosundan ve Suriye ordusunun zayıflığından faydalanarak, İran ya da Hizbullah'la bağlantılı olduğu söylenen mevzileri hedef aldı. Ancak Suriye buna ya hiç karşılık vermedi ya da sınırlı bir yanıtla yetindi. Bu da İsrail'in güç dengesinde açık bir avantaja sahip olduğunu gösteriyor. Halihazırda raporlar İsrail'in Suriye'nin hava savunma kabiliyetlerini felce uğratmayı, altyapısını çökertmeyi ve Şam yakınlarındaki stratejik yerler de dahil olmak üzere hassas hedefleri bombalamayı büyük ölçüde başardığını gösteriyor. Bu saldırılara Suriye'nin eşdeğer bir karşılık vermemesi, karşılık verme hakkına dair tekrarlanan açıklamaların samimi olup olmadığı konusunda soru işaretleri yaratıyor.”

İsrail, tüm bu ihlallere rağmen operasyonlarını meşrulaştırmak için BM Şartı'nın 51’inci Maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkına dayandırıyor ve saldırılarının İran’dan ya da Hizbullah'tan güvenliğine gelebilecek doğrudan tehditleri önlemeyi amaçladığını iddia ediyor. Fakat meşru müdafaa yakından ve doğrudan bir tehdit gerektirdiğinden bu gerekçe oldukça tartışmalı. İsrail'in gerekçelerinde genellikle eksik olan da bu Umran’a göre mevcut siyasi, askeri ve diplomatik faktörler göz önüne alındığında, Suriye'nin ‘karşılık verme hakkı’ gerçek olmaktan çok sembolik bir hal almış gibi görünüyor. İsrail sadece Suriye'nin askeri kabiliyetlerini zayıflatmayı başarmakla kalmadı. Aynı zamanda kendi iç krizini daha da kötüleştirebilecek bir çatışmanın içine çekilmekten kaçınarak önleyici bir caydırıcılık durumu yaratmayı da başardı.

Somut eylemler olmaksızın ‘doğru zamanda ve doğru yerde’ ifadesini tekrarlamak, devletlerin karşılık verme hakkını korumadığı gibi, güç dengesinin büyük ölçüde İsrail lehine değiştiğini açıkça ortaya koyuyor. Umran, bu durumun değişmeden devam etmesi halinde Suriye'nin ‘karşılık verme hakkının’ siyasi açıklamalardan öteye geçemeyeceğini ve İsrail’in gerçek bir caydırıcılıkla karşılaşmadan sahada kendi kurallarını dayatmaya devam edebileceğini vurguladı.



Bağımsız bir Filistin devleti hayali ‘son savaşlar’ karşısında sallanırken Batı Şeria Abbas'ın girişimleri ile Netanyahu'nun ‘Fethistan ve Hamasistan’a geçit vermeyecekleri’ açıklaması arasında bekleyişte

Batı Şeria'da güneş binaların ardında batarken (AFP)
Batı Şeria'da güneş binaların ardında batarken (AFP)
TT

Bağımsız bir Filistin devleti hayali ‘son savaşlar’ karşısında sallanırken Batı Şeria Abbas'ın girişimleri ile Netanyahu'nun ‘Fethistan ve Hamasistan’a geçit vermeyecekleri’ açıklaması arasında bekleyişte

Batı Şeria'da güneş binaların ardında batarken (AFP)
Batı Şeria'da güneş binaların ardında batarken (AFP)

İsrail'in İran'a karşı yürüttüğü savaş, tıpkı 7 Ekim 2023’teki gibi ‘hayal edilemez’ bir saldırıyla başladı ve daha önce ‘imkânsız’ olan çok sayıda misillemeyi ve çatışmayı beraberinde getirdi. Gazze'den Lübnan'a ve İran'a uzanan kanlı, maliyetli ve yıpratıcı olan bu savaşın ardından, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması konusunda başka bir savaşın da kesinlikle devam edeceğine şüphe yok.

İsrail’in Gazze Şeridi'ne karşı başlattığı saldırının, sadece bölgeyi değil tüm dünyayı açık bir çatışmaya sürükledikten sonra, Gazze'de sona ermeyeceği ilk andan itibaren belliydi. Dünyayı, İsraillileri, Filistinlileri ve her şeyi eşit ölçüde değiştiren tarihi bir dönüm noktası oldu. Dünyadaki değişikliğin başında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının ve 7 Ekim gibi senaryoların tekrarlanmasını önlemek için bunu uluslararası bir ihtiyaç haline getirilmesinin gerektiği yönündeki düşünceleri teşvik etmek geliyor. Filistinliler bugün bu durumu, arzu ettikleri bağımsız devlete giden siyasi süreci ilerletmek umuduyla mümkün olan her şekilde kullanmaya çalışıyorlar.

Ancak mesele mantık, dilekler veya haklarla ilgili değil, işgalci ve birçok cephede ‘galip’ olan İsrail'in tepkisiyle ilgili. Bu arada İsrail de değişti ve tüm bölgenin çehresini değiştirdi. Hatta Filistinlilerin tamamını ortadan kaldırmayı düşünmeye başladı, onlara bir devlet veya herhangi bir isimle bir varlık vermeyi ise asla aklından geçirmiyor.  Mahmud Derviş'in bir zamanlar söylediği gibi: “Devrim ne kadar geniş. Ne kadar dar yolculuk. Fikir ne kadar büyük. Ne kadar küçük devlet!”

Abbas'ın mektupları

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, ABD Başkanı Donald Trump'ın İsrail-İran savaşının sona erdiğini açıklamasının ardından fazla beklemeden, bölgedeki savaşın sona ermesinin başlangıcı olmasını istediği bu anı fırsat bilerek ona bir mektup gönderdi. Abbas, mektubunda ‘kapsamlı bir barış anlaşmasına varmak için İsrail ile derhal müzakerelere başlamaya hazır olduğunu’ belirtti.

dfrgty
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve ABD Başkanı Donald Trump, 2017 yılında Beyaz Saray'da bir araya geldiler (Filistin Devlet Başkanı'nın Facebook sayfası)

Trump'ı açıkça ikna etmeye çalışan Abbas, mektubunda şöyle yazdı:

Sizinle birlikte, imkansız gibi görünen; Filistin'in tanınması, özgür, egemen ve güvenli olması, İsrail'in tanınması ve güvenli olması, bölgenin barış, refah ve bütünlük içinde olmasını sağlamayı başarabiliriz.

Trump'ın Gazze Şeridi dahil olmak üzere bölgedeki savaşların durdurulması konusundaki ‘cesur’ tutumunu vurgulayan Abbas, Trump’a hitaben “Sizin temsil ettiğiniz irade ve liderlik olursa adalet sağlanabilir” dedi.

Abbas, Trump'ın bölgedeki doğrudan müdahalesini yoğunlaştırmasının ardından bu hassas dönemde mektubunun öneminin farkındaydı ve doğal olarak Trump’ı daha büyük bir müdahaleye çekmeyi umuyordu.

Filistin Yönetimi'nden kaynaklar, Filistin Devlet Başkanı Abbas'ın ABD Başkanı Trump'ın barış sürecine doğrudan müdahale etmesini umduğunu ve Trump'ın İran ve Ukrayna'da yaptığı gibi Gazze Şeridi’ndeki savaşa da müdahale etmesi halinde bir fırsatın ortaya çıkabileceğini düşündüğünü söyledi.

Abbas, Trump'ın dünyada İsrail'e baskı yapabilecek tek kişi olduğunu çok iyi biliyor. Bu yüzden onu İran'a karşı savaşı bir tweetle sonlandırmaya cesaretlendirmeye çalıştı. Ardından İsrail uçaklarını Tahran'a yönelik büyük bir saldırıyı iptal etmeye zorladı ve daha sonra Gazze konusunda olası bir anlaşma olduğunu açıkladı.

Abbas, Trump'ın kendini savaşları sona erdiren adam olarak gösterme tutkusunun, kalıcı barışın sağlanması ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla bağlantılı daha büyük bir başarıyla taçlandırılması gerektiğine inanıyor. Bu amaç doğrultusunda Arap ve Avrupa ülkelerinin liderleriyle birlikte çalışıyor.

Filistin Yönetimi’nden bir yetkili, Trump'ı ikna etme çabasının, Arap ve Avrupa ülkeleriyle ortak bir vizyon çerçevesinde yürütüldüğünü söyledi.

Şarku’l Avsat’a konuşan kaynak, “İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırısından kısa bir süre sonra başlayan ve halen devam eden, devletin ilerlemesini sağlamak için yapılan çalışmalar var. Bunlar arasında, savaş sonrası döneme ve beklenen barış konferansının başlatılmasına hazır olmak için iktidarda geniş çaplı reformlar da yer alıyor. Tabii ki Trump'ı bu fikri benimsemeye ikna etmek de bunlardan biri” diye konuştu.

Abbas, Trump'tan Uluslararası Barış Konferansı düzenlenmeden önce müdahale etmesini istemişti. Konferansın düzenleyicileri, diğer ülkeleri nihayetinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının önünü açacak bir sürecin başlangıcı olması beklenen Filistin devletini tanımaya ikna etmeyi umuyorlar.

Yeniden yapılandırma

Abbas, bu yıl Filistin Yönetimi'nde 32 yıl önce kurulduğundan bu yana en büyük değişiklikleri yaptı ve Fetih Hareketi liderlerinden Hüseyin Şeyh'i yardımcısı olarak atadı. 7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden savaşın tüm dengeleri alt üst etmesinden sonra gerçekleşen bu atama, boş kalan bir makama yapılan bir atama değildi.

Şu an 90 yaşında olan Abbas'ın bir başkan yardımcı ataması, Filistin Yönetimi’nin gerçekten değiştiğine ve yeniliklere hazırlandığına dair en açık mesajdı.

yu
Nablus'taki çatışmaların ardından dinlenen Filistinli güvenlik güçleri (Reuters)

Şeyh, iktidar içinde bazı büyük değişikliklerin yapılmasının ardından göreve geldi. Abbas, geçtiğimiz yıl hükümetini görevden aldı ve Başbakan Muhammed Mustafa liderliğinde yeni bir hükümet kurdu. Abbas, Şeyh'in başkan yardımcısı olarak atanmasından önce güvenlik teşkilatlarının neredeyse tüm liderlerini görevden aldı ve en önemli teşkilatların başına yeni başkanlar atadı. Bu kez atananların çoğu cumhurbaşkanının özel muhafızlarından oluşuyordu.

Abbas bununla yetinmedi, yüzlerce tuğgeneral rütbeli subayı görevden aldı ve başkanlık kararnamesiyle emekliye ayırdı. Kararın metninde, Filistinli güvenlik güçlerinin insan kaynaklarının, güvenlik kurumlarının geliştirilmesi ve çalışmalarına uygun şekilde yeniden yapılandırılmasının amaçlandığı belirtildi.

Bunun yanında Abbas, ABD ve İsrail'in protestoları üzerine silahlı unsurlara ve esirlere maaş ödeme sistemini değiştirdi.

Filistin Yönetimi'nden bir kaynak, tüm bu değişikliklerin ve şu anda devam eden reform kampanyasının, yeni bir döneme hazırlık olarak yönetimin yenilenmesi ve değişmesi için uygun zeminin hazırlanmasına yönelik olduğunu söyledi.

Şarku’l Avsat’a konuşan kaynak, “Dünyaya, otoritenin Gazze bölgesini devralmaya hazır olduğunu söylemek istiyoruz. Dahası, Filistin devleti için de hazırız” ifadelerini kullandı.

İsrail'in kesin reddi

Ancak planlar, toplantılar ve konferanslar devletin hayallerini gerçekleştirmek için yeterli mi?

Filistinli yazar ve siyasi analist Mustafa İbrahim, Gazze’de savaşın başlamasından bu yana bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına dair artan tartışmaların böyle bir devletin kurulmasını gerçekten sağlayamayacağını düşünüyor.

Şarku’l Avsat’a konuşan İbrahim, şunları söyledi:

“Bu sadece bir terim olarak kalacak. İsrail'de bu fikre en ufak bir kabul yok, hatta eski ABD Başkanı Joe Biden'ın hükümeti bile yeterince ciddi değildi, Trump hükümeti ne kadar ciddi olabilir ki? Trump ve Netanyahu'nun gündemi açık: Gazze'de bir çözüm bulunarak Arap dünyasıyla normalleşme anlaşmalarının kapsamı genişletilecek ve ABD, Batı Şeria'nın bazı bölgelerinde İsrail'in egemenliğini tanıyacak. Bundan ötesini göremiyorum.”

İsrail, bağımsız bir Filistin devleti hakkında herhangi bir müzakerede bulunmayı reddediyor. Aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi'nin yönetimini yeniden devralmasına bile karşı çıkmaya devam ediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze’nin ‘ne Fetihistan (Fetih Hareketi) ne de Hamasistan (Hamas Hareketi) olmasına izin vereceklerini’ söylemeye devam ederek uzun süreli bir askeri yönetimin önünü açıyor.

Netanyahu’nun bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını reddetmesini 7 Ekim saldırısıyla gerekçelendirmesi dikkat çekici bir çelişki. Netanyahu, Filistinliler devlet kurarsa 7 Ekim saldırısının tekrar edeceğini, çünkü El Fetih ile Hamas arasında hiçbir fark olmadığını söylüyor.

Daha önce yaptığı bir açıklamada bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikrini ‘saçma’ olarak nitelendiren Netanyahu, İsrail şehirlerinden sadece birkaç dakika uzaklıkta kurulacak bir Filistin devletinin ‘İran terörünün kalesine dönüşeceğini’ öne sürerek “Gerçeklikten kopuk hayaller yüzünden bekamızı tehlikeye atmayacağız” diye eklemişti.

Netanyahu, yabancı ülkelerin liderlerinin bağımsız bir Filistin devletinin kurulması taleplerine açıkça karşı çıkıyordu. Hatta kendisi ve Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar, Filistin devletini tanıma niyetini açıklayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'u sert bir şekilde eleştirerek “Eğer bunu çok istiyorsan, git ve Fransa'nın geniş topraklarında Filistin devletini kur” dediler.

İsrailli yetkililerin, Macron'a verdiği bu yanıt, Tel Aviv'in bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikrini reddetme konusunda ne kadar ileri gidebileceğini, gerekirse ABD Başkanı Donald Trump da dahil olmak üzere tüm dünyaya düşmanlık besleyebileceğini gösteriyor.

İsrail'in Macron'a verdiği yanıt, Tel Aviv'in devlet fikrini reddetme konusunda ne kadar ileri gidebileceğini, gerekirse ABD Başkanı Donald Trump da dahil olmak üzere tüm dünyaya düşmanlık besleyebileceğini gösteriyor.

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Netanyahu'nun önümüzdeki pazartesi günü Washington'a yapacağı ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, “İsrail düşmanlarına topraklarının hiçbir parçasını teslim etmeyecek” diyerek İsrail'in bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına ilişkin tutumunu açıkladı.

Smotrich, X platformunda, ‘Filistin Yönetimi'ndeki sahte reformlar ve diğer yalanların’ kisvesi altında İsrail devletinin ‘ülkenin bölünmesini, düşmana toprak vermeyi ve varlığını ve geleceğini tehdit eden bir terörist devletin kurulmasını’ asla kabul etmeyeceğini açıkça belirten bir paylaşımda bulundu.

fghyju
Benny Gantz ve Binyamin Netanyahu (Arşiv - DPA)

Smotrich, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Biz zaten (merhum Filistin lideri Yaser) Arafat'ın İngilizce olarak barış konuşmaları yaparken, Arapça olarak teröristleri İsrail şehirlerinde kendilerini havaya uçurmaya teşvik ettiği bir korku filmindeydik. Sadece bir aptal aynı hatayı tekrar tekrar yapar ve her seferinde farklı bir sonuç bekler. Benim de üyesi olduğum İsrail hükümeti, bize çok kanlı bir bedel ödeten tarihi zaferleri boşa harcamayacak ve kimseye boyun eğmeyecektir. Aksine, Tanrı’nın yardımıyla ve askerlerimizin kahramanlığıyla son yirmi ayda inşa ettiğimiz askeri ve güvenlik gücünü, ulusal onur ve gurur duygusuyla ve bize yakın kalmak isteyen komşularımızla ve onlara sunabileceğimiz muazzam katkıyla geleceğimizi tehlikeye atacak kibirli talepler olmadan siyasi ve ekonomik güce dönüştüreceğiz.”

Smotrich, şüpheyi kesin olarak giderme çabasıyla sözlerine şöyle devam etti: Başbakan Netanyahu’yu çok iyi tanıyorum. O büyük bir devlet adamı ve bu basit analizi anlar. Bağımsız bir Filistin devleti kurulması fikrine şiddetle karşı olduğunu biliyorum ve savaşın kazanımlarından vazgeçip terörizmi ödüllendirmeyi asla kabul etmeyeceğinden eminim” şeklinde konuştu.

İran'dan sonra sıraki Batı Şeria mı?

İsrail, bu fikri reddetmekle ve dünyayı yeni bir 7 Ekim saldırısını önlemek için kurulmasını istedikleri bağımsız bir Filistin devletine karşı korkutmakla yetinmeyip onlara yeni bir 7 Ekim yaşatacağını söyleyerek ‘Filistin’in varlığını’ zayıflatmaya çalışıyor.

Smotrich'ten sonra İsrail’deki koalisyon hükümetinin ikinci en güçlü ismi olan Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, İran'dan sonra Filistin Yönetimi’ne de darbe vurmak istediğini gizlemedi.

gthy
İşgal altındaki Batı Şeria'nın El Halil kentinde, oyuncak bir silah  taşıyan İsrailli bir çocuk, Mart 2025 (AFP)

Ben-Gvir, şunları söyledi: 

“Şu anda geri dönüşü olmayan bir ivme içindeyiz. İran'ın başı dertte ve ölümcül bir darbe aldı. Bu, Batı Şeria'daki düşmanlarımıza da bir darbe indirmek için bir fırsat. Aralarında bir fark yok, ikisi de Yahudi halkını yok etme gündemine sahip.”

İsrail haber kanalı i24NEWS’e göre İsrail, İran'dan sonra savaşı Batı Şeria'ya taşımayı, Batı Şeria'daki silahlı unsurları hava saldırıları ve insansız hava araçlarıyla (İHA) vurmayı, ‘terörist’ olarak nitelendirdiği kişileri ölüm cezasına çarptırmayı ve Filistin Yönetimi'ne uygulanan yaptırımları genişleterek faaliyetlerini durdurup tamamen felç etmeyi planlıyor.

Filistin Yönetimi’nin bugün kuruluşundan bu yana en zor dönemini yaşadığını herkes biliyor. Zayıf ve iflas etmiş durumda ve açıkça dağıtılma tehdidi altında.

İsrail uzmanı Kerim Asakira, bağımsız bir devlet kurulması fikrinin bugün İsrail'de tartışılmasının mümkün ve gerçekçi olmadığını vurguladı.

Asakira, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“7 Ekim'den sonra bu mümkün ve gerçekçi olmaktan çıktı. 7 Ekim, genel olarak İsrail'in düşünce yapısını etkiledi ve çoğu İsraillinin Filistinlilerle olan çatışmaya bakışını kökten değiştirdi. Netanyahu ve sağcı hükümeti, Filistin devletini İsrail'in varlığını tehdit eden bir unsur olarak görüyorlar, çünkü Filistin’in herhangi bir varlığının İsrail'i ortadan kaldırmaya ve yok etmeye çalışacağına inanıyorlar. Bu yüzden İsrail, Filistin Yönetimi'ne karşı yavaş ölüm taktiğini kullanıyor ve zayıflamış olsa da Filistin'in yeryüzündeki son sembolü olarak ortadan kaldırmaya çalışıyor”.

78
Batı Şeria'daki Tulkerim Mülteci Kampı’nda mahallelerinin yıkılacağı tehdidiyle kurtarabildikleri eşyaları taşıyan Filistinliler (Reuters)

Asakira, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bence, 7 Ekim'den sonra İsrail'in İran'la bağlantılı eksenleri yok etme, Suriye ve Hizbullah'ı boyun eğdirme ve İran'ın nükleer projesini ortadan kaldırma yönünde ilerlemesi, İsrail'in Filistin devletini tanımak için acele etmesine neden olmayacak, aksine, Batı Şeria'yı ilhak etmek ve belki de nüfusunun bir kısmını sürgün etmek İsrail'in bir sonraki planı olacak.”

Batı Şeria'daki Filistinliler bugün fırtınanın ortasında olduklarını biliyorlar, ancak umutlarını kaybetmiyorlar.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Kurulu Üyesi Vasil Ebu Yusuf, Filistinlilerin bugün ‘zaferin kaçınılmazlığı’ üzerine bahis oynadıklarını söyledi.

Ebu Yusuf, değerlendirmesinde, “Tarihi hakkımıza ve dünyanın tek bir ilkeye, yani bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını desteklediğine dair mutlak inancımıza güveniyoruz. Kimse bunu engelleyemez. Sonunda zaferin bizim olacağını biliyoruz” ifadelerini kullandı.

Filistinliler, dışarıdan devrim, içeriden devrim, gerilla savaşı ve hedefli operasyonlar, taş atılan ayaklanmalardan silahlı ayaklanmalara kadar gerçekten her şeyi denediler. Barış anlaşmaları yapmayı ve zeytin dalları uzatmayı da denediler. Filistinliler gerçekten her şeyi denediler: dışarıdan devrim, içeriden devrim, gerilla savaşı ve hedefli operasyonlar, taşlı ayaklanmalardan silahlı ayaklanmalara kadar birbirini izleyen ayaklanmalar. Barış anlaşmalarını ve zeytin dallarını da denediler. Sonra tavizler verdiler. Öyle ki Mahmud Abbas bir keresinde “Biz onlara razı olduk, ama onlar bize razı olmadı” ifadelerini kullandı.