Afrika’daki Fransız sömürge imparatorluğu sancaklarını katlamaya başladı

Fransa'nın Afrika'daki çıkarlarını koruma zorluğu ile karşı karşıya kalan Macron, başlarda çoğu Fransız akademik çevresi ve sivil toplum kuruluşu tarafından sıcak bakılmayan ‘post-kolonyal’ tezini doğrulamaya çalışacak

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Genelkurmay Başkanı Thierry Burkhard, yıllık askeri geçit töreni sırasında Şanzelize Caddesi’ne gelirken (EPA)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Genelkurmay Başkanı Thierry Burkhard, yıllık askeri geçit töreni sırasında Şanzelize Caddesi’ne gelirken (EPA)
TT

Afrika’daki Fransız sömürge imparatorluğu sancaklarını katlamaya başladı

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Genelkurmay Başkanı Thierry Burkhard, yıllık askeri geçit töreni sırasında Şanzelize Caddesi’ne gelirken (EPA)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Genelkurmay Başkanı Thierry Burkhard, yıllık askeri geçit töreni sırasında Şanzelize Caddesi’ne gelirken (EPA)

Abdurrahim et-Turani

Japon asıllı ABD'li siyaset bilimci Yoshihiro Francis Fukuyama, ‘tarihin sonu’ teorisini ortaya attığında, özellikle Fransızca konuşan Sahra altı Afrika ülkelerinin 1960'lı yılların başlarında bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından Fransa’nın Afrika kıtasındaki sömürgelerinin yıkıntıları üzerine inşa ettiği kolonyal yapının sonuna işaret ediyordu.

Bu bağlamda, Fransa'nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron döneminde Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşadığı büyük stratejik başarısızlıktan söz edebiliriz. Sağ ve solun enkazından doğan siyasi bir hareket olarak ‘Macronizm’in çöktüğü bir dönemde Macron, temel ideolojik ilkelerini güvenlik, meritokratik ve umut kavramları üzerine şekillendirdi.

Fransa Başbakanı Michel Barnier 4 Aralık’ta parlamentoya sunulan gensoru önergesini destekleyen ezici çoğunluğun kendisini güvensizlik oylamasıyla düşürmelerinin ardından görevden alındı. Barnier’in başlıca görevi, Fransız devletinin mali durumuna ilişkin artan endişeler karşısında Cumhurbaşkanı’nın gelecek yıl ile ilgili gündemini koruyacak bir bütçeyi güvence altına almaktı.

“Macron'un yakıtı tükendi”. Fransız muhalefet kanadından bir milletvekilinin kısa blog yazısı, kamuoyu kuruluşlarının değerlendirmelerine göre Cumhurbaşkanı Macron'un Fransız halkı arasında popülaritesinin düştüğüne işaret etti.

Macron'a yakın isimlerden Fransız basınına sızdırılan bilgilere göre Cumhurbaşkanı çalkantılı bir siyasi dönemden geçiyor. Özellikle de sol kesim tarafından kamuoyu önünde istifaya zorlanmakla tehdit edildikten sonra kendisini yalnız ve hüsrana uğramış hissediyor. Şu anda 2027'de sona ermesi beklenen ikinci dönemini tamamlamak için mücadele ediyor. Bununla birlikte Macron, üçüncü bir dönem için aday olamıyor.

Fukuyama, ‘tarihin sonu’ teorisini ortaya attığında, özellikle Fransa’nın Afrika kıtasındaki sömürgelerinin yıkıntıları üzerine inşa ettiği kolonyal yapının sonuna işaret ediyordu.

Fransa'nın hızla büyüyen ve yeni pazarlara ihtiyaç duyan Fransız ekonomisine lazım olan enerji, petrol, fosfat, demir ve diğer doğal ve mineral kaynaklar açısından zengin bir bölge olduğundan eski sömürgelerini terk etmek gibi bir niyeti hiç olmadı. Bu yüzden Fransa, bu sömürgeleri kanatları altında tutmanın uluslararası arenadaki büyük stratejisini sürdürmek için son derece önemli olduğunu düşünüyordu.

Fransa'nın kapıdan çıkıp bacadan geri dönmesi ve ‘post-kolonyal’ olarak adlandırılan, denizaşırı ülkelere kadar uzanan geniş bir imparatorluk dönemini başlatması bu şekilde oldu.

Fransa, geçtiğimiz altmış yılda 14 Afrika ülkesini yeni bir sömürge imparatorluğuna, ‘Françafrique’ adı verilen, Afrika'nın dörtte birini kapsayan ve Atlantik kıyısındaki Senegal'den kıtanın merkezindeki Çad'a kadar yaklaşık 3 bin mil uzanan geniş bir alanda, özel bir Fransız bölgesine dahil etmek için açık ve gizli, yasal ve yasadışı, mümkün olan tüm diplomatik yollara başvurdu.

Fransa, bu büyük imparatorluk altında eski sömürgelerindeki halkların kendi liderlerini özgürce seçmelerine asla izin vermedi. Hatta söz gelimi bağımsız olmalarına rağmen bu ülkelerdeki otoriter rejimleri destekledi. Uzun soluklu Fransız emperyalizminin sonuçları, Sahra altı Afrika’daki eski sömürgelerinde yaygın yolsuzluk vakaları, yerleşik otoriter yönetimler ve derin ekonomik sömürünün mutlak hakimiyeti altında ezilen kronik az gelişmişlik oldu.

dcefvgrb
Mali'deki askeri üslerinden ABD Hava Kuvvetleri'ne ait nakliye uçağıyla ayrılan Fransız askerleri, 9 Haziran 2021 (AP)

Senegalli ekonomist Ndongo Samba Sylla, yaptığı değerlendirmede, Fransa’nın eski sömürgelerinin demokratik anlamda bağımsız kurumsal gelişimine izin vermediğini ve daha da kötüsü söz konusu Afrika ülkelerinin etnik ve sosyal kimliklerini manipüle ettiğini söyledi.

Suçlamalar ve geç farkına varma

Emmanuel Macron'un 2017 yılında Fransa Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte, Fransa ve Afrika hakkındaki tartışmalar, Fransa’nın Afrika’dan kovulması çağrısında bulunan seslerle yeni bir boyuta girdi. ‘Afrika'daki istikrarsızlık Fransa tarafından yaratıldı ve desteklendi’ gibi fikirler yaygınlaşmaya başladı. Batı Afrikalı sosyal medya kullanıcıları, isyankâr ve alaycı ifadelerle “Fransa, geri çekil. Fransa! Git!” sloganları attılar.

2022-2023 yılları arasında Fransa karşıtı darbelerin gerçekleştiği Mali, Burkina Faso ve Nijer’deki darbe liderleri daha da ileriye giderek Paris'i açıkça radikal İslamcıları desteklemekle suçladı. Nijer'de darbeye liderlik eden General Abdourahmane Tchiani’ye göre Fransa, radikal İslamcı Boko Haram örgütü ile gizli iş birliği yapıyordu ve Fransızlar bu teröristleri Nijer'deki yeni devlete karşı savaş açmaya çağırdı. Tchiani, geçtiğimiz ocak ayında da Paris'i Boko Haram'a askeri teçhizat sağlamakla suçladı.

Macron, sömürgecilik sonrası geçiş süreçlerinin dolambaçlı siyasetine uygun olarak, Batı Afrika'nın bu stratejik köşesindeki genç nesillerin ve siyasetçilerin değişim talep ettiğinin ve Fransa'nın yeni sömürgecilik mirasını sorgulayarak yeni bir sayfa açtıklarının farkında.

Bu yüzden Macron, daha önce Fransız ve Afrikalı siyasi elitler arasındaki ‘yakın bağların’ konu edildiği her yıl düzenlenen Fransa-Afrika zirvelerini iptal etme girişiminde bulundu ve bunun yerine 2021 yılında önde gelen Kamerun asıllı Frankofon tarihçi ve düşünür Achille Mbembe tarafından yönetilen raporlama-diyalog şeklinde yeni bir Afrika-Fransa toplantısı düzenledi.

Burada çalışmaları çağdaş dünyadaki tahakküm mekanizmalarını yapıbozuma uğratmayı amaçlayan Achille Mbembe’nin ‘post-kolonyal’ tezin teorisyenlerinden biri olarak kabul edildiğini hatırlatmakta fayda var. “Critique of Black Reason” (Zenci Aklının Eleştirisi) adlı kitabın yazarı olan Mbembe’nin bu alandaki en önemli çalışması ise “On the Postcolony” (Postkoloni Üzerine). Mbembe, bu kitapta, sömürgecilik dönemini takip eden ‘geç modernizm’ olarak adlandırdığı dönemdeki siyasi, sosyal ve antropolojik algıları inceleyerek sömürgeleştirilen ile eski sömürgeci arasındaki yeni ilişki kalıplarını belirlemeye çalışıyor.

Bu entelektüel toplantının ardından Macron, Afrika ve Fransa arasında yeni bir ortaklığı duyurdu. Bu ortaklığın temel özelliği kıtayı yeniden canlandıracağı varsayılan Afrikalı dijital girişimciliğe odaklanmaktı. Fransa Cumhurbaşkanı'na göre bu yeni ortaklık Fransa'yı Afrika ile yeni bir tarih evresine taşıyacak.

İmparatorluk tarihini yeniden yazmak

Macron, bu yılın şubat ayı sonları ile mart ayı başlarında, dört Afrika ülkesine yapacağı ziyaret öncesi Gabon'dan, ‘Fransız Afrikası (Afrika'da Fransız sömürgeciliği) döneminin sonsuza kadar sona erdiğini’ açıkladı. Ancak Macron, Batı Afrika ve Sahel bölgesinde Fransa karşıtı duyguların bu kadar yükseldiğini hiç tahmin etmemişti. Bu, Fransa'nın Afrika anlatısının ‘son bölümüydü’ ve çok üzücü bir mürekkeple yazılmıştı. Bir hicivcinin dediği gibi, Fransa'nın galya horozunun (Fransa'nın ulusal bir sembolü) kafası Afrika'nın giyotini tarafından kesilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Macron tartışmalı bir hamleyle Fransa'nın emperyal tarihini yeniden yazma görevini üstlendi. Tarihi bazı özürler diledi. Bu özürlerin en önemlilerindan biri olarak Cezayir'deki dekolonizasyon savaşlarının ‘insanlığa karşı işlenmiş bir suç’ olduğunu söyledi.

Onlarca yıl süren örtbasların ardından Macron'un talimatıyla başlatılan bir soruşturma, sosyalist bir isim olan Lionel Jospin'in başbakanlığı döneminde, Fransa’nın Ruanda soykırımından en azından kısmen sorumlu olduğunu ortaya koydu. Jospin'in, Fransız ordusunun 1994 yılında Ruanda’da yaşanan soykırımındaki suç ortaklığının örtbas edilmesi çabalarını denetlediği anlaşıldı.

uköılço
Nijer’in başkenti Niamey'de düzenlenen bir miting sırasında Mali, Burkina Faso, Cezayir, Nijer ve Rusya bayrakları taşıyan Ulusal Kurtuluş Konseyi destekçileri, 26 Ağustos 2023 (AFP)

Bu tıpkı İngiltere’nin eski başbakanlarından Tony Blair'in 2000’li yılların başlarında, transatlantik köle ticareti için özür dileyerek ve Afrika'daki yoksulluğun ‘dünyanın vicdanında bir yara’ olduğunu söyleyerek dikkate değer olan sembolik jestine benziyordu. Blair, görevden ayrıldıktan sonra kendi adıyla bir Küresel Değişim Enstitüsü (Tony Blair Institute for Global Change/TBI) kurdu ve ‘küreselleşmenin azınlık için değil, çokluk için olması’ hedefiyle Afrika'da çalışmalar yaptı.

Macron, geçtiğimiz 27 Şubat'ta, Fransa ile Afrika arasında yeni bir askeri ortaklık öngören Fransa'nın yeni Afrika stratejisinden bahsetti. Buna göre Afrika'daki askeri varlığını önemli ölçüde azaltmayı planlayan Fransa, bu kapsamda bazı askeri üsleri yerel silahlı güçlerin eğitimine dönüştürecek ve ‘askeri akademilerin’ yönetimini Fransa ve Afrika arasında ‘ortak kontrole’ devredebilecek.

Macron'un ‘bu, askerlerin geri çekilmesi ve taahhütlerin yerine getirilmemesi değil, Fransa'nın askeri olarak yeniden yapılanmasıdır’ iddiasına rağmen ‘Fransız karşıtı’ duyguların yükselişi ve Fransa'nın Afrika'da ‘yoksulluk ve kaos kaynağı’ olarak algılanması, Fransa'nın kıtadaki etkisini giderek azalttı.

Fransa'nın post-kolonyal politikası başarısızlığa mahkumdur ve Françafrique, yeni sömürgeciliğin İngiliz ve Portekiz biçimleriyle karşılaştırıldığında bir istisna olarak kabul edilemez.

Ölmek istemeyen bir imparatorluk

Fransa'nın Afrika'daki çıkarlarını koruma zorluğuyla karşı karşıya kalan Macron, başlarda çoğu Fransız akademik çevresi ve sivil toplum kuruluşu tarafından sıcak bakılmayan, hatta yok olma ve ölüm tehdidiyle burun buruna gelen büyük Fransız imparatorluğunun dağılmasını önleme çabaları anlaşılamadığı için basında ve medyada ağır bir şekilde eleştirildiği post-kolonyal tezini doğrulamaya çalışacak. Öyle ki bu durum, çok sayıda yazarın makalelerini ve çalışmalarını bir araya getiren “Ölmek İstemeyen İmparatorluk” başlıklı geniş hacimli bir kitabın başlığına da yansımıştır.

Çıkarlar da tıpkı insanlar gibi refahtan sonra bir çöküş, gerileme ve çürüme aşamasına gelir. 1990 yılından bu yana Fransız siyasi elitlerinden birçok politikacı Françafrique’nin sonunu ve ölümünü dile getiriyor. Bu durum, geleneksel sömürgecilik aşamasından sonra ‘yeni sömürgecilik’ kisvesi ve maskesi altında devam eden ve yeni Fransız sömürgeciliğini destekleyen ekonomik ve siyasi yapıların iflas etmesinin ardından bugün sona ermenin ve çöküşün eşiğinde olan Fransız sömürge imparatorluğuna dikkat edilmesini gerektiriyor.

Paris'teki çoğu kişinin Fransa-Afrika ilişkilerini yeni yollarla yeniden şekillendirme girişimlerinin devam etmesine, yeni sömürgeciliğin sürdürülebilirliğinin vurgulanmasına, ‘son sömürgeci para birimi’ olarak tanımlanan Afrika Kalkınma Fonu (African Development Fund/ADF) ve öncüllerinin Afrika'da faaliyet göstermesini sağlamak için yenilikçi çözümler aranmasına rağmen, Fransa'nın yeni sömürgecilik politikasının başarısızlığa mahkum olduğu konusunda artık şüphe yok. Françafrique, yeni sömürgeciliğin İngiliz ve Portekiz biçimleriyle kıyaslandığında bir istisna olarak kabul edilemez.

On dokuzuncu yüzyıl, Batı'nın halkları sömürgeleştirerek, özgürlüklerini ve zenginliklerini ellerinden alarak elde ettiği hegemonyasına ve gücüne tanık oldu. Fransa, Afrika'da geniş bir imparatorluk kurmayı başardı. Ancak işgal edilen ülkelerdeki bağımsızlık hareketlerinin mücadelesi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu imparatorluğun parçalanmasına yol açtı. Ancak Fransa, özellikle Sahel bölgesindeki eski sömürgeleri üzerindeki büyük nüfuzunu sürdürmeyi ve Afrika kıtasında ekonomi ve güvenlikten yatırım ve siyasete kadar uzanan başlıca çıkarlarını korumayı başardı.

Ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ve yeni dünya güçlerinin yükselişinin ardından küresel tablo değişecek ve Fransa kendisini Batı Afrika ülkeleri; Moritanya, Mali, Gambiya, Senegal, Nijer, Burkina Faso, Gine, Nijerya, Kamerun ve Çad’da yerel direnişle karşı karşıya bulacaktı.

Bunun yanında özellikle Sahel bölgesinin çeşitli savaşlara ve huzursuzluklara sahne olması ve Fransız ordusunun bölgedeki radikal İslamcı hareketlerin istilasını durdurmak için askeri operasyonlara dahil olmasıyla birlikte uluslararası rekabet daha da güçleşti.

Fransız sömürge imparatorluğunun prestiji yavaş yavaş azalmaya başlarken, Fransa'nın uluslararası imajı zedelendi. Fransa’daki Beşinci Cumhuriyeti düzenine karşı isyan süreci, Fransa'nın neredeyse kendi mülkü olarak gördüğü Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Burkina Faso, Nijer ve Çad'dan başladı. İsyan ve ayaklanma, Fildişi Sahili ve Senegal gibi Fransa'ya komşu diğer Sahelya ülkelerine yayılana kadar genişlemeye devam etti.

Bu temelde, 1960 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana geçen onlarca yıllık ağır sömürge mirasının ardından herkes Fransa'nın Afrika'daki eski sömürgelerini bu kez kalıcı olarak kaybetmek üzere olduğu gerçeğini kabul etti. Afrika ülkeleri gerileme, az gelişmişlik, iç savaşlar, darbeler, iktidarın zorla el değiştirmesi, otoriter rejimler ve Fransız yetkililerin Afrika ülkelerindeki hükümet yetkililerine rüşvet vermek de dahil olmak üzere, ‘kirli’ olarak tanımlanan yöntemlere karışması gibi deneyimler yaşadı.

Bu, Fransız siyasi ve akademik çevrelerinde zaman zaman tartışma konusu olan sansasyonel bir müdahaleydi. Son yıllarda, özellikle de Cumhurbaşkanı Macron döneminde, Fransız karşıtlığı sonucu Cezayir, Fas ve Tunus'la gerilimler yaşandı.

Tam bir kopuş sayılmaz

Paris, Fransız askerlerinin Mali, Nijer ve Burkina Faso'dan çekilmesiyle sonuçlanan, Fransız şirketleriyle ilişkilerini keserek ve Fransa ile savunma anlaşmalarını feshederek, Fransa’nın hegemonyasından kurtulma ve gerçek bağımsızlığa doğru ilerleme yolunda adımlar atan Afrika'dan gelen iç açıcı olamayan haberler almaya devam etti. Dünya, Fransa’nın Afrika'daki eski sömürgelerini kasıp kavuran askeri darbeler dalgasına tanık oldu. Her darbe kendine özgü olsa da Çad'ın Fransa ile yaptığı savunma anlaşmasını aniden iptal etmesi gibi, çoğu Fransa’nın hegemonyasına karşı olduklarını az ya da çok ilan etti. Eski bir Fransız sömürgesi olan Çad, geleneksel olarak Paris yanlısı olan Fransız askerlerini artık topraklarında görmek istemediğini bildirdi.

Senegal Cumhurbaşkanı Baciro Diomaye Faye, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, Paris'in ülkedeki askeri üslerini orta vadede kapatmak zorunda kalacağını ifade etti. Senegal’in bağımsız bir ülke olduğunu vurgulayan Faye, “Egemenlik, ülkedeki yabancı askeri üslerin varlığıyla bağdaşmaz” ifadelerini kullandı. Senegal Cumhurbaşkanı, ülkedeki Fransız askerlerin geri çekilmesi için ucu açık bir tarih bıraktı. Resmi olarak Fransa'nın Batı Afrika’nın kıyı ülkelerinden Senegal’de halen yaklaşık 350 askeri bulunuyor.

xcsvfgbh
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Nijer’in devrik Cumhurbaşkanı Mohamed Bazoum'u başkent Paris'teki Elysee Sarayı'nda karşılarken, 23 Haziran 2023 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla'den aktardığına göre Çad ve Senegal ile güvenlik ve savunma iş birliği anlaşmalarının iptal edilmesi, Nijer'de ya da başka yerlerde olduğu gibi Fransa'dan kopuş anlamına gelmese de tarihi bir dönüm noktası.

Senegal Cumhurbaşkanı Faye ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Fransız ordusunun 1944 aralığında Senegalli silahlı unsurlara yönelik ‘katliamını’ kabul eden mektubundan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Çad ve Senegal Batı ile ilişkilerini dengelemek istediklerini açıkladılar.

Sonuç olarak, şu an yaşanan hızlı gelişmeler, Fransa'nın Orta ve Batı Afrika'da kalan lojistik ve askeri varlığını sona erdirecek.

Bir imparatorluğun parçalanması ve çöküşü

Burada Afrika kıtasında Fransa'ya karşı neo-emperyalist kızgınlığın körüklenmesinden faydalanan yeni aktörlerin ortaya çıktığı da belirtilmeli. Özellikle Çin ve Rusya, Afrika kıtasındaki nüfuzlarını artırmaya, askeri yardım sağlarken savunma, enerji, altyapı ve tarım alanlarında Afrikalılarla iş birliğini büyütmeye çalışıyorlar.

Rusya, uluslararası terörizmle mücadele çabalarında Burkina Faso ve Nijer'e önemli yardımlarda bulunuyor. Bu koşullar altında Rusya, Afrika ülkelerinin güvenliği için Fransa'dan daha güvenilir bir ortak ve garantör olarak görülüyor.

Fransa, Afrika'da kötü bir hafızaya sahip olan Fransa gibi sömürgeci bir geçmişe sahip olmayan iki ülke olan Rusya ve Çin'deki rakiplerinin daha esnek yöntemleri karşısında, kibri ve sömürgeci tarzıyla savaşı bu şekilde kaybetti. Bu da kıtadaki konumunun kötüleşmesine neden oldu.

Macron, 14 Ocak 2020 tarihinde Sahel bölgesinden beş ülkenin devlet başkanlarıyla bir araya geldi. Moritanya Devlet Başkanı Muhammed Veled Gazvani dışında diğer dördü darbelerle iktidardan uzaklaştırıldı.

Bir zamanlar gezegenin en büyük ikinci kıtasının dörtte birini kaplayan bir imparatorluğa sahip olan Fransa, eski sömürgeci güç olarak kıtadaki nüfuzunu yavaş yavaş kaybetmeye ve sancaklarını katlamaya başladı.

Bu jeopolitik kargaşanın ortasında, Afrika'daki güçlü Fransız sömürge imparatorluğunun modern versiyonunun yıkılmasına ve parçalanmasına yardımcı olan ve geçtiğimiz yıl bir uçak kazasında ölen Rus paralı asker grubu Wagner'in lideri Yevgeni Prigojin ortaya çıktı.

Burada Afrika kıtasında Fransa'ya karşı neo-emperyalist kızgınlığın körüklenmesinden faydalanan başta Çin ve Rusya olmak üzere yeni aktörlerin ortaya çıktığı belirtilmeli.

Prigojin sıra dışı bir isim. Beklenmedik bir kurgusal maceracı ya da paralı asker grubuyla Afrika'daki küresel düzeni sarsan ‘Moskova'nın Afrika'daki adamı’ idi. Afrika’daki en az yedi ülkede bir Rus varlığı ve hükümetlerle bağlantılar kurdu. Yöntemleri, Fransız sömürge imparatorluğunun mimarlarından Paris’in Afrika’daki adamı efsanevi Jacques Foucart'ın yöntemlerine benzer şekilde kurnazlık, yolsuzluk ve aldatmacayla doluydu.

Gözlemciler, Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ve Rusya'nın Suriye’ye vurduğu damganın etkisini kaybetmesinin ardından, Afrika'daki operasyonlarını baltalayacak lojistik zorluklarla karşılaşacağını öngörüyor. Bu durum uluslararası arenada Rusya'nın etkili bir ortak ve koruyucu olduğu algısına zarar verecek ve Rusya'nın Afrikalı otokratlarla olan ortaklıklarını tehdit ederek Afrika'daki ekonomik, askeri ve siyasi nüfuzuna ket vuracak.

Bu değişimin stratejik sonuçlarının oldukça derin olacağına şüphe yok. Afrika kıtasının balta girmemiş ormanlarında küresel çatışmanın yeni bölümlerine tanık olmayı bekleyebiliriz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Beyaz Saray'dan BBC'ye yaylım ateşi: Yüzde 100 yalan haber

1922'de kurulan BBC, 42 farklı dilde yayın yapıyor (AP)
1922'de kurulan BBC, 42 farklı dilde yayın yapıyor (AP)
TT

Beyaz Saray'dan BBC'ye yaylım ateşi: Yüzde 100 yalan haber

1922'de kurulan BBC, 42 farklı dilde yayın yapıyor (AP)
1922'de kurulan BBC, 42 farklı dilde yayın yapıyor (AP)

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, Birleşik Krallık'ın kamu yayıncısını hedef aldı. 

Telegraph'a röportaj veren Leavitt, BBC'nin araştırmacı gazetecilik programı Panorama'nın, Donald Trump'ın bir konuşmasını kurgulama biçimine tepki gösterdi: 

Dürüstlükten kasten uzak, özel olarak montajlanmış video, BBC'nin yüzde 100 yalan haberden ibaret olduğuna bir kanıt daha sunuyor. Birleşik Krallık'ın müthiş halkının TV ekranlarında kendilerine vakit ayrılmasını hak etmiyorlar. Ne zaman Başkan Trump'la Birleşik Krallık'a seyahat edip otel odamda BBC'yi izlemek zorunda kalsam, Amerika'yı daha iyi, dünyayıysa daha güvenli bir hale getirmekten başka bir şey yapmayan Birleşik Devletler Başkanı'na dair bariz propaganda ve yalanlarıyla günümü mahvediyorlar.

BBC'nin geçen yıl düzenlenen ABD başkanlık seçimlerinden bir hafta önce yayımladığı program bir süredir tartışılıyor.

6 Ocak 2021'deki ABD Kongresi Baskını öncesinde Donald Trump'ın yaptığı konuşmanın montajı eleştiriliyor. 

Trump'ın destekçileriyle ABD Kongresi'ne yürüme sözü verip mücadele çağrısı yaptığı kısımlar videoda yer alırken barışçıl davranmalarını söylediği kısım atlandı. 

Telegraph, BBC'nin bu kurgudan dolayı özür dilemeyi planladığını bildiriyor. BBC Yönetim Kurulu Başkanı Samir Shah'ın Birleşik Krallık Parlamentosu'nun Kültür, Medya ve Spor Komitesi'ne pazartesi günü özürlerini sunacağı aktarılıyor. 

BBC'nin yayın ilkelerinden sorumlu komitesine dışarıdan danışmanlık verirken bu yaz görevden ayrılan Michael Prescott'ın hazırladığı raporda şu ifadeleri kullandığı bildiriliyor.

Görüntüyü Panorama'nın yayımladığı gibi kurgulamak tamamen yanıltıcıydı. Kendisine isyana teşvik suçlamasının federal düzeyde yöneltilmemesinin sebeplerinden biri de, ABD Kongresi'nde kavga etmeleri için destekçilerini doğrudan cesaretlendirmemesiydi.

Birleşik Krallık merkezli gazete, ülkedeki kamu yayıncısının Prescott'ın 19 sayfalık raporunda iki konuda daha eleştirilerle karşı karşıya olduğunu vurguluyor: BBC Arapça'nın Gazze savaşındaki yayın çizgisi Yahudi düşmanı ve Hamas yanlısı bulunuyor ve BBC genelinde LGBT propagandası yapıldığı iddia ediliyor.

Görüş hakkı çerçevesinde kendilerine ulaşan Guardian'a açıklama yapan BBC, "Sızdırılan belgelerle ilgili yorum yapmasak da BBC geri bildirimleri ciddiye alır ve dikkatli bir şekilde değerlendirir" dedi.

Independent Türkçe, Guardian, Telegraph


Gazze ateşkesi ‘ikinci aşamaya geçme’ engeliyle karşı karşıya

Gazze şehrinde yıkılan binalar, 5 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yıkılan binalar, 5 Kasım 2025 (Reuters)
TT

Gazze ateşkesi ‘ikinci aşamaya geçme’ engeliyle karşı karşıya

Gazze şehrinde yıkılan binalar, 5 Kasım 2025 (Reuters)
Gazze şehrinde yıkılan binalar, 5 Kasım 2025 (Reuters)

Arabulucular, Hamas'ın elinde tuttuğu İsrailli rehine cesetlerinin iadesi konusunda ilk aşamada yaşanan karmaşıklıklar nedeniyle, Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmesi çağrısını giderek daha fazla dile getiriyor. Birinci aşama halen bir sonraki aşamanın ayrıntıları üzerinde uzlaşmaya varılamaması gibi karmaşık sorunlarla karşı karşıya. Tüm bunlar, İsrail’in geçtiğimiz ocak ayında yaptığı anlaşmayı bozması örneğinin tekrarlanabileceği endişelerini beraberinde getiriyor.

Ocak ayındaki ateşkes anlaşması üç aşamadan oluşuyordu. İlk aşama anlaşmanın imzalandığı tarihte başlamış ve 1 Mart'ta sona ermişti, ancak Hamas ve İsrail ikinci aşamaya nasıl geçileceği konusunda anlaşmaya varamamıştı.

O dönemde Hamas, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nden tamamen çekilmesi ve hareketin elinde tuttuğu tüm canlı rehinelerin serbest bırakılmasını öngören ikinci aşamaya geçmek istiyordu. Bunun yerine İsrail, savaşı sona erdirme veya güçlerini geri çekme taahhüdünde bulunmadan birinci aşamanın uzatılmasını istedi ve 18 Mart'ta savaşı yeniden başlattı.

Mısır, ‘Gazze Şeridi’ndeki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmesi gerekliliği’ yönündeki çağrısını yineledi. Bu açıklama, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’tan cuma akşamı aldığı bir telefon görüşmesi sırasında yapıldı. Söz konusu ateşkes anlaşması, geçtiğimiz 10 Ekim’de yürürlüğe girmişti.

Ekim anlaşmasının birinci aşaması, askeri operasyonların durdurulmasını, İsrail ordusunun kısmi olarak geri çekilmesini, esir takası anlaşmasını ve Gazze’ye insani yardımların girişini kapsıyordu. Şimdiye kadar Gazze’deki Filistinli gruplar, İsrailli esirlerin 20’sini sağ olarak, 25’inin ise cesedini teslim etti. Ancak Refah Sınır Kapısı hâlâ açılmadı ve İsrail zaman zaman bölgeye hava saldırıları düzenlemeye devam ediyor.

İsrail Ordu Radyosu’na konuşan bir kaynak, Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in, ‘Gazze’deki İsrailli esirlerin tümünün cenazeleri geri alınmadan, Hamas ile yapılan anlaşmanın bir sonraki aşamasına geçilmemesini; ayrıca bölgenin tamamen silahsızlandırılmasına yönelik operasyon tamamlanmadan Gazze’nin yeniden imarına kesinlikle izin verilmemesini tavsiye ettiğini’ belirtti.

İsrail, Gazze Şeridi'nin Filistin yönetimi tarafından yönetilmesini reddediyor ve teknokratik bir komitenin kurulmasını engelliyor, Washington ise uluslararası bir güç kurulmasını istiyor. Gözlemcilere göre, Gazze Şeridi'nin yeniden inşasının kaderi ise belirsizliğini koruyor.

z
İsrail'in yerle bir ettiği evlerin enkazı yakınında oturan Filistinliler (AFP)

Filistinli siyasi analist Ekrem Atallah, “İsrail’le yapılan anlaşmaların aşamalara bölünmesi, İsrail’e bu anlaşmaları bozma imkânı veriyor. Bu durum ocak anlaşmasında olduğu gibi daha önce Oslo Anlaşması’nda da yaşandı. İsrail, askeri gücünü kullanarak ve fiili durumu dayatarak Filistinlilerle adeta oyun oynuyor. Bu nedenle sonraki aşamaya geçmek bir düğüm gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.

Oslo Anlaşması, Eylül 1993’te İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında imzalandı. Anlaşma, Filistin özerk yönetimi düzenlemelerine ilişkin ilkeler bildirisinden başlayarak, anlaşmazlıkların çözümü ve bölgesel programlarla ilgili İsrail-Filistin iş birliğiyle sona eren toplam 17 maddeden oluşuyor.

Atallah, Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, “İsrail'i Ekim anlaşmasının geri kalan aşamalarını uygulamaya zorlamak, arabulucular ve Arap ve İslam ülkeleri aracılığıyla ABD Başkanı Donald Trump'a anlaşmanın geri kalan şartlarını yerine getirme konusunda baskı uygulayarak başarılacaktır. Şu ana kadar, ABD'nin anlaşmayı uygulamaya istekli olduğu söylenebilir” dedi. Mevcut anlaşmanın önündeki engellerden de bahseden Atallah sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunların başında İsrail'in niyetleri, uluslararası gücün ayrıntılarına odaklanılması, görevlerinde değişiklik yapılması ve İsrail'in Gazze Şeridi'nde güvenlik operasyonları yürütmesine izin verilmesi geliyor. Bu durum, anlaşmayı destekleyen ülkeleri öfkelendiriyor.”

Şarku’l Avsat’ın Axios internet sitesinden aktardığına göre, Washington pazartesi akşamı, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyelerine, en az iki yıl süreyle görev yapacak bir uluslararası görev gücü kurulmasını öneren bir karar taslağı sundu.

Washington, bu uluslararası gücün oluşturulmasının, anlaşmanın ikinci aşamasına geçilebilmesi için anahtar rol oynadığına inanıyor. Anlaşmanın bu aşaması, yönetişim, silahlar, uluslararası istikrar güçleri ve yeniden inşa konularını kapsıyor.

sdfrgt
Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde imzalanan ateşkes anlaşmasının imza töreninden (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Birkaç gün önce, Yedioth Ahronoth gazetesi, İsrailli kaynaklara dayandırdığı haberinde, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer'in, Amerikan yönetimiyle Gazze’de İsrail’in hareket özgürlüğünü sağlamasına yönelik bir anlaşma belgesi üzerinde müzakereler yürüttüğünü belirtti. Bu anlaşmanın amacı, İsrail’in hareket alanını belirleyecek bir çerçeve oluşturmak ve uluslararası gücün Hamas’ı silahsızlandırmada başarısız olması durumunda Amerika'nın garanti sağladığı önlemleri belirlemek.

Askeri ve stratejik uzman Tümgeneral Hamdi Behit, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, “İsrail ile ateşkes anlaşmalarının ileri aşamalarına geçiş, ‘düğüm’ haline geldi. Bu, İsrail hükümetlerinin anlaşmaları aşamalara ayırmakta ısrar ettiklerinde alıştıkları bir davranış. Mevcut anlaşmayı ilerletme sorumluluğu arabuluculara aittir ve ABD, anlaşmanın garantörü olarak bunu uygulamaya istekli olmalıdır” şeklinde konuştu.

Behit sözlerine şu ifadelerle devam etti: “Hamas şu anda zor bir durumla karşı karşıya. Çünkü elindeki tüm canlı rehineleri teslim etti ve tüm cesetleri teslim etmeye yakın. Şimdi odak noktası, ikinci aşamaya geçmek ve anlaşmanın şartlarının tam olarak uygulanmasını sağlamak için kullanılabilecek silahların teslim edilmesi meselesi.”

Birkaç gün önce İstanbul’da, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Ürdün, Pakistan ve Endonezya dışişleri bakanlarının katıldığı genişletilmiş bir bakanlar toplantısı düzenlendi. Toplantıda, ateşkesin pekiştirilmesi ve Trump girişimi ile ardından gelen Şarm eş-Şeyh Deklarasyonu’nun uygulanmasının takibi ele alındı. Ayrıca, Riyad'da düzenlenen İki Devletli Çözümün Uygulanması için Uluslararası Koalisyon'un son toplantısının sonuçları da müzakere edildi.


Şara, Beyaz Saray'a gidiyor: Suriye’nin DMUK’a katılması ne anlama geliyor?

Görsel: Axel Rangel García
Görsel: Axel Rangel García
TT

Şara, Beyaz Saray'a gidiyor: Suriye’nin DMUK’a katılması ne anlama geliyor?

Görsel: Axel Rangel García
Görsel: Axel Rangel García

Subhi Franjieh

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, iki aydan kısa bir süre içinde ikinci kez ABD'ye gitti. Bu kez Washington’a giden Şeraa, Suriye'nin bağımsızlığından bu yana bir Suriye devlet başkanının Beyaz Saray'a yaptığı ilk ziyareti gerçekleştirdi. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, ziyaretin gündeminde neler olacağından bahseden bir açıklamada bulundu ve ziyaretin amaçlarından birinin Suriye'nin ABD liderliğindeki DAEŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyon’a (DMUK) katılması olduğunu belirtti. Bu adımın ‘Washington ile ilişkilerde tarihi bir dönüşüm ve dönüm noktası’ olduğunu söyleyen Barrack’a göre Washington, bu adımı gerçekleştirmek için Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve İçişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin küresel terörist yaptırım listesinden çıkarılması, Şam ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki anlaşmanın uygulanması ve coğrafi ve lojistik açıdan Washington'ın Suriye'deki askeri varlığı için seçeneklerin incelenmesinin yanı sıra Suriye hükümetinin DMUK’a katılımını desteklemek için askeri eğitim ve yeterlik dosyaları dahil olmak üzere yasal ve siyasi engelleri aşmaya çalıştı.

Washington, Suriye'yi DMUK’a dahil ederek birçok hedefe ulaşmayı amaçlıyor ve Suriye hükümeti de bu katılımdan kazanç sağlayacak. Bu adım, bölgedeki gerilimi azaltmak, DAEŞ sorununu sona erdirmek ve Suriye'nin Doğu kampıyla önceki ittifaklarına geri dönmemesini sağlamak açısından hem siyasi hem de askeri olarak her iki tarafa da fayda sağlıyor. Ayrıca İran'ın bölgedeki müdahale yöntemlerini yenilemesini ve Washington ile müttefiklerinin çıkarlarını tehdit etmesini de engelliyor.

Washington neden Suriye'nin uluslararası koalisyona katılmasını istiyor?

Washington, Suriye cumhurbaşkanının Beyaz Saray ziyaretinden önce belirli hedefleri gerçekleştirmek için önemli siyasi baskı uyguladı. Bu hedeflerin başında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Cumhurbaşkanı Şara ve Suriye İçişleri Bakanı Enes Hattab yaptırım listesinden çıkarılması yönünde oy kullanmasından önce aradaki anlaşmazlıkları azaltmak geliyordu.

Jfjj
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'da ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Brad Cooper ile yaptığı görüşme sırasında, 12 Eylül 2025 (CENTCOM/Suriye Cumhurbaşkanlığı)

İkinci hedef, Washington ve DMUK’un Suriye'de DAEŞ karşıtı askeri operasyonlar için üs olarak kullanması ve Ortadoğu'daki Suriye ve DMUK’a lojistik destek sağlaması beklenen hükümet bölgelerindeki belirli askeri noktaların saha araştırmasını yapmaktı. Washington ayrıca bu askeri varlığı, Şam ile müzakerelerin ilerlemesini engelleyen İsrail'in endişelerini hafifletmede ve bölgedeki herhangi bir askeri varlığın, Washington ve Batı'daki müttefiklerinin çıkarlarını, özellikle de Rusya'nın varlığını etkilemesini önlemede etkili bir faktör olarak görüyor.

DMUK için bir üs kurma kararı halen tartışılıyor olsa da Al-Majalla'ya konuşan bazı Batılı kaynaklar, bu konuda önümüzdeki dönemde hızlı ilerleme kaydedileceğini ve fiili adımların Suriye'nin resmi imzasıyla bağlantılı olacağını öne sürdü.

Bunun yanında Washington'ın Suriye’de askeri bir üssünün bulunması, ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) yeni Suriye hükümetine yönelik olumlu tutumundan endişe duyduğu için, ABD yönetimi içindeki görüş ayrılıklarını azaltmayı amaçlıyor. Bu yüzden operasyonları koordine etmek için Suriye hükümeti kontrolündeki bölgelerde DMUK için bir üssün bulunması, Pentagon ve DMUK’un bazı üyelerinin endişelerini hafifletecek. Al Majalla'nın edindiği bilgilere göre DMUK’tan bir heyet yakın zamanda Dumayr Askeri Havaalanı, es-Sin Askeri Havaalanı ve bazı yakın askeri üsler dahil olmak üzere birkaç askeri bölgeyi ziyaret etti. Bu havaalanlarının bulunduğu coğrafya, DEAŞ’ın çok aktif olduğu Suriye’nin el-Badiye (çöl) bölgesine açıldığı için birkaç açıdan stratejik öneme sahip. Suriye'nin güneyi ile Lübnan sınırına yakın et-Tanf Askeri Üssü’ne bağlanan uluslararası yol üzerinde bulunuyor. Al Majalla kaynakları, özellikle DMUK heyeti bu ayın başlarında ikinci kez ziyaret ettiği es-Sin Askeri Havaalanı'nın Dumayr Askeri Havaalanı'ndan daha fazla ilgi göreceğini tahmin ediyor. Heyetin havaalanı ve çevresindeki coğrafyayı kapsamlı bir şekilde incelemesi, DMUK’un havaalanına yakın gözlem noktaları kurmak istediğini ve bu havaalanının DMUK operasyonlarının ana üssü olacağını gösteriyor olabilir. DMUK için bir üs kurma kararı halen tartışılıyor olsa da Al-Majalla'ya konuşan bazı Batılı kaynaklar, bu konuda önümüzdeki dönemde hızlı ilerleme kaydedileceğini ve fiili adımların Suriye'nin resmi imzasıyla bağlantılı olacağını öne sürdü.

Washington, başından itibaren Suriye'ye destek vermek için bazı koşullar koydu. Bunların başında Suriye'nin DMUK’a katılımı geliyor. Bunun yanı sıra, Suriye ordusundaki yabancı savaşçılar sorununu çözmek, İran'ın Suriye topraklarına daha fazla girmesini engellemek, uyuşturucu ticaretiyle mücadele etmek, İsrail ile müzakere etmek ve Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu sınırlamak gibi bazı konular da bulunuyor.

Kfjf
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke’ye bağlı Samandağ’da (Suveydiye) petrol sahalarının yakınlarında devriye gezen ABD askerleri, 13 Şubat 2021 (AFP)

Suriye'nin DMUK’a katılması, Washington ve Batı'ya birçok siyasi ve askeri kazanım sağlıyor. Suriye hükümeti, terörle mücadelede resmi olarak bir ortak olacak ve bunu başarmak için, yabancı savaşçıların dosyalarını kapatmak, orduyu ve terörizm konusunda uzmanlaşmış güçleri yeniden yapılandırmak, DMUK ile bilgi paylaşmak ve DMUK güçlerinin Suriye hükümeti ile koordineli olarak operasyonlar yürütmesine izin vermek için içeride bazı adımlar atması gerekiyor. Suriye’nin DMUK’a katılımı, doğal olarak Suriye ordusu ile DMUK güçleri arasında eğitim ve koordinasyonun yanı sıra, aynı konuda Suriye ve Irak hükümetleri arasında koordinasyon kurulmasını da gerektirecek. Bu durum, Suriye-Irak sınırında konuşlu İran bağlantılı milislerle mücadelede iki hükümet arasında iş birliği kapısını aralayabilir. Bunun yanında bu katılım, Suriye'deki DMUK güçlerinin askeri varlığına meşruiyet kazandıracak ve bu da Washington ve müttefiklerine bölgede meşru siyasi ve askeri ağırlık kazandıracak. Aynı zamanda uzun vadede radikal akımların bölgeye geri dönmesini engelleyecek ve Suriye'yi geleneksel Doğu kampından çıkaracak.

Suriye hükümeti karar aşamasında

Suriye hükümeti, özellikle Savunma ve İçişleri bakanlıkları, son iki ay içinde Suriye'nin uluslararası koalisyona katılımını, bunun en iyi şekilde gerçekleştirilmesinde ortaya çıkabilecek faydaları ve engelleri tartışmak üzere birkaç toplantı düzenledi. Suriye’nin DMUK’a katılımının birçok faydası var. Bunlar arasında hükümetin meşruiyeti, koalisyonla ortaklık ve SDG ile müzakereler üzerinde yaratacağı etki sayılabilir. Zira SDG, DMUK’un Suriye'deki tek ortağı olmaktan güç alıyor. Savunma Bakanlığı'nın elde edeceği faydalar arasında, DEAŞ saflarında yer alan veya daha önce almış kişilerle ilgili DMUK’un elindeki bilgilere erişim yer alıyor. Bakanlık böylece kendi bünyesine katılmak isteyen kişiler üzerinde güvenlik kontrolleri yapma konusunda içsel bir güç kazanacak. Aynı durum İçişleri Bakanlığı için de geçerli. DMUK’un terörle mücadelede ortak olarak Suriye’ye sağlayacakları arasında eğitim ve silahlanma gibi askeri kazanımlar da bulunuyor.

Ancak bazı engeller de yok değil. Her iki bakanlığın en önde gelen isimleri Suriye'nin DMUK’a resmi olarak katılmasını destekliyor olsa da bu adıma karşı çıkan daha az etkili taraflar da var. Bunlar arasında, bu adımın kendileri için fiilen sonun başlangıcı olacağına inanan yabancı savaşçılar da bulunuyor. Belki de bir süre önce Fransız kampında yaşananlar, bu muhalefet akımlarının varlığının bir göstergesidir. Bu yüzden Suriye hükümeti, bu akımların varlığını dikkate almakta ve onları Suriye devletiyle yüzleşemeyecek kadar zayıf bulsa da DEAŞ’ın bu unsurları kendi çıkarları için kullanacağı ve onları kendi saflarına katacağı endişesiyle, onları kontrol altına alacak bir plana ihtiyaç duyulduğunu düşünüyor. SDG dosyası da Suriye hükümeti tarafından incelenen engellerden biri. SDG üyeleri, Washington tarafından terörle mücadele için eğitilmiştir ve Washington, Şam hükümeti ile koordinasyon pahasına, bu unsurların etkisiz hale getirilmesini ve önümüzdeki dönemde rollerinin iptal edilmesini kabul etmeyecek. Bu yüzden, bu güçleri Suriye ordusu ve İçişleri Bakanlığı'nın terörle mücadele güçlerine entegre etmek için bir formül bulunması gerekiyor.

Kdkd
ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan'ın Riyad kentinde Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya geldi, 14 Mayıs 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

Al Majalla’nın edindiği bilgilere göre bir sonraki aşamada Suriye hükümeti, SDF ve koalisyon arasında askeri operasyonlarda bir ilerleme ve ortak koordinasyona tanık olunabilir. Eş zamanlı olarak DEAŞ ile savaşmaktan sorumlu SDG'nin başlıca birliklerinin İçişleri ve Savunma bakanlıklarına entegrasyonu için yürütülen müzakereler devam ediyor. Müzakereler, Cumhurbaşkanı Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında 10 Mart'ta imzalanan anlaşmanın uygulanmasına ilişkin iki taraf (SDG ve Şam) arasındaki müzakerelerin sonuçlanmasını bekliyor.

İki bakanlık arasındaki müzakerelerin yanı sıra her iki bakanlık da Cumhurbaşkanı Şara’nın Washington ziyareti ve Suriye'nin DMUK’a resmi olarak katılması için gerekli ön adımları ele almak üzere üst düzey yetkililer arasında iç toplantılar düzenledi. Geçtiğimiz dönemde atılan bu adımlar arasında, Savunma Bakanlığı'nda düzenlenen askeri oryantasyon derslerinde terörle mücadele ve DMUK’la iş birliğinin önemi tartışıldı ve bu adımın DMUK’un Suriye'nin iç işlerine müdahale edeceği anlamına gelmediği, aksine Suriye'nin terörle mücadelede uluslararası toplumun önemli bir ortağı haline geldiği vurgulandı. İçişleri Bakanlığı da terörle mücadele güçlerinin eğitim operasyonlarının yoğunlaştırılmasını onayladı ve son dönemde gerçekleştirilen ortak operasyonlarla uluslararası koalisyonla birlikte hazırlık durumlarını test etti.

Suriye hükümetinin DMUK’a katılımı, SDG’nin iç toplantılarına gölge düşürdü, zira bu adımın doğal olarak uluslararası ivmesinin ve DEAŞ'a karşı savaşta kilit bir ortak olarak kendisine sağlanan desteğin büyük bir kısmını kaybetmeye başlayacağı anlamına geldiğini biliyor.

SDG seçeneklerini değerlendiriyor

Suriye hükümetinin DMUK’a katılımı, SDG’nin iç toplantılarına gölge düşürdü, zira bu adımın doğal olarak uluslararası ivmesinin ve DEAŞ'a karşı savaşta kilit bir ortak olarak kendisine sağlanan desteğin büyük bir kısmını kaybetmeye başlayacağı anlamına geldiğini biliyor. Edinilen bilgilere göre SDG, bu konu ve Şam hükümetine siyasi koruma, lojistik destek, askeri koruma ve hapishaneler açısından kaybedebileceği destek açısından oluşturduğu riskler hakkında birkaç toplantı düzenledi.

SDG, ilk adımın Şam ile müzakere sürecini ilerletmek ve topu Suriye hükümetine atmak olabileceğine karar verdi. Bu yüzden SDG, Suriye ordusu ve terörle mücadele güçlerinde görev almaları için kendi saflarından liderlerin isimlerini önerdi. Ayrıca, SDG birliklerini coğrafi özelliklerini koruyarak Savunma Bakanlığı'na entegre etmek için aşamalı bir plan sundu. Suriye hükümeti bu önerilere henüz yanıt vermedi. Sunduğu formülü, kendisiyle müzakere sürecinde hükümetin belirlediği birçok kuraldan taviz vermek olarak gören SDG, birlikleri için bir dereceye kadar bağımsızlık ve ortak operasyonlarda Washington’ın arabulucu olmasını talep ediyor. Her iki talep de Şam'ın aradığı ordu ve devlet merkezileştirme kavramıyla çelişiyor.

Kfmkx
Cumhurbaşkanı Şara, Şam'da Suriye’nin yerel komitelerinin üyeleri geçici Halk Meclisi’ni seçmek için oy kullandıkları bir sandık merkezini ziyaret ederken, 5 Ekim 2025

ABD, Suriye’de mümkün olan en yüksek istikrarı sağlamak istediğini son haftalarda defalarca SDG'ye bildirdikten sonra, Şam ile bir anlaşma imzalaması için SDG'ye baskı yapıyor. Bu da ABD-İsrail'in Suriye, Lübnan ve Irak sınırındaki İran nüfuzuna karşı herhangi bir eyleminin habercisi niteliğinde. Suriye'de devam eden gerginlik ve istikrarsızlık, Washington'da İran'ın bölgedeki nüfuzunu genişletmesine olanak tanıyacak yeni bir şiddet patlamasının yaşanması endişesini artırıyor. Bundan dolayı ABD yönetimi, Suriye'nin DMUK’a katılmasını, SDG ile Şam arasındaki müzakerelerin hız kazanmasını ve Suriye hükümetine siyasi ve ekonomik destek sağlamasını istiyor.

DMUK ve DEAŞ'a karşı 11 yıllık savaş

ABD, 10 Eylül 2014 tarihinde, Irak ve Suriye'de DEAŞ’a karşı uluslararası bir koalisyon kurulduğunu duyurdu. O dönemde, Washington muhalefetteki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile müzakereler yürüttüğü için Suriye'deki eğitim programı henüz kesinleşmemişti. Ancak ÖSO, programa katılmayı reddederek görevlerini sadece DEAŞ ile mücadeleyle sınırladı ve Beşşar Esed liderliğindeki Suriye rejimine karşı herhangi bir operasyon yapmayacağını açıkladı. Sonunda Washington, Kadın Koruma Birlikleri (YPJ) ve Halk Koruma Birlikleri (YPG) gibi Kürt grupların liderliğinde Suriye Demokratik Güçleri adlı gücü desteklemeye karar verdi.

Hapishaneler konusu, eskiden DAEŞ üyesi olan ve çatışmalar veya sonraki güvenlik operasyonları sırasında tutuklanan binlerce savaşçının varlığı nedeniyle, hem yasal hem de güvenlik açısından hâlâ çetrefilli bir sorun olmaya devam ediyor. Washington, ülkelere hapishanelerdeki vatandaşlarını geri göndermeleri için baskı yapmaya çalışıyor.

O zamandan beri DMUK’un operasyonları, Suriye'deki DEAŞ kalıntılarını ortadan kaldırmaya ve örgütün bölgede yeniden güç ve nüfuz kazanmasını engellemeye yönelik oldu. DMUK ve SDG yabancı, Arap ve Suriyeli DEAŞ liderlerini ve üyeleri için çeşitli hapishaneleri kullandı. Bu hapishanelerin başında Haseke'deki es-Sina Hapishanesi ve Rakka'daki Merkez Hapishanesi geliyor. Çatışmalardan kaçan yabancı uyruklu DEAŞ üyelerinin aileleri ve siviller, önce el-Hol Mülteci Kampı’na, ardından Suriye'deki Roj Mülteci Kampı’na yerleştirildi. Hapishaneler konusu, eskiden DEAŞ üyesi olan ve çatışmalar veya sonraki güvenlik operasyonları sırasında tutuklanan binlerce savaşçının varlığı nedeniyle hem yasal hem de güvenlik açısından hâlâ çetrefilli bir sorun olmaya devam ediyor. Washington, ülkelere hapishanelerdeki vatandaşlarını geri göndermeleri için baskı yapmaya çalışıyor. Ancak bazı ülkeler başka bir seçeneğin de uygulanabilir olduğunu, yani Suriye DMUK’a katılırsa, farklı milletlerden olan DEAŞ üyesi tutuklar, işledikleri suçların Suriye topraklarında işlendiği gerekçesiyle Suriye yasalarına göre Suriye'de yargılanabileceklerini düşünüyor. Suriye hükümeti, yaptığı toplantılardan birinde, örgütün savaşçılarına özel bir hapishane kurulması olasılığını inceledi. Bu hapishane Suriye tarafından yönetilecek ve uluslararası koalisyonla koordineli çalışacaktır. Bu durumda, bu ülkeler için mülteci kampları sorunu çözülmesi gereken bir sorun olmaya devam ediyor. Söz konusu ülkeler, bu sorunu DEAŞ saflarındaki mahkumlar ve eski savaşçılar sorunundan daha az karmaşık olarak görüyor.