Türkiye'nin Ortadoğu'daki bölgesel nüfuzunun yeniden şekillenmesinin boyutları

Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Afrika Boynuzu'ndaki nüfuzunun uzun ve köklü bir geçmişi var

Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
TT

Türkiye'nin Ortadoğu'daki bölgesel nüfuzunun yeniden şekillenmesinin boyutları

Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)

Emced Ferid et-Tayyib

Geçtiğimiz haftalarda Arap bölgesi, Ortadoğu ve Doğu Afrika tüm düzeylerde büyük dönüşümlere tanık oldu. Bu dönüşümlerin belki de en dikkat çekici olanı Suriye'de meydana gelen büyük değişimdi. Suriye'de Beşşar Esed rejimi düşerken 1963 yılından bu yana iktidarda olan Baas yönetimi sona erdi.

Türkiye bu değişimin arkasında sadece Suriye muhalefetini doğrudan destekleyerek önemli bir rol oynamakla kalmadı, uluslararası ve bölgesel ittifaklardan ve pozisyonlardan oluşan karmaşık bir ağın yönetimini de üstlendi. Bu değişimin önünü açmak ve sorunsuz bir şekilde kabul edilmesini sağlamak için İran ve Rusya’nın Suriye'deki nüfuzunu sınırlandırmaya çalıştı.

Türkiye, Suriye savaşı trajedisini sona erdirmedeki bu başarısının ardından kendisini sadece Ortadoğu'da değil, Kızıldeniz bölgesinde ve Afrika Boynuzu'nda da önemli ve etkili bir aktör ve bölgesel istikrar sağlayıcı bir güç olarak sunmaya hazırlandığı açıkça görülüyor. Türkiye aynı zamanda Somali ve Etiyopya arasında limanların kullanımı konusunda yaşanan ve neredeyse Afrika Boynuzu'nda yeni bir bölgesel savaşın fitilini ateşlemesine ramak kalan gerginliği ve anlaşmazlıkları da başarıyla dizginledi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Türkiye, 12 Aralık 2024 tarihinde imzalanan ve Etiyopya'nın Somali’nin egemen otoritesi altında Kızıldeniz'in uluslararası sularına güvenilir ve sürdürülebilir bir şekilde erişimini garanti eden Ankara Anlaşması'nı imzalamak üzere iki ülkeyi bir araya getirmeyi başardı ve Eritre'nin Etiyopya'dan bağımsızlığını kazanmasının ardından 1991 yılından bu yana deniz erişimi olmayan dünyanın en kalabalık ülkesi Etiyopya'nın en büyük endişelerinden ve taleplerinden birini ele aldı.

Ardından 13 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sudan'da şiddetlenen savaşı durdurmaya yönelik doğrudan bir faktör olarak Sudan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında doğrudan müzakere kanalları açmak ve iki ülke arasındaki durumu yatıştırmak için cesur bir girişimde bulunduklarını açıkladı.

Kızıldeniz'in stratejik önemi

Tüm bu gelişmelerle arasında Kızıldeniz, sadece Türkiye'nin hamlelerini okurken, analiz ederken ve değerlendirirken değil, aynı zamanda çatışmalarla dolu bir bölgedeki siyasi ve ekonomik önemi açısından da dikkate alınması gereken merkezi bir konuma sahip.

Afrika ve Asya kıtaları arasında yer alan Kızıldeniz, bölgedeki siyasi çalkantıların ve rekabetlerin merkezi oldu. Bir deniz yolu olarak Kızıldeniz, dünya konteyner trafiğinin yaklaşık yüzde 30'una ev sahipli yapıyor. Küresel ticaretin yıllık yaklaşık yaklaşık 65,1 trilyon dolarlık kısmı Kızıldeniz üzerinden sağlanıyor. Bu hacim, günlük yaklaşık 2,6 milyon varil ham petrol ve rafine petrol ürününün Kızıldeniz'in en güneyindeki Bab’ul-Mendeb Boğazı, Suveyş Kanalı ve Mısır'da bulunan ve Kızıldeniz'i Akdeniz'e bağlayan günlük 5,2 milyon varil kapasiteli Sumed Boru Hattı üzerinden taşındığı küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12 ila yüzde 15'ini de kapsıyor. Bahsi geçen güzergâhlar üzerinden yapılan doğalgaz ihracatı küresel sıvı doğalgaz (LNG) ticaretinin yaklaşık yüzde 8'ini oluşturuyor. Avrupa doğalgaz ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye, Rus boru hatlarına bağımlılığını azaltmaya ve Körfez ve Kuzey Afrika'dan sıvı doğalgaz ithalatını arttırmaya çalıştığından, Kızıldeniz ve Sumed Boru Hattı üzerinden ihraç edilen doğalgazın önemi Ukrayna savaşından sonra daha da arttı. Çünkü Avrupa doğalgaz ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye, Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlılığını azaltmaya ve Körfez ülkelerinden ve Kuzey Afrika'dan LNG ithalatını arttırmaya çalışıyor.

Kızıldeniz'de son dönemde yaşanan çatışmalar küresel seyrüsefer trafiğinde ve ticarette aksamalara yol açtı. Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları nakliyeleri geciktirirken sigorta ve nakliye maliyetlerini yükseltti. Bazı gemilerin Ümit Burnu'nun etrafından dolaşmak zorunda kalmasıyla nakliye süreleri ve masrafları önemli ölçüde arttı.

Bu rekabet, Sudan’daki mevcut savaşın patlak vermesine önemli ölçüde katkıda bulundu. Suriye'de Beşşar Esed rejiminin devrilmesiyle sonuçlanan son gelişmelerden sonra Rusya, Tartus'ta bulunan ve kendi sınırları dışında olan tek deniz üssünü kaybetti. Bu durumun Rusya'yı ya Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında ya da Afrika kıyısındaki askeri varlığına ikmal hatları sağlamak için Libya'nın Akdeniz kıyısında bir askeri üs kurarak Ortadoğu'da bir deniz varlığı edinme çabalarını yoğunlaştırmaya itmesi bekleniyor. Tüm bu karmaşık dinamikler deniz ticaretindeki düşüşe katkıda bulunarak Süveyş Kanalı'nın gelirlerini olumsuz etkiliyor ve Mısır ekonomisine ciddi zarar veriyor.

Türkiye'nin bölgedeki hamlelerinin bu dinamiklerden bağımsız olmadığı bir gerçek. Avrupa ve genel olarak Batı ile huzursuz bir ilişkiye sahip olan Türkiye, 1952 yılından bu yana NATO üyesi. NATO bünyesinde en fazla askere sahip  ikinci ülke konumumda olan Türkiye’nin topraklarında NATO Müttefik Kara Komutanlığı yer alıyor.

Türkiye'nin İncirlik’teki ve Konya’daki hava üsleri Balkanlar, Sırbistan ve Kosova'dan Irak ve Afganistan'a kadar NATO'nun askeri operasyonlarının çoğunda ana askeri üsler olarak kullanıldı. Türkiye ayrıca 2012 yılından bu yana İran'a yaklaşık 500 km uzaklıkta bulunan ve NATO'nun füze savunma sisteminin önemli bir parçası olarak hizmet veren Kürecik radar istasyonuna da ev sahipliği yapıyor. Ancak, 1949 yılında Avrupa Konseyi'nin on kurucu üyesinden biri olan Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olmayı başaramadı. AB Genel İşler Konseyi'nin 2018 haziranındaki bir açıklamasına göre Türkiye’nin çetrefilli bir müzakere konusu olan AB'ye tam üyeliği 2005 yılında çıkmaza girdi.

cvdfgrt
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya'da 2019 yılında düzenlenen Uluslararası Havacılık ve Uzay Fuarı'nın açılış töreninde dondurma yerken (AFP)

Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Afrika Boynuzu'ndaki nüfuzunun uzun ve köklü bir geçmişi var. Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzanan bu nüfuz, İkinci Dünya Savaşı, milli kurtuluş mücadeleleri ve dünyanın dört bir yanındaki geçiş güzergahlarının ve stratejik bölgelerin kontrolü için yaşanan rekabet sonucu zayıflamış olsa da her zaman dini ve kültürel faktörlerce desteklendi.

Dolayısıyla Türkiye'nin bölgedeki son hamlelerinin, Donald Trump'ın ABD başkanlık görevini devralacağı tarih yaklaşırken özellikle Batı’nın ve Avrupa'nın desteğiyle durumu yeniden düzenleme çabasına girmesi ihtimal dışı değil. Trump'ın Rusya ile yakınlaştığı biliniyor. Batı dünyası adına dünya polisi -jandarması- rolünü oynamak yerine küresel politikaları bölgesel oyunculara devretme niyetinde olduğu düşünülüyor.

Trump ve Putin arasındaki yakınlaşma çerçevesinde bu anlaşmalardan bazıları Ortadoğu, Doğu Afrika ve Kızıldeniz'de artan kaos nedeniyle büyük bir ekonomik sarsıntı yaşayan Avrupa'nın işine gelmeyebilir. Belki de Avrupa'yı, Eski Dünya kıtalarının bu çalkantılı bölgesinde önemli bir aktör olarak konumunu sağlamlaştırması için Türkiye'nin müttefikliğine destek vermeye iten de budur.

Türkiye'nin Sudan'a yönelmesi

Türkiye ilk kez Sudan örneğinde diplomatik inceliklerden ziyade çıkarlar temelinde müzakere için tüm kartları açıkça masaya koyduğu bir inisiyatif aldı. Türkiye bunu sadece siyasi konumunu sağlamlaştırmak için değil, aynı zamanda Sudan meselesi Kızıldeniz'deki eski emellerini canlandırdığı için de yapıyor. Sudan’ın eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir döneminde Rusya’nın yanı sıra Türkiye de Sudan’ın Kızıldeniz kıyılarında bir liman ya da deniz üssü edinmeye çalışmıştı.

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’den ilk kez cumhurbaşkanlığı düzeyinde Sudan'a yapılan bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye'nin Sevakin Limanı’nın bir bölümünü geçici olarak kullanma hakkını elde ettiğini, böylece bölgeyi bir turizm beldesi ve Kızıldeniz üzerinden Mekke'ye giden hacılar için bir geçiş noktası olarak yeniden inşa edebileceğini açıkladı. Dönemin Sudan Dışişleri Bakanı İbrahim Gandur, Türkiye'nin Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında (Sudan'ın Kızıldeniz bölgesinin başkenti ve ülkenin ana limanı olan Port Sudan'ın yaklaşık 60 kilometre güneyinde yer alan bir yarımada olan Sevakin’de) Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma harap haldeki bir limanı yeniden inşa edeceğini ve burada sivil ve askeri gemilerin bakımı için bir donanma tersanesi kuracağını duyurdu.

Türkiye'nin bu girişimi, Sudan’daki barış sürecini ileriye taşıyacak bir ivme noktası olabilir, ancak bunun için başta Cidde Müzakere Platformu olmak üzere diğer müzakere girişimleriyle bütünleşmesi gerekiyor. Sudan'daki barış için yürütülen çabaları ilerletmek amacıyla Manama'dan Cenevre'ye, Cibuti’den Moritanya'ya kadar birçok bölgesel girişim oldu. Fakat bu girişimler, uygulanması Sudan hükümetinin herhangi bir müzakereye girmesinin koşullarından biri haline gelen ön anlaşmalara varmayı başaran Cidde Müzakere Platformu’nun ne ötesine geçebildi ne de yerini alabildi. Uluslararası ve bölgesel tarafların bu girişimleri arasında tamamlayıcı roller aramak üzere koordinasyon sağlamaları -ki böyle bir koordinasyon şu an yok- Sudan'da uzayıp giden savaşın kısır döngüsünü kırmada başarının anahtarı olacağına şüphe yok.



İsrail, ‘Filistin devletinin kurulmasını engellemek’ amacıyla Batı Şeria'da 19 yeni yerleşim yerinin inşasını onayladı

Batı Şeria'nın Nablus kentinin doğusunda bulunan bir İsrail yerleşim yeri (AFP)
Batı Şeria'nın Nablus kentinin doğusunda bulunan bir İsrail yerleşim yeri (AFP)
TT

İsrail, ‘Filistin devletinin kurulmasını engellemek’ amacıyla Batı Şeria'da 19 yeni yerleşim yerinin inşasını onayladı

Batı Şeria'nın Nablus kentinin doğusunda bulunan bir İsrail yerleşim yeri (AFP)
Batı Şeria'nın Nablus kentinin doğusunda bulunan bir İsrail yerleşim yeri (AFP)

İsrail güvenlik kabinesi bugün işgal altındaki Batı Şeria’da 19 yeni yerleşim biriminin kurulmasına onay verdi. Aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, bu adımın ‘bir Filistin devletinin kurulmasını engellemeyi’ amaçladığını söyledi.

Smotrich’in ofisinden yapılan açıklamaya göre, söz konusu kararla birlikte son üç yılda onay verilen yerleşim sayısı 69’a yükseldi.

İsrail’in bu kararı, Birleşmiş Milletler’in (BM) Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetlerinin hız kazandığını ve 2017’den bu yana en yüksek seviyeye ulaştığını duyurmasından birkaç gün sonra geldi.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre Smotrich’in ofisinden yapılan açıklamada, “İşgal altındaki Batı Şeria’da 19 yeni yerleşim yerinin onaylanması ve düzenlenmesine ilişkin Maliye Bakanı ile Savunma Bakanı Yisrael Katz’ın önerisi, güvenlik kabinesi tarafından kabul edildi” denildi.

Açıklamada söz konusu adım ‘tarihi’ olarak nitelendirilirken, bunun bir Filistin devletinin kurulmasını engellemeyi amaçladığı ifade edildi. Smotrich, “Fiili olarak bir Filistin terör devletinin kurulmasını engelliyoruz” dedi.

Smotrich sözlerini şöyle sürdürdü: “İzlediğimiz yolun doğru olduğuna inanarak, tarihi miras alanımızdaki yerleşim yerlerini geliştirmeye, inşa etmeye ve güçlendirmeye devam edeceğiz.”

Açıklamaya göre, onaylanan yerleşimlerin bulunduğu bölgeler yüksek stratejik öneme sahip. Bunların başında, yaklaşık 20 yıl önce Batı Şeria’nın kuzeyinde kaldırılan Ganim ve Kadim yerleşimlerinin yeniden kurulması geliyor.

Onay verilen yerleşimler arasında, fiilen mevcut olan ancak bugüne kadar yasal statüye sahip olmayan beş kaçak yerleşim de bulunuyor.

ABD Başkanı Donald Trump, daha önce İsrail’i Batı Şeria’yı ilhak etme konusunda uyarmıştı. Buna karşın İsrail’deki aşırı sağcı hükümette yer alan bazı bakanlar, bu adımı mümkün olan en kısa sürede hayata geçirmeye çalışıyor.

Batı Şeria’daki tüm İsrail yerleşimleri uluslararası hukuka göre yasa dışı kabul edilirken, yerleşim karakolları İsrail yasalarına göre de illegal sayılıyor.

İsrail’in 1967’de işgal edip ilhak ettiği Doğu Kudüs hariç olmak üzere, Batı Şeria’da yaklaşık 500 bin İsrailli yerleşimci ile birlikte yaklaşık üç milyon Filistinli yaşıyor.


Güney Afrika’da silahlı saldırı: 10 ölü, 10 yaralı

Johannesburg kent merkezinde 18 Aralık 2025 tarihli polis baskınından bir kare (AFP)
Johannesburg kent merkezinde 18 Aralık 2025 tarihli polis baskınından bir kare (AFP)
TT

Güney Afrika’da silahlı saldırı: 10 ölü, 10 yaralı

Johannesburg kent merkezinde 18 Aralık 2025 tarihli polis baskınından bir kare (AFP)
Johannesburg kent merkezinde 18 Aralık 2025 tarihli polis baskınından bir kare (AFP)

Güney Afrika polisi, Johannesburg yakınlarında düzenlenen silahlı saldırıda 10 kişinin öldüğünü, 10 kişinin ise yaralandığını açıkladı.

Fransız Haber Ajansı AFP’nin haberine göre olay, Johannesburg’un 40 kilometre batısındaki Bekkersdal kentinde, ruhsatlı bir barın bulunduğu caddede meydana geldi. Saldırının nedenine dair herhangi bilgi açıklanmadı. Polis sözcüsü AFP’ye yaptığı açıklamada, saldırganların kimlikleriyle ilgili henüz “ayrıntılı bilgi” bulunmadığını söyledi.

Reuters haberine göre polis, saldırıda yaklaşık 12 kişinin yer aldığı bilgisini verdi. Saldırganların beyaz bir minibüs ve gri bir sedanla olay yerine gelip bara ateş açtığı, ardından kaçarken etrafa gelişigüzel ateş ettikleri bildirildi. Yetkililer, saldırı nedeninin soruşturmayla ortaya çıkacağını duyurdu.

Güney Afrika’da suç oranları yüksek ve organize suç örgütlerinin etkisi dikkat çekiyor. Ülkede bireyler, kişisel güvenlik amacıyla ruhsatlı silah taşıyabiliyor ancak yasa dışı silahların dolaşımı da ciddi bir sorun oluşturuyor.

6 Aralık’ta da Pretoria’da bir işçilerin kaldığı bir eve düzenlenen silahlı baskında, aralarında üç yaşındaki bir çocuğun da bulunduğu 11 kişi öldürülmüştü. Söz konusu evde yine bir bar bulunuyordu.

Ülkede silahlı şiddet oranı son derece yüksek. Polis verilerine göre, Nisan ile Eylül ayları arasında her gün ortalama 63 kişi silahlı saldırılarda hayatını kaybediyor.


Tayvan, ada çevresinde 7 askeri uçak ve 8 Çin gemisi tespit etti

Tayvan çevresinde icra edilen askeri tatbikatlarda, Shandong uçak gemisinden kalkışa hazırlanan Çin savaş uçağı (Arşiv – AP)
Tayvan çevresinde icra edilen askeri tatbikatlarda, Shandong uçak gemisinden kalkışa hazırlanan Çin savaş uçağı (Arşiv – AP)
TT

Tayvan, ada çevresinde 7 askeri uçak ve 8 Çin gemisi tespit etti

Tayvan çevresinde icra edilen askeri tatbikatlarda, Shandong uçak gemisinden kalkışa hazırlanan Çin savaş uçağı (Arşiv – AP)
Tayvan çevresinde icra edilen askeri tatbikatlarda, Shandong uçak gemisinden kalkışa hazırlanan Çin savaş uçağı (Arşiv – AP)

Tayvan Savunma Bakanlığı, son 24 saatte Çin’in ait yedi askeri uçak ve sekiz geminin ada çevresinde görüldüğünü duyurdu.

Bakanlığın açıklamasına göre, tespit edilen uçaklardan beşi Tayvan Boğazı’ndaki orta hattı geçerek ülkenin kuzey ve güneybatı Hava Savunma Tanımlama Bölgesi’ne girdi. Şarku’l Avsat’ın Taiwan News’ten aktardığı habere göre Tayvan ordusu bu hareketliliğe karşı deniz ve hava unsurlarını görevlendirerek sahil füze sistemleri de bölgede hazır konuma getirildi.

Tayvan, bu ay şu ana kadar Çin ordusuna ait uçakları 235, gemileri ise 148 kez tespit etti. Çin, Eylül 2020’den bu yana Tayvan çevresindeki askeri uçak ve gemi faaliyetlerini kademeli şekilde artırarak gri bölge taktiklerini yoğunlaştırmış durumda.

Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS), gri bölge taktiklerini, “Bir devletin doğrudan ve yoğun güç kullanımına başvurmadan güvenlik hedeflerine ulaşmasını amaçlayan çaba veya çabalar bütünü” olarak tanımlıyor.