İran'ın “direniş eksenindeki” son domino taşı: Irak

İran, Arap ülkelerine yönelik stratejisini bir ‘direniş ekseni’ oluşturma ilkesi çerçevesinde ‘devrimi ihraç etmek’ üzerine yürüttü

Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)
Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)
TT

İran'ın “direniş eksenindeki” son domino taşı: Irak

Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)
Beşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana Şam'ın Eski Şehir bölgesinde yer alan Emevi Camii'nde kılınan ilk Cuma namazı sırasında muhalif gruplardan bir savaşçının taşıdığı tüfeğin namlusunun ucuna yerleştirdiği bir gül, 13 Aralık 2024 (AFP)

İyad el-Anber

İranlı bir siyasetçinin bir halıcı satıcısına benzetildiği deyimi her zaman duyarız. Bu benzetme işçiliğin yüksek ustalığına, ipliklerin dokunmasındaki hassasiyete ve halı bir tablo gibi ortaya çıkana kadar gösterilen uzun sabra işaret eder. Bu benzetme, İranlı siyasetçilerin İran dış politikasını planlama ve uygulamadaki üst düzey siyasi profesyonelliğini tahayyül etmemizi kolaylaştırır.

İran, Arap ülkelerine yönelik stratejisini bir ‘direniş ekseni’ oluşturma ilkesi çerçevesinde ‘devrimi ihraç etmek’ üzerine yürüttü. İran'ın ‘Şii hilali’ adı altındaki nüfuzu Irak'tan Suriye üzerinden Lübnan'a uzanırken, Filistin'deki İslami direniş gruplarını etkisi altına alıyor ve güneyde Yemen'e doğru ilerliyor. Tahran'ın düşman olarak sınıflandırdığı taraflarla doğrudan çatışmaya girmemesini sağlamayı amaçlıyor.

Otuz yıl boyunca İran bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu kabul ettirmeyi başardı. İran, tıpkı eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad döneminde İstihbarat Bakanı olarak görev yapan Haydar Muslihi'nin 2015 yılında yaptığı bir açıklamada söylediği gibi dört Arap ülkesinin başkentini kontrol ettiğini açıkça ilan etmeye başladı. Muslihi, söz konusu açıklamasında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya cevaben “İran zaten dört Arap ülkesinin başkentini kontrol ediyor” demişti. İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Hasan Ruhani döneminde Etnik ve Dini Azınlıklar İşleri Özel Temsilci olarak gören yapan Ali Yunusi ise Irak'ın ‘İran'ın yeni imparatorluğunun başkenti’ olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney ise 2022 yılındaki bir konuşmasında “Lübnan, Irak ve Suriye'deki aktif politikamız Amerika'nın planını bozmayı başardı” diye övündü.

İranlı karar alıcı, 7 Ekim 2023’ü hayal dahi etmemişti. Ancak bunu memnuniyetle karşılayıp İsrail'e karşı savaşta niteliksel bir sıçrama olarak nitelendirdi. Hamaney'in ifadesiyle o gün yaşananlar ‘Siyonist varlıkla normalleşme girişimlerini ve onun bölge üzerindeki kontrolünü engellediğinden’ bölge için gerekliydi. Fakat Aksa Tufanı Operasyonu İsrail'in İran'ın bölgedeki nüfuzuna karşı savaş ilanının başlangıcı oldu. Ardından Hizbullah ve İsrail arasında bir ateşkes anlaşmasına varılması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1701 sayılı kararının yeniden uygulanmasıyla sona erdi.

“İsrail Başbakanı Netanyahu’nun son BM toplantısında elinde tuttuğu harita İran ve desteklediği direniş eksenine açık bir mesajdı. Haritada İsrail’i tehdit eden ülkeleri ‘lanetli ülkeler’ olarak nitelendirdi.

İsrail ile Hizbullah arasında ateşkese varılmasının ardından İran rahat bir nefes almıştı ki Suriyeli silahlı muhalif grupların Suriye ordusunun kontrolündeki şehirlere saldırdığı haberleri yayılmaya başladı. İran, daha önce 2011 yılında yaptığı gibi bu saldırıları püskürtmek için askeri olarak harekete geçmeyi bu kez başaramadı. Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin diplomatik çabaları da işe yaramadı. Olaylar 11 gün sonra Beşşar Esed'in ülkesinden kaçması ve muhalif grupların Şam'ın kontrolünü ele geçirmesiyle son buldu.

Otuz yıldır İran'ın liderleri bölgesel nüfuz için bir halı dokuyorlardı. Ancak bir yıldan kısa bir süre içinde bu halı parçalandı. Lübnan'daki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, yardımcısı Haşim Safiyuddin ve önde gelen askeri komutanlar başta olmak üzere bölgesel projesindeki önemli isimleri birer birer kaybetti.

Bir sonraki karşılaşma

İranlı liderler, Suriye'deki nüfuzlarının çökmesi nedeniyle derin bir travma yaşıyor. Her ne kadar Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah'ın öldürülmesiyle en üst seviyeye ulaşmış olsa da İsrail'in Hizbullah'a karşı savaşının sonucu tahmin edilebilir düzeydi. Fakat Suriye'nin kaybedilmesi, İran'ın nüfuz alanındaki domino taşlarının birer birer düşmesi anlamına geliyor ve Irak son taş olabilir.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun son BM toplantısında elinde tuttuğu harita İran ve desteklediği direniş eksenine açık bir mesajdı. Haritada İsrail’i tehdit eden ülkeleri, yani İran, Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Suriye’yi ‘lanetli ülkeler’ olarak nitelendirdi. İran bu mesajı, İran’a ve Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı bir savaş ilanı olarak gördü. Savaşın misyonu bu kez İran’ı kendi sınırları içine çekmek ve bölgedeki gücünü ve nüfuzunu azaltmaktı.

“Irak'taki durum, Ortadoğu haritasını değiştirecek savaşta bir sonraki rolünün ne olacağına dair bir beklenti olmaya devam ediyor. Irak hükümeti ve birçok siyasetçi, İsrail'in İran’ın bölgesel nüfuzuyla savaşacağı bir sonraki istasyonun Irak olduğunu biliyor.

İranlılar bu tehditlerin farkında. İran'ın bazı dış politika elitlerine bağlı bir siyasi analiz sitesi olan Iranian Diplomacy, ‘nihai hedefin İran ve İsrail'in güvenliği için direniş ekseninden arınmış yeni bir Ortadoğu yaratmak olduğunu’ yazdı. İran'ın yarı resmi ajansı ISNA’nın haberine göre İran Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Üyesi Muhsin Rızai, “Irak'a saldırmaya hazırlanıyorlar. Bir sonraki planın hedefi, İran'a saldırmak olacak” açıklamasında bulundu.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre İran’ın Irak'taki nüfuzunun iki yüzü var. Bunlardan birincisi, Cumhurbaşkanından Dışişleri Bakanına ve iktidardaki diğer yetkililere kadar resmi kurumlar tarafından temsil edilen resmi yüz. Tahran'daki yetkililer her zaman Irak ve İran arasındaki stratejik ilişkinin derinliğini vurgulamaya çalışıyor. Suriye'deki gelişmeler sırasında İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin Bağdat’ı ziyareti, Irak ve İran'ın Suriye konusunda tutumlarını birleştirecekleri mesajı verdi.

Gayri resmi olan ikinci yüzü ise Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), Kudüs Gücü, İstihbarat Bakanlığı ve İslam İnkılabı Rehberi Bürosu tarafından temsil ediliyor. Resmi kurumlara paralel bir şekilde hareket eden bu kurumlar, silahlı gruplar, siyasi liderler, medya, dini kurumlar ve hatta ekonomik dosyalar konusunda belki de daha etkili ve belirleyici bir statüye sahip.

En karmaşık olan yüz de Irak ve İran arasındaki bu gayri resmi ilişki. İran, son 20 yılda bu adresler aracılığıyla tüm siyasi, güvenlik ve ekonomik bağlantı noktalarına nüfuz etmeyi başardı. İşte tam da bu noktada İran’ın tüm nüfuz alanları üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırmaya çalışacağına şüphe yok. İran, Irak'taki nüfuzuna ya da kendisiyle bağlantılı gruplara yönelik tehditler arttıkça, nüfuz gücünü korumak için manevra yapmasına olanak tanıyacak alternatifleri değerlendirebilir.

İran, Irak üzerindeki nüfuzunu ve gücünü kaybetmeyi kolay kolay kabullenemez. Herhangi bir tehdit altında küçülmeyi de kabullenmez. Bu yüzden İranlılar, tıpkı Suriye'yi kaybettiklerinde olduğu gibi, bir sonraki çatışmada silahlı grupların kurban edilmesini bir oldu-bitti olarak kabul edebilirler. Ancak bu, Irak’taki nüfuzunu tamamen sona erdirmek ve ekonomik menfezlerini kaybetmekten ziyade nüfuzunun azalmasını kabul etmeye yönelik bir kayıp olacak.

Güvenlik ve ekonomi

Irak'taki durum, Ortadoğu haritasını değiştirecek savaşta bir sonraki rolünün ne olacağına dair bir beklenti olmaya devam ediyor. Irak hükümeti ve birçok siyasetçi, İsrail'in İran’ın bölgesel nüfuzuyla savaşacağı bir sonraki istasyonun Irak olduğunu biliyor. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, BMGK’ya gönderdiği ve İsrail'in ‘meşru müdafaa hakkından’ bahsettiği mektupta saldırılardan Irak hükümeti sorumlu tutuldu. Mektup ayrıca BMGK’yı harekete geçmeye ve Irak hükümetinin yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamaya çağırıyordu.

“İran’ın direniş eksenine ağır darbe indiren fırtınanın yansımaları Irak’ı da vuracaktır, ancak Irak'ın bir arka bahçe değil, yüksek çıkarlarına göre hareket eden bir ülke olarak normal statüsünü yeniden kazanması için gerçek bir fırsat olabilir.

Dolayısıyla Irak'a yönelik bir sonraki tehdidin iki düzeyi olacak. Bunlardan birincisi, İsrail'in Irak'ı doğrudan hedef alacağı güvenlik düzeyi. Fakat bu düzey, silahlı grupların mevzilerinin yoğunlaştığı bölgelerle, özellikle de İsrail'i tehdit edebilecek grupların silahlarıyla sınırlı olabilir. İran’ın Irak'taki nüfuzunun cephelerini temsil ettikleri için silahlı grupların üst düzey liderleri hedef alınabilir.

İkincisi ise Irak ekonomisinin can damarı olan petrole, yani ekonomiye yönelik tehdit. S&P Global Ratings tarafından hazırlanan bir rapora göre ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'ın İran'a karşı yeniden uygulamayı planladığı azami baskı politikası, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) ikinci büyük petrol üreticisi olan ve petrol kaçakçılığının kalesi olarak bilinen Irak'a kadar uzanabilir.

ABD'nin İran'a uyguladığına benzer ikincil yaptırımların Irak’a da uygulanabileceğine işaret eden rapora göre bu da Irak'ın günlük 4 milyon varilden fazla olan petrol üretimini ve günlük yaklaşık 3,6 milyon varil olan petrol ihracatını tehdit edecek. Trump, Irak Devlet Petrol Pazarlama Şirketi (SOMO) de dâhil olmak üzere İran'la bağlantılı bazı kurumları ve kişileri kapsayan yaptırımlar uygulayabilir.

asxcdfvgth
İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney, Tahran'da cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaptığı konuşmanın ardından basına hitap etmek üzere kürsüye giderken, 28 Haziran 2024 (AFP)

İsrail'in güvenlik tehdidi ve ABD'nin İran'ın Irak'taki nüfuzunu hedef alan ekonomik tehdidi tüm açıklığıyla ortada olmasına rağmen ne Bağdat hükümeti ve siyasi liderlerin bunlarla yüzleşmek için bir vizyonu ya da planlaması var ne de İran'ın bunlarla başa çıkabilir. Silahlı grupları hedef alarak İran'ın askeri nüfuzunu azaltmanın İsrail'e yönelik tehdidini durdurmakla sonuçlanmayacağı, aksine mevcut tablo ve olaylar üzerindeki nüfuzunu azaltmakla sonuçlanacağı için bu ikisi arasındaki bağlantı açıkça görülüyor. Irak’ın petrol üretimine ve ihracatına uygulanacak yaptırımlar, hükümeti ve ona bağlı siyasi güçleri zayıflatacaktır. Çünkü vatandaşlarına karşı yükümlülüklerini, özellikle de devlet bütçesinin büyük kısmının aktarıldığı memur ve emekli maaşlarını ödeyemez olacaktır.

İran’ın direniş eksenine ağır darbe indiren fırtınanın yansımaları Irak’ı da vuracaktır, ancak Irak'ın bir arka bahçe değil, yüksek çıkarlarına göre hareket eden bir ülke olarak normal statüsünü yeniden kazanması için gerçek bir fırsat olabilir. Irak’ta bu fırsattan yararlanabilecek ve bunu devletin çıkarları doğrultusunda kullanabilecek devlet adamlarına ihtiyaç var. Belki de İsrail ve ABD tehdidinden bile daha büyük bir tehlike, Irak'ta böyle devlet adamlarının olmamasıdır. İran'ın Irak’taki nüfuzunun bu kadar güçlü olmasının başlıca nedeni de bu olabilir.



Almanya’da hazırlanan bir raporda Avrupa için NATO'suz bir geleceğe hazırlanılması çağrısı yapıldı

ABD Başkanı Donald Trump istikrarsızlık kaynağı olarak görülüyor (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump istikrarsızlık kaynağı olarak görülüyor (AFP)
TT

Almanya’da hazırlanan bir raporda Avrupa için NATO'suz bir geleceğe hazırlanılması çağrısı yapıldı

ABD Başkanı Donald Trump istikrarsızlık kaynağı olarak görülüyor (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump istikrarsızlık kaynağı olarak görülüyor (AFP)

İnci Mecdi

Almanya ve Avrupa'nın önde gelen akademisyenleri, Başkan Donald Trump yönetimindeki ABD’de yaşanan siyasi değişimler ve bunun NATO'nun güvenilirliği açısından doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulunarak Avrupalıları NATO'suz bir geleceği düşünmeye çağırdı. Almanya'nın önde gelen dört barış ve çatışma araştırma enstitüsü tarafından hazırlanan ve politika yapıcıları yakından ilgilendiren yıllık rapor, ‘Barışı Kim Kurtaracak?’ başlığı taşıyordu. Araştırmacılar raporda geleceğe dair karamsar bir tablo çizerken 1987 yılından bu yana bir barış raporunun bu kadar karamsar olduğu pek görülmemişti. 2025 Barış Raporu, Avrupa'nın barış hedefini desteklemeye devam ederken kendi güvenliği ve savunması için sorumluluk alması gerektiğinin altını çiziyor.

Almanca olarak yayınlanan ve Alman Yayın Kurumu (Deutsche Welle/DW) tarafından İngilizce olarak alıntılanan raporun giriş bölümünde Ukrayna, Gazze ve Sudan'da savaşların sürdüğü, 122 milyondan fazla insanın evlerinden edildiği ve dünya genelinde başka birçok şiddetli çatışmanın yaşandığı belirtildi. Rapora göre Atlantik'in diğer yakasında Başkan Trump, ülkesini otoriter bir devlete dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda dış politikasında kurallara uymak ve iş birliği yapmak yerine güç politikalarını tercih ediyor.

Avrupa Birliği ile ABD arasındaki ortaklığın sonu

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre araştırmacılar, ABD Başkanı ve “Amerika'yı Yeniden Büyük Yap" (Make America Great Again - MAGA) hareketinin dünyanın en eski demokrasisini otoriter bir rejime dönüştürmeyi ‘kısa sürede ve çok az dirençle başardığını’ vurgularken uluslararası düzeyde ise ‘liberal kurumları ve kazanımları yok etmeyi’ teşvik ettiği ve ‘otoriter liderler ve diktatörlerle yakın ilişkiler kurarak liberal demokrasilerde aşırı sağcı popülist hareketleri’ desteklediğini belirtti.

Leibniz Barış ve Çatışma Araştırmaları Enstitüsü'nden Christopher Daase, Berlin'de raporun sunumu sırasında yaptığı açıklamada, son yıllarda analizlerinin Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısına ve Avrupa barış ve güvenlik sistemini kasıtlı olarak tahrip etmesine odaklandığını, ancak o zamandan bu yana güvenlik durumunun daha da kötüleştiğini söyledi. ABD'nin ‘başka bir istikrarsızlık kaynağı haline geldiğini’ söyleyen Daase, ‘otoriterliğin bulaşıcı hale gelme’ riski bulunduğunu da sözlerine ekledi. Daase, Avrupa'da uluslararası yargının zayıflatılması, akademik araştırma özgürlüğünün sorgulanması ve dini kurumlar gibi toplumsal aktörlerin bağımsızlığına müdahale girişimleri başta olmak üzere endişe verici işaretlere dikkati çekti.

2025 Barış Raporu, Avrupa ve ABD arasındaki ‘bildiğimiz’ transatlantik ortaklığın ‘bittiği’ tespitinde bulunuyor. Bu durumun askeri iş birliği için de geçerli olduğuna işaret eden araştırmacılar, “NATO'nun ortak savunma taahhüdünün güvenilirliği sarsıldı. ABD ile Rusya arasındaki yakınlaşma sadece Ukrayna'yı değil, Avrupa'nın çıkarlarını da tehdit ediyor” ifadelerini kullandılar. Daase, “Sorun şu anda NATO'nun temel değerleri çoktan çökmüş olmasına rağmen NATO olmadan hiçbir şey yapılamadığı için kimsenin NATO'nun sonuna geldiğini açıkça konuşmak istememesi” yorumunda bulundu. ‘NATO'yu aşmaya çalışıyoruz” diyen Daase, NATO'nun mümkün olan her yerde onunla birlikte çalışmaya devam etmesi ve aynı zamanda Avrupa'nın kabiliyetlerini güçlendirmesi gerektiğini söyledi. Raporda Alman hükümetine ‘şeffaf ve aşamalı bir planla Avrupa savunma yapılarının geliştirilmesi ve entegrasyonu’ tavsiye edildi.

İsrail'e silah ihracatının durdurulması

Rapora katkı sağlayan araştırmacılar, uluslararası hukukun tüm dünyada erozyona uğraması, özellikle de sivillerin hedef alındığı, hastanelerin ve okulların kasten bombalandığı ve insani yardımların engellendiği ya da siyasi olarak istismar edildiği ‘savaşta insanlıktan çıkma’ sürecinin yaşandığını belirtirken bu duruma dair ciddi endişelerini dile getirdiler. Bu durum özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşta ve Gazze'deki savaşta açıkça görülüyor. Ayrıca savaşın 53 binden fazla insanın ölümüne ve bölgenin büyük ölçüde yıkıma uğramasına neden olduğu Gazze Şeridi’ndeki durumdan duydukları dehşeti dile getiren araştırmacılar, İsrail’e Gazze ve Batı Şeria'da kullanabileceği tüm silah sevkiyatlarının ‘acilen durdurulması’ çağrısında bulundular. Raporda İsrail'in uluslararası insancıl hukuku ve insan haklarını ‘açıkça ihlal ettiği’ ve ‘meşru müdafaa sınırlarını aştığı’ vurgulandı. Raporda Alman hükümetine uluslararası hukuka saygı göstermesi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Almanya'ya davet etmemesi çağrısında bulunuldu.