Bölgedeki nüfuzu yeniden şekillendirme fırsatları

Riyad, on yıl boyunca tüm siyasi, askeri ve kalkınma cephelerdeki mücadelesinin ardından Suriye, Lübnan ve Irak'ı geri alarak bazı stratejik kazanımlar edindi mi?

Suudi Arabistan diplomasisi bölgede art arda yaşanan krizler karşısında ender görülen bir ivme yakaladı (X platformu)
Suudi Arabistan diplomasisi bölgede art arda yaşanan krizler karşısında ender görülen bir ivme yakaladı (X platformu)
TT

Bölgedeki nüfuzu yeniden şekillendirme fırsatları

Suudi Arabistan diplomasisi bölgede art arda yaşanan krizler karşısında ender görülen bir ivme yakaladı (X platformu)
Suudi Arabistan diplomasisi bölgede art arda yaşanan krizler karşısında ender görülen bir ivme yakaladı (X platformu)

Mustafa el-Ensari

Hamas Hareketi ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinli silahlı gruplar tarafından İsrail’e karşı gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu, bölgede, tufanı başlatanların yanı sıra bunu hem Filistin’in hem de Lübnan ve Suriye'de vekilleri olan İran’ın varlığını ezmek için yeri doldurulamaz bir fırsat olarak gören İsraillilerin de aralarında olduğu birçok gücün arzularına ters düşen daha büyük bir tufanın fitilini ateşledi.

İsrail, istediğini elde ettiğini düşünse de bölgedeki diğer aktörler de bunu uygun bir fırsat olarak görüp rüzgârı İsrail yelkenlilerinden uzaklaştırdı. Şam'ın devrik lider Beşşar Esed rejiminden kurtarılması, bölgedeki nüfuzu sonsuza dek yeniden şekillendirebilecek bir dönüm noktası oldu. Bu gelişme aynı zamanda Lübnan'da yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesine de olanak sağladı. Lübnan ve ordusu, ülkedeki karmaşık gerçeklere göre sınırları belirleyerek ve Hizbullah'ı silahsızlandırarak savaşın durdurulması anlaşmasının şartlarını uygulayacağının sözünü verdi.

Bazı güçler bu büyük değişimlerde, ortaya çıkan nüfuz alanlarının kendi çıkarlarına göre yeniden şekillenmesi için bir fırsat olduğunu gördüler. Bu yüzden Türkiye, Körfez ülkeleri ve müttefiklerinin, gerileyen eksenin dayattığı çatışma politikalarından etkilenen taraf olarak ortaya çıkması bekleniyordu.

Suudi Arabistan bu güçlerin başında yer alırken, ister Filistin’de ister Suriye’de isterse Lübnan’da ya da Irak'ta olsun Arap ulusal güvenliğini korumakla ilgilendiği için ilk krize (7 Ekim) en çok tepki veren ülke oldu. Bugün Washington, Pekin ve Moskova gibi başlıca bölgesel ve uluslararası müttefikleriyle koordinasyon içerisinde olan Riyad, bölgenin istikrarı ve güvenliği lehine yeni kurallar oluşturmak gibi büyük bir zorlukla karşı karşıya. Bu da kalkınma planı ve Tahran’ın ya da Tel Aviv'in tercih ettiği değil, yeni bir Ortadoğu'ya yönelik gelecek vizyonu için bir ihtiyaç.

Riyad, 2030 Vizyonu lansmanı ve dış politikasındaki stratejik değişimlerle birlikte bölgesel ve uluslararası arenada önemli bir oyuncu olarak konumunu yeniden şekillendirmeyi başardı. Bölge ülkelerinin istikrarını desteklemek için küresel güçlerle ekonomik ortaklıklarını genişletebildi. Diplomasisi, çetrefilli dosyaları yönetebileceğini ve bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkili olabileceğini kanıtladı.

Batılı bir yetkili, Suudi Arabistan'ın temel çıkarlarından ödün vermeden büyük güçleri dengeleme konusunda eşsiz bir yetenek sergilediğini belirtti. Aynı yetkiliye göre bu dinamik, Suudi Arabistan’ın Doğu ile Batı arasında köprü olma rolüne ilişkin sofistike bir anlayışı da yansıtıyor.

Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşmeye yönelik ivme kazanan adımlara rağmen Filistin davasına verdiği desteği dış politikasının temel önceliği haline getirmekten vazgeçmiş değil. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, Davos 2023 Zirvesi sırasında yaptığı açıklamalarda, Filistin meselesi çözülmeden ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan adil ve kapsamlı bir barışa ulaşılamayacağını vurguladı.

Suudi Arabistan Suriye'de öncü bir rol üstleniyor

Suudi Arabistan diplomasisinin kazandığı ivmenin en belirgin özelliklerinden biri, on yıl boyunca savaşın yansımalarından zarar gören Suriye'ye yönelik hamle oldu. Suriye'nin Arap Birliği (AL) üyeliğine geri döndürme çabalarını destekleyen Suudi Arabistan, ardından İran'ın nüfuzunu azaltmaya ve Suriye'yi ulusal ve sürdürülebilir bir temelde yeniden inşa etmeye çalıştı. Esed rejiminin düşmesinin ardından Suriye'deki yeni geçiş yönetiminin arkasında durarak inisiyatif alan Suudi Arabistan, Suriye halkının özlemlerini gerçekleştirmek için sanki kendisini onun savunucusu olarak atamışçasına insani ve uluslararası desteği Suriye’deki bu yeni yönetim için seferber etti.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman, ülkesinin Suriye'yi desteklemekteki kararlılığını ender görülen bir şekilde ifade etti. Prens Halid bin Selman, 8 Aralık'ta Şam'ın kontrolünü ele geçiren Suriye’deki geçici yönetimin ilk yurtdışı ziyareti kapsamında Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani başkanlığındaki yeni yönetimden bir heyeti kabulü sırasında yaptığı açıklamada “Suriye'deki kardeşlerimiz yıllarca savaş, yıkım ve zor yaşam koşullarına maruz kaldılar. Suriye'nin istikrara kavuşması, yükselmesi ve en önemlisi kardeş Suriye halkının kendilerinin olan kaynaklardan faydalanmasının zamanı geldi” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Suriyeli siyasi analist Yahya el-Aridi, “Suudi Arabistan, Suriye'de siyasi bir çözüme ulaşılması ve devletin tiranlık ve yolsuzluktan uzak, yasal temeller üzerinde yeniden kurulması için çok önemli bir rol oynuyor” değerlendirmesinde bulundu.

Öte yandan Suudi Arabistan, siyasi ve ekonomik krizlerin iç içe geçtiği Lübnan'da yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesi için yapılan baskılarda kilit bir rol oynadı ve bu adımın istikrarı sağlamanın anahtarı olduğunu savundu. Siyasi analist Visam Haddad, Şarku’l Avsat’ta, Suudi Arabistan’ın Lübnan'ı izole bir ülke olarak değil, bölgesel istikrarın bir parçası olarak gördüğünü ve ekonomik yardımı devlet kurumlarına güveni yeniden inşa edecek köklü reformlarla ilişkilendirdiğini yazdı. Bu süreç, ilk yurt dışı durağı Riyad olan yeni bir cumhurbaşkanının seçilmesiyle başladı.

Suudi Arabistan Irak'ta, Bağdat ve Riyad arasındaki ekonomik ortaklıkları güçlendirmek amacıyla enerji ve kalkınma projelerine yatırım yaptı. Bu ortaklıklar, İran'ın nüfuzunu azaltmayı ve Irak'ın bağımsız bir Arap devleti olarak rolünü yeniden kazanmasını sağlamayı amaçlayan daha geniş bir stratejinin parçasıydı.

Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) tarafından hazırlanan bir rapora göre Suudi Arabistan Irak'ta ‘nüfuza karşı kalkınma’ politikasını benimsedi ve kendisini siyasi ya da askeri destekle sınırlamak yerine Irak halkına doğrudan hizmet eden ekonomik projeleri desteklemeye yöneldi.

Suudi Arabistan’ın dış politikasındaki değişimler, reaktif politika yerine doğrudan etkiye yönelik niteliksel bir dönüşümü yansıttı. Böylece Suudi Arabistan artık olayların sadece bir gözlemcisi değil, bölgesel politikaların şekillendirilmesinde kilit bir oyuncu haline geldi. Bu, insani yardım ve kültürel diplomasi gibi yumuşak güç araçlarını, stratejik ittifaklar kurmak ve siyasi baskı uygulamak gibi sert güç araçlarıyla birleştiren bir yaklaşım.

İran'ın denklemdeki rolü

Suudi Arabistan diplomasisindeki ivme, Suriye'den Lübnan’a ve de Irak'a, Filistin meselesinden Çin ile stratejik ortaklıklara kadar bölgesel ve uluslararası rolünü geliştirmeye yönelik kapsamlı bir vizyona sahip olduğunu gösteriyor. Riyad, bölgedeki güç denklemlerini yeniden şekillendiren, istikrarına hizmet eden ve büyük bir güç olarak konumunu güçlendiren yeni bir nüfuzun hatlarını çizebildi.

Suudi Arabistan’ın tüm bölge için çatışma yerine kalkınma ve istikrarı destekleyen yaklaşımının netliği, Mart 2023'te Pekin’in arabuluculuğunda İran'la yaptığı anlaşmadan sonra İran’ın bölgeyle bütünleşme şansı arttığından, birçok gözlemcinin Şam'daki müttefiki Esed rejiminin düşmesinden sonra bile devrimci ve yayılmacı politikalarını değiştirme konusundaki ciddiyetine dair kuşkularını dile getirmelerine rağmen İran rejiminin bile denklemde olumlu bir rol oynamaya aday hale getirdi.

Krizler başka krizleri doğurur

Bölgedeki nüfuz alanlarının yeniden şekillendirilmesi aşamasında özellikle yılların deneyiminin bölgedeki çatışmanın çekirdeği olduğunu kanıtladığı Filistin sorunuyla ilgili olanlar başta olmak üzere bazı fırsatların beklenmesine rağmen, radikal örgütlerin ve siyasal İslamcıların yeniden ortaya çıkması gibi birtakım zorluklar da var.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Enstitüsü tarafından yayınlanan bir araştırmaya göre dönüşümlerin ve krizlerin birikimi Suudi karar alıcıları ve kabiliyetleri üzerinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir yük oluşturdu. Bu dönüşümler yerel, bölgesel ve uluslararası karmaşıklıkları nedeniyle her geçen gün daha etkili hale geliyor. Bu da Suudi Arabistan’ın dış politikasının bölgesel krizden kaynaklanan büyük zorluklarla her zamankinden daha fazla karşı karşıya olduğu anlamına geliyor.

Rapor, İran rejiminin kurulduğu 1979 yılından bu yana bölgenin tanık olduğu krizlerden yıkıcı Körfez savaşlarını takiben ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan olaylara ve İran'ın Arap ülkelerini iç işlerine müdahalesine kadar geniş kapsamlı bir içeriğe sahip.



Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk


Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
TT

Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)

Papa XIV. Leo, bugün yeni atanan büyükelçilere, Vatikan'ın dünya çapındaki insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını söyledi.

Bu, Papa Francis'in ölümünün ardından mayıs ayında Katolik Kilisesi'nin başına seçilen Amerikalı Papa'nın felsefesini ortaya koyan en net açıklamalardan biri.

Papa, 13 büyükelçiden oluşan gruba hitaben yaptığı konuşmada, "Kutsal Makam'ın, giderek bölünen ve çatışmalarla dolu küresel toplumumuzda yaşanan ciddi eşitsizlikler, adaletsizlikler ve temel insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını bir kez daha vurgulamak isterim" ifadelerini kullandı.

Kutsal Makam, Papa başkanlığındaki Kilise'nin yönetim organıdır ve 1,4 milyar Katolik üzerinde manevi otoriteye sahiptir.

Papa, "Kutsal Makam'ın diplomasisinin, özellikle vicdanlara hitap ederek ve yoksulların, güvencesiz koşullarda yaşayanların ve toplumun dışına itilenlerin seslerini dinleyerek, sürekli olarak insanlığın iyiliğine hizmet etmeye yönelik olduğunu" ifade etti.

Leo, eşitsizliğe odaklanarak, papalık dönemi boyunca göçmenlerin ve diğer savunmasız grupların haklarını savunan selefi Papa Francis'in önceliklerini temel alıyor.

Peru'da yaklaşık 20 yıl misyonerlik yapan Leo, Başkan Donald Trump döneminde Amerika Birleşik Devletleri'nde göçmenlere yönelik "saygısız" muameleyi eleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Vatikan tarafından bugün kabul edilen yeni akredite büyükelçiler arasında Özbekistan, Moldova, Bahreyn, Sri Lanka, Pakistan, Liberya, Tayland, Lesotho, Güney Afrika, Fiji, Mikronezya, Letonya ve Finlandiya vardı.