Suriye Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan'a gerçekleştirdiği başarılı ziyaretin ardından Riyad'dan ayrıldı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman dün Riyad'da gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile vedalaştı. (Fotoğraf: Bender el-Calud)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman dün Riyad'da gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile vedalaştı. (Fotoğraf: Bender el-Calud)
TT

Suriye Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan'a gerçekleştirdiği başarılı ziyaretin ardından Riyad'dan ayrıldı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman dün Riyad'da gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile vedalaştı. (Fotoğraf: Bender el-Calud)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman dün Riyad'da gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile vedalaştı. (Fotoğraf: Bender el-Calud)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve beraberindeki heyet bugün Riyad'dan ayrıldı. Heyeti, Kral Halid Uluslararası Havaalanı’nda Riyad Emiri Prens Faysal bin Bender bin Abdulaziz ve Devlet Bakanı Muhammed bin Abdulmelik eş-Şeyh uğurladı.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile Suriye'deki son gelişmeleri ve ülkenin güvenlik ve istikrarını destekleme yollarını görüştü.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman, göreve gelmesinden bu yana ilk yurtdışı ziyaretini gerçekleştirmek üzere Suudi Arabistan'a gelen eş-Şera'yı dün Riyad'daki ofisinde kabul etti.

Suudi Arabistan resmi haber ajansı SPA, iki tarafın iki ülke arasındaki ilişkilerin yönlerini ve çeşitli alanlarda geliştirilmesine yönelik fırsatları ele aldıklarını, ayrıca bölgesel durumdaki gelişmeleri ve bu konuda sarf edilen çabaları gözden geçirdiklerini belirtti.

Jxjdh
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman dün Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yı kabul etti. (SPA)

Suriye Cumhurbaşkanı, Veliaht Prens'e samimi duyguları ve Krallığın Suriye halkına yönelik tutumları için teşekkür ve takdirlerini ifade etti. Ziyaret sırasında ‘Suriye'deki son gelişmeleri’ ve ülkenin güvenlik ve istikrarını destekleme yollarını görüştüklerini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Suriye resmi haber ajansı SANA’dan aktardığına göre eş-Şera, “Suriye'nin geleceğini inşa etmesine destek olmak için gerçek bir arzu ve Suriye halkının iradesini ve Suriye'nin birlik ve toprak bütünlüğünü desteklemek için bir istek gördük” dedi.

Nxnxn
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera Riyad'dan ayrılırken Riyad Emiri Prens Faysal bin Bender bin Abdulaziz tarafından uğurlandı. (SPA)

Eş-Şera, ‘özellikle geçen ay Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da yapılan görüşmelerden sonra Suriye'nin Arap ve uluslararası pozisyon ve konulardaki rolünü arttırmak için’ siyasi ve diplomatik iş birliğinin devam edeceğini vurguladı.

Suudi Arabistan, kardeş ülkenin ekonomisinin ilerlemesine olanak sağlamak ve Suriye halkının insanca yaşamasını desteklemek amacıyla, Suriye'ye uygulanan yaptırımların bir an önce kaldırılması için üst düzey diplomatik çabalara öncülük ediyor.



Trumpizm dünyayı sarsabilir

Görsel: Sara Padovan (Al Majalla)
Görsel: Sara Padovan (Al Majalla)
TT

Trumpizm dünyayı sarsabilir

Görsel: Sara Padovan (Al Majalla)
Görsel: Sara Padovan (Al Majalla)

Aleksandr Dugin

Birçok kişi Donald Trump'ın ABD’de başkanlığı yeniden kazanıp Beyaz Saray'a gelişiyle birlikte geleneksel siyaset tarzına geri döneceğini düşünüyor. Her ne kadar kendine özgü bir tat ve doğallıkla da olsa, ilk döneminde kısmen böyle olmuştu. Ancak ben durumun böyle olmayacağından eminim.

Gerçek şu ki, Trump bir devrim planlıyor. İkinci başkanlık döneminin ilk günleri, Trump'ın Amerika'sında neler olup bittiğine ciddi bir şekilde bakmak için en uygun zaman. Gerçekten de yaşananların önemi küçümsenemez. Bu makale bir ideoloji olarak Trumpizm'in ana hatlarına detaylı bir bakış sunuyor.

Post-liberalizm

Trump'ın Başkan Yardımcısı JD Vance kendisini açıkça ‘post-liberal’ olarak tanımlıyor. Bu tanımlama son yıllarda ABD siyasetine hâkim olan sol-liberalizmden net bir kopuş anlamına geliyor. Bugün iktidarda olanlar liberal düşünceyi büyük ölçüde gözden geçirmek ve belki de tamamen ortadan kaldırmak istiyor gibi görünüyor. Bu temizlik, benim ‘derin devlet’ olarak adlandırmayı tercih ettiğim Amerikan siyaset kurumunun kendisine de nüfuz edebilir.

Trumpizm bu şekilde, yakın zamana kadar hâkim olan sol-liberalizme doğrudan karşı duran bağımsız ve farklı bir ideoloji olarak yavaş yavaş şekilleniyor. Trumpizm, katkısız ve duru olmasa da ayırt edici özelliklere özgü net bir yapıya sahip.

Öncelikle Trumpizm, insanlığı ulusal sınırların yavaş yavaş ortadan kalktığı ve ulus devletlerin egemenliklerini uluslarüstü oluşumlar (Avrupa Birliği [AB] gibi) lehine bıraktığı, ekonomik ve kültürel bakımdan birleşik bir varlık olarak öngören küreselleşmeye kesin ve açık bir şekilde karşı. Aralarında Klaus Schwab, Bill Gates ve George Soros gibi isimlerin de bulunduğu küreselleşme savunucuları, bu yolun sonunda, bir dünya hükümetinin kurulmasına yol açacağına inanıyorlar. Bu senaryoda tüm bireyler ortak bir ekonomik, teknik, kültürel ve sosyal çerçeve içinde eşit haklara sahip küresel vatandaşlar oluyor. Genellikle 'büyük sıfırlama' olarak adlandırılan bu yörüngeyi yönlendirecek potansiyel mekanizmalar ise pandemi ve çevre gündemi olarak karşımıza çıkıyor.

Trumpizm, ABD’deki Müslüman toplulukların güçlenmesinden büyük endişe duyuyor ve bu toplulukların Batılı değerleri ve normları kabul etmediğine, entegre olmalarını gerektirmeyen liberal politikalarla güçlendiğine inanıyor.

Tüm bunlar, ulus-devletlerin daha geniş medeniyet bağlamları, özellikle de Batı medeniyeti içinde korunmasını yahut bütünleşmesini savunan Trumpizm için tamamen kabul edilemez. Bu yaklaşım Batı'yı küresel bir liberal ideoloji altında değil, Trumpizm bayrağı altında birleştirmeyi amaçlıyor. Bu bakış açısı, Samuel Huntington'ın “Medeniyetler Çatışması” olarak bilinen ve Batı'nın eninde sonunda diğer medeniyetlerle karşı karşıya geleceğini öngören teorisini yansıtıyor. Trumpçı ekol, genel olarak uluslararası realizmi destekliyor.

Anti-woke gündem

Trumpçılar, toplumsal cinsiyet politikaları gibi ilerici değerlere anti-woke (uyanış karşıtı) olarak adlandırdıkları bir gündemi savunuyor. Erkek ve kadın olmak üzere sadece iki doğal cinsiyeti tanıyan Trumpçılar, eşcinselliği, biseksüelliği ve transseksüalizmi normalleştirme fikrini reddederler ve feminizmi desteklemezler, bunun yerine erkeklik kavramlarını ve erkeklerin rolünü toplumun ön saflarına geri getirmeye çalışırlar. Böylece artık kimsenin erkek olduğu için özür dilemek zorunda kalmayacağına inanırlar. Bu yüzden Trumpizm bazen ‘erkek kardeşler devrimi’ ya da ‘erkeklerin devrimi’ olarak da adlandırılıyor.

defrgtyh
Donald Trump, ABD’nin 47. Başkanı olarak Washington DC'deki ABD Kongre Binası'nda düzenlenen yemin törenine katıldı, 20 Ocak 2025 (Kenny Holston – AFP)

Trumpizm, eleştirel ırk teorisi yerine beyaz medeniyetini canlandırıyor. Ancak beyaz ırkçılığı sadece Trumpizm'in aşırılık yanlısı akımları tarafından temsil edilmeye devam ediyor. Trumpizm genellikle beyaz kimliğini eleştirmeyi reddederken, beyaz olmayan gruplara karşı, bu beyaz grupların bir özür talep etmemesi koşuluyla, nispeten hoşgörülü bir yaklaşım sergiliyor.

Göçmen karşıtlığı

Öte yandan göç konusunda katı kurallar getirilmesini isteyen Trumpçılar, yasadışı göçmenlerin ülkeden kovulmasını talep ediyor. Aynı zamanda ortak bir ulusal kimlik hedefi olan Trumpçılar, Batı toplumlarına başka medeniyetlerden ve kültürlerden gelen herkesin ev sahibi medeniyetin geleneksel değerlerini kabul etmesi gerektiğini varsaymakta ve liberal çokkültürcülüğün taraftarları

tarafından savunulan çokkültürlülüğü destekliyor. Hareket özellikle yasadışı göçe ve Latin Amerika'dan gelen göçmen akınına karşı güçlü bir duruş sergiliyor ve Latinlerin çoğunlukta olduğu eyaletlerin demografik yapısını değiştireceğinden korkuyor.

Dahası Trumpizm, ABD’deki Müslüman toplulukların büyümesinden büyük endişe duyuyor. Bu toplulukların Batılı değerleri ve normları kabul etmediğini düşünen Trumpizm, entegre olmalarını gerektirmeyen, aksine azınlıkların kültürel özerkliklerini korumalarını destekleyen liberal politikalarla güçlendiklerine inanıyor.

Trumpçılar Çin konusunda ise Çin'in ABD'deki ekonomik faaliyetlerine karşı derin bir öfke duyuyor ve Çin'in ülke içindeki sanayi ve şirketlere sahipliğini ortadan kaldırarak etkisini sınırlamaya çalışıyorlar.

Latin dalgasına karşı ayakta kalmak

Ancak Latin faktörü ABD iç siyasetinde Trump'ın gündemindeki en önemli konu olmaya devam ediyor. Burada Samuel Huntington'ın görüşleri bir kez daha önemli rol oynuyor. Huntington onlarca yıl önce Kuzey Amerika'nın kimliğine ve geleneksel Beyaz Anglo-Sakson Protestan (White Anglo-Saxon Protestant/WASP) tabanına yönelik ana tehdidin, çok farklı bir Latin Katolik kimliği yaratacak olan Latin Amerikalı göçmen akını olduğunu yazmıştı. Huntington, WASP'ların diğer kültürleri ve halkları bir dereceye kadar asimile edebildiğini savunsa da Latinlerin kitlesel akınıyla birlikte bunun olması artık imkansızlaştı.

Trumpizm, genellikle kültür ve sanat alanındaki ilerici sol-liberal eğilimlerle ilişkilendirilen postmodernizm kavramını da reddediyor.

Göçmen fobisi ABD’de daha nüanslı bir hal alıyor. Özellikle Latin Amerika'dan gelen kitlesel göçe duyulan nefret. Trump'ın ilk döneminde, ABD’nin Meksika ile olan güney sınırı boyunca “Büyük Duvar” inşasını bir öncelik haline getirmesinin arka planında bu yatıyor. Dahası, Trumpçılar solcu ve yasadışı göç kaynağı olarak gördükleri Latin Amerika ülkelerine karşı genel olarak olumsuz bir tutum içindedirler.

Sol-liberal sansüre karşı

Trumpçılar, radikalleşmeye karşı mücadelede yardımcı olmayan bir sol-liberal sansür biçimi olarak gördükleri siyasi doğruculuğa karşı çıkıyorlar. Liberallerin kamuoyunu manipüle etmek için ayrıntılı bir sistem inşa ettiklerine ve hem ana akım medyada hem de kontrol ettikleri sosyal ağlarda ifade özgürlüğünü etkili bir şekilde ortadan kaldırdıklarına inanıyorlar. Sol-liberal gündeme karşı çıkan ya da bu gündemden biraz bile sapan herkes derhal ‘aşırı sağcı’, ‘ırkçı’, ‘faşist’ ve ‘Nazi’ olarak etiketlenirken, dışlanmaya ve hapis cezasına kadar varabilecek yasal soruşturmalara maruz bırakıldılar. Sansürün giderek her şeyi kapsar hale geldiğini ve Trumpizmin kendisinin- başta Rusya olmak üzere diğer küreselleşme karşıtı hareketlerle birlikte Avrupa popülizmi ve çok kutupluluk kavramlarının da- bu sansürün doğrudan hedefi haline geldiğini söylüyorlar.

Trumpçılara göre liberal elitler ortalama bir vatandaşı toplumun zayıf fikirli ve bilgisiz bir üyesi olarak görüyor, demokrasiyi 'çoğunluğun yönetimi' olarak değil 'azınlığın yönetimi' olarak yeniden tanımlıyor ve liberal sol gündemle uyuşmayan her şeyi 'yalan haber', ‘Putin propagandası’, komplo teorileri ve cezalandırıcı önlemler gerektiren tehlikeli aşırılıkçı görüşler olarak etiketliyordu. Kabul edilebilir olanın alanı keskin bir şekilde daraldı ve aşırı sol liberalizmin woke doktrininden farklı olan her şey kabul edilemez olarak görüldü, zulme uğradı ve yasaklandı. Cinsellik, göç, eleştirel ırk teorisi, aşılama gibi küresel liberalizmin tüm ilkeleri bundan nasibini aldı. Liberalizm totaliter ve tamamen hoşgörüsüz bir hale dönüştü. Kapsayıcılık sadece liberal olmak anlamına gelmeye başladı.

zasxdefr
Görsel: Sara Padovan (Al Majalla)

Trumpizm tüm bunları toptan reddediyor ve geçtiğimiz on yıllar boyunca kademeli olarak ve tamamen ortadan kaldırılan ifade özgürlüğünün geri gelmesini talep ediyor. Trumpizm, hiçbir ideolojiye ayrıcalık tanınmaması gerektiğine inanıyor. Aşırı sağdan aşırı sola kadar tüm olası ideolojiler yelpazesinde ifade özgürlüğünü savunmak da Trumpizm ideolojisinin temelini oluşturuyor.

Anti-Postmodernizm

Genellikle kültür ve sanat alanındaki ilerici sol-liberal eğilimlerle ilişkilendirilen postmodernizm kavramını da reddeden Trumpizm, henüz kendi tarzını geliştirmediği için postmodern kültürü kendi tabanı içinde yerinden etmek ve kültürel çabaların çeşitlendirilmesini savunmakla sınırlı kalıyor.

Postmodernist fikirlerin hegemonyasına meydan okumaya ve ‘dejenere sanat’ olarak algıladıklarının normalleştirilmesine karşı koymaya odaklanırlar. Postmodern değerlerle etkileşime girmek ya da onları benimsemek yerine, postmodern değerlerin otoriter tutumu olarak gördüklerini ortadan kaldırmaya çalışırlar.

Buna karşın bazı Trumpçı düşünürler farklı bir strateji benimsiyor. Postmodernizmi liberal soldan 'geri almayı' önererek, genellikle 'sağ kanat postmodernizm' olarak adlandırılan alternatif bir çerçeve öngörüyorlar. Bu vizyon, geleneksel olarak muhafazakarlık ve gelenekçiliği eleştirmek için kullanılan hiciv ve yapı-söküm araçlarını kullanmaya ve bunları liberal solun ideolojileri ve kültürel normlarıyla yüzleşmek için yönlendirmeye dayanıyor.

Henüz iktidara yerleşmemiş olan Trumpçıların programlarını uluslararası alanda uygulamaya başlama hızı, belki de Batı'yı şimdiden şaşkına çeviren en şaşırtıcı durumdur.

Ancak Trumpçılar arasında postmodernizmi savunanlar da var. Elon Musk'ın bir yandan geleneksel değerleri ve sağcı politikaları, diğer yandan da fütüristik teknoloji ve inovasyonu benzersiz bir şekilde harmanlaması, onu bu hareketin önde gelen isimlerinden biri haline getiriyor. Musk'ın vizyonu, Silikon Vadisi'nin en önde gelen iş adamlarından biri olan ve fütürizmi liberal normların reddiyle harmanlayan Peter Thiel tarafından da paylaşılmıyor.

“Trump” jeopolitiği

Şimdi Trumpizm'in başka bir yönüne değinelim. Trumpizm'in temel ilkelerinden biri, odağı küresel bir perspektiften ABD merkezciliği ve yayılmacılığı fikrine kaydırmaktır. Trump'ın Kanada'yı 51. eyalet olarak ilhak etmek, Grönland'ı satın almak, Panama Kanalı'nı kontrol etmek ve Meksika Körfezi'ni ‘Amerika Körfezi’ olarak yeniden adlandırmakla ilgili açıklamaları, bunun en açık örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Şarku’l Avsat’ın Al Majalladan aktardığı analize göre tüm bu örnekler, uluslararası ilişkilerde saldırgan bir realizmin ve bir asır boyunca hüküm süren Woodrow Wilson Doktrini’den  Monroe Doktrini’ne gerçek bir dönüşün işaretidir.  

Monroe Doktrini 19. yüzyılda Amerikan dış politikasının önceliğini, Eski Dünya'daki Avrupalı güçlerin Yeni Dünya üzerindeki etkisini zayıflatmak veya ortadan kaldırmak amacıyla Kuzey Amerika kıtasını ve kısmen Güney Amerika'yı kontrol etmek olarak öngörüyordu. Trump'ın bu doktrin ile uyumu, Latin Amerika ülkeleri üzerindeki kontrolü güçlendirme ve küresel siyaseti reddetme arzusunu orta koyuyor.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra geliştirilen Wilson Doktrini ise ABD'nin küreselleşmesi için bir yol haritası oldu. Bu yol haritasının odak noktasını bir ulus-devlet olarak ABD'den, liberal demokrasi normlarını tüm insanlığa yaymak ve küresel ölçekte yapılarını korumak için küresel misyonunu vurgulamaya kaydırdı. Bu bağlamda, ABD'nin bir varlık veya devlet olarak konumu, uluslararası misyonuna kıyasla daha az önemli hale geldi. Wilson Doktrini, Büyük Buhran sırasında öncelikli olmasa da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden ele alındı ve son on yıllarda baskın hale geldi.

Elbette o dönemde Grönland'a kimin sahip olduğu, Kanada'ya kimin başkanlık ettiği ya da Panama Kanalı'nı kimin işlettiği önemli değildi, yeter ki küresel elitler tarafından kontrol edilen liberal demokratik rejimler her yerde hüküm sürsün. Trump bugün bu odağı radikal bir şekilde değiştirerek ağırlık merkezini uluslararası misyondan ziyade, bir varlık ve devlet olarak ABD’ye geri döndürüyor. Kanada, Danimarka ve Panama Kanalı’nın (Trump'ın fiilen ortadan kaldırmakta olduğu) bir dünya hükümetine değil Washington'a, ABD'ye ve ‘refah’ döneminin karizmatik lideri Trump'ın kendisine boyun eğmesini istiyor. Zira Grönland ve Panama Kanalı'nın yanı sıra (Porto Riko'yu da sayarsak) 51 eyaletten oluşan ABD haritası, Wilson Doktrininden Monroe Dokrinine radikal geçişi açıkça yansıtıyor.

Avrupa'nın küreselleşme sistemlerinin lağvedilmesi

Belki de Batı'yı şimdiden en çok şaşırtan şey, henüz iktidara yerleşmemiş olan “Trumpçıların” programlarını uluslararası alanda uygulamaya başlama hızıdır. Elon Musk, Aralık 2024'ten bu yana X platformu aracılığıyla, daha önce George Soros gibi küreselcilere ve onların yönettiği ağlara atfedilen taktikleri kullanarak, Trumpçıların ABD'de istenmeyen liderleri ortadan kaldırma politikasını aktif bir şekilde uyguluyor.

Musk hiç vakit kaybetmeden Almanya'da aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi ve lideri Alice Weidel ile Fransa'da Marine Le Pen gibi Avrupalı küreselleşme karşıtları ve popülistler için de benzer kampanyalar başlattı. Aynı şekilde Grönland'ı gönüllü olarak terk etmeyi reddeden Danimarka hükümeti ve istifasından önce ülkesinin bir ABD eyaleti olmasına şiddetle karşı çıkan Kanada'daki Justin Trudeau bu kampanyaların hedefindeydi.

Eski ağın bir parçası olan Avrupalı küreselcilerin kafası çok karışıktı ve ABD'nin Avrupa siyasetine doğrudan müdahalesine itiraz ettiler. Musk ve destekçileri ise Soros'un müdahalesine karşı çıkmadıkları için onları ikiyüzlülükle suçlayarak karşılık verdiler.

Trumpçılar, Moskova'ya karşı küreselciler kadar önceden var olan ideolojik bir düşmanlık gütmüyorlar ama ona karşı pek sempati de duymuyorlar.

Geçmişte Avrupa, ABD ile tam bir uyum içindeydi. Onun pozisyonlarını benimsiyor ve direktiflerini tereddütsüz uyguluyordu. Ancak bugün Washington 90 dereceden az olmayan, belki de 180 dereceye varan radikal bir ideolojik değişim geçiriyor. Bu ani değişim, son zamanlarda Washington'ın emirlerine itaat etmeye alışmış olan Avrupalı yöneticiler için acı verici bir şok oldu. Şimdi onlardan, bir zamanlar sadakatle hizmet ettiklerini- ister alay ederek ister yalan söyleyerek olsun- reddetmeleri ve Trump ideolojisinin yeni karargahına bağlılıklarını ilan etmeleri isteniyor.

Bu radikal değişim bazı Avrupalı liderlerin kolayca kabullenmesine neden olurken, diğerleri inatçı bir direnç gösterecek. Ancak değişimin çarkları çoktan dönmeye başladı bile. Trumpçılar Avrupa'daki liberal ve küreselci akımların etkisini kırmak için var güçleriyle çalışıyorlar. Bu çabaların nihai hedefi, sadece jeopolitik ya da ideolojik olarak değil, tam teşekküllü bir Amerikan imparatorluğu olarak birleşik bir Batı inşa ediyor.

Çin bir numaralı düşman

Trumpizm'in uluslararası boyutunun kilit noktalarından biri, Trumpçıların liberalizm ve küreselleşme hakkında nefret ettikleri ne varsa (sol ideoloji ve kozmopolitizm) bünyesinde barındıran Çin'e karşı mücadele etmek. Elbette günümüz Çin'i çok daha karmaşık bir yapıya sahip. Fakat Trump yanlıları arasındaki fikir birliği, beyaz olmayan, Batılı olmayan bir medeniyetin kalesi olan Çin'in ABD destekli küreselleşmeden kazançlı çıktığı ve büyük faydalar sağladığı yönünde.

scdfvrgt
ABD Başkanı Donald Trump, ilk dönem Çin ziyareti sırasında Çin Devlet Başkanı Şi Cingping ile Pekin’de, 9 Kasım 2017 (AFP)

Çin sadece kendisini bağımsız bir jeopolitik kutup statüsüne yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda bu süreçte Amerikan endüstrisinin, işgücünün ve topraklarının çoğunu da satın aldı. Amerikan endüstrisinin daha ucuz işgücü arayışıyla Güneydoğu Asya'ya taşınması, ABD’nin endüstriyel kapasitesini ve egemenliğini aşındırarak onu yabancı kaynaklara bağımlı hale getirdi.

Trumpçılar, Çin mucizesinin hızlı ekonomik yükselişinden küreselleşme yanlılarını sorumlu tutuyor. Bu dünya görüşüne göre ABD’nin bir numaralı düşmanı Pekin.

İsrail yanlısı aşırı sağcı eğilim

Trumpizm'in dış politikadaki ikinci ana teması İsrail'e destek. Trumpist hareketin bir kısmı İsrail karşıtı tutumlar benimsediğinden bu tutum, Trumpçıların kendi aralarında fikir birliği olmasa da genel olarak İsrail'i destekleme yönünde. Bu destek, (inançlarına göre) Yahudi Mesih'in yeryüzüne gelişini Yahudilerin Hıristiyanlığa geçişinin kaçınılmaz bir sonucu olarak gören Protestan Yahudi Hıristiyanlık teorisine ve İslam dininin genel olarak reddedilmesine dayanıyor. Trumpçılar genel olarak İslamofobik olsalar da Şii mezhebini daha fazla küçümsüyorlar. Çünkü İran Lübnan’daki Hizbullah, Iraklı Şii milisler, Suriye'deki Aleviler ve Yemen'deki Husiler gibi 'direniş ekseni' içinde yer alan Şii Arap müttefikleriyle birlikte Şii çoğunluğa sahip bir ülke ve bunların hepsi İsrail'e karşı hareket etti.

Rusya'yı unut, Ukrayna'yı boşver

Trumpçılar Moskova'ya karşı küreselcilerin sahip olduğu ideolojik düşmanlığa sahip değilseler de Moskova'ya pek sempati duydukları söylenemez. Bununla birlikte Trumpçılar arasında Rusya'yı beyaz Hıristiyan medeniyetinin bir parçası olarak gören ve onu Çin ile ittifaka itmenin sorumsuzluk, hatta suç olduğunu düşünenler yer alıyor.

Trumpçılar diğer medeniyetleri pek umursamazlar. Eğer bu medeniyetler kendi kimliklerini korumayı tercih ederlerse, bunu yapmakta özgürdürler, ancak bu tercihlerinin sonuçlarına da katlanmak zorundalar.

Ancak böyle düşünenler azınlıkta kalıyor. Trumçıların büyük çoğunluğu için Rusya en basit ifadeyle önemsiz. Onlara göre Rusya (Çin'in aksine) ciddi bir ekonomik rakip değil, ABD'de diasporası yok ve Ukrayna ile olan çatışması Trumpçıların düşmanı olarak görülen küreselcilerin suçlandığı önemsiz bir bölgesel çatışmadan ibaret.

Onlar için Ukrayna ve orada yaşananlar, sadece Trumpçıların Obama ve Biden yönetimleriyle ilişkilendirdikleri yozlaşmış bir macerayı ifşa ettiği için önemli. Trumpçılar çoğunlukla Rusya yanlısı bir tutum sergilemeseler de Ukrayna'ya verdikleri destek Biden'dan aldığı muazzam yardıma kıyasla oldukça sınırlı kalıyor.

Negatif çok kutupluluk

Trumpizm bağlamında çok kutupluluk kavramı derinlemesine bir çalışmayı hak ediyor. Bu akımın çok kutuplu bir dünya fikrini tam olarak benimsemediği söylenebilir. Daha ziyade Trumpizm, tek kutupluluğun küreselcilerin savunduğundan tamamen farklı bir karakter ve içerik kazandığı ABD hegemonyasının yeni bir versiyonunu temsil ediyor. ABD, bu çerçevede küresel sistemin merkezinde konumlanıyor. Bu hegemonya, özgürlük, bireycilik ve serbest piyasa kavramlarını tanırken, büyük ölçüde muhafazakâr olan beyaz Hıristiyan Batı'nın geleneksel değerlerine dayanıyor.

Bu görüş, dünyaya iki seçenek sunuyor ya Batı'ya katılacaksınız ya da Batı'nın dışında kalacaksınız. Ancak Batı’nın dışında kalmak, refah ve ilerlemeden mahrum kalmak anlamına geliyor. Kapsayıcı olmayan bu görüş, daha çok dışlayıcılığa dayanıyor. Çünkü bu bakış açısına göre Batı, katılmak için büyük çaba gerektiren ve üyeliği sınırlı bir ayrıcalık haline getiren bir tür özel kulübe dönüştü.

Bu yüzden Trumpçılar diğer medeniyetleri pek umursamazlar. Eğer bu medeniyetler kendi kimliklerini korumayı tercih ederlerse, bunu yapmakta özgürdürler, ancak bu tercihlerinin sonuçlarına da katlanmak zorundalar. Batı'ya katılmak istiyorlarsa, zorlu testlerden geçmeleri gerekiyor ve eğer geçerlerse, yine de sistemin ikinci sınıf bir parçası olarak muamele görecekler.

Başka bir deyişle bu vizyon, ‘aktif ya da pozitif bir çok kutupluluğu’ değil, daha çok ‘negatif çok kutupluluk’ ya da ‘toleranslı çok kutupluluk’ olarak tanımlanabilecek bir durumu yansıtıyor. Yani eğer diğer medeniyetler Batı'nın bir parçası olamıyorsa, bırakın oldukları gibi kalsınlar. Dolayısıyla Trumpçılar çok güçlü bir dünya (çok kutupluluk) fikrini açıkça benimsemiyor, ancak aynı zamanda buna karşı da çıkmıyorlar. Pasif ve hoşgörülü bir tutuma sahipler. Bir ülkenin Batı'ya ait olamıyorsa, kendi yolunu izlemesi gerektiğine inanıyorlar. Çok kutuplu bir dünya için çabalamayacaklar ama bu doğal olarak ortaya çıkacak, çünkü herkes Batı bloğuna katılamaz.

*Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilen bu analiz, Ramya Yahya tarafından derlenmiştir.