Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

İki ezeli rakip arasındaki ilişkilerin gidişatını dair üç senaryo

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
TT

Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)

Mina Abdulfettah

Sudan ve Çad'ı coğrafi olarak ayıran ortak sınırlara ve etnik yakınlıklarına rağmen, iki ülke istikrarlı ilişkiler üzerinde anlaşamadı. Her iki ülke de bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana rejimlerinin birbirlerinin muhalefetini desteklediği yönündeki suçlamalarla boğuşuyor. Darfur savaşı ve Çad rejiminin eski Cumhurbaşkanı İdris Deby İtno’nun 20 Nisan 2021 tarihinde ölümünden bu yana muhalefetle mücadelesinin yanı sıra Sudan’da Nisan 2023'ten bu yana devam eden savaş gibi her iki ülkenin kendi içlerindeki çatışmalar kaosu daha da artırıyor. Tüm bu gerilimler, suçlamalar arttıkça, uçurum genişledikçe ve yakınlaşma ve anlaşma noktaları daraldıkça yenileniyor.

Çad-Sudan ilişkileri, Çad’ın geçtiğimiz kasım ayında Sudan'ı kendisine saldırı düzenlemek üzere Çad muhalefetinden Sudan sınır kasabası Tine'ye askeri takviyeler yapılmasını kolaylaştırmakla ve Sudan'ın Çad'ı Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) desteklemekle suçlamasına karşılık olarak Orgeneral Abdulfettah el-Burhan komutasındaki Sudan ordusunu eski Cumhurbaşkanı Idris Deby İtno’nun öldürülmesine karışmakla suçlaması gibi inişler ve çıkışlarla dolu.

Tüm bu iniş ve çıkışlar, özellikle büyük güvenlik sorunları ve insani zorluklar yaratan mevcut savaş başta olmak üzere çeşitli çatışmalar sırasında mültecilerin akınıyla ikili ilişkileri etkileyen faktörler olarak hararetli kabile çekişmeleri ve alevlenen sınır noktalarında gerçekleşiyor. Bununla birlikte hem Sudan hem de Çad, çatışmaların çözümünde arabuluculuk yapma, birbirlerinin mültecilerine kapılarını açma ve insan kaçakçılığı ve insan ticareti gibi sınır ötesi tehditlerle mücadele çabalarını koordine etme konularında üzerlerine düşeni yaptı.

Geçmişi olan gerilimler

Çad'ın 1960 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler birçok gerilime ve luzeyden gelen Arap Müslüman liderler ile Sahra altı çölünden gelen güneyli Hıristiyan gruplar arasındaki çalkantılara sahne oldu. Her rejim değişikliğini bir karşı devrim takip etti. Bunun etkileri Sudan'a da yansırken 1982 yılında dönemin Çad Devlet Başkanı Goukouni Oueddei’ye karşı askeri bir darbe gerçekleştirdikten sonra 1980'lerde Çad'ı yöneten eski Çad Devlet Başkanı Hissene Habre’nin iktidarda kaldığı sonraki üç dönemde de siyasi ittifaklar ve dengeler açısından sorunlara sebep oldu. Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler, özellikle Albay Muammer Kaddafi'nin Çad'ın kuzeyindeki Aouzou sınır şeridini kontrol etmeye çalıştığı Libya ile savaşının yansıması da dahil olmak üzere bölgedeki iç savaşlar ve değişen ittifaklar çerçevesinde siyasi, güvenlik ve bölgesel faktörlerden etkilenerek gerginlikler ve sert dalgalanmalar yaşadı. Libya ile Çad arasındaki bu savaşta Fransa ve ABD, bölgeyi geri almak için Libya'ya karşı savaşında Habre'yi destekledi.

ewfrgthy
Sudan'da savaş patlak verir vermez Çad, Darfur'a yakınlığı nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmaların yol açtığı insani krizin merkezinde buldu (UNHCR)

Habre’yi devirdikten sonra 1990 yılında Çad’da iktidara gelen Çad Devlet Başkan İdris Deby İtro döneminde, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir rejiminin muhalif güçlerine sığınacak liman sağlamasıyla ilişkiler yakınlaşma ve iş birliği ile başladı. Ancak Çad’ın Sudan ile ilişkileri iş birliği ve çatışma arasında ve her iki ülkedeki iç çatışmaları dengelemeye çalıştı. 2003 yılında Darfur'daki savaşın patlak vermesiyle Déby İtno rejimiyle olan gerilim daha da tırmandı ve Çad, Sudan'ı sınır kasabası Tine'ye saldırı düzenlemekle suçladı. Sudan ise Çad'ı Darfur’daki savaşa katılmak ve başta Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) olmak üzere silahlı hareketleri desteklemekle suçladı. Buna karşın Çad da Sudan'ı 2006 ve 2008 yıllarında Çad'ın başkenti Encemine'ye saldırılar düzenleyen Birleşik Değişim Cephesi (FUC) liderliğindeki Çad muhalefetini desteklemekle suçladı. Bu durum, JEM’in 10 Mayıs 2008 tarihinde Sudan’ın Omdurman şehrine saldırmasıyla dramatik bir hal aldı. Hartum, Encemine’yi JEM saldırısını desteklemekle suçlarken Çad, buna Sudan'ı Çadlı isyancıların kendi topraklarından saldırı düzenlemesine izin vermekle suçlayarak karşılık verdi.

İki ülke arasında 2007'de Mekke Anlaşması, 2008'de Dakar Anlaşması ve 2009'da Doha Anlaşması başta olmak üzere çeşitli anlaşmalar imzalanmış, ilişkiler gelişmiş ve 2010 yılında itibaren Beşir rejiminin düşmesinden sonra güvenlik ve istihbarat alanında iş birliği Deby İtno’nun 2021 yılında ölümüne kadar devam etmiştir.

Tarihin miras bıraktığı bir ittifak

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği analize göre Çad Devlet Başkanı İdris Deby İtno’nun ölümüyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler oğlu Muhammed İdris Deby İtno (Kaka) liderliğinde yeni bir döneme girdi. İki ülke arasındaki iş birliği, siyasi ve güvenlik olaylardan etkilense de ortak sınırların izlenmesi ve silahlı gruplarla mücadele başta olmak üzere çeşitli güvenlik konularında devam etti.

Sudan ordusu ile HDK arasındaki silahlı çatışma patlak verdiğinde, Çad daha temkinli ve tarafsız bir duruş sergiledi. Ancak daha sonra Sudan hükümeti Çad'ı soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere suçların işlenmesinde HDK'yı desteklemekle suçladı.

Çad ise bu iddiaları şiddetle reddederek bunların temelsiz olduğunu ve barış çabalarını engellediğini vurguladı. Sudan'ı isyancı grupları destekleyerek Çad'ı istikrarsızlaştırmakla suçlayan Encemine, Sudan ordusunu Çad muhalefetini finanse etmek ve silahlandırmak suretiyle İdris Deby İtno’nun öldürülmesi kilit rol oynamakla itham etti.

Ayrıca Sudan yönetimini 600 kişilik isyancı bir güç oluşturmak ve silahlandırmakla suçladı. Bu güç, ülkede siyasi değişim çağrısında bulunan isyancı bir grup olan Çad için Halk Hareketi (MPT) lideri Abdülbaki Hamad'ın komutasına verildi. Hamad, Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Burhan’ın yanı sıra başta JEM lideri Cibril İbrahim ve Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) lideri Minni Arko Minawi olmak üzere Darfur'daki silahlı hareketlerin liderleriyle görüştü.

Diplomatik öncelikler

Çad'ın iç siyaseti, iktidardaki rejimin yaklaşımını ve hükümetin bir sonraki hamlelerinin neler olabileceğini yansıtıyor. Çad Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno, Başbakan Allamaye Halina’nın ‘cumhurbaşkanının hükümeti yeni siyasi dengeler doğrultusunda yeniden şekillendirmesine izin vermeyi amaçladığını’ söyleyerek istifa etmesinin ardından onu yeniden başbakan olarak atadı. Bu gelişme, Sudan'a yönelik aynı politikanın devam edeceğini gösterdi.

Eski Dışişleri Bakanı Abderaman Koulamallah’ın yerine, özellikle Encemine’nin Paris ile ilişkilerinde stratejik bir değişimi temsil eden Fransa ile askeri anlaşmaların sona erdirilmesi konusunda önemli diplomatik kararların kilit isimlerinden biri olan Abdallah Sabir Fadıl getirildi. Gözlemciler, Koulamallah’ın görevden alınmasının dış politikada, belki de Fransa'ya karşı daha esnek bir duruşa ya da diplomatik önceliklerin yeniden sıralanmasına yönelik bir değişimin işaretçisi olabileceğini düşünüyor. Koulamallah, ayrıca geçtiğimiz ocak ayında başkanlık sarayına yapılan saldırı sırasında iletişimi kötü idare etmekle de suçlandı. Bu da onun görevinden alınmasını hızlandırdı. Abdallah Sabir Fadıl ise önceki tecrübelerinden ve Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno ile birlikte mevcut rejime yaptığı hizmetlerden yararlanarak bu göreve geldi. Rejimde bazı önemli değişiklikler yapıldı ve bildirildiğine göre bu değişiklikler iktidar partisinin Çad'ın yönetimindeki hakimiyetini yansıtıyor. İktidar partisinin üyeleri birçok önemli makama getirildi.

Deby İtno’nun dengeyi sağlama çabalarına rağmen, etnik gerilimler ordu içinde firarlar ve Arap subaylar ile Zaghawa kabilesinden subaylar arasındaki anlaşmazlıklar gibi bazı olaylara yol açtı. Bu olaylar, Muhammed Deby İtno döneminde de tekrarlanarak Sudan'daki müttefiklere sıçrayabilecek bir sürtüşme ortamı yarattı.

Etnik gruplara gelince özellikle Çad ordusu ve güvenlik teşkilatlarındaki Zaghawa etnik grubu, çatışmaların Darfur'daki akrabaları için doğuracağı sonuçlar karşısında oldukça endişeli. Baba Deby İtno’nun kendi rejimine çektiği ve oğlunun yanında yer almaya devam eden Arap aşiretler ise HDK'ya sempati duyuyor. Dolayısıyla Sudan'daki savaştan etkilenen Çad siyasi sahnesinde bölünme yaşanıyor.

Bölgesel istikrarsızlık

Sudan'da savaşın patlak vermesinden hemen sonra Çad, Darfur'a yakınlığı ve sınırın her iki tarafındaki topluluk ve aile bağları nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmanın neden olduğu insani krizin ortasında buldu. Çad, mültecilerin geçişini düzenlemek ve silah taşınmasını önlemek için savaşın başında Sudan ile olan bin 400 kilometrelik sınırını geçici olarak kapattı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), 2024 yılına kadar 930 bin fazla insanın Sudan’dan Çad'a geçtiğini tahmin ediyor. Bu rakam, savaştan kaçan toplam insan sayısının yaklaşık yüzde 40'ına denk geliyor. Bunların üçte ikisinden fazlasını Çad’a geri dönenlerin yanı sıra Sudanlı mülteciler oluşturuyor.

csdvfgbhtyju
Çad'daki savaştan kaçan Sudanlı bir aile (UNHCR)

Çatışmayı körükleyen yerel, bölgesel ve uluslararası faktörlerin değişken bir karışımına dayanan Sudan ve Çad arasındaki karşılıklı suçlamalar, iki ülke arasındaki bağların çatışmalar sırasında fitili tutuşturan kıvılcım olarak kullanılıyor. Bu durum, Afrika’nın doğusunu, batısını ve kuzeyini birbirine bağlayan bölgesel ve Afrika kıtasını Akdeniz üzerinden Avrupa'ya bağlayan uluslararası bir koridor olan bu önemli bölgede istikrarsızlığı besleyen verimli bir ortam yaratıyor. Bu aynı zamanda risklerin yalnızca Sudan ya da Çad'ın mevcut koşullarıyla sınırlı olmadığını jeopolitik tehditlere karşı savunmasız hale gelen toplumların siyasi tarihiyle de ilgili olduğunu gösteriyor. Bu unsurların en bilindik etkisi, Sudan krizi patlak verdiğinde, Afrika kökenli hareketlerin çoğunun, özellikle de Minni Arko Minawi liderliğindeki SLM ve Cibril İbrahim liderliğindeki JEM gibi 2020 Juba Barış Anlaşmasını imzalayan tarafların ilk başta tereddütlü bir duruş sergilemesi, ancak daha sonra, etnik kökenleri nedeniyle değil, eski rejim döneminden bu yana silahlı hareketlerin kendi deneyimleri çerçevesinde iktidarda kaldıkları süreye bağlı geçici ittifaklar olan siyasi kotalar nedeniyle Sudan ordusu saflarına katılmaları oldu.

Muhtemel senaryolar

Sudan ve Çad arasındaki gerginliğin tırmanması çerçevesinde olaylara ilişkin birkaç muhtemel senaryo söz konusu. İlk senaryoya göre bu gerginlik askeri bir çatışmaya yol açabilir, ancak başında diplomatik arabuluculuğun devreye girmesiyle kontrol altına alınabilir. Yoksulluk vakaları ve etnik gruplar arasındaki gerilimlerden mustarip olan iki ülke arasındaki bölge, uluslararası örgütlerin mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalıştığı ve Darfur'daki durum kötüleştikçe faaliyetlerinin arttığı ve geniş bir uluslararası ilginin gösterildiği insani bir faaliyet alanı olarak sınıflandırılıyor.

İkinci senaryoda, Sudan'da kötüleşen savaş, iç siyasi ve güvenlik krizleri yaşayan Çad'daki rejimi zayıflatabilir ve Afrikalı ve Arap etnik gruplar arasındaki düşmanca duyguları artırarak Muhammed Deby İtno hükümetini hedef alma olasılığını artırabilir.

Çad'daki Zaghawa kabilesi ile bölünmelerle birlikte, Sudan ordusuyla müttefik olan silahlı hareketler tarafından temsil edilen Darfur'daki Zaghawa güçlerinin bir araya gelmesi Çad rejimiyle daha geniş bir çatışmaya girebilecek silahlı muhalif grupların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Üçüncü senaryo ise Sudan'ın Çadlı isyancılara destek vermesi. Bu durum, Çad'ın doğrudan karşılık vermesini gerektirebilir ve Sudan'daki çatışmada yeni bir cephe açılmasına ve Fransa gibi dış tarafların Çad ve bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak için çatışmaya müdahil olmasına neden olabilir. Aynı zamanda Batılı ülkelerden destek talep edilmesiyle durum daha da karmaşık hale getirebilir ve Sudan’ın başka güçlerden destek istemesiyle yeni bir jeopolitik kutuplaşma ortaya çıkabilir.



Ukrayna’nın parası bitiyor: Sağlam bir B Planı yok

Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
TT

Ukrayna’nın parası bitiyor: Sağlam bir B Planı yok

Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)
Kiev'e bağlı güçler, Rus ilerleyişine karşı koymak için direniyor (Reuters)

Rusya'nın başlattığı savaş nedeniyle Ukrayna ekonomik zorluk yaşarken Avrupa Birliği (AB), Kiev yönetimini Kremlin'in dondurulmuş varlıklarından oluşturulacak bir krediyle finanse etmeyi hedefliyor. 

AB, Rusya yönetiminin Belçika Merkez Bankası'ndaki varlıklarını kullanarak Ukrayna'ya 140 milyar euro kredi aktarmayı planlıyor. Ancak finansman çalışmaları blok üyeleri arasındaki anlaşmazlık nedeniyle ilerleyemiyor. 

New York Times'ın (NYT) haberinde, Belçikalı yetkililerin Rusya'nın dava açıp parasını geri talep etmesi durumunda zor durumda kalmaktan endişelendiği yazılıyor. 

Brüksel yönetimi, bu riski azaltmak için diğer AB ülkelerinin de mali yükün bir kısmını üstleneceği garantiler vermesini istiyor ancak Slovakya bu talebe karşı çıkıyor. Bratislava hükümeti ayrıca Avrupa Komisyonu'ndan Ukrayna'ya para aktarmak için diğer seçenekleri değerlendirmesini istiyor. 

Komisyon, bu alternatifleri pazartesi günü AB hükümetlerine gönderdiği bir mektupta açıkladı. NYT'nin incelediği mektuba göre seçeneklerden biri AB'nin Kiev'in ihtiyaç duyduğu parayı toplamak için ortak borç ihraç etmesi olabilir. Diğer bir seçenekse üye ülkelerin Ukrayna'ya doğrudan hibe vermesi. 

Öte yandan her iki alternatifte de sorun yaşanabilir. Ortak borçlanma planı, faiz maliyetleri gerektireceği için pahalıya mal olabilir. Doğrudan hibe seçeneğiyse halihazırda borçlu ülkelerin bütçelerine yük bindirebilir.

Uzmanlar ve diplomatlar, ortada gerçek bir B Planı'nın olmadığına dikkat çekerek, Kiev yönetiminin fonlanması gerektiğini ve bunun için en iyi yöntemin Rus varlıklarıyla sağlanacak kredi olduğunu savunuyor. 

Washington'daki Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü'nden Nicolas Véron, şunları söylüyor: 

B Planı'nın A Planı'ndan daha az iyi olduğu açık. Ukrayna'ya para vermemek bir seçenek olabilir mi? Cevap hayır.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de geçen haftaki konuşmasında Rus varlıklarına dayalı kredi sisteminin en iyi seçenek olduğunu savunmuştu. 

NYT'nin aktardığına göre bu plan dahilinde, Rusya'nın tazminat vermesi durumunda Ukrayna'nın geri ödemesi gereken sıfır faizli bir kredi sağlanacak. Bu hem Kremlin'e Kiev'in savaşı daha uzun süre sürdürebilecek gerekli fona sahip olduğunu gösterecek hem de “manşetlere taşınacak büyük bir nakit aktarımına” olanak sağlayacak. 

IMF'nin tahminlerine göre 2026-2027 için Ukrayna'nın bütçe açığı 65 milyar doları bulacak. AB de Kiev'e nakit transferinin mart ya da nisana kadar gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Paketle ilgili bir sonraki toplantının 18 Aralık'ta yapılması bekleniyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Bloomberg 


Karayipler'deki Sam Amca... ‘Gambot diplomasisine’ dönüş

ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
TT

Karayipler'deki Sam Amca... ‘Gambot diplomasisine’ dönüş

ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)
ABD Savaş Bakanlığı tarafından yayınlanan, Atlantik Okyanusu'nda belirsiz bir konumda bulunan uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve saldırı gücünü gösteren bir fotoğraf (Arşiv – Reuters)

Fransız akademisyen ve tarihçi Alexis de Tocqueville, Amerika'da Demokrasi (Democracy in America) adlı kitabında, hem Rusya hem de ABD’nin kaderinin süper güç olarak zirveye çıkmak olduğunu öngörmüştü. Gerçekten de öyle oldu. Ancak zirveye çıkmanın göstergeleri ve gereklilikleri, öncelikle iç işlerin siyasi olarak sağlamlaştırılmasını, devletin güç unsurlarının (özellikle askeri kapasitenin) bir araya getirilmesini, coğrafi ve demografik derinliğin sağlanmasını ve ayrıca imparatorluk projesinin yükünü taşıyabilecek bir iç üretim altyapısının varlığını içerir. Bunun ardından doğrudan çevreye, yani etki alanına yönelik ilgilenme gelir. İşte büyük güçlerin yükseliş yolu budur.

ABD’nin süper güç olarak yükselişinin izleri, doğrudan çevresinde bir etki alanı düşünmeye başladığı dönemlerde ortaya çıktı. Bu bağlamda, 1823 yılında Başkan James Monroe’nun Karayipler ile ilgili doktrini bu yaklaşımın bir örneğidir. Günümüzde Çin de benzer şekilde kendi doğrudan çevresine odaklanmaktadır; önce iç düzenini sağlamış, gelişmiş bir askeri sanayi altyapısına sahip olmuş, siyasi istikrarı yakalamış ve ekonomik olarak da ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna gelmiştir.

edw
Porto Riko'daki bir üssün pistinde bulunan ABD askeri uçakları (Arşiv – Reuters)

Monroe Doktrini’nden iki yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra ABD yeniden Karayipler’e, yani süper güç olarak ilk yükselişinin başladığı noktaya dönüyor. Ancak bu kez hedefi Avrupa değil; doğrudan rakibi olan Çin’den kendi yakın çevresindeki etki alanını geri almak ve Latin Amerika’nın jeopolitik şeklini, Amerika’nın eski-yeni hedefleriyle uyumlu biçimde yeniden çizmek. Bunun yanı sıra Latin Amerika’nın sahip olduğu doğal zenginlikler, ABD’nin bölgeyi en üst düzeyde bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmesine neden olmakta.

ABD, 1962 Küba Krizi’nden bu yana Karayipler’de bu ölçekte bir askeri güç toplamamıştı; bugün orada ABD’nin sahip olduğu deniz unsurlarının yüzde 10’undan fazlası bulunuyor. Bu durum, Küba Krizi’nin aslında ABD’nin başarısız olan Domuzlar Körfezi Çıkarması sonrasında ortaya çıktığı gerçeğine rağmen böyledir; söz konusu operasyonun amacı Küba’daki rejimi değiştirmek ve Fidel Castro’yu devirmekti.

Büyük çaplı seferberlik

Venezuela çevresindeki Amerikan güçleri ile belirtilen hedefler arasında orantılılık (Proportionality) yok. Venezuela'dan ABD'ye uyuşturucu kaçakçılığını durdurmak için 10 binden fazla deniz piyadesi ve özel kuvvetlerin konuşlandırılması gerekli mi?

Nükleer savaş başlığı taşıyabilen B-52 ve B-1 stratejik bombardıman uçaklarının uçurulması mı gerekiyor?

sa
Trump ve ‘gambot diplomasisine’ dönüş (AFP)

Dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'u Avrupa'dan Karayipler'e göndermek gerekli mi? Buna ek olarak, uçak gemisine eşlik eden ve yaklaşık 180 Tomahawk füzesi fırlatma kapasitesine sahip üç muhrip de bulunuyor. Bu muazzam ateş gücü nasıl, ne zaman ve neye karşı kullanılacak?

Nükleer denizaltı konuşlandırmak ve CIA'yı Venezuela'da gizli operasyonlar yürütmekle görevlendirmek gerekli mi? CIA'nın çalışmaları kesinlikle gizli olmalı ve sosyal medyada duyurulmasına gerek yok.

Uyuşturucu kaçakçılığı yapan tekneleri havaya uçurmak, daha büyük bir stratejiye hizmet eden bir taktik mi? Bu güçler, hedeflerine ulaşamadan bir süre sonra geri çekilebilir mi? Başarı ve görevin yerine getirilmesi nasıl ölçülecek?

ABD'nin stratejisi, askeri kurumu Venezuela Devlet Başkanı’na karşı kışkırtmak için askeri baskı uygulamak mı? Venezuela içinde askerî harekât olacak mı?

Venezuela'nın dünyadaki en büyük bilinen petrol rezervine (303 milyar varil) sahip olduğu göz önüne alındığında, ABD’nin stratejisi, Venezuela Devlet Başkanı’nı Trump ile müzakere masasına oturup enerji anlaşması imzalamaya zorlamayı mı amaçlıyor?

xcdf
ABD’nin stratejisi, Venezuela Devlet Başkanı’nı müzakere masasına oturtmayı mı amaçlıyor? (EPA)

ABD Başkanı Donald Trump, özellikle ABD Güney Saha Komutanlığı (SOUTHCOM) bölgesinde yer aldığı için Latin Amerika'yı Rusya ve Çin'den geri almaya mı çalışıyor? Trump, ABD'nin iç güvenliği ve yakın komşularına odaklanacağı söylenen ulusal savunma stratejisini önceden mi engelliyor?

Bu bağlamda, bazı açık kaynaklar, Venezuela'nın doğusundan batısına ve kuzeyine kadar ABD'nin askeri konuşlandırmasının şu şekilde olduğunu belirtiyor: Doğuda, Kolombiya ve Panama'da ABD güçleri bulunuyor. Kuzeyde, Küba'da Guantanamo lojistik üssü var. Kuzeybatıda, Porto Riko'da biri lojistik, diğeri F-35 uçaklarını barındıran iki üs bulunmakta. Batıda, Grenada'da özel kuvvetler ve Trinidad ve Tobago'da önemli bir radar istasyonu bulunuyor.

scdf
Porto Riko'daki bir üsten kalkışa hazırlanan Amerikan insansız hava aracı (Arşiv – Reuters)

Sonuç olarak, ABD'nin davranışlarına bakıldığında, ABD'nin orijinal jeopolitik konumuna, yani yakın çevresindeki etki alanına geri döndüğü söylenebilir. Aynı zamanda, özellikle Latin Amerika ülkeleri karşısında, ‘gambot diplomasisi’ (Gunboat diplomacy) olarak bilinen politikaya da geri dönmüştür. Ancak, gambot diplomasisi genellikle deniz gücünü kullanmadan göstermek ve ilgili ülkeden taviz koparmak amacıyla uygulanır.

Şu ana kadar, bu diplomasinin ilk aşamasındayız (güç gösterisi). Hedef kesinlikle işgal değil, özellikle de mevcut Amerikan kara kuvvetleri yetersiz olduğu için. Ayrıca, ABD’nin Karayipler’e fazlaca gömülmesi, özellikle Çin’in çevresindeki diğer küresel sahnelerden mutlaka kaynak kaydırılması anlamına gelecek.

*Bu makale Şarku’l Avsat için bir askeri analist tarafından kaleme alındı.


Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
TT

Muhammed bin Selman ve ABD... Kısa sürede başarıya ulaşmak

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Mayıs 2025'te Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte yürüyor. (SPA)

2015 yılının eylül ayında Beyaz Saray'da İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz ile eski ABD Başkanı Barack Obama arasında düzenlenen Suudi Arabistan-ABD zirvesinde, Veliaht Prens Muhammed bin Selman, 21. yüzyılda iki ülke arasındaki stratejik ilişkiye dair Suudi Arabistan'ın vizyonunu içeren bir brifing sundu.

O dönemde genç prens, 80 yılı aşkın bir süredir birçok aşama ve gelişmeden geçen Suudi Arabistan-ABD ilişkileri için yeni bir vizyona sahip gibi görünüyordu ve bu ilişkilerin gelecekteki seyrini yeniden şekillendirme konusunda kararlıydı.

Görsel kaldırıldı.
İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz, Eylül 2015’te Beyaz Saray’da Başkan Barack Obama ile görüşürken (SPA)

Amerikan başkanlığı sonraki on yıl boyunca Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında değişti. En önemli dönüm noktası, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Mart 2017’de Beyaz Saray’da Başkan Donald Trump ile yaptığı ilk görüşme oldu. Bu görüşme, Trump’ın görevdeki ilk dönemi sırasında Riyad’ı ilk yurt dışı durağı olarak seçmesine yol açtı.

Trump, Mayıs 2017’deki tarihi Riyad ziyaretinde Arap ve İslam dünyasının liderlerine hitap eden bir konuşma yaptı; konuşmasında Ortadoğu’daki terör ve çatışmalar gibi meseleleri vurguladı. Bu ziyaret sırasında Kral Selman bin Abdulaziz, Trump ile iki ülkenin ortak stratejik vizyon bildirisini imzaladı.

Ocak 2020’de Joe Biden başkan olarak göreve başladı ve en yakın ortağıyla ilişkiyi sınırlayacağına dair söz verdi.

Ancak bu söz tutulmadı. Zira Rusya-Ukrayna krizi ve küresel sahnedeki diğer gelişmeler ışığında Suudi Arabistan-ABD ortaklığının önemi fark edildi. Biden, Temmuz 2022’de Cidde’ye gelerek Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile görüştü.

Görsel kaldırıldı.
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Temmuz 2022'de Riyad'da dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile görüştü. (Reuters)

Suudi yetkililer, ABD ile ilişkilerin istikrarlı olduğunu ve Beyaz Saray'daki yönetim değişikliklerinden etkilenmediğini her zaman vurguladı.

Aynı on yıl boyunca Suudiler, kapasitelerini geliştirmeye, potansiyellerini artırmaya, vizyon hedeflerine ulaşmaya ve küresel konumlarını güçlendirmeye devam ettiler.

Suudi Arabistan-ABD ilişkilerindeki değişimler, Çin'in Washington'un stratejik rakibi olarak yükselişi ve ekonomik ağırlık merkezinin Asya'ya kayması gibi dünyanın tanık olduğu köklü değişikliklerden bağımsız değil. Ukrayna'daki savaş, enerji güvenliğinin ve pazarlarını istikrara kavuşturabilen ülkelerin önemini daha da artırdı.

ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesi de diğer öncelikler lehine azaldı; bu da Riyad'ın siyasi yumuşamadan ekonomik ortaklıklara ve bölgesel güvenliğe yönelik yeni yaklaşımların formülasyonuna kadar etkili bölgesel girişimlere öncülük etmesinin önünü açtı.

Aynı zamanda, teknoloji ve yapay zekâ küresel ekonominin temel itici güçleri olarak ortaya çıktı ve yatırım ve teknoloji ortaklıklarını Washington'un hesaplamalarında daha merkezi bir konuma getirdi.

Bu değişiklikler, Riyad ile Washington arasındaki ilişkiyi, durumsal ihtiyaçlara dayalı bir ilişkiden, eşitlik, ortak çıkarlar ve geleceği şekillendirme üzerine kurulu bir ilişkiye dönüştürdü.

Amerikan başkanlığını ikinci kez devraldıktan sonra, Başkan Donald Trump Mayıs 2025’te tekrar Riyad’ı ziyaret etti ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmada terör ve savaşlardan söz etmedi; aksine bölgenin parlak geleceği ve Kral Selman ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın liderliğinde gerçekleşen büyük ve olağanüstü dönüşüm üzerinde durdu. Riyad’da Suriye yetkilileri de hazır bulundu, Suudi Arabistan’ın talebiyle yaptırımlar konusu kapatıldı ve Başkan Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yla görüştü.

Konuşması sırasında Başkan Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a “Geceleri uyuyabiliyor musun?” diye sordu ve ardından Muhammed bin Selman’ın ‘işleri nasıl daha iyi hale getirebileceğini düşünerek bütün gece uykusuz kaldığını’ söyledi. “Suudi Arabistan’ın başarıları dışarıdan gelmedi, aksine liderleri ve halkının devletlerini geliştirme, vizyonlarını ilerletme ve kendi yollarıyla geleceklerini inşa etme kararlılığı sayesinde elde edildi” diyen Trump, bunu ‘Arap tarzında modern bir mucize’ olarak tanımladı.

Görsel kaldırıldı.
2025 yılının mayıs ayında Riyad'da düzenlenen Suudi Arabistan – ABD – Suriye üçlü toplantısından (SPA)

Bu konuşma bizi, Amerikan Life dergisinin 1943 yılının mart ayında Kral Abdulaziz ile yaptığı röportaja geri götürüyor. Röportajda Kral, ‘asla uyumayan gözlerle krallığının dizginlerini elinde tutan’ bir adam olarak tanımlanıyor. Dünün birleştirici büyükbaba hakkındaki konuşmaları, bugünün başarılı torun hakkındaki konuşmalarına benziyor.

Tüm bu bağlamlar ve bölgenin tanık olduğu dönüşümler ışığında, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Washington ziyareti, Başkan Trump ile görüşmesi ve bu görüşmeden çıkması beklenen anlaşmalar devreye giriyor. Ziyaretle ilgili manşetleri siyasi ve güvenlik konuları domine etse de, ekonomi ve yatırım konuları da gündemde olacak. Belki de en anlamlı tanım, Başkan Trump'ın bunun sadece bir toplantı değil, Suudi Arabistan ve genç prense bir övgü olduğunu belirten yorumudur.

Medya raporları ile bazı Amerikan siyasetçilere atfedilen sızıntılar ve açıklamalar hâlâ ABD himayesinde bir Suudi normalleşmesine bahis açıyor; ancak tüm baskılara ve girişimlere rağmen Suudi duruşu Filistin konusunda kararlı kalacaktır. Suudi Arabistan’ın en önemli ortağı olan ABD ile çıkarları -ki ABD’nin İsrail’i desteklemesi siyasi bir ilke olarak kabul edilir- hiçbir zaman Suudi Arabistan’ın Filistin’i destekleme konusundaki köklü siyasi ilkesi önüne geçmemiştir. Suudi dış politikası, 1967 sınırları üzerinde bağımsız bir devlet kurulmasını içeren kapsamlı bir çözüm sağlanmadan normalleşmeye gitmemek yönünde devam etmektedir.

İsrail’in katliam makineleri Gazze’de ne yaptıysa yaptı ve Filistin meselesini tasfiye etmeye çalıştı; ancak Kral Selman ve Veliaht Prens liderliğindeki Suudi çabaları, yalnızca ateşkes sağlamakla sınırlı kalmadı. İki devletli çözüm çabasında tarihi bir atılım gerçekleştirildi; ‘zorunlu çözüm’ ilan edildi ve Filistin, Balfour Vaadi’ni (Balfour Deklarasyonu) veren devlet başta olmak üzere birçok etkili ülkeden ve Birleşmiş Milletler’in (BM) bölünme kararının alındığı kürsüden tanınma hakkı kazandı. Aynı zamanda Suudi diplomatik mücadelesi, uzun yıllar boyunca Filistin hakkını savunmak yönünde devam etti.

ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Filistin devletinin kurulmasını dayatma çabaları ve nükleer cephaneliğe sahip Pakistan ile ortak savunma anlaşması imzalaması gibi girişimlerine rağmen, Başkan Trump, Suudi Arabistan’a, liderliğine ve özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a birçok kez takdirini ifade etti. Çünkü güçlü ve net ilkelere sahip bir dost, bazı konularda görüşler farklı olsa bile saygıyı zorunlu kılar. Amerikan deneyimi yalnızca güçlüleri kutlar; miras veya sloganlarla değil, elde edilen başarılarla güçlü olanları…

İki ülke arasındaki olağanüstü görüşme sırasında hangi tür anlaşmalar yapılır veya hangi sonuçlar elde edilirse edilsin, kesin olan şudur ki bu sonuçlar stratejik ortaklığı pekiştirecektir. Gözlemciler, Washington’daki toplantıların bölge için güvenlik ve refah ile stratejik ilişkilerin geleceğine dair bir vizyon oluşturacağını ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın zekâsıyla, ‘brifingden başarıya’ dönüşen süreçle bu stratejik ilişkileri şekillendireceğini öngörüyor.