Abdullah Öcalan: PKK kendini feshetmelidir

Fotoğraf: DEM Parti X hesabı
Fotoğraf: DEM Parti X hesabı
TT

Abdullah Öcalan: PKK kendini feshetmelidir

Fotoğraf: DEM Parti X hesabı
Fotoğraf: DEM Parti X hesabı

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nden (DEM Parti) yedi kişilik heyet, bu sabah İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan'la görüşmesinin ardından saat 17.00'de İstanbul Elit World (Taksim) Otel'de görüşmenin içeriği hakkında açıklama yaparak, Öcalan'ın beklenen çağrısını okudu. 

Türkçesini Pervin Buldan, Kürtçesini Ahmet Türk'ün okuduğu çağrıda Öcalan PKK'ya seslendi. Abdullah Öcalan "Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir" dedi..

Açıklamanın tamamı şu şekilde:

Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı

"PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir. Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir.

Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir. Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.

Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır. Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.

Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır. Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.

Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere selamlarımı iletirim."

zxcvfdgbhty
Öcalan'ın silah bırakma çağrısını okuduğu DEM Parti heyeti

Sırrı Süreyya Önder'in aktardığı not

Sırrı Süreyya Önder açıklamanın ardından Öcalan'ın bir notunu aktardı. Önder "Kendisinin bir notunu da paylaşmak istiyoruz. Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir notunu da bizlere iletti. Onu da sizinle paylaşmış olalım" dedi.

Salonda sivil toplum örgütleri, DEM Parti milletvekillleri ve belediye eş başkanları, barış anneleri, 300’den fazla gazeteci ve 140 basın kurumu yer aldı.

Bahçeli'nin çağrısı

İktidar Cumhur İttifakı ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun" diyerek, İmralı Cezaevi'nde bulunan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Öcalan'a çağrıda bulunmuştu.

"Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın," diyen Bahçeli, "Umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın" sözlerini dile getirmişti.

"Terörsüz bir siyaset" için sorumluluk almaya hazır olduklarını belirten Bahçeli sözlerine şöyle devam etti:

"Herkes ittifak halindeyse değil elimizi, gövdemizi taşın altına koymaya hazırız. Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın."

Bahçeli, "Milletimizin ayak bağların kalıcı olarak çözmenin kim bilir belki de ilk adımını atmış olacağım" ifadelerini de kullandı.

Bahçeli bir hafta önceki parti grup toplantısında da yine Öcalan'a seslenerek, "Terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin," demişti.

Şubat 1999'da Kenya'nın başkenti Nairobi'de yakalanan Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiği sırada "Ben ülkemi severim. Annem de Türk'tü. Bir hizmet imkanım olursa yaparım. Türkiye'ye dönünce hizmet edeceğim" sözlerini hatırlatan Bahçeli, PKK liderinin "silahları bırakma" yönünde talimat vermesini istemişti

 



Husiler İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmadaki yeri

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)
TT

Husiler İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmadaki yeri

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)

Enver el-Ansi

İsrail'in İran'a yönelik yıkıcı saldırısının ve İran'ın buna verdiği yanıtın ardından, gözler Yemen'e çevrilerek Tahran yanlısı Husilerin tepkisi ve İran'ın askeri yanıtına katılmaya hazır olup olmadıklarına dair değerlendirmeler yapıldı. Ancak İran’a ve onun karşılık verme hakkına yönelik pasif dayanışma ifadelerinin dışında, Husiler bu tür bir karşılıkta yer almaktan uzak durdular.

İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına Yemenli tarafların çoğu ya sessiz kalarak ya da coşku ve intikam duygusuyla tepki verdi. Çünkü onlardan bazıları İran'ın Yemen’e ve bazı Arap ülkelerinin iç işlerine ‘açıkça’ müdahale ederek 30 yıldır ‘savaş suçu’ işlediğini düşünüyordu. Bazıları ise olanları ‘yenilgiden daha büyük, aşağılanmadan daha korkunç’ olarak nitelendirerek İran’ın komutanların ve bilim adamlarının öldürülmesine ve altyapısının tahrip edilmesine nasıl tepki verebileceği sorusunun yanıtını aradı. ‘Yenilgi’ olarak gördükleri bu gelişmenin ‘İran halkının eliyle de olsa, rejimin ve devletin sonu olacağını’ düşünüyorlar.

Bunun ötesinde, bazıları İran'ın yaptıklarının en kötüsünün Müslümanları ve Arapları bu çatışmada tarafsız bırakmak olduğuna inanıyor. Çünkü onlar İran'ın İslam'a bir güç kattığını hiç hissetmediler, aksine İsrail'in Arapları uğrattığı yıkımla İran'ın yaptıkları arasında hiçbir fark olmadığına emin oldular. Bunun özellikle Yemenliler için çok geçerli nedenleri olabilir. Birincisi, İran'ın Husileri benimsemesi ve desteklemesiydi. Bu destek onların silah zoruyla Yemen devletine darbe yapmasını sağladı. Devletin silahlarını, küçük bir mezhep grubunun çıkarları için tüm halkın iradesini bastırmak ve zulmetmek için kullanmasına yardımcı oldu. İkinci neden, Husilerin İran'ın desteğiyle, bazı komşu ülkeleri hedef aldıktan sonra tüm bölgenin istikrarını bozan bir faktör haline gelmesiydi. Suudi Arabistan, Yemen'de meşru devletin yeniden kurulmasını desteklemek için bir askeri ittifak kurmak ve liderlik etmek zorunda kaldı. Üçüncü neden ise, Husiler ve onun arkasında duran Tahran'ın, Yemen'i çevreleyen denizlerdeki seyrüsefer hatlarına yönelik saldırılarının ardından daha geniş çaplı savaşlar başlatması ve ardından İsrail'in Yemen’deki şehirleri ve hayati bölgeleri hedef almasıydı. Tüm bunlar Gazze'deki Filistinlilere destek olmak adına yapıldı, ancak hiçbir etkisi olmadı. Tek bir İsrailli dahi zarar görmedi. Buna karşın ABD, İsrail ve İngiltere'nin sadece Husilerin çıkarlarına yönelik değil, ülkenin kazanımlarının ve altyapısının büyük bir kısmını kaybetmesine ve on yıllar geriye gitmesine neden olacak saldırılar düzenlemesinin önünü açtı.

Yemen’de İran devrimine iyimser ve umutlu bakanlar, bu devrimin Husiler dışında birçoklarının umutlarını boşa çıkardığını açıkça gördüler. Bu konunun yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Duygusal öncüller değil, devrimden yaklaşık elli yıl sonra İran deneyiminin ulaştığı pratik sonuçlar esas alınmalı.

Tarihsel bakış

İran’ın Yemen ile ilişkisi, Farsların İslam dinini benimsemesinden önce, onunla birlikte çağlar boyunca ve İslam İnkılabı Rehberi Ruhullah Humeyni'nin ve ardından İslam İnkılabı Rehberi Ali Hamaney'in gelişine kadar, tarihin hiçbir döneminde, eski, orta ve modern dönemlerde normal olmamıştır. Bunu anlamak çok fazla çaba sarf etmeye ve çok zeki olmaya gerek yok. Ancak araştırma, inceleme ve derinlemesine düşünme, mantık, sabır ve tarafsız olarak bakıldığında İran'ın İslam'ı anlaması ile Yemenlilerin ve birçok Arap halkının İslam'ı anlaması arasında teoride ve uygulamada farklılıklar olduğu görülüyor. İran, İslam öncesi tarihine dayanan kendine özgü bir felsefeye sahip ve bu felsefe, özellikle düşünce ve çalışma tarzı açısından, Arap ve İslam dünyasının felsefesinden büyük ölçüde farklılık gösteriyor.

İran, Arap ülkelerine yönelik politikalarında çok fazla karışıklık ve ortak ya da karşılıklı yanlış anlaşılmalar olduğunu ya bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor.

Öncelikle İran, yüzlerce yıldır İslam dünyasına kendi İslam anlayışını dayatamamaktan hoşnutsuz. İran, Osmanlı İmparatorluğu'nun yaptığı gibi, çevresindeki geniş Sünni İslam dünyasına, özellikle de Arap dünyasına hakimiyet kurarak kendi İslam anlayışını dayatamamıştır.

İran'ın İslam dünyasına karşı bu zihniyeti bugün de devam ediyor. Bu zihniyeti anlamak veya inkar etmek zor, çünkü Tahran'ın Humeyni'den bu yana izlediği politikalar, iki tarafın da üzerinde hemfikir olduğu bir şekilde, bazı aktörlerin görüşüne göre ‘adaleti’ sağlamaya yönelik başarısız uygulamalar veya çaresiz girişimlerden ibaret. Ancak birçok kişi, bu durumda tarihten ‘intikam’ alınmasının ve Tahran'ın izlediği yolun, tarihin ve coğrafyanın gerçeklerine uygun bir şekilde Arap dünyasıyla olan ilişkilerin ‘düzeltilmesi’ için değil, ‘barbarlığa varan intikamcı bir adalet duygusu’ olduğunu düşünüyor!

dfgth
İsrail saldırısı sonrası İran'ın Tebriz Havaalanı’ndan yükselen dumanlar, 13 Haziran 2025 (Reuters)

Bu iki sorundan ikincisi, Saddam Hüseyin'in Irak'ıyla savaşın sonunda bıraktığı miras. Humeyni, 20 Temmuz 1987 tarihinde oybirliğiyle kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 598 sayılı kararının ardından, “Kararı kabul ederek zehirli kadehi içmek zorunda kaldım ve utanç duyuyorum” demişti. Bu askeri ve hukuki yenilgiye rağmen, bu durum Tahran'da, bu yenilginin utancını silip İran'ı bir ulus olarak yeniden haritaya koyacak ‘topyekun yıkım’ gücüne sahip stratejik bir silaha sahip olma konusunda ölümcül bir hırsa yol açtı.

Bir araştırmacı olarak İran deneyiminde karşılaştığım tüm zorlukların ardından bu ‘ulusun’ karmaşık ve iç içe geçmiş bir coğrafi ve tarihsel bağlamda yer aldığını gördüm. Bu makale sadece sabit bir metin değil, çelişkili, ani ve tekrarlanan etkileşimleriyle içinden şiddetle hareket eden bir metin oldu. İran dış dünyaya o kadar sıkı bir şekilde kapalı ki, öngörülebilir gelecekte veya orta vadede bile olası sonuçlarının doğasını tahmin etmek imkansız.

Bölgesel rekabet

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suudi Arabistan ve İran, yüzölçümü ve zenginlikleri açısından birbirine yakın olsa da bugün Suudi Arabistan jeopolitik açıdan sınırlarının ötesinde daha etkili ve dünya ekonomisinde daha büyük bir etkiye sahip görünüyor. İran ise giderek daha fazla kendi içine kapanıyor ve köklerine dönüyor. Günümüz dünyasında, piyasada talep olmayan halıları dokumaya daha fazla zaman harcamanın bir anlamı yok.

İran devrimi, başlangıçta bazı Arapların büyük ve yeni bir İslam dünyası hayali kurmasını sağladı. Ancak gerçekte, iç tarafları ile dış kolları arasında performansın ritmini ayarlayan bir denge kurmada başarısız oldu.

İran devrimi, başlangıçta bazı Arapların büyük ve yeni bir İslam dünyası hayali kurmalarını sağladı. Ancak gerçekte, İranlıların diğerlerinden daha iyi bildiği nedenlerden dolayı, iç tarafları ile dış kolları arasında performansın ritmini ayarlayan bir denge bulmakta başarısız oldu. İran deneyimini inceleyen bazı araştırmacılara göre bunun ilk nedeni, tarihsel ‘sentimentalizm’ veya kronik bir romantizm içinde kalma ısrarıydı. İran’ın çevresindeki birçok ülke, en yakın komşusu Türkiye, Almanya, İtalya ve Japonya gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra savaşlarda yenilgiye uğramış olsa da İran bu ülkelerin çoğunun gösterdiği esnekliği gösteremedi.

juı
İran'ın İsrail'e füze saldırısı sonrası İsrail'in Rişon LeTsiyon şehrindeki hasar, 14 Haziran 2025 (Reuters)

Irak ile sekiz yıl süren trajik savaş boyunca, birçok Arap aydın ve politikacı, İran'daki ‘devrim’ ile ilişkilerde stratejik bir hata olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini savundu. Cezayir'in merhum Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen, bu ilişkinin düzeltilmemesi halinde ‘İslam Devleti’ İran'ın ‘alternatif bir sömürgeci’ olacağı konusunda uyarmıştı. Hatta Arap siyasi entelektüeller, gelecekteki olası bölgesel savaşların Arap-İsrail değil, Arap-Fars savaşları olacağını öngörmüştü. Ancak Irak'ın merhum lideri Saddam Hüseyin, başta‘devrim düşünürü’ Humeyni'yi Neauphle-le-Château’da ağırlayan Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin açık teşvikiyle İran'daki ‘devrim’ sloganlarının Arap sokaklarında yarattığı etkiye karşı koymakta kararlı ve hevesliydi. Bu durum, İran'daki ‘devrimden’ yıllar sonra Cezayir'deki İslami Kurtuluş Cephesi lideri Abbasi Medeni'nin Cezayirlilere İslam hukukunun uygulanması için kademeli bir geçişe hazır olmaları çağrısında bulunmasıyla daha da belirgin hale geldi. Medeni bir Sünni lider olmasına rağmen, bu çağrısı İran'daki İslam devriminin zaferinden esinlenerek yapılmıştı. İran devrimi, o dönemde çoğu Arap liderin düşüncelerini domine eden tehlikeli bir faktöre dönüştü.

İran'ın niyetleri, bölgedeki sahnenin başlıklarında yeniden atılım yapmaya başladığı yıllar sonra ortaya çıktı. Suudi Arabistan’ın merhum Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in hükümdarlığı döneminde Suudi Arabistan'a karşı en açık tavır sergileyen İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinejad’dı. Ancak bu tavır, İran'daki seçim hedefleriyle daha çok ilgili olan saf popülist bir dilde ifade edildi. Ortak çıkarları ve komşuluk ilişkileri olan ülkeler arasındaki geleneksel ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair farkındalıkla ilgisi olduğu pek söylenemez.

Tahran'daki politika yapıcıların kararları, ister reformist ister muhafazakar kanattan olsun cumhurbaşkanlarının değil, Hamaney ve DMO’nun elindeydi.

Onlarca yıldır İran ve Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri inceleyen biri olarak, Tahran'daki politika yapıcıların kararlarını Hamaney ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) verdiğini ister reformist ister muhafazakar kanattan olsun cumhurbaşkanlarının ise sadece ‘sivil cephe’ rolünü oynadıklarını, oynamaya devam ettiklerini ve İran'ın içinde olan biteni örtbas etmek için önce Humeyni ardından Hamaney ve iki döneminin DMO tarafından kullanıldıklarını kesin olarak söyleyebilirim.

rgbbhyuj
Tahran'daki bir köprüde, 13 Haziran sabahı İsrail’in düzenlediği saldırıda öldürülen İranlı komutanlar ve nükleer bilim adamlarının fotoğraflarının yer aldığı bir afiş, 14 Haziran 2025 (AFP)

Burada sıradan İranlılardan bahsetmiyorum, hayatı boyunca yıllarını kütüphanelerde geçirip, hayatının sonunda İslam'ın özünü düzelttiğini düşündüğü şeylerle ortaya çıkan ‘fıkıhçılardan’ ve ‘müfekkirlerden’ bahsediyorum. Ali Şeriati ve onun gibi birçok etkili isim de bunu yaptı, ancak sonunda onların İranlı insan modelinden bahsettikleri, Humeyni'nin İslam devriminin kendi İslam anlayışına göre kalıplaştırmaya çalıştığı karakterden bahsetmedikleri ortaya çıktı.