Aliya Mansur
İstisnai koşullar ifadesi, askeri ve diktatörlük rejimlerinin ülke ve halk üzerindeki kontrollerini sıkılaştırmak için her zaman kullandıkları bir ifadedir. İşte bu nedenle Suriye'de birçok kişinin, özellikle de Suriye halk devriminin zaferi, Esad rejiminin devrilmesi, özgürlük, demokrasi ve adaletin sağlanması uğruna kendi canlarını ve çocuklarının canlarını feda edenler açısından bu ifadenin kışkırtıcı bulunduğunu görüyoruz.
Gerçek şu ki, “istisnai koşullar” ifadesi bugünkü Suriye gerçekliğini tam olarak yansıtmıyor, aynı şekilde zorluklar kelimesi de. 8 Aralık 2024 sabahı Suriye rejimi devrildi, Beşşar Esed Moskova’ya kaçtı, Ahmed eş-Şara Halk Sarayı’na ulaştı. O andan itibaren Suriye gerçeği daha fazla gözler önüne serilmeye, herkese daha açık hale gelmeye başladı. Büyük zafere, kutlamalara, Suriye'nin halkına ve halkının Suriye'ye dönmesine rağmen, Suriye meselelerini takip eden herhangi bir kişinin kavrayabileceğinden çok daha büyük bir yıkım yaşanmıştı.
Yapılar yıkılmış, şehirler tamamen yerle bir olmuş, milyonlarca insan yerinden edilmiş, düzinelerce toplu mezar var. On binlerce aile, gözaltına alınan evlatlarının akıbetinin ne olduğunu öğrenmeyi bekliyor, ancak bugüne kadar bir bilgi yok. Ekonomik durum “kötü” tanımının yetersiz kalacağı bir halde, kurumlar kurumlara benzemiyor. Suriye devleti harap bir devlet olarak tanımlanabilir.
Esed'in kaçtığı günden bu yana İsrail, Suriye ordusunun silah depolarına yönelik saldırılarını aralıksız sürdürüyor, zamanla Suriye toprakları içinde de ilerlemeye başladı.
İsrail, Suriyeli yetkililerin bugün herhangi bir savaşa girme gücüne sahip olmadığını ve savaşa girmek istemediğini biliyor. Bu nedenle daha fazla kazanım elde etmek için yeni Suriye yönetimine baskı yapmaya devam ediyor. İsrail, 8 Aralık 2024'te Esed rejiminin devrilmesiyle aynı anda iki ülke arasında 1974'te imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın da çöktüğünü duyurdu. İsrail Bakanlar Kurulu'nun, işgal altındaki Golan'a bitişik Suriye sınır bölgesi Hermon Dağı'nın (Şeyh Dağı) işgal edilmesine karar verdiğini söyledi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, "Suriyeli askerlerin mevzilerini terk ettiğini" ve herhangi bir düşman gücün iki ülke arasındaki sınıra yakın konuşlanmasına izin vermeyeceğini, İsrail ordusunun bölgedeki “yürütme gücü” olacağını belirtti.
İsrail, kara harekâtı ve Suriye'ye askeri saldırılar düzenlemekle yetinmedi. Bilakis, 1982 yılında Beyrut’u işgal ettiğinde Lübnan’da da ustalıkla oynadığı oyunu, yani halkın “bileşenleri” arasında nifak tohumları ekmeyi yeniden oynamaya başladı. Netanyahu birkaç gün önce çıkıp, Güney Suriye'nin yeni rejimin askeri güçlerinden tamamen tahliye edilmesini talep etti ve “Heyet Tahrir el-Şam veya yeni Suriye Ordusu güçlerinin Şam'ın güneyindeki bölgelere girmesine izin vermeyeceğiz” dedi. İsrail'in “Güney Suriye'deki Dürzileri korumaya kararlı olduğunu ve onlara yönelik hiçbir tehdide müsamaha göstermeyeceğini” vurguladı.
Askeri baskının ve Suriye içine yönelik baskıların yanı sıra İsrail, Suriye'ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılmaması yönünde de baskı yapıyor. Trump ile Netanyahu arasında açık bir uyum var, bu da Suriye’deki ekonomik durum ve yaşam koşullarının karşı karşıya olduğu zorlukları artırıyor.
Netanyahu’nun bu açıklamaları, Dürzi toplumunun çoğunluğu da dahil olmak üzere tüm Suriyeliler tarafından büyük ölçüde reddedildi. Bazıları siyasi ajandalarını hayata geçirmek için Netanyahu'dan güç almak istediklerini ima etseler de, hiçbir aklı başında insanın Netanyahu'nun Dürzilerin veya diğer bileşenlerin güvenliğini umursadığına inanacağını sanmıyorum. O sadece Suriye yönetimine yönelik baskısını sürdürmek için büyük bir fitne çıkarmak istiyor.
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre askeri baskının ve Suriye içine yönelik baskıların yanı sıra İsrail, Suriye'ye yönelik Amerikan yaptırımlarının kaldırılmaması yönünde de baskı yapıyor. ABD Başkanı Trump ile Netanyahu arasında açık bir uyum var, bu da Suriye’deki ekonomik durum ve yaşam koşullarının karşı karşıya olduğu büyük zorlukları artırıyor. Buna bir de ülkede henüz istikrara kavuşmamış güvenlik koşulları ekleniyor. Nitekim Suriye sahilindeki köylerde rejim kalıntıları güvenlik güçlerine karşı neredeyse her gün saldırı düzenliyorlar yahut yalan haberler yaymaya çalışıyorlar, mezhepçi söylemler benimsiyorlar, sahil bölgesinin Suriye'den “ayrılması” çağrısını yapıyorlar. İran'ın Suriye'de baskı kurmaya çalıştığı da bir sır değil; bunu ya rejimin kalıntıları ya da Suriye-Lübnan sınırındaki Hizbullah milislerinin kalıntıları üzerinden yapıyor.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) sorunu da henüz çözülmüş değil. Bir yanda SDG, diğer yanda aşiretler ve diğer Kürt taraflar arasındaki gerginlik giderek tırmanıyor.
DEAŞ tehdidi hâlâ varlığını sürdürüyor ve rejimin devrilmesinden bu yana birçok kez başını uzattı. Meşruiyet çerçevesinin dışında kalan silahlar ve yeni orduya katılmayı hâlâ reddeden fraksiyonlar da var.
Tüm bunlara “zorluklar” diyemeyiz; aksine eğer temizleyemezsek hepimizin içinde patlamaya hazır bir mayın tarlası diyebiliriz.
Bütün bu mayınların ortasında, başkent Şam’daki Halk Sarayı’nda Ulusal Diyalog Konferansı düzenlendi. Daha kapsamlı olmasını, bağlayıcı yetkilere sahip bir kurucu organ doğuracak bir ulusal konferans çağrısı yapmasını umduğumuz konferansın, hedeflediğimizden az, beklentilerimizden fazla seviyede olduğunu söyleyebiliriz.
Geçiş sürecinin çarkları harekete geçirilmeli ve tüm bu mayınların temizlenmesi için uzmanlardan oluşan, ancak aynı zamanda farklı siyasi yönelimlere sahip tüm Suriyelileri temsil eden bir geçiş hükümeti gerekiyor.
Suriye'de ne boşa zaman harcama ne de tekele alma lüksümüz var. Bugün iktidardaki otorite ve onun dışındakiler, gemi batarsa herkesin onunla birlikte batacağını anlamalılar. Beşşar Esed bize harap ve çürümüş bir devlet bıraktı. Esed Suriyesinden vatandaşlarına ait bir Suriye’ye geçiş (Ulusal Diyalog Konferansı’nın sonuç bildirgesinde de belirtildiği gibi) herkesin yardımını gerektiren zorlu bir süreçtir.