Fidan'ın Suriye'nin istikrarsızlaştırılmaması uyarısının ardından Türkiye ile İran arasında gerilim artıyor

Tahran Türk Büyükelçisi’ni çağırdı, Ankara da maslahatgüzarı çağırarak karşılık verdi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi geçtiğimiz aralık ayında Katar'da düzenlenen Doha Forumu’nda bir araya geldi. (Dışişleri Bakanlığı)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi geçtiğimiz aralık ayında Katar'da düzenlenen Doha Forumu’nda bir araya geldi. (Dışişleri Bakanlığı)
TT

Fidan'ın Suriye'nin istikrarsızlaştırılmaması uyarısının ardından Türkiye ile İran arasında gerilim artıyor

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi geçtiğimiz aralık ayında Katar'da düzenlenen Doha Forumu’nda bir araya geldi. (Dışişleri Bakanlığı)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi geçtiğimiz aralık ayında Katar'da düzenlenen Doha Forumu’nda bir araya geldi. (Dışişleri Bakanlığı)

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Tahran'ı Suriye'yi istikrarsızlaştırmaya çalışmaması konusunda uyararak, Irak ve Suriye'deki nüfuzunu korumak için büyük bedeller ödediğini ve bölgedeki vekil güçleriyle yürüttüğü dış politikanın büyük riskler taşıdığını söylemesinin ardından Türkiye ile İran arasındaki gerilim arttı.

Dışişleri Bakanlığı dün, Fidan'ın açıklamalarının ardından İran'ın Türkiye'ye yönelik sert ve aleni eleştirileri üzerine İran maslahatgüzarını çağırarak dış politika konularının iç politika aracı olarak kullanılmaması gerektiğini belirtti.

Türkiye'nin bu adımı, İran Dışişleri Bakanlığı'nın Fidan'ın sözlerini protesto etmek üzere Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi’ni çağırmasından bir gün sonra geldi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, İran'ın Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı'nın görüş alışverişinde bulunmak ve bazı İranlı yetkililerin Türkiye'ye yönelik iddialarını tartışmak üzere bakanlığa davet edildiğini bildirdi.

Keçeli ayrıca, İranlı yetkililerin son dönemde Türkiye'ye yönelik eleştirilerini daha açık bir şekilde dile getirdiklerini ve bu konuda bakanlık tarafından hazırlanan bir dosyanın İran tarafına gönderildiğini söyledi.

Keçeli, “Dış politika konularının hiçbir şekilde iç politika aracı olarak kullanılmaması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye, İran ile ilişkilerine büyük önem veriyor ve bu ilişkileri güçlendirmek için çalışıyor” ifadelerini kullandı.

İran'ın önceki hamlesi

İran devlet televizyonu dün İran Dışişleri Bakanlığı'nın Fidan'ın sözleri üzerine Türk Büyükelçisi’ni çağırdığını bildirdi.

İran Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Türk Büyükelçi Hicabi Kırlangıç ile İran Dışişleri Bakanlığı Akdeniz ve Doğu Avrupa Genel Müdürü Mahmud Heydari arasında pazartesi günü bir görüşme yapıldığı ve Heydari'nin kendisine “iki ülkenin ortak çıkarları ve bölgesel koşulların hassasiyeti, ikili ilişkilerde anlaşmazlık ve gerginliğe yol açabilecek yanlış yorumlardan ve gerçekçi olmayan analizlerden kaçınılmasını gerektirmektedir” teminatını verdiği belirtildi.

dfrgt
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (EPA)

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçen hafta verdiği bir röportajda, İran'ın vekil güçlere, taşeronlara ve silahlı gruplara dayanan dış politikasının ‘tehlikeli’ olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Fidan, bazı kazanımlara rağmen İran'ın Irak ve Suriye'deki nüfuzunu korumak için yüksek bir bedel ödediğini belirtti.

Fidan, İran'ın Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı (SDG) ABD destekli YPG’yi ülkesine karşı destekleme olasılığı konusunda ise İran hükümetini uyardı. Fidan, “İran böyle bir şey yapmaktan kaçınmalı... Camdan bir evde yaşıyorsanız taş atmamalısınız, orada belli bir grubu destekleyerek bir ülkeyi kışkırtmaya çalışırsanız, söz konusu ülkenin ülkenizdeki başka bir grubu destekleyerek sizi rahatsız edebileceği bir durumla karşı karşıya kalabilirsiniz” ifadelerini kullandı.

İran, Fidan'ın sözlerini İran içinde kaos ve huzursuzluk yaratmaya yönelik bir tehdit olarak değerlendirdi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi bu açıklamaları ""yapıcı değildi" değerlendirmesini paylaştı.

Sert açıklamalar

İran Dini Lideri Ali Hamaney’in Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti dün yaptığı açıklamada, Suriye'de her an bir iç savaşın patlak verebileceğini söyledi. Velayeti, “Şu anda Suriye'nin geleceğini tahmin etmek mümkün değil, ancak kanıtlar ve İran'ın gördükleri, devletin parçalanmasının ön hazırlıkları olduğunu gösteriyor” dedi.

“Türk yetkililer diplomatik adaba uymalı” diyen Velayeti, Tahran'ın Ankara'nın abartıları karşısında sessiz kalmayacağı uyarısında bulundu.

sdfrgt
İran Hükümet Sözcüsü Fatıma Muhacirani (İran medyası)

İran Hükümet Sözcüsü Fatıma Muhacirani, Fidan'ın sözleri için “Yapıcı değil” diyerek, tekrarlanmamasını umduğunu söyledi.

Terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan'ın PKK'yı dağıtma ve silah bırakma çağrısını da yorumlayan Muhacirani, bölgede gerginliğin azalmasına yol açacak her türlü kararı memnuniyetle karşıladıklarını belirtti.

İran, Türkiye'de hükümete yakın bazı medya kuruluşları tarafından, ABD ve İsrail'in yaptığı gibi, Ankara'nın PKK ve onun Suriye uzantısı olan YPG’nin varlığını sona erdirmek için Öcalan'la birlikte attığı adımları engellemeye çalışmakla suçlanıyor.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında, “İran ile Türkiye arasında bazı konularda görüş ayrılıkları var, ancak biz Türkiye ile ilişkilerimize büyük değer veriyoruz. Ne yazık ki Türkiye'den sürekli duyduklarımız pek yapıcı değil. İran'ın bu konudaki tutumunu kararlı ve net bir şekilde açıklaması gerekiyor. Belki de Türk dostlarımız, Siyonist varlığın (İsrail) Suriye ve bölgedeki politikası ve ülkelerinin politikalarının etkileri ve sonuçları hakkında daha fazla düşünmelidir” ifadelerini kullandı.

Farklılıklar ve çıkarlar

Türkiye-İran ilişkileri eski Suriye rejiminin yıkılmasından bu yana gergin. Tahran, Ankara'nın Beşşar Esed'i deviren muhalif gruplara verdiği desteği defalarca eleştirirken, Ankara da İran'ın özellikle Alevi bölgelerinde bazı grupların kışkırtılmasında parmağı olduğunu göz ardı etmiyor.

Ahmed eş-Şera liderliğindeki yeni Suriye yönetimi, İran'da yaygın olarak Türkiye yanlısı olarak algılanırken, eş-Şera Suriye'de kalan İran etkisini sona erdirme sözü verdi.

asdfrgt
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz şubat ayında Ankara'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı kabul etti. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Fidan'ın sözlerinin ardından İran'da resmî ve medya düzeyinde Türkiye'ye yönelik yaygın saldırılara rağmen Ankara, Tahran Türk Büyükelçisi’ni çağırana kadar resmi olarak ve medyada sessiz kaldı. Tahran’ın bu hamlesine karşı Ankara, İran maslahatgüzarını çağırarak karşılık verdi.

Farklılıklara rağmen, özellikle ekonomi ve enerji iş birliği açısından Türkiye ve İran'ı birleştiren pek çok çıkar var.

Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Türkmenistan'dan Türkiye'ye İran üzerinden doğalgaz ihracatının pazartesi gününden itibaren başlayacağını açıkladı.

Türk yetkililer, Türkmenistan'dan rekabetçi bir fiyatla gaz almanın Türkiye için büyük bir kazanım olduğunu kaydetti.



Irak’ta siyasi sistem için mi yoksa yönetim sistemi için mi korkuluyor?

Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)
TT

Irak’ta siyasi sistem için mi yoksa yönetim sistemi için mi korkuluyor?

Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)

İyad el-Anber

Irak, geçtiğimiz yıl boyunca ülkedeki egemen sınıfın sonunun ne zaman geleceğini tartıştı. Ortaya atılan senaryolardan biri otoriter güçleri yerinden edecek ve nüfuzlarını silecek ‘nihai bir ezici gücün’ gelmesini öngörüyordu! 2024 yılı sona erer ermez, iktidardaki güçlerin liderleri ve onların çevreleri, ‘nihai ezici güçle’ ve onun gelmesi beklenen tarihin geçmesiyle alay etmeye başladılar.

Ancak mevcut egemen sınıfın yerine nihai ezici gücün gelmesi senaryosunun benimsenmesi, Irak’taki siyasi değişimin hayalci bir şekilde romantikleştirilmesinin ötesine geçmiyor. Ortadoğu’da 7 Ekim 2023'ten sonra başlayan tufan ve Donald Trump'ın yeniden ABD başkanı olarak seçilmesi, Irak'ın bölgesel güç dengesindeki değişim fırtınasındaki konumunun ve bunun Irak'taki iç siyasi durum üzerindeki etkisinin yeniden hesaplanmasını zorunlu hale getirdi.

Otoriter güçlerin açıklamalarında, Irak'ta 2003 yılında sonra Amerikalılar tarafından yaratılan siyasi değişimin yol açtığı kaosun dayattığı eski denklemin bir parçası olduklarından, bölgedeki değişim rüzgarlarının kendilerini de kapsayacağı hipotezinin tartışılmasını reddeden bir inançsızlık ve inkar hali söz konusu. Ayrıca bu durum, İsrail'in Lübnan'da Hizbullah'a karşı başlattığı savaş ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından başını çektiği direniş ekseninin belinin kırılmasıyla geri çekilmeye ve fırtınaya boyun eğmeye başlayan İran ekseniyle de ilişkili.

Ancak siyasi güçlerin liderleri, yaklaşan seçimler hakkında konuşmak ve siyasi anlaşmazlıklarını tartışmakla meşguller. Ramazan ayında siyasi görüşmelerde ekran yıldızlarına dönüşen liderlerin açıklamaları sosyal medya platformlarında siyasi tartışmalara konu oluyor. Ancak hiçbiri bölgesel ve uluslararası gelişmeler çerçevesinde Irak'ın geleceğini ve Ortadoğu'da yaşanan güç mücadelelerinin ve ABD Başkanı Trump'ın dayatmak istediği ekonomik anlaşmaların etkilerinden uzak kalıp kalmayacağını tartışmıyor.

Ölüm döşeği

Irak’ta 2003 yılından sonra yönetimin dizginlerini ele geçiren siyasi sınıf, sadece başarısız bir devlet kurulmasını sağlayabildi. En kötüsü, bu başarısız devleti bile belirli bir başarısızlık ve kırılganlık düzeyinde tutamadı. Hatta eski rejimin kalıntılarının ‘paralel devlete’ dönüşmesinin yolunu açtı. Dolayısıyla siyasi sistemin temel görevi bir yandan eski rejimin kalıntılarını yok ederken diğer yandan onun enkazı üzerinde ağlamanın ötesine geçemedi.

Irak'ta 2003 sonrası kurulan yönetim sistemi, ölümle pençeleşen hasta bir adama benzese de kimse onun artık ölmesini istemiyor! Çünkü tüm siyasi partiler, bu ölüm döşeğindeki hasta adamın servetini ve kaynaklarını kendi aralarında uzlaşarak paylaştıklarından onun hasta yatağında kalmasından faydalanıyor. Eğer ölürse, miras payları ve miktarı değişecek ve kimin meşru olarak en büyük paya sahip mirasçı olduğu ve kimin mirası kaybettiği konusunda asıl mücadele başlayacak.

Şu an Irak'ta 2003 sonrası kurulan siyasi sistemin komaya girdiği aşamadayız. Bu sistemin dayandığı temeller, siyasi güçler ve liderleri tarafından katledildi. Seçimler işlevini yerine getiremez hale geldi. Anayasa, etkisiz hale geldi. Rejim değişikliğinin en önemli kazanımı olarak övündüğümüz kamu özgürlükleri bile hükümet ve güç sahipleri tarafından kısıtlanır oldu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Devlet olmadan demokrasi olmaz, ancak bu denklem Irak’taki siyasi sınıfın düşünce dünyasında hiçbir şekilde yer almıyor. Çünkü ne demokrasiye ne de devlete inanıyorlar! Siyasi sınıfın liderlerinin egemen olduğu ve halkın kararına el konulduğu bir demokrasi dünyanın hiçbir yerinde yok.

Dr. Amir Hasan Feyyaz bu durumu şöyle özetliyor:

“Geçiş fırsatı kaçtı. Otorite sahibi bir devlet yapısından, onu ortadan kaldıran, otoriter çeşitliliklerin oluşturduğu bir devlet yapısına geçtik! Başka bir deyişle, demokratsız bir demokrasi inşa etme sloganı altında ve yazarları tarafından yönetilen, ama yazarlarını yönetemeyen bir anayasa kullanarak üniter totalitarizm yönetiminden çoğulcu totalitarizm yönetimine geçtik.”

Yönetici sınıfındaki elitler devleti cüceleştirmek için var güçleriyle çalıştılar. Ancak şimdiye kadar, yöneten ve yönetilen arasında güven olmadan yönetim, güç ve nüfuzun sadece yıkıma yol açabileceğini ve iktidardakilerin kaderinin tiranlar ve diktatörlerden farklı olmayacağını anlayabilmiş değiller. ABD ordusu, Saddam Hüseyin rejimini, ancak Iraklılar onu desteklemekten vazgeçtiğinde devirebildiler. İnsanlar diktatörlerin elinde her gün zulüm görmeyi ya da yolsuzluk ve kaos nedeniyle aşağılanmayı kabul etmezler. Vatanseverlik ve vatan savunması gibi kavramlar, bunları dile getirenler tarafından iktidarda kalmak için halkını köleleştirmek ve onların kanıyla ticaret yapmak için kullanılırsa boş sloganlara dönüşür.

Sistemi kim koruyor?

“Siyasi sistemi kim koruyor?” sorusunun yanıtı üzerinde henüz uzlaşılmış değil. Hatta verilen yanıtlar, devlet kavramına ve onu kimin koruduğuna ilişkin siyasi şizofreniyi yansıtıyor! Şii siyasi liderler, Haşdi Şabi Güçlerinin siyasi sistemi korudukları fikrini savunuyor. Kürtler ise Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) federalizm deneyimini koruyanların iç güvenlik güçleri olan Peşmergeler olduğundan bahsediyor. Hükümet sistemine meşruiyet kazandıran topluma ya da ulusal mutabakatı somutlaştıran ve işlevi örgütlü şiddeti tekeline almak olan güvenlik kurumlarına gelince, kimse onlardan bahsetmiyor!

xcdfgh
Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir gösteri sırasında Irak bayrağını sallayan bir protestocu, 1 Ekim 2023 (EPA)

Haşdi Şabi Heyeti Başkanı Falih el-Feyyad, kısa bir süre önce bir televizyon kanalına verdiği röportajda Haşdi Şabi'nin sadece askeri bir oluşum olmadığını söyledi. Aksi takdirde ordu ve polisten ayrı bir yapı olarak kalmasının bir gerekçesi olmayacağını ifade eden Feyyad, “Haşdi Şabi artık Irak'ın ve onun geleceğinin savunulması için mutlak bir gerekliliktir” ifadelerini kullandı. Feyyad'ın açıklamasına benzer açıklamalar daha önce de yapılmıştı. Öyle ki bu sözler birçok Şii siyasi lider için bir kalıplaşmış bir ifadeye dönüşmüş durumda ve bu söylem, Şii siyasi güçlerin kamuoyu, kendilerini koruyan güçlü bir silahın varlığı olmadan yönetim deneyimlerinin sürdürülemeyeceğine ikna olana kadar tekrarlandı. Buradaki paradoks ise Haşdi Şabi’nin bir devlet kurumu olması ve kamu bütçesinden finanse edilmesine rağmen görevinin belirli siyasi aktörlerin güç ve nüfuzlarının devamını sağlamak ve onlara seçim kayırmacılığı sağlamak için resmi güvenlik kurumlarına paralel bir yapı olmasıdır.

Feyyad'ın açıklamasına benzer açıklamalar daha önce de yapılmıştı. Öyle ki bu sözler birçok Şii siyasi lider için bir kalıplaşmış bir ifadeye dönüşmüş durumda ve bu söylem, Şii siyasi güçlerin kamuoyu, kendilerini koruyan güçlü bir silahın varlığı olmadan yönetim deneyimlerinin sürdürülemeyeceğine ikna olana kadar tekrarlandı.

Irak’ta 2003 sonrası kurulan siyasi sistemi koruma fikri, artık siyasi elitleri ve Haşdi Şabi’yi yönetme meselesine indirgenmiş durumda. Geldikleri ailelerin, dini sembollerin ve yüksek mevkilerde bulunmanın kendilerini devlet adamı yaptığına inanan hükümetteki isimleri siyasi oligarklara dönüştüren iktidar sisteminin ve iktidardakilerin siyasi kabul edilebilirliği göz ardı ediliyor. Yolsuzluk, silah ve kaos üçlüsüne dayalı bir yönetim sistemi kuran bu kombinasyon, gücü merkezileştirmeyi, ülkenin zenginliklerini kontrol etmeyi, devlet kurumlarına hükmetmeyi ve bunları parti derebeyliklerine dönüştürmeyi başarmış, ancak halkın güvenini kazanamamıştır.

Tam da bundan dolayı, siyasi nüfuzunun ve ekonomik çıkarlarının tehdit altında olduğunu düşündüren herhangi bir dış tehdit karşısında yenik düşüyorlar. Çünkü ‘devlet de devlet dışı olan da benim’ ikileminde hayatta kalmaya çalışıyorlar.